26 Mart 2012 Pazartesi

Büyük Eğitimciler – III (Erasmus)


Büyük Eğitimciler – III (Erasmus)
V. Metin Bayrak[i]

"Körlerin ülkesinde tek gözlü insan kral olur." Erasmus
“Bağnazlık, düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir piçtir.” Erasmus
Gerçek bilgelik, delilik; kendini bilge sanmak ise gerçek deliliktir. Erasmus

Felsefe?
Felsefe, imkânın bilgisidir. Dünya, insanın ürünü olduğuna göre, dünya, insanın verdiği biçimle kimlik kazandığına, dünyaya biçim veren insan(ın) zihnindeki tasarımın menşei felsefe olduğuna göre, dünyayı anlamanın temel araçlarından biridir felsefe; o nedenle söz konusu eğitim ise felsefey(l)e daha fazla bakmak, kavramak, konumlandırmak yerindedir.

Eğitim ve Felsefe?
Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz? Biz kimiz? İnsan yetiştirmeye bizi kim memur etti? Amacımız ne? Hangi dünya görüşüyle hareket ediyoruz? Neredeyiz? Çağın ruhuna ya da Zeitgeist'a olan mesafe(miz) nedir? Bu soruların yanıtı, eğitim felsefesini ya da eğitimin felsefi temellerini dile getirir. 

Büyük Eğitimciler?
Doğan Kuban'ın "Uygarlık bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür" ve Ziya Paşa'nın "Ayinesi iştir insanın lafa bakılmaz" sözünden hareketle kuramsal bilgiler ortaya koyanların yanında yaşamlarıyla da öğretilerini destekleyenler vardır ki bunlar tarihte saygıyı en fazla hak edenlerdir. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri de Erasmus’tur.

Erasmus Kimdir?
Desiderius Erasmus, Rönesans’ın getirdiği düşünce akımlarından Humanizmin yaratıcılarından Hollandalı klasik edebiyat araştırmacısı, ilahiyatçı ve bilgindir. Rotterdam’da dünyaya gelen Erasmus, 1465 – 1536 yılları arasında tam bir Avrupalı olarak ya da Europolitas olarak yaşar. Öğrenimini tamamlayıp Aziz Augustinus tarikatına girer fakat geleneksel anlamda rahiplik yapmaz. Kendini bilime adamak için resmi makamlardan “cüppe giymeme” izni alarak Paris Üniversitesi’ne devam eder. 1499’da İngiltere’ye giderek dönemin entelektüel aydınlarından John Colet ve Thomas More ile tanışır ve dostluk kurar. Dönemin en özgürlükçü ülkesi olan Hollanda'da yaşayan Erasmus, dogmatik skolastik düşünce yerine özgürlükçü laik eğitimi savunur; düşünceleri, zamanla bütün Avrupa'ya yayılarak benimsenir. “Erasmus’a göre bağnazlık, aklın ve mantığın gerçek düşmanıdır. Kışkırtıcılar ve aşırı uçların yandaşları gerginlikleri sürekli körüklemese, bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla sona erdirilebilir.”[1] Erasmus’a göre nazik konular halkın önünde tartışışlmaz; bu, tartışmanın düzeyini düşürür, kargaşa ortamı yaratır. Düşünce adamının yapması gereken, gerçekleri saptamak ve sözcüklerin kalıbına dökmektir, yoksa onlar uğruna –Luther gibi- savaşmak değil. Erasmus’a yöneltilen en büyük eleştiri, savaşma yürekliliğinden yoksun olduğu şeklindedir ve buna şöyle cevap verir: “İsviçreli paralı askerlerden biri olsaydım, bu suçlama ağır sayılabilirdi. Ama ben bir bilginim ve huzur, çalışmam için gereklidir. Sanatçının ve düşüncenin yeri cephelerde olamaz; ona düşen, tüm özgür düşüncenin düşmanına, bağnazlığın her türlüsüne karşı çıkmaktır. Savaş, tüm iyi şeylerin sonudur. Bağnazlık, düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir piçtir.”[2]

Amacı Nedir?
Papalığın ya da laik olmayan düşünce, siyasal ve eğitim ortamının insan zihni üzerinde kurduğu hegomonik baskıya karşı çıkar. Gerçek Hıristiyanlığın klasik çağın ruhunda aranması gerektiğini savunur. Erasmus’a göre Güzel sanatların, bilimin yayılması ile bütün Avrupa ortak bir bilim ve sanat kavrayışı altında birleşmesi Hümanizmin temel koşuludur. Martin Luther’in ateşlediği re-form hareketleri başladığında kilisenin yenilenmesi düşüncesine katılmakla birlikte Hıristiyan dünyada yani Avrupa’da yaratacağı kargaşaya, şiddete neden olacağını öngörmesi nedeniyle mesafeli durur, hatta karşı çıktığı iddia edilir. Yaşarken ve öldüğünde dönemin önemli kurum ve kişilerince saygı duyulan bir Europolitas olarak tarihteki ve özellikle Avrupa tarhindeki yerini alır. Avrupa kimliği üzerindeki etkileri nedeniyle bugün, AB tarafından üniversiteler arası öğrenci – öğretim üyesi değişim programına adı verilmiştir.

Erasmus ya da Deliliğe Övgü
Deliliğe Övgü (Morias Enkomion Seu Laus Stultitiae), Erasmus ’un canlılığını, geçerliliğini ve çekiciliğini günümüze kadar değişmeden koruyabilmiş tek yapıtıdır. Bu küçük kitabın taslağını 1509 yazında, İtalya’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuk sırasında çıkaran Erasmus, yazma işini İngiltere’de, dostu Thomas More’un evine vardıktan kısa bir süre sonra gerçekleştirir; kitabı da Thomas More’a adar. Yapıtını birkaç gün gibi kısacık bir sürede tamamlayan Erasmus, bu arada hiçbir kitaptan yararlanmaz.
Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır:
a. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir.
b. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.
İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Kitapta delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, bu arada özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur. Yapıtın yazılışını izleyen sonraki yüzyıllarda -haklı olarak- düşünce düzeyindeki bağnazlığın her türlüsüne yönelen bir eleştiri diye yorumlanması, belki de bugüne değin koruduğu kalıcılığın baş nedenidir.
Yazınsal açıdan “Deliliğe Övgü”, Latin ozanı Horatius’un “Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de en yetkin örneğidir. Biçim açısından Erasmus, yapıtını kaleme alırken daha önce yapıtlarını çevirdiği Lukianos ve Libanios’tan da esinlenmiştir.
Rönesans ressamlarından Hans Holbein, Erasmus’un pek çok portresini yaptığı gibi, Deliliğe Övgü’yü de resimlemiştir. Bu yapıtların bir kısmı Basel, bir kısmı da Louvre Müzesi'ndedir.

Bir Entelektüelin Trajik Yansızlığı
Luther’in Roma ile bağları koparması sonucu Almanya’daki reform hareketleri ile Hümanizm birbirinden kesin biçimde ayrılırken Hıristiyan dünyası da –Katolik Kilisesi- ikiye bölünür. Reformcu Almanya, Erasmus’u aşırı ılımlı bir Luther yanlısı olmakla suçlarken, Katolikler, onu, Luther denilen vebanın kışkırtıcısı diye niteler. Böyle kritik bir ortamda kavganın dışında kalınamaz ama Erasmus, direnir, huzur ve barış içinde olmak istemekte, iki taraftan birine açık tavır koymaz; bu tavrı Luther yandaşlarınca şiddetle eleştirilir. Protestan Luther onun adını lanetler. Katolik Kilisesi ise bütün kitaplarını indexe alır. McConica Erasmus’a “Reform döneminin öksüz çocuğu” der, çünkü reform döneminin görkemli tablosunda Erasmus adı görmezlikten gelinir.

Erasmus – Martin Luther Polemiği
Martin Luther, 1466 ile 1469 yılları arasında Erasmus’un öğretisine cevap vermek amacıyla THE BONDAGE OF THE WILL (İradenin Tutsaklığı) adlı kitabını yazar. Erasmus, yedi yıl boyunca Augustinusçu bir keşiş olarak yaşadıktan sonra İngiltere’ye gider. Orada tanıştığı bir kişi Erasmus’u Grekçe üzerinde çalışmalara başlaması için yüreklendirir. Sonunda Erasmus, Yeni Ahit’in o zamanlar için çok önem taşıyan bir tercümesini yapar (1516). Kutsal Yazıların yorumlanmasında kullanılan süslü yöntemleri ve kilise öğretmenlerinin batıl inançlarının birçoğunu redder. Manastırlarda sıkça görülen tembellik ve ahlaksızlığa karşı tepki gösterir. Ancak tüm bunlara rağmen Erasmus, müjdeci bir Hıristiyan değildir. İnsanların, İsa Mesih’e, O’nun ölümüne ve dirilişine güvenmek yerine kurtuluşlarını kendi çabalarıyla kazanabileceklerine inanan bir hümanisttir. Erasmus haklı olarak, profesyönel teologların bölücü ve karmaşık yaklaşımlarından ziyade, Hıristiyan öğretisine basit bir yaklaşımı benimser. Fikir ayrılıklarından kaçınır. Uzun bir süre boyunca da “özgür irade” konusu hakkında açık olarak fikir belirtmez ancak fikrini açıkladığında bu Martin Luther’in görmezlikten gelemeyeceği bir meydan okumadır.

Stephan Zweig’a Göre Erasmus
Erasmus, Avrupa’nın bütün kalem sahipleri ve yaratıcıları arasında ilk bilinçli Avrupalı, barış uğruna savaşma yürekliliğini de gösterebilen bir barış dostu, dünyaya ve düşünceye yandaş hümanist idealin en güçlü savunucusu, çağının en bilge kişisidir.[3]

Yaşadığı Çağın Tipik Özellikleri Nelerdir?
Geç Ortaçağ, Rönesans, feodalizmin sonu, dinde reform hareketleri, Hümanizm , prenslikler, T. More, Angilikan Kilisesi, VIII. Henry, Fransiskenlik, Dominikenlik

Erasmus’un Felsefesinde Etkili Olan Temel Kavramlar, Kişiler, Akımlar
Klasik çağ metinleri, Hıristiyanlık dogmaları, Reformasyon, Rönesans, Hümanizm, Augustinus, Occhamlı William, Nominalizm, T. More, John Colet

Reformasyon
Rönesans, pek çok anlamda –siyasi, ekonomik, felsefi, bilimsel, sanatsal vb.- radikal değişimlerin, dönüşümlerin yaşandığı bir süreçtir; içinden çıkılıp gelinen Ortaçağ ve dinsellik düşünüldüğünde dinde –Hıristiyanlıkta- Luther’in kıvılcımıyla başlayan Reformsyon, dönemin “haleti ruhuyesi”ni anlamada göreli olarak en önemli değişkendir. Reformasyonun başladığı 1517 tarihi, sosyo-politik-ekonomik-felsefi-psikolojik temelin toplumsal dönüşüm için göreli olarak olgunlaştığını da göstermektedir.

Rönesans
Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak anlaşılır. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında Batı ile klasik antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, İslam filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrardan keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu.

Rönesans’a Kısa Bir Bakış
İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayılır. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişir. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarılır. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1531), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verir. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanjelo (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayı'nı yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kurulur. Almanya’da daha çok dini alanda değişiklikler olur. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişir. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Shakespeare (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-16921), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrandt (1607-1669), Polonya’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernikus’a yetişir. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltraşların tablo ve heykelleri kentlerde, özel koleksiyonlarda ve müzelerde bulunmaktadır.

Hümanizm ve Hümanist Eğitim Anlayışı
Rönesans, Hümanizmdir de. Rönesans ile Antikçağın güzel sanatları ile düşünce akımlarının yeniden canlandırılması anlaşılırken onun bir parçasını teşikil eden Hümanizm ile de daha çok Antikçağın edebi, kültürel yönden yeniden yaşan(ıl)ması anlaşılır. İki anlayış, birbirinden koparılamaz. Hümanist eğitim ideali çok yönlü yaratıcı bir düşüncedir. Hümanizm ile amaçlanan, her yönüyle gelişmiş insandır. Hümanist anlayışta eğitimin merkezinde Tanrı ya da Kilise dogmaları yerine insan yer alır. Böylece Rönesans’ın bireyciliği, eğitim alanınında da kendini gösterir.

Merkezin Değişmesi ve Sonsuzluğun Girdabı
Aristoteles’in evren tasarımının yerini Kepler & Kopernikus sisteminin alması bir tür devrim olarak değerlendirilir. Kopernikus devrimi ile birlikte insan, evrenin merkezinden atılır; bu, cennetten atılması gibi bir travmadır. İnsan, böylece evrenin en kıymetli varlığı olmaktan çıkarılır; o, doğal bir varlıktır ve doğanın bir parçası, doğanın içindedir. Evren sınırlı bir yapı iken köşeli bir zihinle varolan her şey tanrısal ve/veya insansal zihinle kavranıp açıklanabilir; oysa yeni bir verili durum ile karşı karşıyadır insan türü: sonsuzluk. Ölçü değişmiştir. Merkez kaymıştır. Travma, klasik antikitenin metinlerinden yola çıkılarak yaratılan Hümanizm ile göreli olarak aşılır.

Nominalizm
Nominalizm ile birlikte İman - Bilgi ayrılığı derinleşir.

Aziz Augustinus ve Mistisizmi
Augustinus'un mistisizminin Fransisken tarikatı ile yeniden üretilmesi ve çağın ruhu (Zeitgeist) ile yoğrulması, dünyayı kavrayışa ve de facto yaşayışa yeni kuramsal çerçeveler sunması, Rönesans’ın belli bir anlamdaki sadeliğine katkısı yadsınamaz. 

Fransisken Tarikatı
Bir İtalyan rahibi olan ve kendini Tanrı'nın hizmetine adayan Assisili Francesco, 1208 ya da 1209 yılında çevresine kendisi gibi, İsa'nın isteğine göre yoksulluk hayatı sürmeye ant içmiş müritleri toplayarak bir tarikat kurar. Papa III. İnnocentus 1210'da Francesco'nun kurduğu tarikata ait düzeni kabul eder. 1223'te III. Honorius tarafından da onaylanan tarikat esaslarına göre, Fransiskenler tam bir yoksulluk içinde, dilenerek yaşarlar ve yoksul halk çevrelerinde İncil'in hükümlerini yayarlar. Sırtlarına kahverengı (eskiden koyu kurşunî) bir cüppe, bunun üstüne aynı renkte bir harmani giyerler, bellerine, önden düğümlenen bir ip kuşak sararlar; çıplak ayaklarında sandallar, başlarında bir kukuleta vardır.[4]

Dominiken Tarikatı
Aziz Dominicus tarafından 1215’te kurulan tarikat 1216'da III. Honorius tarafından onaylanır. 1215'te Laterano konsilinin yeni tarikat kurulmasını yasaklaması üzerine Dominicus da "Aziz Augustinus" olarak adlandırılan kuralı benimser; fakat ortaklaşacı dinsel toplulukları hatırlatan bazı değişiklikler ve eklemeler yapar. Bu değişiklikle vaiz papazlar da belli bir demokratik nitelik kazanmış olur: yasama gücü yılda bir kez genel olarak toplanan bütün tarikat üyelerine aittir. Üst düzey yetkililerinin tümü seçimle iş başına gelir ve görev değişikliğine tabi tutulurlar. Tarikat başlangıçta Kathar sapkınlığıyla mücadele etmek için kurulur. Aziz Dominicus bir tarikat ya da manastıra bağlı olan ya da olmayan papazların din sapkınlığıyla mücadele etmek için donatılmış olmadıklarını anlayarak kendisine bağlı olan papazların Kathar tarikatının kusursuz üyeleri kadar sade ve dindarca bir yaşam sürmelerini ve asıl işlerinin vaaz vermek olmasını ister. Tarikatın tören ve ayinlerden bile okuma ve öğrenmeye daha üstün bir yer vermesinin nedeni budur. Dominikenler beyaz bir yün cüppe ile siyah bir harmani giyerler, bellerinde deri bir kemerle bu kemere tutturulmuş bir tespih vardır. Dominikenler, tarikatın kuruluşundan beri İspanya, İngiltere, İtalya ve Fransa kilise tarihinde vaiz, misyoner ve bilgin olarak önemli bir yere sahip olagelmişlerdir. 1300 yılında yaklaşık 600 dominiken manastırı vardır. Tarikatın büyük bilginleri aziz Albertus Magnus ve Thomas Aquinus, vaizleri ise aziz Vicente Ferrer, Savonarola'dır. XIII. yy.'ın ikinci çeyreğinden sonra Kilise engizisyonu vaiz papazlara verir.

Dante (Floransa Mayıs 1265 – Ravenna 14 Eylül 1321)
Dante Alighieri İtalyan şair ve politikacı. En bilinen eseri, Ahrete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya’dır (La Divina Commedia). Kitap, Cehennem, Araf ve Cenet adlı üç bölümden oluşur. Dünya edebiyatının en büyük eserlerinden kabul edilen kitap, modern İtalyancanın da temelini oluşturur.

Occhamlı William (1300 – 1349) ve Usturası
East Horsley yakınlarındaki Surrey'de Ockham isimli küçük bir köyde doğan İngiliz Fransisken papazı ve skolastik filozof William, politik anlaşmazlıkların ve entelektüel auronun merkezi olan on dördüncü yüzyılda; Thomas Aquinas, Duns Scotus ve İslam filozoflarından İbn-i Rüşd ile birlikte, önemli figürlerden biri olarak kabul edilir. Genel olarak ismini verdiği Occam'ın Usturası isimli metodolojik prensiple anılmasına rağmen, mantık, fizik ve teoloji alanında önemli çalışmaları vardır. Felsefe tarihindeki yeri, taraftarı olduğu nominalizm nediyle önemlidir. İngiltere Kilisesi'nde 10 Nisan Ochkam'ı anma günüdür.

Occham’ın usturası
“Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır” ,lkesi üzerine kuruludur. Bir olayı ya da fenomeni açıklamak için kullanılacak olan iki açıklamadan daha basit olanı yani daha az varsayımda bulunanı tercih edilmelidir.

Petrarca (1303 – 1374)
XIV. y.y. ile birlikte Antik yapıtlara ilgi artar; İtalyan şair Petrarca bütün hümanistlerin ilk atasıdır.[5] Kendi ben'i, Pertarca'nın bütün düşüncelerinin ağırlık merkezidir. Benliğini yaşayıp duymuş olan ilk modern insan Petrarca'dır, denilebilir. Rönesans insanının ilk temsilcisidir: Grekçe öğrenir, eski yazmaları kurtarmaya ve toplamaya çalışır; antikçağın ünlü kişileri üzerine biyografiler yazar; Latin şiirinin bütün türlerini dener. Stoalılar gibi Petrarca için de, insan hayatının ideali olan mutluluk (beatitudo), iç ve dış etkilerden olmakla ruhun özgürlük ve diriliğine erişmektedir. Bu ideal de ancak insanın yalnız yaşamasıyla, bu yalnızlığı içinde düşünme ve yazmaya vakit bulmasıyla, arada da sevdiği dostlarıyla buluşması ile gerçekleşebilir. "De vita solitaria" (yalnız yaşayış üzerine) adlı yapıtına göre, insanın yalnız başına kalması öteki insanlardan tiksindiği için değildir, kendimizi geliştirmenin bizim için bir ödev olduğunu bilmek yüzündendir. Hayatın en yüksek değeri olan ruh dinginliğine insan, dış etkiler ile tutkularından kendini kurtarmasıyla ulaşabilir.[6]

Giovanni Boccaccio (16 Haziran 1313 – 21 Aralık 1375)
Yazar, şair, hümaist ve Patrarca’nın arkadaşı İtalyan entelektüel. 1349 – 1351 yılları arasında yazdığı ve en meşhur eseri olan Decameron, Floransalı gençlerin, şehirde kara bela denilen veba, yaşayanların büyük çoğunluğunun ölmesine neden olurken, kadın ve erkeklerden oluşan on kişilik grubun on günde anlattığı yüz öyküden oluşmaktadır. Öyküler, eğlenceli, müstehcen içeriklere sahiptir. İtalyan yönetmen Passolini, 9 öyküyü Dekameron’un Aşk Öyküleri adıyla sinemaya uyarlar 1971’de Berlin Film Festivali’nde gümüş ayı ödülü alır.

John Colet (1467 – 1519)
Eğitimde çığır açan, dinde reformu önceden tahmin etmesine rağmen Katolik Kilisesine karşı çıkmayan İngiliz Humanist rahip John Colet, 1505’te Azis Paul okulunun başına getirilir ve ölümüne değin bu pozisyonda kalır. Çok zengin bir soylu tüccar olan babasından kalan mirasının tamamını okula bağışlar ve Aziz Paul, 1509’da yeniden kurulur.[7]

Thomas More (7 Şubat 1478- 6 Temmuz 1535)
Döneminin entelektüel ikliminde çok önemli bir yere sahip olan More, yazar, devlet adamı, hukukçu, bilgin, edebiyatçı, entelektüel vb. olarak çağının öznesidir. Ütopya adlı eseri ile hem felsefe hem de edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1516’da yazdığı Ütopya’da ideal kurgusal bir ada ülkenin siyasi sistemini tarif eder. More’un Kral Henry VIII’in İngiliz kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlar: hain ilan edirek idam cezasına çarptırılır. Ölümünden 400 yıl sonra 1935’de Papa Pius XI tarafından aziz ilan edilir.

N. Macchiavelli (1469 – 1527)
"İnsan doğasının ne olduğu" sorusuna yanıt arar. Ona göre insan, bir doğa gücüdür, canlı bir enerji kümesidir. Bu enerji ile yüklü olan yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllüğü, gönültokluğunu en yüksek erdem diye öğütleyen morali içine elbette sığmaz. Macchiavelli de, bütün çağdaşı olan Hümanistler gibi, Hıristiyan olmaktan çok bir İlkçağ paganıdır, antik paganizm hayranıdır. Onca Hıristiyanlık, budünyanın değerini küçültmüştür; oysa antik dinler, insana en büyük değer olarak budünyadaki yaşayışı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır: Bu yüzden İlkçağ insanı doğasını olduğu gibi duyabilmiş, bu doğanın ana-içgüdüsü olan egemen olmayı engelsiz yaşayabilmiştir. Hıristiyanlığın ileri sürdüğü gibi, insan aslında kötü değildir; olsa olsa onda, engellenmezse, kötüye sapma eğilimi vardır; devleti de ortaya çıkaran bu nedendir. İnsan doğası her yerde, her devirde birdir; dolayısıyla insanın tutku ve eğilimlerinin hesabı yapılabilir; olguları gözleyip bunların objektif bir hesabını çıkaran zekâ, devlet yönetiminin temelidir.[8]

M. de Motaigne (1533 – 1592)
"Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum; benim fiziğim de metafiziğim de bu!"

Avrupa ya da Europa
Finike Kralı Agenar ile Telephassa’nın kızı olan Europa, Doğu Akdeniz ya da Anadolu doğumlu bir ölümlüdür; Tanrı Zeus tarafından ayartılır ve adı, bugünkü Avrupa’ya verlilir. Europa’nın baştanrıdan, Minos, Sarpedon, Rhadamanthys adlarını taşıyan üç oğlu olur.

Ortaçağ – Rönesans
  • Teoloji - Akıl ve Deney
  • Tek dil (Latince) / Tek kültür - Farklı diller / Çok kültür
  • Tanrı Devleti - Prenslikler
  • Teologlar – Laikler
  • Dinsel eğitim – Laik eğitim
  • Realizm – Nominalizm
  • Ruhban sınıfı, aristokrasi ve köylüler – Burjuvazi
  • Dünya merkezli evren tasarımı – Güneş merkezli evren tasarımı
Erasmus’un Eğitim Anlayışı Nedir?
Erasmus’a göre eğitim, insanın ufuklarını sınırlandırmaktan ziyade genişleten ve artıran, özgürleştirici evrensel bir süreçtir (liberating universal process). Eğitimcilerin belirli mezheplere ya da dinî otoritelere ya da ulus devletlere hizmet etmeyen uluslararası ve kozmopolit yaşam alanlarında dünya yurttaşı olmaları gerektiğini ileri sürer; ona göre böylece, doğabilecek savaşlar da engellenmiş olur.
Bugün Avrupa Birliği Erasmus’un görüşlerini temel alarak eğitim programları oluşturmuş ve Erasmus’un eğitim yoluyla barışı gerçekleştirme düşüncesini hayata geçirmiştir. Avrupayı oluşturan ülkeler arasında işbirliği, ortak eğitim projeleri, mübadele programları ve birçok değişik uygulama aracılığıyla Avrupa, barış kıtası hâline getirilmiştir. Bu barışın sürdürülmesindeki en önemli etmen, hiç kuşkusuz eğitimdir.

Dünya Yurttaşlığı ya da Europolitas
Diyojen, kim olduğunu sorduklarında kendisi için “ben, cosmopilitasım” der. Voltaire, kendisinin sırasıyla Fransız, Avrupalı, Hıristiyan olması, insanlığının ardından geldiğini ifade eder; o nednele Voltaire, kendini öncelikle insan olarak görür. Diğer bütün sıfatlarının taşıyısıcı insandır. Perspektifi dünya yurttaşlığı olmayan kişi, kültür ya da uygarlık, kaçınılmaz biçimde faşizme evrilmek zorundadır.  Erasmus, tıpkı ardılları gibi tipik bir cosmopolitas ya da anakronik bir bakış ile Europolitas olarak görülebilir. “Yaşadığı çağ, Erasmus’u aklın simgesi olarak görür. Erasmus ile düşünce evreni yeni bir kavram kazanır: uluslar üstü(lük). Tüm dünyayı ortak bir vatan ilan eden Erasmus ile birlikte ortak bir kültürün ve uygarlığın çatısı altında birleşik Avrupa devletleri ideali ilk kez belirginleşir.”[9]

Sonuç
Reformasyon, dönemin laisizm lehine dönüşümü için olgunlaştığını gösterir. Süreç, dinsel iktidarın gücünün azalmasına ve yeni iktidar odaklarının doğmasını yaratır. Evrensel Ortaçağ Devleti'nin ayrı ayrı prensliklere bölünüp ulus-devletlerin ortaya çıkması ile birlikte Tanrı Devleti, iktisadi olarak güç kaybeder; bu, siyasi gücünün de azalıp temsil ettiği dünya görüşünün –Katolik Hıristiyanlık- yaşamda kapladığı yerin azalıp yerini başka paradigmalara bırakmasına neden olur. Kentlerin önem kazanmasıyla birlikte aristokrasi, ruhban sınıfı ve köylüler yanında yeni bir sınıf, zümre ya da tabaka olarak burjuvazi doğar, güçlenip siyasi iradede yer almak için taleplerde bulunur. Ortaçağda dinin hizmetinde olan felsefe (philosophia ancilla theologia)[10], Rönesans ile birlikte yeniden –klasik antikitede olduğu gibi- insana ve insanın içinde yaşadığı doğaya odaklanır. Erasmus’un içinde yer aldığı trajik bir resim vardır; bu: “Bir hümanist olan Erasmus, insancı yanın eğitim ve kitaplar aracılığıyla güçlendirilebileceğine, eğitimli insanın kendini körü körüne tutkulara kaptırmayacağına inanır.
Fakat Erasmus yanılır. Simge olarak kitabı seçen tinsel bir tarikat olan Hümanizm, dünyayı birleştirmeye yönelik çabalarına henüz tam anlamıyla başlayamadan Luther’in yarattığı halk devrimi ile yıkılır. Tarihte ilk kez, ulus ayrımı gözetilmeyen bir dönemde, tarihin gördüğü en çılgın, dünsel ve ulusal kökenli, kitle patlamalarından birinin dalgaları arasında kaynar. Tarih, bu ileri görüşlü düşünürün karşısına bir eylem insanını, bir devrimciyi, Luther’i, çıkarır. Luther, Erasmus’un mirasçısı ve zaferi kazanan hasmı olur.”[11] Bu ‘zafer’, göreli bir sürenin ardından yerini barışa bırakır; AB projesi, bir anlamda Erasmus’un düşlediği barış projesidir de.

Erasmus’un Kitapları
  • Deliliğe Övgü: En ünlü ve tartışmalı eseridir. Yayımlandığında büyük tartışmalar yaratan kitap, teologlarca kınanmış, ölümünden sonra sakıncalı kitaplar listesine (index) alınmıştır. Erasmus, eleştiriler karşısında kendisini, “amacım yergi değil, kılavuzluk yapmaktı; incitmeyi değil yardım etmeyi amaçlıyor ve insanlara, önündeki yolları kapatmadan nasıl daha iyi insanlara dönüşebileceklerini göstemek istiyordm. Gerçeğin gülümseyerek söylenmesini yasaklayan bir şey mi var?” diyerek savunur.
  • Adagia: Yunanca ve Latince 4.151 özdeyiş içerir.
  • Antibarbari: Erasmus’un manifestosu olan Antibarbari söylev biçiminde yazılmış ve klasik pagan öğretilerini savunduğu için Hıristiyan köktendincilerin saldırısına uğrar.
  • Hıristiyan Askerin El Kitabı: Dindarlık, teolojinin doğası ve kilisenin yapısı hakkında olan bu eserinde sırları aydınlatmaktan ziyade, harflere yapışıp tüm dikkatleri saçma sapan ayrıntılar üzerine yoğunlaşan teologları eleştirir.   
Büyük Eğitimciler – 4 (Erasmus) Anahtar Kelimeler Nedir?
Erasmus, Reformasyon, Rönesans, Hümanizm
Kaynakça
* Cevizci, A. Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005
* Çotuksöken, B. - Babür, S. Ortaçağda Felsefe, Kabalcı, İstanbul, 2000
* Erasmus. Deliliğe Övgü, Çev. N. Hızır, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2010
* Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008
* Höffe, O. Felsefenin Kısa Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008
* McConica, J. Erasmus, Düşüncenin Ustaları, Altın Kitaplari İstanbul, Mayıs 2002
* Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi, İzmir, 2001
* Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi, Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutları, Eğitim-Bir-Sen, Ankara, 2009, http://www.egitimbirsen.org.tr/dokuman/bildiriler.pdf
* Vorlander, K. Felsefe Tarihi, Çev. M. İzzet – O. Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008
* Zweig, S. Yarının Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1998


[3] Zweig, S. Yarının Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1998, s. 186 – 322
[5]  Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.169
[6] Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.169
[8] Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.170
[10]Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.163


[i] V. Metin Bayrak, Felsefeci

1 yorum:

  1. Sayın Metin Bayrak, hazırlamakta olduğum MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ adlı kitabıma tarafınızdan yayılanan makalelerden adınızı kaynak göstererek aynen veya bazı bölümlerinden alıntı yapmak istiyorum.
    İzin verip vermeyeğinizi bildirmenizi rica ederim. Saygılarımla.
    Dr. Nusret ALPEREN nusretalperen1944@mail.com

    YanıtlaSil