Sempozyum
Kapanış Değerlendirmesi
Üniversitemiz (Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi) Türk Sanatı Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nce düzenlenen
“Sanatta Kimlik ve Etkileşim” konulu uluslararası sempozyumumuzun üç etkinlik
alanından biri olan Mimarlık Fakültesi Video Konferans Salonu’nda 11 Mayıs 2010
ikinci gün yapılan dört oturumundan ilki felsefe;
ikincisi sosyoloji; üçüncüsü ve
dördüncüsü ise modern sanat
başlığını taşımaktaydı. Bu değerlendirme, dört oturumda sunulan on altı
bildirinin felsefeci gözüyle yapılan bir tür özeti niteliğindedir.
Katılımcılar, bildirileriyle Türk sanat ortamının
daha da zenginleşmesine katkıda bulundular. Sempozyumun adındaki “etkileşim”
hiç şüphesiz farklı disiplinlerden beslenmeyle, farklı disiplinlerin terminolojilerinin
bilinmesiyle olanaklıdır. İnanıyorum ki genelinde kültür özelinde sanat
dünyamız, bu tür etkinliklerle daha da zenginleşip dünyada hak ettiği yere
gelecektir. Sanatın fikri temeli olması bakımından felsefeye yani filozoflara
kulak vermek gerektiği kanaatindeyim.
Günümüzün, sıklıkla diğer çağlara nazaran göreli
olarak hızlı değiştiği iddia edilir. Çağı yakalamanın, onu eş zamanlı yaşamanın
güçlükleri dile getirilir. Gerek sanat gerek hayat bağlamında bu güçlüklerin
farklı disiplinlerin bakış açılarıyla aşılabileceği kanaatindeyim.
Nietzsche’ye göre sanat Dyonisos ve Apollon’un birleşmesi
yani taşkınlığın
dengeyle bağdaşmasıdır. Sanatçı, Nietzsche’nin ifadesiyle “gerçekliği
ayıklayıp yeniden sunan kişidir” ve “Sanat, hayata hayatın gözleriyle
bakmaktır.” Hayatın rasyonel ve doğal yanının çatışmasından doğan trajedi, bir
anlamda Nietzsche’nin çok yerinde ifade ettiği gibi insanın bağdaştırmasıyla
aşılabilir.
Bugün kimlik kavramı üzerine yapılan
tartışmalar, üretildiği ortamdan bağımsız olarak yapılamaz. İnsan, Descartes’in
“Cogito”sunda dile gelen salt düşünen bir varlık değildir. Modernizm, düşünen
bir benin varlığı üzerinde yükselir. Aklın yüceleştirilmesi, insanın ve insan
aklının tanrının yerine geçmesi ve bir anlamda tanrılaşması demektir.
Aydınlanma ve endüstri devriminin ardından hayat, tarihte benzerine
rastlanmayan karmaşık bir yapı göstermeye başlar. Sanat, metaforlar
aracılığıyla karmaşık ilişkileri birleştirerek bu yapıyı görünür kılar.
Sanattaki biçim kavramı ile sosyolojideki yapı kavramı arasındaki ilişkiler,
üzerine düşünülmeye değerdir.
Sanatın kimliği, eğer varsa böyle bir kimlik,
toplumun kimliğinden bağımsız değildir elbette. Üretilen sanatlar, yapılan
tartışmalar, kimlik sorunsalının merkezi konumunu muhafaza ettiğini
göstermekte. Örneğin doğu-batı tartışmaları, gündemdeki yerini hala korumakta. Türkiye
sanat ortamı göreli olarak 1980’lerle birlikte dünya ile aynı havayı daha fazla
teneffüs etmeye başlar. Bu yıllar, bir anlamda küreselleşmenin de tohumlarının
atıldığı dönemdir. 1960’lara değin sanat ve eleştiri metinlerine köy ve
köylülük kavramları hâkimken 1980’lerden sonra evrensellik, ulusallık,
yerellik, küresellik, ötekilik… kavramlarının egemen olduğu görülür. Peki,
küreselleşme ile yerelliğin eş zamanlı olarak birlikte tartışıldığı bir dönemde
gelenek nerede durur? Sanatçı ve sanat adamı kendini ve işini değerlendirirken
geleneğin neresindedir? Küreselleşen dünyada evrenselleşme adına geleneğin
dışına çıkabilir mi? Sanatçı, kimliğini geleneğinden arındırabilir mi?... Bu
soruların, güncel, kavramsal, çağdaş… sanatın varlığına rağmen güncelliğini koruduğu
görülmekte. Çağdaş sanat adı altında üretilen işler ya da ürünlerin, sanat olup
olmadığı konusunda yapılan tartışmalar bir yana, bunlarla çağın ruhu dile gelir.
Dünyanın neresinde olursa olsun, çağdaş sanat üreten sanatçılar, toplumsal
cinsiyet, ayrımcılık, ötekileştirme, toplumsal kimlik… ve daha pek çok kavramı
ele almaları bakımından çok önemliler. Belki de bu kavramlar üzerinden dünya
yurttaşlığı kurumlaşacak. Bu sürecin ana öğesi hiç kuşku yok ki dijital devrim.
Sanal dünya, sanal eserler ürettiği gibi sanal sanatçılar da üretmekte. Bunun
en tipik örneği 2000’li yılların başında kurulan Second Life yani ikinci
yaşam adı verilen ve her geçen gün popülasyonu artan sanal yaşam alanında
ürünler veren “gerçek” kimliği bilinmeyen Gazirababelli adlı sanatçıdır.
İnsanların istedikleri her şeyi, dijital ortamda yeniden, istedikleri gibi üretebildikleri
bu mecrada insanlar, sanat ve sanatçı, sanallaşmakta. Dijitalizasyonla birlikte
her şey her an erişilebilir, ulaşılabilirdir. Her şey bitler üzerinden tanımlanmakta
ve dünya enformasyonlar toplamına indirgenen ve erişimi salise dahi almayan bir
alana her an daha fazla dönüşmekte.
Sonuç olarak yerellik, evrensellik, küresellik,
hayat, dünya, evren, sanat, sanatçı, insan, kimlik… kavramları yeniden
tanımlanmalı ki içinde nefes alınan hayatla eş zamanlılık sağlanabilsin.
Sözlerimi, çekiçle felsefe yaptığını iddia eden ve bu
iddiasının hakkını fazlasıyla veren Nietzsche’nin sanata dair sözleriyle
bitirmek istiyorum: “Sanat, hayata hayatın gözleriyle bakmaktır.”
V. Metin Bayrak
Bahçeşehir, İstanbul, Mayıs 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder