Rengimiz Tebeşir Rengi
Platformu
"Rengimiz Tebeşir
Rengi" adlı platform, özel öğretim kurumları çalışanlarınca kurulmuş olup
ana amacı, Türkiye'de eğitim ve özel öğretim kurumları hukukunun oluşturulup
kurumsallaştırılmasında inisiyatif alıp kanaat bildirmektir.
Her olgu gibi bu olgunun da
sonsuz sayıda nedeni vardır; burada, birtakım ilkelerden hareket edilerek kimi
soyutlamalarla birkaç ana başlık altında konu tartışmalara katkıda bulunmak
amacıyla kanaatler dile getirilecektir.
RTR, özel öğretim kurumları
çalışanlarının, hukuksuzluk ve sektörde bulunan aktörlerin görece nitelikli
olmamasından ötürü hukuksal, psikolojik, sosyolojik ve yadsınamaz biçimde
ekonomik sorunlar yaşadığı; hukukun olmadığı ve/veya kurumsallaşmadığı yerde
keyfiyet -inisiyatifi elinde bulunduran kişi ya da kurum ya da zihniyet ya da
ideoloji- hakimdir. Keyfiyet, belli bir ilkeye dayanmaz; bu nedenle kişi, nasıl
davranması gerektiğini bilemez; bu, tıpkı G.Orwell'in 1984'ünde tarif ettiği
türden bir toplum tipi olur ki özneleri her geçen gün bireysel özelliklerinden
soyularak özne olmak kimliğini yitirir tespitinden hareket etmektedir.
Öğretmenler, özellikle de
Türkiye'nin görece hızlı değiştiği dönemde reel ücret anlamında toplumun büyük
kesimi gibi yoksullaştı; bu, öğretmenlik kavramının içeriğini ana hatlarıyla şu
şekilde değiştirdi:
a. Nüfus hızla artıyordu
ihtiyaçlar çağın gereklerine göre değişip aralarına yenileri eklendi, yeni
üniversitelere, bölümlere ihtiyaç doğdu ve artan kontenjan nedeniyle öğretmen
olmak görece kolaylaştı.
b. İkinci dalga, sekiz yıllık
temel eğitim politikasının hayata geçirilmesi esnasında geldi ve alanı
ilköğretim öğrencilerine okutulan derslerle ilişkisi olmayan lisans mezunları
da milli eğitimin öğretmen açığı nedeniyle okullarda istihdam edildiler. Tabii,
bu, ciddi bir sorun idi ve o dönem üzerinde sivil toplum örgütlerinin ve en
başta da eğitim sendikalarının bu uygulamayı ciddi şekilde kritik etmedikleri
bu camianın içindeki aktörlerce ya da öznelerce anımsanacaktır.
c. Türkiye'nin 24 Ocak 1980,
5 Nisan 1994 ve 28 Şubat 2001 krizleri en azından söylendiği ya da telaffuz
edildiği vakit -bu ülkede- o tarihlerde henüz doğmuş olanlarımız bile pek çok
şey anımsarlar. Bu krizler neticesinde ülke ekonomik uygulamaların iflası
nedeniyle kendine yeni çıkış kapıları arar ve her seferinde -ne yazık ki-
IMF'ye ihtiyaç duyar.
d. Bir türlü hız kesmeyen
nüfus artışı ve ihtiyaçların çok üzerinde insan kaynağı bu nüfusa yetişemeyen
bir ekonomi yan yana gelince sonuç: birçok alanda olduğu gibi öğretmen arzının
fazlalığı ve değerin(in) düşmesi.
e. Yetkili mercilerin artan
öğretmen arzını, “yalnızca eğitim fakülteleri mezunlarının öğretmenlik hakkı
vardır; fen ve edebiyat fakülteleri mezunlarının hakkı yoktur” diye karar
alması, kuşkusuz birçok mağdur yaratmıştır; burada esas olan konu yine
hukuksuzluktur; dayandığı herhangi bir ilke yoktur keyfiyet "ben yaptım
olducu" bir anlayış ve gündelik sorunlara gündelik çözümler bulmak
derdiyle hareket edilmiştir. Bu yanlış, bir başka yanlışla düzeltilmeye
çalışıldı ve bugün "uzman eğitici" statüsü altında pedagojik
formasyonu olmayan lisans mezunları özel öğretim kurumlarında uzman öğretici ya
da eğitici statüsünde öğretmenlik yapabiliyor. Yaklaşık on yıl arayla aynı
bakanlığın aldığı bu iki kararı değerlendirelim: ilkesizlik; blli bir eğitim
politikasına dayanmamak; rügarın yönüne göre rotayı önemsemeksizin yelken
açmak.
f. Ayrı bir madde olarak
formasyon üzerinde durulmalıdır; bu uygulama, artık, kamu üniversitelerinin
sınırlı kontenjan açması nedeniyle özel üniversitelerin gelir kapısı olarak
görülmektedir ve politika halk için değil sayıları 15-20 olan vakıf altında ve
geniş genelinin gündeminde eğitim ve bilimsel araştırmaların bulunmadığı ticari
işletmeler gözetilmektedir. Bunun da konumuzun önemli bir kalemi olarak
tartışılması gerektiği düşüncesindeyiz. Özel öğretim yasası ile formasyonu
olmayanlara kamu okulları ve kolejler dışında kalan özel kurslar ve
dershanelerde öğretmen olmak hakkı tanıdı. Özel kurslar, kuşkusuz, nitelik
bakımından dershanelerden farklıdır; daha çok kolejlerle birlikte
değerlendirilmeleri gerekirken özel kurslarla birlikte ele alınmış ve 5580
sayılı yasa ve mevzuatı buna göre oluşturulmuştur.
Ara sonuç 1: Bir meslek düşünün ki "ben dedim oldu!"
anlayışı ile yapılabiliyor. Gidip 10-15 günde tornacı, elektrikçi, berber
olacağım deseniz size gülerler gülmekle kalmayıp bir güzel sopa atıp “ne bu
çırak olmadan usta mı olunurmuş, beş günde meslek mi öğrenilirmiş.” derler. Hatta,
siz istediğiniz kadar “ben becerikliyim bakın bu işi biliyorum üç günde
öğrendim” de deseniz size meslek odası mesleki sertifika vermez konu
sertifikayı almanız için senelerce çıralık, kalfalık ve ardından çeşitli
sınavlardan geçtikten sonra ustalık mertebesine erişebilirsiniz. Ama gelin
görün ki 15 günde rehber öğretmen de öğretmen de olabiliyorsunuz bu ülkede ve
insanlar sizlere çocuklarını emanet edebiliyorlar; geniş geneli ehil olmayan bu
insanlar da bizim çocuklarımızın ruhlarını pedagojiden bihaber biçimde
biçimlendirerek işleyip yetiştiriyorlar ya da yetiştirdiklerini sanıyorlar ama
çocuklarda ne gibi handikaplara neden olduklarını yeterince bilmedikleri
kanaatindeyiz.
Şimdi, burada tuhaf, üzerinde
düşünülmesi gereken bir nokta var ki, o da: "15 günde öğretmen olunur
mu?" demeden bu yasadan faydalanıp öğretmen olan meslektaşlarımız var;
aralarındaki nitelikli öznelerden söz etmiyoruz bu tamamen bireysel bir olgu
ama biz, belli türden bir sorunu belli türden bir ilkeyle ve de hukukla
tanımlamamız gerektiği düşüncesinden hareket ederek "15 günde öğretmen
olunabilir" ilkesini tartışıyoruz. Biz, burada, her uygulama, ilkelere,
hukuka dayanmalıdır; bu uygulamanın dayandığı ilke: farklı alanlarda eğitim
alsalar da 15 günde öğretmen olunabilir ilkesi. Biz, bu ilkenin konunun
taraflarınca da benimsendiğini düşünüyoruz; yani ilgili resmi organlar,
öğretmenler ve veliler.
Ara sonuç 2: Her bireyin biri sosyal diğeri reel olmak üzere iki
tür algısı vardır; bunlardan sosyal olanı: kişinin sosyal benliği kişiyi
tanıyanların zihnindeki imgeleridir; reel benliği ise kendilik algısıdır.
yeterince olgunlaşmamış ergenlik ya da geç ergenlik dönemlerinde olanların
sıklıkla kendilerini daha çok sosyal benlikleriyle algıladıkları ve
düşünüldükleri gibi davranmaya ve yaşamaya çalıştıkları bilinir. Öğretmenler de
toplumun zihninde statüsü ve saygınlığı yeterince yüksek olmayan meslek gurubu
olarak değerlendiriliyor; haliyle görece ham olan öğretmen de kendini bu algıdan
kurtaramıyor; bir başka deyişle bu algının esiri oluyor; bu, yaptığı işe de
"de facto" yansıyor.
Bunlar, doğrudan öğretmenlik
ilgili ama ekonomik ve sosyal anlamda göç, özellikle toplumun ahlaki anlamda
geniş genelini oluşturan lümpen takımının içi düz pragmatist mantıkla dolu
ahlaki ilkelerine bakılınca ortaya çıkan sonuç: "bilgiye, görgüye,
deneyime saygı göstermeye gerek yok; çünkü ben, asıl bunlar olmadan bak nelere
sahip oldum..." En kolay, kolay olduğu gibi yaygın ve de kalıcı olan
öğrenme yollarından biri olan görerek öğrenmenin temelinde yer aldığı görgü bu
şekilde oluşur. Bu görgü, kimi çevrelerce görgüsüzlük olarak değerlendirilir;
ama ülkenin hakim kültürü yani kitle kültürü, sosyolojik-antropolojik açıdan
alt kültür olan ya da görece oturmuş ülkelerde alt kültür olan
"birim"lerin burada kitle kültürüne dönüşmesi. Bunun temelinde son
yıllarda nüfusun her yıl bir milyon kişi artan Türkiye olgusu yer almaktadır.
Ne eğitim ne AB süreci ne Güneydoğu ne ekonomi, bu nüfus artışı oranı hesaba
katılmadan anlaşılabilir. Biz, eğitim alanında politika üretilirken bu olguların
hesaba katılması gerektiği kanaatindeyiz.
RTR Platformu'nun dayandığı ilkeler:
a. Bir özne olarak benim
Türkiye'yi ve dünyayı değiştirme imkanım vardır.
b. İnsan, yetişmiş insan,
toplum havuzunda önce kendiyle ilgili ardından da diğer alanlardaki sorunlara edilgen
ve/veya etkin olarak müdahildir.
c. Her insan, kendini,
toplumu ve doğayı dönüştürme gücüne sahiptir.
d. Gelişmiş, nitelikli bir
toplumlar, kişilerin katılımının optimum düzeyde sağlandığı toplumlardır. Bir
özne olarak kişi, tanımlanıp biçimlendirilen hayat(ın)a inisiyatif alarak
katılabilecek donanımı taşır.
Biz, RTR Platformu olarak bu
ilkelerden hareket etmekteyiz; oluşumun geldiği nokta şu: perspektifi STK olan,
inisiyatif alan, kanaat bildiren bir baskı grubu olmak.
Öğretmenin hem ücret hem de
statü anlamında yükselmesini istiyor ve bu perspektifle çalışıyoruz; lakin
hiçbir sosyal algı bugünden yarına değişmez nasıl ki bugünkü öğretmenlik algısı
/ kavramı son birkaç yılda oluşmadı ise mevcut algı da önümüzdeki birkaç yılda
değişmeyecek. Peki ne olacak? Biz RTR olarak önce bireyin kendinin farkında
olması ve bu farkındalıkla kendini değiştirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu
açıdan baktığımızdan ötürü her bir üyemizin hem hukuksal hem de akademik
anlamda kendilerini donanım yönünden zenginleştirmesi için çalışmalar yapmaktayız.
Bu süreçle hukuksuzluklarla
ve hukuksuzluktan beslenen keyfiyetle mücadele etmekteyiz.
Bu hedeflerin, bir arada
olmayı gerektirdiğinin bilinciyle hareket ederek temelleri sağlam, kuramsal
anlamda kendini doğru bir zemine yerleştirmiş bir tüzel kişiliğe ihtiyacımız
olduğunu düşünerek bu anlamda çalışmalar yapacak öznelere ihtiyacımız
bulunduğunu bu platformdan yüksek sesle dile getiriyoruz.
Sonuç: "Karanlıktan şikayet edeceğine bir mum da sen
yak!” diyenlerdenseniz; artık deyimleşmiş olan “Türk gibi söylenmek”in ötesine
geçmek isteyenlerdenseniz RTR Platformu’nun sağladığı demokratik çatı altında kanaatlerimizi paylaşıp
kurumlaşmış bir STK ile üzerimizdeki karanlığın "de facto" üzerinizdeki
karanlığın dağıtılmasını sağlayabiliriz.
Saygılamızla,
Rengimiz Tebeşir Rengi
P l a t f o r m u
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder