30 Mart 2012 Cuma

Sınavların ‘Ölçü’sü Üzerine

Sınavların ‘Ölçü’sü Üzerine*

Bireyin sağlıklı gelişimi bağlamında Türkiye’de yaşanan sınav olgusunun, eğitim, eğitim politikası, okul, ölçü, rekabet, birey, sağlıklı gelişim, fiziksel, sosyal, ruhsal, entelektüel, uyarılma, verim, mutluluk, kendilik algısı, başarı, iyi insan, stres, maliyet, kaba pragmatizm… kavramları üzerinden didiklendiği bu yazıda olguyla ilgili çeşitli sorular, müzevazı çözüm önerileri üretilmekte; konuya taraf olan öznelerde farkındalıklar oluşturma -dershane olgusu ihmal edilip bir başka yazıya bırakılarak- hedeflenmekte.

Eğitim, kültür, maziden aldıklarımızı zenginleştirerek geleceğe aktarmak; geleceğimiz, çocuklarımız. Biz, her anlamda onların özgürleşmeleri için çaba harcamaktayız; çevresel etmenler de onları özgürleştirici yönde; fakat öte yandan kısıtlamalar, sınırlandırmalar ve kurallar içinde hareket etmelerini istiyor htta bekliyoruz. Bu, ilk bakışta ciddi bir çelişki gibi görünüyor, en kestirme yoldan çocuklar bu yaklaşımlarımızı "yemiyorlar". Kaldı ki, çevresel uyaranlar, çocukların her anlamda erken uyanmalarına da neden olmakta. Geçenlerde akademik bir çalışma sonucu yayımlandı basında: ergenlik 8 - 9 yaşlarında başlıyor. Çocuklar, yalnızca fiziksel değil seksüel anlamda da erken olgunlaşmaktalar. Bir canlı olarak yoğun enerji verici yiyecek - içeceklerle beslenmelerinin yanında görsel medya, sosyal ortamlar da kişilik, sosyal - ahlaksal bir varlık olarak kurulmalarını hızlandırmakta. Zihinsel uyaranlar da had safhada. Bu durum, çocuklarımızın antropolojik, sosyolojik, psikolojik, biyolojik anlamda evrimlerinin olağan seyrini hızlandırmakta. Hani, mevcut güncel olguyu mazinin kavramlarıyla anlama girişimini anakronik buluruz ya; işte, çocuklarımızla yalnızca ebeveynlerin değil eğitimcilerin de yaşadıkları iletişim sorunlarının altında yatan temel etmenlerden biri de bu olsa gerek. En kestirme yoldan özetle şu denebilir: karşımızda dünyayı belli biçimde kavrayan ama her anlamda karmaşalar yaşayan, yaklaşımlarımızdaki çelişkileri rahatlıkla fark edip otoritenin her türünü reddeden bir insan türü gelişmekte. Onlara yaşam alanı açtığımızda, bir başka deyişle "kendi yaşamlarının özneleri" olmaları yolunda küçümsemeden hayatı kavrama şekillerine, yaşam alanlarına özen gösterip saygı duyduğumuzda sağlıklı gelişimlerine katkı sağlayabiliriz. Onları birer nesneye dönüştürüp ölçen zihniyetin, arzu ettiğimiz “iyi insan”ı yetiştirmediği konuya angaje olan öznelerce sürekli tam bir konsensus içinde dillendirilmesi, problemin aciliyetinin bütün çıplaklığıyla, demokles’in kılıcı gibi üzerimizde olduğunun en büyük kanıtı olsa gerek.

Seçmek, yerleştirmek. Nasıl? Adalet perspektifi olan bir seçim olanaklı mıdır? Seçim, ölçüye göre olacağından şu denebilir: ölçü mutlak mıdır? Nereden bakılırsa bakılsın görece güç bir iş ölçüp seçmek; çünkü “ölçü” insan tarafından sınırları çizilerek belirlenmekte; bu nedenle her zaman eleştiriler alması beklenmeli. Bunların göz önünde tutularak "olgu"ya yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Birkaç soru ile olguyu daha da açalım:
Olgu (akademik başarı), ölçülebilir mi?
Elimizdeki ölçü olguyu (insanı) ölçebilir mi?
Elimimizdeki ölçü olgunun kaç değişkenini hesaba katmakta?
Ölçünün ölçülmeye ihtiyacı yok mudur?
Ölçü mutlak mıdır?
Son yıllarda ister liselere ister üniversiteye giriş olsun tam bir yap-boz tahtasına dönüştürülmüş, her sistemin, öğretmenler, öğrenciler, velilerce anlaşılması bile ciddi zaman almakta, hatta pek çoklarınca anlaşılmadığı da görülmekte. Eğitimde, sınavda ölçü kavramını didiklemeye çabaladığımız bu yazıyı somut bir zeminde işlemek adına SBS örneğine bakalım.

Ölçmede ağırlık olarak baz alınanlar, SBS puanı  % 70, karne notu  %25 ve davranış notu % 5. Aradığımız insanın iyi insan (davranış notu) olmasının toplam ağırlık içindeki payı % 5 etkili. Örtük mesaj: “İyi insan olmasan da olur.” Diğer özelliklerin, senin kariyer yapacağın -de facto saygın bir kimse olabileceğin- eğitimi alman için yeterlidir. Bu yaklaşım biçiminin doğurduğu handikaplar, "görünmez kayıplar" ölçülüp hesaplanabilmekte midir? 

Maliyet fayda prensibi ile olguya bakıldığında “Sınavla sağlanan fayda nedir?” sorusu şiddetle kendini sordurtur berrak zihinlere. Konu faydanın maliyetleri nelerdir? Mevcut uygulama, yalnızca elemeyi, eleğe göre yerleştirmeyi sağlamakta; görünmez kayıplar bağlamındaki maliyetler(i) ise derinlemesine, çok boyutlu çalışmalarla somutlaştır(ıl)ıp rakamsal anlamda sosyolojik boyutu hesaplanmış,  dile getirilmiş, eğitim politikaları üretilirken göz önünde bulundurulmuş, demokratik katılım sağlanarak süreç analizi yapılmış… mıdır?

Puan perspektifi olan not eksenli eğitim, eğitimi, öğretime indirgemekte. Yarışı, rekabeti derinleştirmekte. Henüz toplumsal değerleri yeni tanımaya başlayan öğrencinin ahlak dünyalarının sınava göre şekillenmesinin gelişim anlamında doğurduğu / doğuracağı sonuçlar, bırakın hesaba katılmayı, düşünülmüş müdür?

Öğrencilerin fiziksel gelişimleri açısından sınavlara, sınavın yarattığı fiziksel, sosyal çevreye bakıldığında öğrencilerin, okul dışında kalan zamanlarının neredeyse tamamını dershanelerin alması görece hızlı bir gelişim gösterdikleri dönemleri okulun bir tür benzeri olan mekânlarda geçirmelerine neden olmakta, tek boyutlu yalnızca akademik anlamda uyarılmakta oldukları görülmekte. Yetersiz, aşırı uyarılan bireyin ruhsal, fiziksel dünyasında meydana gelen travmalar, hiç kuşku yok ki bir başka tartışmanın konusu.

Sınavlar nedeniyle bireyin (öğrencinin) kendilik algısı aşınmakta; şiddetli biçimde beliren, benliği kaplayan yetersizlik duygusu, güveni, güven, yaşamla, kendiyle barışıklığını zedelemekte. Dershaneler, dershaneye dönüşen okullar, bir tür PR olan eğitim marketingi ile yaratılan kavramlarla eğitime, SBS'ye (ÖSS’ye, YGS’ye…) bakan veliler, henüz sosyal benliği yeterince gelişmemiş, kendini algılandığı gibi algılama eğiliminde olan 6. sınıf öğrencisi üzerindeki etkisi, ergenliğe yeni girmiş 7. sınıf, ergenliğin en büyük karmaşalarını yaşayan 8. sınıf öğrencileri üzerindeki etkileri hesaba katılarak düzenleme yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

Pek çok aile, çocuğunun 'yeterince' derse çalışmaması ve/veya başarılı olmamasının çözümünü dikkat dağınıklığına, olayın yeterince farkında olmadıklarına bu farkındasızlığın temelinde sorumluluktan kaçma gibi kişilik problemlerinin olabileceğinden söz ederek profesyonel yardım almaktalar, söz konusu çocuklara ilaç verilmekte. Oysa çocuk, öznesi olmadığı bir hayat(ta) yaşamakta; kendinden beklenenlerin sunuluş biçiminin faşizanca olduğunun kavramsal olmasa bile farkındalığıyla bakmakta. Velilerce yüklenen sorumluluklardan kaçış, bir anlamda kendini koruma refleksi olarak da okunabilir.

Henüz yetişkin olmayan, çocuk sayılabilecek bağışıklık sistemleri yeterince gelişmemiş bireylerin (öğrencilerin) başarının, rekabetin, şiddetli baskısı altında nefes alıp büyümeleri, sınav gibi ciddi, ağır bir strese maruz kalmaları sonucu ileriki yaşlarında ne kadarının ne tür kanserlere yakalanacağı, sosyal maliyetleri yanında sosyal güvenliğe maliyetinin ne olacağı hesaplanabilir mi?  Konu sistem getirilirken uzman hekimlerden görüş istenmiş midir? Ya da bu anlamda herhangi bir çalışma yapılmış mıdır? Yapılmakta mıdır?

SBS, liselere, üniversitelere girişte yapılacak düzenleme ile birlikte ele alınmalı; aralarında koordinasyon olan kurullarca makro olarak neticelendirilmeli. Kariyer, iyi üniversiteden geçmekte; iyi üniversitelere iyi liselerden gidilebilmekte. Meslek liseleri atıl kaldıkça; genel liselerle meslek liselerin oranları OECD ülkelerinin oranına taşınmadıkça hem liselerin hem de üniversitelerin önündeki yığılmalarla mücadele etmek için her dönem gündelik çözümlere ihtiyaç duyulacaktır. Mevcut durum, yanlıştır; bu yanlış düzeltilmeden yapılan her girişim yanlış olmaya mahkûmdur; daha kısa bir anlatımla bir yanlış, bir başka yanlışla düzeltilemez.

Spor, müzik resim gibi alanlar, liselerden çıktığı, liselerin sınav odaklı olması gibi ilköğretim de bu süreçle sınav odaklı hale gelmiş bulunmakta. Eğitim, öğrencilerde, öğretmenlerde, velilerde, kavram olarak sınavın aracı gibi canlanmakta. SBS, yerine, karne notlarını temele alan, okul dönemlerinde bütün okullarda eşzamanlı yapılan klasik sınavlarla her okulun öğrencilerini oluşturulacak karma zümrelerle değerlendirerek nesnellik göreli olarak sağlanabilir. Böylece öğrenciler, testten uzaklaştırıldığı gibi dershanelerden de uzaklaştırılmış olurlar. Bu uygulama, pilot olarak ilköğretimlerden başlayarak liselerde aşamalı yapılabilir. Böylece, teste sıkışıp tost olan nesillerimiz bu cendereden kurtarılıp eğitimi, öğretime indirgemiş politikalar, ne yazık ki yerleşmiş niceliği gözeten kaba faydacı zihniyet bertaraf edilerek dünya gerçeklerinden kopukluk giderilebilir. Eğitim – öğretim yılı, konu uygulamanın hayata geçirilmesi bağlamında yeter süreye sahiptir. Güncel bilişim teknolojilerin de yardımıyla klasik tarzda sorularla öğrenciler, çok boyutlu değerlendirilebilirler. Bu süreçte hiç kuşkusuz rehber öğretmenlerin öğrenciler hakkında kimi ölçekleri baz alarak hazırlayacakları raporlar da kullanılmalıdır. Bu uygulama ile öğrencilerin Türkçe – Matematik – Fen – Sosyal – İngilizce akademik bilgisi dışında öncelikle bir insan olarak değerlendirildiğinin (10 fen sorusundan 8’ini yapmak mıdır ölçü doktor olmak için yoksa mesleğin gerektiriği insani özellikler mi?) bilinciyle eğitim süreçlerine bakmaları sağlanabilir. Öğrencilerin tek boyutlu yetişmeleri, bütün kesimlerce eleştiri konusu yapılmakta; resim, müzik, spor, sosyal kulüplerden de alacakları puanlar, onların bu alanlara “sınava etkisi yok” sığ yaklaşımlarını değiştirmelerini sağlayacağı kanaatindeyiz. Yüzlerce saat matematik dersi alan öğrenci ne kazanmakta? Buna karşın yalnızca 10 (on) saat dans, müzik ya da spor dersi alan öğrenci, bir insan olarak zenginleşmez mi? Eğitimin ana amacının ülkenin teknik, sosyal anlamda ihtiyaç duyduğu “iyi insan”ı (ki, iyi insan aynı zamanda mutlu insandır), akademik başarıya odaklanmış eleği farklılaştırdığımız koşulda görece daha kolay yetiştirebiliriz.

* Artı Eğitim Dergisi, Temmuz 2011 sayısında yayımlanmıştır; ilgili bağlantı adresi: http://www.artiegitim.com.tr/n-1028-sinavlarin-olcusu-uzerine.aspx
V. Metin Bayrak
Esentepe, İstanbul, Temmuz 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder