İHH İnsani Yardım Vakfı: İnsan mı Müslüman mı? Postmodern ve/veya
Küresel bir Düşmanlık Projesi Olarak İHH olgusu
İnsan
Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı, aşağıda web sitelerinden alınan
alıntıda da dile getitldiği gibi ırk, millet ve dine vurgu yapılmadan mağdur ve
mazlumların yanında yer almak amacıyla kurulmuş İslami bir vakıftır.
İHH'nın kuruluşu ve
amacı 25 Aralık 2007 tarihinde www.ihh.org.tr adlı web sitesinde şu şekilde
açıklanıyor ama bu açıklamada ne İslam ne de Müslüman sözcükleri yer
alıyor: "İşte Bosna savaşıyla
beraber hızlı bir şekilde çalışmalara başlayan ve bu çalışmalarını Çeçenistan
savaşında da sürdüren gönüllüler 1995 yılında İnsan Hak ve Hürriyetleri ve
İnsani Yardım Vakfı'nı kurarlar. Temel amaç bellidir: “Nerede olursa
olsun sıkıntıya düşmüş, felakete uğramış, savaş, tabi afet vb. sebeplerle
mağdur olmuş, yaralanmış, sakatlanmış, aç ya da açıkta kalmış, zulme uğramış
tüm insanlara gerekli insani yardımı ulaştırmak ve bu insanların temel hak ve
hürriyetlerinin ihlal edilmemesi için gerekli tüm girişimleri yapmak.”
Bu
yazının amacı, İslami vakıf –hoş bir yardım organizsayonu İslami olabilir mi-
olarak adlandıran ve son yirmi yılda geometrik olarak artan yükselen… İslami
diye başlayanlardan biri olan İHH’nin dayandığı ilkeleri “obje” edinip buradan
yola çıkarak bu ilkeleri felsefi bir gözle değerlendirip yapılanların olmasa
bile neden olduğu zihniyetin, algılayış erozyonunun düşünme şeklinin ne denli
patolojik ve düşmanlıklara gebe olduğunu bilakis bu düşmanlıkları beslediğine
dikkat çekmeyi amaçlayan bir felsefeleştiridir.
‘Sıradan’
bir özne olarak bakıldığında çok masum ve taktir edilesi görünen bu hareket,
dayandığı ilkeler nedeniyle kardeşlik değil düşmanlık ekmektedir ve dünyayı en
ilkel kategorizasyonlarla iyi - kötü, Müslüman – Müslüman olmayan olarak
bölmektedir. Cehalet gibi ciddi bir tehlike barındıran bu İslami hareket,
liberal öznelerin gözünde yüzyılın iyilik hareketi olarak görülmekte. Yüzyılın
iyilik hareketi bu ise insanlığın bunca birikimi çöpe gitmiş demektir. Yine bu
ise yüzyılın iyilik hareketi, çoktan hayat bitmiş ve bizler boşa kürek
çekmekteyiz. Nedir şimdi? Ben ve bana benzemeyen. Bu denli iki kör kategoriye
sığdırılabilir mi dünya? Bir özne, taşıdığı pek çok özellikten yalnızca birine
indirgenerek tanımlanabilir mi? Kaldı ki bu iyilik hareketi yardım toplarken
din kardeşlerimize diye toplamaktadır. Bu, şu anlama gelir: bu harekete destek verenler, demek ki
meniple edilerek din düşmanlarımıza da –kimse onlar- ama çok basit 'bizden'
olmayanlar- top tüfek atabilirler. Madem ki mücadelenin ayırt edici özelliği
dindir o halde dine göre hatta dinin belli türden bir yorumuna göre hareket
edenlerin belirledikleri hedeflere dayandıkları ilkeler doğrultusunda konu
özneler maniple edilebilirler. Oysa, bu çerçevede hareket eden bir özne için Müslüman olmayan bir özne,
insan (da) olmadığından “katli vaciptir.” Tarih, bu algılayışın binlerce örneği
ile doludur.
Bu
bakış, Hollanda’da da örneği görülen ve özgürlük adına onaylanan ayrımcılıkları
körüklemektedir ve özgürlük adına tüm dünya başını liberallerin çektiği bir
Ortadoğu kabile anlayışına hapsolmuş durumdadır. Ama nedense içinde özgürlük
olduğundan ötürü kimse o sihirli kelimenin yanına yaklaşmamakta. Sinsi bir
biçimde bu liberal ortamı görüp yine sinsice onun altına saklanan bu cahil ve
riyakar kabile anlayışı, burada -liberal ortamda- palazlanıp korku
imparatorluğunu güçlendirmekte. Bunun o denli örnekleri görülmektedir ki tüm
dünya çıldırmışçasına “mahalle baskısı” tarafından esir alınmış durumda. Bir
başka yüzle Amerika’da yaşanan örnek, içinde yer aldığı kategori anlamında
farklı değildir. 14 yaşındaki bir çocuk da olsa bir öznenin düşüncesinin
dayandığı ilke yaşamın(ın) üzerine çıkmıştır; çocuk, kendi dinsel görüşü
nedeniyle ölümü seçmiş ve bu ölümü onaylanmıştır; bu örnek, yeni binyılla
birlikte aslında ortaçağdan daha derin bir karanlığa doğru sürüklendiğimizin kanıtıdır.
Örnekleri: Danimarka gazetesindeki karikatürler, Almanya’daki Mozart operası,İngiltere’deki Salman Rüştü Şeytan Ayetleri kitabı ve İran’ın yazar hakkında ölüm fetvası vermesi, yazarının sinip Müslümanlardan özür dilemesi, 1993’teki Sivas katliamı Madımak Oteli'nde 33 insanımızın diri diri yakılması ve gerekçe olarak da dinsiz Aziz Nesin’in gösterilmesi ve olayın ağır tahrik nedeniyle yapıldığının ileri sürülmesi… örnekleri daha ne kadar uzatabiliriz ki? Bu zihniyet değil midir hayatı hapseden ve özgürlüğü temsil ediyor diye bilime, akla mantığa insanlığın ortak birikimine rağmen hala Adem ve Havva ile insanları uyutan ve bunları din ve vicdan hürriyeti kisvesi altında yapan. Yine bu zihniyet değil midir ABD'nin Pensilvanya eyalet meclisinde biyoloji dersinde evrim kuramı yanında akıllı teorinin de okutulması için teklif verip gündeme aldırıp oylatan. Daha ne zaman uyanacaksınız ey liberaller. Size yaşam alanı tanınmadığında, kavram dünyası birbirinin zıddı iki kavram olan ve bununla tüm dünyayı algılayıp yorumlama eğiliminde olan bir özneye kendini nasıl anlatacaksın? Yaşamak için onlara mı benzeyeceksin? Peki benzeyecek denli zamanın olmazsa sırf benzemediğin için katledilmeyi göze alıyor musun? Peki, bu bakışınla bunu göze aldığının farkında mısın?
Bu
felsefeleştirinin amacı, kin ve düşmanlık körüklemek değil bir noktaya dikkat
çekmektir. Hani Sokrates’in o meçhur sözünde belirttiği gibi “cehenneme giden
yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir.” Amaç, kin ve düşmanlık olmasa da dayanılan
ilke budur. İşte bu felsefeleştirinin temel amacı da bunu göstermek bu nokta
üzerinde düşünmeye sevk etmektir konunun öznelerini.
Din
adına hareket edenler, esaret için çalıştıklarını unutmamalıdırlar. S. Zweig
çok yerinde bir tespitle din eğitimi alanların geniş genelinin temelde riyakar
olduklarını sinsiliklerinin bir tür şizofrenik haleti ruhiyeden kaynaklandığını
Fouche adlı biyografik incelemesinde uzun uzun analiz eder.
İHH
gibi, dünyanın geldiği bu noktada insanlara yardımda bulunurken cinsiyet, din,
mezhep, ırk, iktisadi durum… gibi değişkenlere mi bağlı olacağız. Dünya bir tür
bilgisayar oyununa mı dönüşüyor: iyi ve kötü. Peki iyi kim? Bize benzeyen.
Kötü: bize benzemeyen. Siz, kime benziyorsunuz?
"Önce Müslüman sonra insan değil önce insan sonra dinsizim. Yaşasın
dinsizlik. Dinsizlik kardeşlik demektir. Yaşasın milliyetsizlik ve dinsizlik.
İnsanlık bu iki 'kanser'den kurtulduğunda bilelim ki daha az kanın ve daha çok
barışın, kardeşliğin olduğu bir dünyada olacağız." Bu ifadeleri dile
getiren birinin bu ülkede ve artık küreselleşme ile birlikte dünyanın herhangi
bir yerinde can güvenliği var mıdır? Eğer yanıtınız "hayır" değil de
"evet" ise, bu, dünyanın güncel gerçekliğinin yeterince ayırdında
olmamak demektir. O halde, mevcut özgürlük kimlerin özgürlüğüdür?
İHH'nın yardımları ağırlıklı olarak Ramazan’da ve Kurban'da toplayıp
dağıtması, yardımın rengi açısından manidardır. Yapılan insan adına değil Allah
adına –Allah rızası için- yapılmaktadır. İşte tam da bu noktada felsefeye,
filozoflara ihtityaç vardır; bu noktanın kritiğini bakın Kant nasıl yapar? Der
ki bir insana araç olarak değil amaç olarak yaklaş. Eğer, bir insana yardımı
Allah rızası için yaparsan o eylem / davranış ahlaki olmaz, daha kısa bir
anlatımla İHH'nın yardımda bulunduğu insan, amaç değil araçtır. Bu yazının
dikkat çekmeyi amaçladığı daha çok bu nokta. İnsanları araç olarak gören bir
yaklaşım ne ahlakidir ne de barışa ve kardeşliğe hizmet eder. Tarih, barış ve
kardeşlik adına hareket ettiğini ileri süren nice kanlı girişimlere tanıktır yeter
ki atgözlükleri çıkarılsın.
Bu hareket, hala cihat perspektifi ile hareket ederek Müslüman olmayan
coğrafyayı kafirlerin yaşadığı "darül küffar", olarak görüp o
bölgelerdeki insanları hidayete erdirmeyi kendilerine iş edinmiş ve bu uğurda
da her şeyi mübah gören bir zihniyettir; işte bu nedenle bu harekete sempati
duymak, yardımda bulunmak kin ve düşmanlığa destek olmak demektir. Tıpkı
yukarıda Sokrates'in sözünde dile getirilen iyi niyet gibi.
19 Aralık 2007 arife günü İstanbul metrosunun Taksim istasyonunda dağıtılan
İHH’nın 32. bülteninde (Ocak-Şubat-Mart 2008) ve yanında verilen tanıtım
CD’sinden yukarıda kritiği yapılan tutum ve düşüncelere somut örnekler:
a. Bülten:
a.1. Vietnam’daki etkinliklerle ilgili bilgi verilirken: s.11. “İHH’nın
iftar programları ve kumanya dağıtımları sonucunda Vietnam’da 5000 civarında
Müslüman’a ulaşılmış oluyor.”
a.2. s.11. Türkiyeli hayırseverlerden Vietnam için yardım talebinde
bulunulurken: “Müslüman çocuklar için din eğitiminin verilebileceği okullara,
artan nüfusun ihtiyacına paralel olarak yeni camilere ihtiyaç var. Azınlık
Müslüman nüfusun çocuklarına din eğitimi veren öğretmenlerin maddi olarak
desteklenmesi, kendilerine kalacak yer temini ve aylık gelir desteği sağlanması
da Müslüman nüfusun desteklenmesi açısından önem taşır.”
a.3. Burkino Faso’nun genel durumu hakknda bilgi verilirken: s.13. “Okuma
yazma oranının çok düşük, sadece %18’lerde olduğu ülkenin içinde bulunduğu
olumsuz durumdan istifade eden Fransız ve Amerikalı misyoner kuruluşlar,
Burkino Faso’da dil okulları açarak başarılı öğrencileri kendi ülkelerine
götürüp okutmak için yoğun projeler geliştiriyorlar.” Burada, İHH, kendisinin
de misyoner bir örgüt olduğunu unutuyor ve/veya farkında değil. Öyle ki bu
yaklaşım biçimi, bu yazının tartıştığı ana konudur; o da: ben, doğruyum,
iyiyim, bana benzemeyen ise yanlış. O halde yalnızaca ben yaşamalıyım. Zaten
ideolojik, dinsel hareketlerin faşizme neden olmalarının temelinde
mutlakşaltırılan iki kategori yok mudur? Bu algılayış biçimi hayatı öylesine
kolaylaştırır ki nereye bakarsan bak algılama güçlüğü çekmezsin. Bu tür
hareketlere angaje olanlar da anlamak güçlüğünden kurtulmuş olurlar. Kavramsal
düzeyleri görece zayıf olanların daha çok angaje oldukları ve tabii ki
sömürüldükleri bu türden oluşumlar değil midir?
a.4. Darfur’dan söz ederken: s.18. “Müslümanların unuttuğu ama
misyonerlerin kol gezdiği yer” Türkiye’de yardım istedikleri insanları Darfur’a
yardım etmeleri konusunda misyonerlerle rekabete sokan bir anlayış. Onlar değil
biz yapalım. Ne yapacaksınız? Bir damla bilgi mi vereceksiniz? Hayır Müslüman
yapacaksınız. Sanki Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık aynı Ortadoğu
'çöplük'ünden çıkmamış ve aynı mitos üzerinden kendini temellendirmiyormuş
gibi.
a.5. Kamboçya’da geliştirilen bir proceye destek talebinde bulunulurken:
s.21. “Talep edilen: Bölgedeki sekiz mescidin tadilatlarının masraflarının
yardımsever gönüllülerimiz tarafından maddi olarak desteklenmesi. (Gönüllülerimiz
sekiz mescitten birinin veya birkaçının tadilatını üstlenebilir.)
a.6. Bu Kurban Yoksula Derman, Yeryüzüne Bayram Olacak! Başlıklı yazıdan:
s.26. “Tüm bunlar Kurban’ı klasik bir et bayramı olmaktan çıkartır ve Kurban’a
ruhani bir coşkunluk elbisesi giydirir. Bu elbiseyi gören de giyen de sınırsız
bir doyumla yeniden bakar hayata. Misyonerlerin milyar dolarlık bütçeleriyle
ekmeği, yemeği, okuyacak kitabı olmayan biçareleri sömürmelerine artık dur der.
Tembellikten, ataletten beyinleri uyuşmuş gariplere ufuklar açılır ve Kurban,
İslam coğrafyamızda her şeyin bir şeyle değişmeye başlayacağını ve o şeyin de
kendi ruhumuzla besleneceğini, üzerimizdeki karamsarlık bulutlarının bir kader
olmadığını anlatır.”
a.7.
Kurban Bilinci adlı yazıdan: s.30. “Kurban, bireysel ve toplumsal arınmanın bir
aracı veya sembolü olarak kabul
edilmiştir… Allah için her şeyden vazgeçilebileceğinin bir ifadesidir kurban…”
Burada ileri sürülen düşünceyi krtik ettiğinizde sizin de tüyleriniz diken
diken olmuyor mu? Bir tür korku imparatorluğu doğmaz mı bu bakışla hareket eden insanların
oluşturduğu bir toplumda, dünyada? Ben, ne Müslüman ne Hristiyan hiçbir dinin
çerçevesi altında yaşamak istemiyorum. Ben, dinsizliğin özgürlüğü ve kardeşliği
getireceğini iddia ediyorum. Ama aksi yani dinlilik değil midir tarihte bunca
kanın akmasının en büyük nednelerinden biri?
a.8.
Dünyada ve Türkiye’de Ramazan – Faaliyetler adlı yazıdan: s.32. “İHH bu
Ramazan’da da iyiliği köşe bucak taşıdı dünyaya. Türkiyeli hayırseverlerin
desteğiyle 750 bin Müslüman’la paylaştı Ramazan’ın bereketini.” Ayrımcı bakış,
burada da kendini göstermektedir.
a.9.
Bültende yer alan onlarca fotoğraf karesindeki yüzlerce insan arasında birkaç
kadın ve çocuk dışında başı açık kadının olmaması bu hareketin insan gibi
kadından da ne anladığını somut anlamda göstermektedir.
b. CD.
b.1.
“Tekrarladık kardeşlik çağrımızı bu Ramazan.”
b.2.
“iyiliği köşe bucak taşıdık dünyaya.”
b.3. “Ve dokunduk neşeyle 750 bin Müslüman’ın yüreğine.”
b.4. Ne kadar çaresiz olduğunu anlatan bir Afrikalı çocuğun ağzından sanki
peşinde vahşi havanlar varmışcasına korkmuş bir ses tonuyla: “… misyonerler
peşimdeydi…”
Bu hareket için insan Müslümandır; Müsüman olmayan insan değildir insan
olabilmesi için tek bir koşul taşıması yeterlidir işte o vakit hem insan olur
hem İHH’nın kardeşi hem de yardımı hak eder.
V. Metin
Bayrak
Felsefe
Öğretmeni
Aralık 2007’İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder