26 Mart 2012 Pazartesi

MSGSÜ Sempozyum Kapanış Değerlendirmesi


Sempozyum Kapanış Değerlendirmesi

Üniversitemiz (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Türk Sanatı Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nce düzenlenen “Sanatta Kimlik ve Etkileşim” konulu uluslararası sempozyumumuzun üç etkinlik alanından biri olan Mimarlık Fakültesi Video Konferans Salonu’nda 11 Mayıs 2010 ikinci gün yapılan dört oturumundan ilki felsefe; ikincisi sosyoloji; üçüncüsü ve dördüncüsü ise modern sanat başlığını taşımaktaydı. Bu değerlendirme, dört oturumda sunulan on altı bildirinin felsefeci gözüyle yapılan bir tür özeti niteliğindedir.

Katılımcılar, bildirileriyle Türk sanat ortamının daha da zenginleşmesine katkıda bulundular. Sempozyumun adındaki “etkileşim” hiç şüphesiz farklı disiplinlerden beslenmeyle, farklı disiplinlerin terminolojilerinin bilinmesiyle olanaklıdır. İnanıyorum ki genelinde kültür özelinde sanat dünyamız, bu tür etkinliklerle daha da zenginleşip dünyada hak ettiği yere gelecektir. Sanatın fikri temeli olması bakımından felsefeye yani filozoflara kulak vermek gerektiği kanaatindeyim.

Günümüzün, sıklıkla diğer çağlara nazaran göreli olarak hızlı değiştiği iddia edilir. Çağı yakalamanın, onu eş zamanlı yaşamanın güçlükleri dile getirilir. Gerek sanat gerek hayat bağlamında bu güçlüklerin farklı disiplinlerin bakış açılarıyla aşılabileceği kanaatindeyim.

Nietzsche’ye göre sanat Dyonisos ve Apollon’un birleşmesi yani taşkınlığın dengeyle bağdaşmasıdır. Sanatçı, Nietzsche’nin ifadesiyle “gerçekliği ayıklayıp yeniden sunan kişidir” ve “Sanat, hayata hayatın gözleriyle bakmaktır.” Hayatın rasyonel ve doğal yanının çatışmasından doğan trajedi, bir anlamda Nietzsche’nin çok yerinde ifade ettiği gibi insanın bağdaştırmasıyla aşılabilir.

Bugün kimlik kavramı üzerine yapılan tartışmalar, üretildiği ortamdan bağımsız olarak yapılamaz. İnsan, Descartes’in “Cogito”sunda dile gelen salt düşünen bir varlık değildir. Modernizm, düşünen bir benin varlığı üzerinde yükselir. Aklın yüceleştirilmesi, insanın ve insan aklının tanrının yerine geçmesi ve bir anlamda tanrılaşması demektir. Aydınlanma ve endüstri devriminin ardından hayat, tarihte benzerine rastlanmayan karmaşık bir yapı göstermeye başlar. Sanat, metaforlar aracılığıyla karmaşık ilişkileri birleştirerek bu yapıyı görünür kılar. Sanattaki biçim kavramı ile sosyolojideki yapı kavramı arasındaki ilişkiler, üzerine düşünülmeye değerdir.

Sanatın kimliği, eğer varsa böyle bir kimlik, toplumun kimliğinden bağımsız değildir elbette. Üretilen sanatlar, yapılan tartışmalar, kimlik sorunsalının merkezi konumunu muhafaza ettiğini göstermekte. Örneğin doğu-batı tartışmaları, gündemdeki yerini hala korumakta. Türkiye sanat ortamı göreli olarak 1980’lerle birlikte dünya ile aynı havayı daha fazla teneffüs etmeye başlar. Bu yıllar, bir anlamda küreselleşmenin de tohumlarının atıldığı dönemdir. 1960’lara değin sanat ve eleştiri metinlerine köy ve köylülük kavramları hâkimken 1980’lerden sonra evrensellik, ulusallık, yerellik, küresellik, ötekilik… kavramlarının egemen olduğu görülür. Peki, küreselleşme ile yerelliğin eş zamanlı olarak birlikte tartışıldığı bir dönemde gelenek nerede durur? Sanatçı ve sanat adamı kendini ve işini değerlendirirken geleneğin neresindedir? Küreselleşen dünyada evrenselleşme adına geleneğin dışına çıkabilir mi? Sanatçı, kimliğini geleneğinden arındırabilir mi?... Bu soruların, güncel, kavramsal, çağdaş… sanatın varlığına rağmen güncelliğini koruduğu görülmekte. Çağdaş sanat adı altında üretilen işler ya da ürünlerin, sanat olup olmadığı konusunda yapılan tartışmalar bir yana, bunlarla çağın ruhu dile gelir. Dünyanın neresinde olursa olsun, çağdaş sanat üreten sanatçılar, toplumsal cinsiyet, ayrımcılık, ötekileştirme, toplumsal kimlik… ve daha pek çok kavramı ele almaları bakımından çok önemliler. Belki de bu kavramlar üzerinden dünya yurttaşlığı kurumlaşacak. Bu sürecin ana öğesi hiç kuşku yok ki dijital devrim. Sanal dünya, sanal eserler ürettiği gibi sanal sanatçılar da üretmekte. Bunun en tipik örneği 2000’li yılların başında kurulan Second Life yani ikinci yaşam adı verilen ve her geçen gün popülasyonu artan sanal yaşam alanında ürünler veren “gerçek” kimliği bilinmeyen Gazirababelli adlı sanatçıdır. İnsanların istedikleri her şeyi, dijital ortamda yeniden, istedikleri gibi üretebildikleri bu mecrada insanlar, sanat ve sanatçı, sanallaşmakta. Dijitalizasyonla birlikte her şey her an erişilebilir, ulaşılabilirdir. Her şey bitler üzerinden tanımlanmakta ve dünya enformasyonlar toplamına indirgenen ve erişimi salise dahi almayan bir alana her an daha fazla dönüşmekte.

Sonuç olarak yerellik, evrensellik, küresellik, hayat, dünya, evren, sanat, sanatçı, insan, kimlik… kavramları yeniden tanımlanmalı ki içinde nefes alınan hayatla eş zamanlılık sağlanabilsin.

Sözlerimi, çekiçle felsefe yaptığını iddia eden ve bu iddiasının hakkını fazlasıyla veren Nietzsche’nin sanata dair sözleriyle bitirmek istiyorum: “Sanat, hayata hayatın gözleriyle bakmaktır.” 

V. Metin Bayrak
Bahçeşehir, İstanbul, Mayıs 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder