26 Mart 2012 Pazartesi

Mimariye Felsefeyle Bakmak


Mimariye Felsefeyle Bakmak
İdeolojinin Nesnelleşmiş Agresif Bir Objesi Olarak
Mimarlık*
V. Metin Bayrak[i]

* 24 Kasım 2011'de MSGSÜ Archtheo'11 Konferansında ve 07 Şubat 2012'de Ankara'da Mimarlar Derneği 1927'de verilen konferans metni.

“Ben, simgeler ile hareket etmem, fakat ortaya koyduğum yapıt değerli ise zamanla simgeleşir.”[1] L. Kahn

"Gerçek çevre kültürünün, yani inşa edilmiş çevre ve mimarlık kültürünün olmadığı bir yerde sağlam temellere oturtulmuş başka hiçbir kültür gelişemez. İnsan resim yaptığında, çevre ile ilişkisini yansıtır, heykel yaptığında, bu hem çevresi ile ilişkisini yansıtır, hem de çevrenin içinde yer alacak bir olayı vücuda getirmiş olur. Roman ve hikâye yazılınca, çevrenizdeki dünyayı, insan ilişkilerini yazarsınız. Bugün kültür dediğimiz şey kaçınılmaz biçimde mekân içerisinde cereyan eder. Mekândan arındırılmış hiçbir gelişme olmaz. Mekâna ait meselelerin idraki ve bilinci olmadığı zaman, diğerleri tamamen boşta, kopuk, tutarsız teşebbüsler olarak kalır. Anlam bütünlüğünü kapsamazlar ve ortak zemine sahip olamazlar. Mimarinin 20. yüzyıldaki sefaletinin ana sebeplerinden biri bu."[2]T. Cansever


Amaç
Konuşmamın amacı, her geçen gün küreselleşen dünyaya daha fazla entegre olmak için özellikle çaba gösteren Türkiye üzerinden günümüz mimarlık ortamının dayandığı felsefi temelleri analiz ederek genelinde Mimarlığı özelinde Türk Mimarlığını ve mimarlık üzerinden ekonomik-sosyopolitik yapıyı tanımak isteyenlere yeni bakış açıları kazandırmak.

Giriş
Mimarlık objesinin yerleştiği mekân ile birlikte yarattığı ideolojik tavır işleve indirgenemez; işlevi aşan boyutlara sahip olup habitatı ile birleşerek anlam kazanır. Mimari obje, fonunda yer alan mekân ve yaşamla etkileşerek kimliğine kavuşur ve insan bilincine nüfuz ederek kalıcılaşır. İktidar, egemen ideolojinin iktidarı olmak bakımından mekânı yeniden yaratıp anlamlandıran temel aygıttır. İktidar, kuvveden fiile geçmiş ideoloji olarak kentsel yaşam mekânlarını ve de facto yaşamı, yaşamın öznelerini yeniden üretip şekillendirme sürecinde pek çok araç kullanır; mimari, bunlardan kalıcılık, silüetteki görece değiştirilemez bir araç olması bakımından farklı bir varoluş arz eder. Yaşamın habitatı, ideolojinin kendini yaşatarak yeniden ürettiği temel fondur. Yaşam, fon ile objeler arasındaki diyalektik ilişki ile varlık kazanır. Mimari obje ile yeniden üretilen mekân, ideolojinin habitatı; ideolojinin iktidar aracılığıyla kendini estetik bir objede nesnelleştirip meşrulaştırdığı ana yapıdır. Mekân, iktidarın ideolojisini çeşitli araçlarla realize edip nesnelleştirdiği kültürün habitatı olmak bakımından görünür bir kimliğe sahiptir. Bu görünürlük 1980’lerden günümüze yaklaştıkça teşhir boyutuna erişmiş, bugünse teşhiri de aşan bir boyuta ulaşmıştır.

İnsanlar ve toplumlar, yaşama biçimlerini ve hayatı kavrayış şekillerini çeşitli araçlarla nesnelleştirirler; bu nedenle her tavrın ideolojik olduğu iddia edilebilir. İdeolojik olan tavır, "iktidar" ve "kimlik" kavramlarıyla harmanlanır; mimari yapıda buna işlev ve sağlamlık, kalıcılık yanında estetik de katılır; üç boyutlu hale gelip kalıcı bir varlığa dönüşen mimari yapıların dayandığı bir zihniyet dünyasının varlığı vakıadır. Bu konuşmada, günümüz Türk mimarlığında kimi yapıları temele alarak ideolojik birer nesne olan yapılarda nesnelleşen "iktidar", "kimlik", "estetik", “işlevsellik” vb. kavramlarına felsefeyle bakmakılmakta. Bir başka deyişle zihniyet dünyasının üç boyut kazanarak somutlaştığı mimariye felsefeyle bakmak.

Hiç bir konu, olgu, kurum yok ki eşelendiğinde altından felsefe çıkmasın. Felsefesiz bir analizin, yüzeyde kalmaya mahkûm olduğu söylenir. Felsefi derinliğe sahip bir anlamaya dayanan analiz, benzeri çabalardan derinlik bağlamında ayrılır. Felsefe, mimarlığın strüktürüdür; çünkü her insan çabasının dayanağı olan bir kavrayışın varlığı vakıadır. Strüktürü aldığınızda ortada bina değil yığın kalır; ortada, artık bir araya getirilmiş ama “çimentosu” olmayan malzeme yığınından söz edilebilir. Günümüz Türk Mimarlığının –hala varsa böyle bir mimarlık; “Türk Mimarlığı” sorunlu bir ifade; hoş, bu sorunluluk, yalnızca Türk Mimarlığını nitelerken değil artık nerede olursa olsun hangi ülke için kullanılırsa kullanılsın sorunludur- felsefi temelleri gösterilebilirse, bunun üzerinden ontolojik anlamda içinde yaşadığımız “dünya”nın dayanağı olan kavramları da görmek imkânımızın olacağı kanaatindeyim.

Bilginin mobilizasyonu da denebilecek küreselleşmede ister bireysel ister kurumsal olsun bütün aktörlerin sürekli hareket halinde olduğu bir dönem yaşanmakta. Bilgi, bu süreçte yalnızca içeriğiyle değil biçimiyle de hareket ederek üretildiği yerden eşzamanlı olarak alınıp birden çok başka yere de gitmekte. Diyalektik, bu süreci zenginleştirerek hızlandırmakta. Bir mimari yapının, ne mimarından ne malzemesinden ne üslubundan ne... nerede olduğu anlaşılmakta.

Topoğrafya, silüet, iklim, sosyoloji, tarihsel kökler, yerel göndermeler... yapı üretiminde genellikle parantez dışında tutulmakta. Bu, temelinde faşizan bir totaliter anlayışın yattığı bir tür aynılaş(tır)ma olgusudur ve boyutları, köklü bir eylem perspektifi ile tartışılmalıdır.

Son yıllarda İran Sineması, özellikle internasyonel entelektüel camiada ilgi çekici bulunmakta; çünkü dili farklı: işlediği konular ve özellikle konunun ardında yer alan fon. Oysa başka pek çok sinemada konular da fon da birbirinin kopyası, birbirinin devamı ya da fragmanı niteliğinde. Daha geçen yüzyılın ortasında Adorno, “kültür endüstrisi” kavramıyla her ‘sanat’ ürününün, bir diğerinin kopyası, tekrarı, devamı olduğunu dile getirmişti. Adorno’ya göre özne, şeyleşmiştir. Bugünün mimari yapıları da artık şeyleşmiştir. Özgünlükleri tartışılır. Pirim yapan farklı olandır; içi boş bir farklılık arayışı. Ruhsal, manevi, hayat görüşü vb. açılarından birbirinin aynı olmak yolunda ilerleyen insan bilinci, manevi aynılaşmaya çocukça naif bir tepki gibi görünen “Benimki farklı olsun!” demekte; oysa insan, daraltıp sıkıştırılan bilinci ile yeni özgürlük alanları yaratmak arzusu içindedir. Gittikçe norma dönüşen bir farklılık talebi söz konusu ama ne’de farklı? Biçim, boyut, düşeylik, yataylık, malzeme... bunların önemi yok; yeter ki farklı olsun. Farklılık, belli bir normun varlığına dayanır; norm olmaksızın bir şeyin farklılığından söz edilemez; şu halde hiç bir mimari ürün farklı değildir; olamaz da! Çünkü şaşırtmamakta. Günümüz insanı, insanca bir duygu olan şaşırmayı unutmuş; onun ontolojisinde artık yeri yoktur; o nedenle de günümüz insanına yönelik epistemolojik yaklaşımlarda ne denli derinlemesine arkeolojiler yapılırsa yapılsın bulunamamakta. Modernite ve postmodernite, modernizm ve postmodernizmi aşan olgulardır. Çağımızı, içinde nefes aldığımız ve 24 saatimizi, bir başka deyişle tüm yaşamımızı kuşatan mimarlık olgusunu çıplak gözle göremediğimiz ve yeterince hesaba katamadığımız değişkenler(in) ışığında da anlamaya, sezgisel de olsa kavramaya ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.

Yöntem
Mimari yapı, içinde yer aldığı kültürden koparılarak değil; bulunduğu fiziki, sosyo-kültürel ve felsefi habitat ile planları, silueti, ihtiyaca getirdiği önerileri, yarattığı mekânsallıklar, üslup, dayanak gösterdiği ve/veya gösteremediği referansları; Hartmann’ın Geistik tabaka ile kavramsallaştırdığı ontolojisi ile ele alınacaktır. Mimari yapının Geistik tabakasında saptanan kavramlar üzerinden yapıların felsefeleştirileri yapılacaktır. Mimarinin bir tür felsefi eleştirisi olarak kavramlaştırdığım mimari felsefeleştiri, interdisipliner bir temele dayanmakta ve kabullerinden biri mimarinin, kendinden menkul olmadığını, onun geniş anlamda habitatın değişmez ideolojik aktörlerinden biri olduğudur.

Kapsam
Felsefi okumaları yapılacak yapılar, 2000’lerde inşa edilen çeşitli türdeki yapılardan seçilerek belirli sayıda örnekten oluşmakta; tezimde Türkiye evreni yansıttığını düşündüğüm bir örneklem belirlemiş ve 9 yapının felsefeleştirilerini yapmaya çalışmıştım. Burada, ağırlıklı olarak tezimde ele aldığım yapıları sizlerle paylaşacağım; Bunlar:  İpekyol Tekstil, Mercedes Yedek Parça ve Pazarlama, Forum Bornova AVM, Tekfen Tower, Turkcell Ar-Ge Binası ve Uphill Court; bir de mademki Ankara’dayız, çeşitli tartışmalara neden olması bakımından pop İslam’ın nesnelleşmesinin güzel bir örneği olarak düşündüğüm Ankara’daki henüz inşa halinde olan Diyanet Camii’ni.


Yapılar
1. İpekyol Tekstil[3]
1.1. Yapının Künyesi
Tasarım Ekibi
Yardımcı Mimar(lar)
Ertuğrul Morçöl
Gülseren Gerede Tecim
Mimarlık Ofis(ler)i
İşveren
Proje Tarihi
2004 – 2005
Yapım Tarihi
2005 – 2006
Arsa Alanı
20.000 m2
Proje Tipi
Yapım Türü
Müteahhit

1.2. Yapının Felsefeleştirisi  
Bu yapıda göze çarpan “bir aradalık”, “verim”, “denetim”, “gözetle(n)me”, “araziden maksimum ‘fayda’”, “işlevsellik”, “kolaj mimarlık” kavramları açısından yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.

Şeffaflık prensibinden hareket edilen fabrika binası, ilk bakışta bir fabrika için lüks denebilecek başarılı çözümler üretmiş. Üretilen mekânın tekil bir yapıda oluşunun nedeni, mimarın yapı hakkında verdiği bilgide belirttiği üzere teorik olarak aslında aynı amaç için bir aradadırlar ama pratikte ayrışırlar. Yapıda, üretim ve yönetim birimlerinin birbirinin içine geçirilerek mekânın yaratılması amaçlanmıştır. İşçilerin çalışma alanının doğal ışıkla desteklenmesi ve bunun başarılı biçimde yapılması, ilginç bir çelişkiyi beraberinde getirmekte. Kapitalist üretim alanlarında istihdam edilen mavi yakalıları geçen beyaz yakalıların masa başı iş üretmesi için inşa edilen mimari çözümler ile mesela Maslak’taki Sun Plaza ile üstelik -4’teki ofislerle değil, katlardakilerle bile kıyaslandığında İpekyol Tekstil işçilerinin koşulları fazlasıyla insanidir.  

Yapının betonarme, çelik ve camın başarılı kombinasyonuyla üretilmesi ve betonun neredeyse saklanması, Türkiye’nin, bu yapıyla, güncel mimarlık dünyasının içinde olduğunu göstermekte; ama daha da önemlisi, mimarlığın hala bir arayış içinde olduğunu ve strüktürünü henüz bulamadığını göstermekte. Biraz ondan biraz bundan anlayışı, çok başarılı bulunan ya da bulduğumuz yapılarda da sürmekte. Bu olgu, strüktürel anlamda kolaj mimarlık olarak da kavramsallaştırılabilir.

Yapının, genel kanaat olarak bir anlamda kültür endüstrisinin ürünü olduğu söylenebilir; mevcut dillerden birine hapsolmuş bir mimari çözüm denemesidir. İlişkisel anlamda statükoyu tekrar etmekte: iktidar ve bilgi ilişkisi burada da çok sıkı kurulmakta. Fabrika binası, cephesi, üretim yeri ve yemek salonu ile gücün ya da iktidarın, sermayenin özel bir türü olan reel sektörde de olduğuna gönderme yapmakta.

Mekân, işlevsel kılınarak üretim sürecinin aktörü durumuna başarılı biçimde getirilmiş. İnsani ölçek açısından çalışma, mola mekânları ve ihtiyaçlar, ferahlık gözetilerek erişilebilir boyutta kurgulanmış. Teleojolik açıdan amacını gerçekleştirmekten öte bir fabrika binasından beklenmeyen estetik iddialar taşımaktadır.







1.3. Yapı Görselleri

 




2. Mercedes-Benz Binası[4]
2.1. Yapının Künyesi[5]
Tasarım Ekibi
Turgut Alton
Oya Ökmen
Hüseyin Turan
Fatma Kahraman
Yardımcı Mimar(lar)
Renan Coşgun
Deniz Duru
Mimarlık Ofis(ler)i
İşveren
Proje Tarihi
1997 – 2000
Yapım Tarihi
1998 – 2001
Arsa Alanı
182.058 m2
Kapalı Alan
41.572 m2
Proje Tipi
Çok amaçlı, yönetim, depo

2.2. Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “kimlik”, “yerel ve internasyonel göndermeler”, “farklı işlevlerin bir aradalığı”, “hiyerarşik çözüm” kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.

Göndermeleri yerel ve Kuzey Avrupa olan mimari yapının ilk bakışta ilgi çekici olan yanı cephe kaplamasının tuğla olmasıdır. Mimarının açıklamasında Mercedes’in kimliği ile yapı kimliği arasında tuğla ile bağ kurma denemesi “kimlik” üzerine yeniden düşünmemize neden olmakta. Binanın kimliği ile içindeki marka ya da firmanın kimliği arasında ilişki kurulabilir mi ya da “böyle” bir ilişki yaratılabilir mi? Firmanın kimliği binaları konuşturmakta. Mazide kutsal kitaplar ve krallar anlatılırken şimdi markalar anlatılmakta. Yeni tanrılarımız markalar. Kurumsal kimliğin yüceltilip önünde secde edilir derecede hukukça da korumaya alındığı günümüzde, Mimarlık da sermayenin ideolojik araçlarından birine dönüşmekte ve konuşturulmakta.

Hiyerarşik bir yapı içinde, farklı kütlelerin, işlevlerin birlikte düşünülmesi, her geçen gün karmaşıklaşan hayata da bir tür göndermedir. Mimari anlamda bulunduğu coğrafya ile bağını iç mekândaki kimi simgesel göndermelerle kurmayı denemiş ama bu da kiçten öte geçememiştir. Bina, daha çok dışıyla kendini göstermekte; yapının bulunduğu bölge ile siluet, biçim ve yapı malzemesi anlamında herhangi bir bağ kurduğu söylenemez.

Yapı, üretilen mekânlar, barındırdığı farklı birimlerin birbiriyle ve dışarı ile ilişkileri göz önünde bulundurularak hiyerarşik olarak kurulmuş. Anıtsallığa varan mütevazı gösterişiyle insani ölçeği gözeten yapı, insanla olan ilişkisini dikkatle kurmakta. Teleolojik açıdan amacını gerçekleştirdiği gibi yerel ve uluslararası göndermelerle estetize edilmeye çalışılmıştır.

2.3. Yapı Görselleri
 




3. Forum – Bornova[6]
3.1. Yapının Künyesi[7]
Tasarım Ekibi
Çiğdem Duman
Ertun Hızıroğlu
Yardımcı Mimar(lar)
İlkay Kılınç
Süreyya Önver
İlhan Devrim
Sevil Özbayburtlu
Mimarlık Ofis(ler)i
İşveren
Proje Tarihi
2005 – 2006
Yapım Tarihi
2005 – 2006
Arsa Alanı
200.000 m2
Kapalı Alan
70.000 m2
Proje Tipi
Yapım Türü

3.2. Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “yapaylık”, “simgesellik üzerinden kalıcılık sağlama”, “kültürel yalıtılmışlık”, “erişilebilirlik”, “bir mutluluk biçimi ve/veya tek mutluluk biçimi olarak tüketim” kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.

Bütün AMV’lerdeki Las Vegas esintisi, çok başarılı bir örnek olmasına rağmen Forum-Bornova’yı da içine almakta. Akdeniz kasabalarından esinlenilerek yapıldığı iddia edilen AVM, suni bir ‘kent’, irice kent sokağı ya da cılız bir kasaba caddesidir. Yapı, bir yapılar topluluğu şeklinde tasarlanmış ve işlevlerine göre farklı karakterdeki yapılar bir araya getirilerek heterojen bir doku oluşturularak kasabanın görece homojen ama Akdeniz’in heterojen yapısına bir tür gönderme yapılarak inşa edilmiş. Yapıda yer alan kule, bir tür simgesellik, anıtsallık, belli bir şey ile de anılmak ihtiyacı… ile ifade edilerek açıklanabilir. Yüzünü, benzerlerinden farklı olarak dışa kapamayan bu caddecik ya da sokak, kentin görece dışındaki bir yapı olarak kendi içinde, ayrıcalıklı insanlara açtığı olanaklarını, kente kapatmakta. Bu, alışveriş olgusunu ve artık onun etrafında dönen sosyalleşmeyi belli bir sınıfa özgüleştirmekte ve bu sosyal-kültürel yalıtılmışlığı derinleştirmektedir. Benzeri, 2009’da İstanbul’da İstinye Park adı altında açılan, Türkiye’nin ve dünyanın prestijli markalarının bir araya gelerek oluşturdukları bir tür ütopya olan bu AVM’de nostaljilk bir Pazar var. Şu anda Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, hatta Ulus’ta, Kızılay’da ve daha pek çok kentte, semtte benzerlerine sıklıkla rastlanabilecek bu pazarlar, kapitalizm tarafından yabani ormanda hayvanat bahçesi yapıp biletle ziyaretçi almakla eşdeğerdir. AVM’ler, günümüzün yalıtık agoralarıdır ve bir tür ütopyadırlar. İçeriye aranılarak girilir ve bu tüketiciye güvende olduğunu, artık tüketmesi için gerekli olanaklı zeminin yaratıldığı mesajıdır. Forum – Bornova, kendi içinde her yaştan insan için erişilebilir ve insani boyutlardadır. Belki de yapının en can alıcılığı onun insaniliğidir. Forum-Bornova’da AVM’lerdeki anıtsallık, meydan okuma ve insanı ezme, çaresiz bırakma ve çaresizliğinden arınmak için daha fazla tüketmesini talep etmek şeklinde sert agresiflikten söz edilemez ama kategorisi AVM’dir. Tüketmemiz için artık her şey hazırdır. Kapitalizm, tüketmenin olanaklı zeminini yaratarak AVM’leri bir tür “tedavi”, “rehabilitasyon merkezi”ne dönüştürmüştür. AVM’lere gelen insan, yaratılan faydadan pay alabilen, dünyaya, hayata katılabilen insandır. Katılmanın koşuluysa bakmak değil almaktır. Artık psikolojik ilaçların yerini yani yeşil reçetenin yerini kredi kartları almıştır; lakin ikisinin ortak pek çok yanları vardır; en başta olanı ise doz aşımı. Aldıkça daha çok almak, aldıkça daha çok almak ve sonuçta olan ise göreli bir sürenin ardından doğan bağımlılık. Bir başka deyişle metafizik bir varlık olan ruhun fizik bir varlıkla doyurulma ihtiyacının beyhudeliği.


3.3. Yapı Görselleri

 









4. Tekfen Tower[8]
4.1. Yapının Künyesi[9]
Tekfen Kulesi (Tefken Tower)
Yer: Levent, İstanbul, Türkiye
Toplam İnşaat Alanı: 71.270 m2
Kullanım Alanı: 33,000m²
İnşa Tarihi: 24 Eylül 2001
İşveren: Tefken Holding
Mimar: 'Swanke Hayden Connell' Mimarları
Teknik Bilgiler
Yükseklik: 118 metre
Kat Sayısı: 28

4.2. Yapının Felsefeleştirisi
Tekfen Tower Plaza’ya, yapıda cisimleşen “anti-yerelllik”, “anıtsallık”, “zenginlik”, “ayrıcalıklılık”, “soyluluk”, “konuşan mimarlık” kavramlarıyla bakılacaktır.

Tekfen Tower Plaza konuşur. Konuşan bir mimarlıktır bu. Konuşur ama "sound"u hiç kuşkusuz farklıdır; bu binada dile gelen şey, Atlantik ötesidir; sesini New York'tan duyurmakta; sesini duyurabilmesi içinse sesinin şiddetini yükseltmekte. Maslak'taki plazalara nazaran nispeten yalın, minimalist hali, sesinin şiddetini artırma işlevi üstlenmekte. Şıklığı, tazeliği, zenginliği, soyluluğu temsil eden renk, malzeme, çatı vb. öğeleriyle buraya ait olmakla ait olmamanın şizofrenisini yaşamakta. Yapının üzerine bir şapka gibi giydirilen ve yerden kopyalanıp yapıştırılmış izlenimi veren güneş kırıcıları ile estetize edilmiş yazlık yalı(cık) yapıya anıtsallık katmakta. Yapı, tıpkı ilk, orta ve yüksek öğrenimini Amerika'da yapıp belli bir süre iş deneyiminin ardından kırık bir Türkçe ile Türkiye'ye gelip uluslararası bir şirketin Türkiye ofisinde çalışan Türk asıllı Amerikalı bir yöneticinin durumu gibi. Konu yöneticide Türk olan sadece kırık da olsa kullandığı dil ve adı; Tekfen Tower'in nefes aldığı yere özgü olan özelliği ise, işgal ettiği yer ve kentin siluetindeki rolü ile adının bir kısmı. Yapı, bulunduğu coğrafya ile üzerindeki şapkanın güneş kırıcıları ile sağladığı dolaylı göndermeleri saymazsak hiçbir ilişki kurmamaktadır. Fakat bulunduğu çevre ile kurmaktadır. Büyükdere Caddesi, 1980’lerde yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Voyvoda (Bankalar) Caddesi’dir. 100 yıl önce Voyvoda Caddesi’nde yükselen yapıların dinamikleri ne ise bugün Büyükdere Caddesi’nde ve Maslak’ta yükselenlerin de aynı dinamikler olduğu iddia edilebilir.

20. Yüzyılın ikinci yarısıyla dünya iktidarının Avrupa’dan Amerika’ya kaymasıyla iktidar odağı A.B.D olmuştur. A.B.D ve değerleri, yalnızca politik, ekonomik ve kültürel değil mimari anlamda da referansa dönüşmüştür. A.B.D’nin ürettiği değerleri almak, bir anlamda çağı yakalamak ve onunla eşzamanlı yaşayabilmek olarak da görülmektedir.  Bu da ithal ikame olgusuyla yüzleşmemize neden olmakta. Moda bir kavram olan “sürdürülebilirlik”, ithal ikame ile hiç kuşkusuz sağlanamaz.

4.3. Yapı Görselleri
5. Turkcell AR-GE Binası[10]
5.1. Yapının Künyesi[11]
Tasarım Ekibi
Yardımcı Mimar(lar)
Okan Bayık
Romain Cadoux
Işık Sungu
Barış Yüksel
Türkan Yılmaz
Mimarlık Ofis(ler)i
Proje Tarihi
2007 - 2008
Yapım Tarihi
2007 - 2008
Arsa Alanı
86.000 m2
Kapalı Alan
8.100 m2
Proje Tipi
Yapım Türü

5.2. Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “yeni mabetler: AR-GE”, “yeni tanrı: bilgi, iş ev”,[12] “hayatı izleme”, “akvaryum”, “şeffaflık”  kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.

Yapının girişi, pagan dönemdeki tapınaklara atıfmışçasına bir tür tapınak soyutlaması gibidir. İnsanı içine alıp kaybederek kendini dışarıya (hayata) kapatmış bir görüntü vermektedir. Günümüzde yeni mabetler AR-GE’lerdir ve tanrılar da buralarda üretilen “bilgi”ler. AE-GE’ler, devletlerin sermaye, aydınlar ve halk ile kurduğu en güçlü koalisyonlardan biridir ve dokunulmazlığı vardır. Doğu cephesi, yapının girişi olan batı cephesiyle ne gönderme ne üslup ne strüktürel ne de malzeme anlamında bir ortaklığa sahiptir. Doğu cephe, aydınlık, ışıktan maksimum faydayı alan şeffaf bir tasarım temele alınarak hayata geçirilmiş. Camın ve çeliğin yeni teknolojilerin yardımıyla sağladıkları uyum, kullanım alanlarını genişlettiği gibi şeffaflık da yaratmıştır. Mimarlık açısından her zaman sorun olan cephe strüktürü ve kaplaması, bu “muhteşem ikili” ile sorunsuzca çözülmektedir. Şeffaflık, ki bu bir ofis ise, dışarı ile içeriyi hemhal kılmakta. İçeriden dışarısı ve/veya tersi bir tür akvaryum gibi görünmekte. Yapının cepheden hafifçe eksiltilip geri çekilmesi, onu daha güçlü kılmış, sınırlarını daha belirginleştirmiş, cephe yüzeyinin sertliğini ve monotonluğunu kırmak adına yatay çıkıntılara fon kazandırmıştır. Yapının, yine doğu cephede, yer ile teması şeffaflığına bir tür göndermedir; üst katlardan izlenen hayat, zemin katın sınırında başlayan ve açılan pencereyle dokunulabilir kılınan toprak, yine bir izleme nesnesidir. Bir tür bağ kurma denemesidir ama akvaryum metaforunu yaratmaktan kurtulamaz. Ofis içinde çalışanların her türlü “konfor”u gözetilmiştir. Çünkü ofiste 24 saat çalışma vardır. Burada verimlilik esastır. Verim, yaratılan faydaya indirgenir. İnsan, bir tür makine olarak görülür ve moda olan insan tanımı temele alınarak fitness, bilardo, tırmanma duvarı vb. birkaç espri ile insanın hayatta ihtiyaç duyabileceği kalemler de belirlenmiş olur. Beyaz yakalıların işten eve iş getirmeye başlamaları 1960’larda başlar ve giderek mesai saatleri artar; şimdi, buna radikal bir “çözüm” bulunur. Evin ofise dönüşmesinin ardından ofislerin özel mekânları da içeren yapılara dönüştürülmesi, iş ve iş mekânlarına önerilen bir alternatiftir. Temel kaygı verim olduğu sürece ve bunun da mesai saatiyle doğru orantılı olduğu fikri yaşadıkça insanın işi ile özel yaşamını sürdürdüğü evi birleşecek ve mahremiyet bir kez daha silinecektir. Mimari anlamda, strüktürel, malzeme ve tasarım anlamında yeni arayışların hâkim olduğu bu yapı, üslup anlamında bir farklık yaratsa da bulunduğunu coğrafya ile bağ kurmamıştır.

5.3. Yapı Görselleri
    
6. Uphill Court Ataşehir
6.1. Yapının Künyesi[13]
Proje Yeri:
Batı Ataşehir / İstanbul
Yerleşim Alanı:
Toplam Arsa Alanı: 100.000 m2
Toplam İnşaat Alanı: 410.000 m2
Yeşil Alanı: 75.000 m2
Yaşam Alanı:
Blok Sayısı: 18 blok 2 rezidans
Daire Sayısı: 1742
Ticari Alan: 13000 m2
Detay Bilgi:
Proje Bitiş Tarihi: 2008

6.2. Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “güvenlik”, “dışa kapalılık”, “lüks”, “yeni kentsel birim olarak site”, “tanımlı mekânsallık”, “yasal soygun” kavramları açısından yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.

"Dış", içinde yaşanılan kenttir. "Konut", kente kapalıdır. Site, konutlar ve içindeki özneler, faşizmin ve totaliter iktidarların tahammül edemediği heterojenliğe kapalıdır ve bunu dışlarlar. Güvenlik, bizbizeliğin sembolik garantisidir tıpkı AVM'lerdeki gibi. Verili tarihsel süreçlerde semboller hep olagelmiştir. "Dış", "kapalılık", "konut", "yerleşme" ve "kent" kavramlarına tarihsel ve sosyo-politikekonomik bir perspektifle ayrı ayrı bakıldığında bütün bu kavramların birleştiği noktanın -Antik dönemdeki içeriği anımsandığında-, ironik biçimde "site" olması, site problematiği üzerine düşünenlerinin kavramsallaştırmalarında ve Türkçe’de bu olgunun nasıl yer aldığını seçik biçimde göstermektedir.

Bir mimarinin kategorisi, kabaca da olsa tanımlar kimliğini ama ismi, yani yapıya o kategori içinde verilen isim, onun kimliğinin bir parçasıdır ve tıpkı insanlardaki gibi bir iddia taşır. Sosyolojiktir bir bakıma. Daha doğmadan babasının ismini alması gibi bebeğin; henüz yükselmeden maket bile değilken isimler verilir: rezidens, plaza… Uphill Court. Yükseklik ve lüksün kavramsal anlamda işlendiği ve kentin Anadolu yakasında prestijli yeni konut bölgesinde yükselen bu dışa kapalı konut yerleşimi, kategorisinin ismiyle ve cismiyle tipik bir örneği olsa gerektir. İnsani ölçüden uzak olan bu site, lüks, güvenlik ve pahalılık yani zor erişilirlik kavramları üzerine kurulmuştur. Dikkat çekici olan fiyat bazlı metrajlar ve birbirini tekrar eden planların varlığıdır.

Güvenlik, bütün sitelerde vurgulanan bir kavram iken bu yapıda daha fazla işlenmiştir. Ürünün pazarlanmasında lüks, prestij ve yatırım kavramları yanında yer alır güvenlik. Buradaki güvenlik, cezaevleri standartlarının dahi üzerindedir. Bu abartılı güvenlik, strüktürü statik anlamda değil ama mimari anlamda zayıf olan yapının ambalajıdır ve saklanacak çok şey olması nedeniyle fazlaca kullanılır.

Mimari çözümleme anlamında bir yenilik getirmiş midir? Ne strüktürel, ne malzeme kullanımı ne de çevreyle olan ilişkinin kurulması ve yönetilmesi anlamında bir yenilik getirdiği iddia edilebilir. Hoş, böyle bir amaç güdülmüş müdür bilemiyoruz. Yapı, 25-30 yıl sona yıkılmak amacıyla da üretilmiş olabilir. Sosyal konutlar gibi sevimsiz ve belli türden bir ihtiyacı belli süreliğine gidermeyi amaçlayan, iddiası olmayan yapılardandır ama burada iddiası var gibi makyajlanıp sunulmakta. Bunda en büyük etmen iktidar ve kültür endüstrisidir. Egemen iktidar tarafından üretilmesi onu başlı başına bir değer kılar. İktidar(lar), bilgiyi üretip onu maniple edebildiğinden bir bakıma yasal “soygun”dur neredeyse bir milyon doları bulan satış fiyatları ile.

Bugünün siteleri ya da dışa kapalı konut yerleşmeleri mazideki kentleşme biçiminin işlevsel anlamda mahalleleri olarak değerlendirebilir. Fakat mahalle, zamanla oluşan kentsel bir birimdir ve zamandan süzülüp damıtılmış rafine bir çözüm olarak karşımıza çıkar. Burada kastedilen mazideki kentsel birim olan mahallenin fiziksel işlevidir. Bu tipte bir “mahalle” örgütlenmesi ve sitelerin ya da mahallelerin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri günümüz kentleşmesi yalnızca mimari anlamda değil, ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda da sorunludur.

Kentlerin temel birimlerine dönüşen siteler, türevleri olan yeni mekanlar yaratarak kentsel ontolojiyi yeniden üretmekte; bu da bir tür ontolojik kayma doğurmakta. Peki, ontolojisi kayan kentleri ve kentlileri gelecekte neler beklemekte? Kent, kentsellik, kentleşme, kentlilik, kültür… kavramlarına yönelik şu soru şiddetle sorulmayı beklemekte: Kent ve kentsellik, İktidarın (Foucault) bir tür ideolojik aygıta (Althusser) dönüştürüp manipüle edebildiği “şeyleşmiş” (Adorno) bir varlık alanı mıdır? Kent, siteler, sitelerde yaşayanlar ve kent kültürünü ‘tüketip’ kent kültürünü ‘üreten’ler Adorno’nun “kültür endüstrisi” diye kavramsallaştırdığı olgunun öznelerine dönüşmüş yine Adorno’nun deyimiye insan, site ve kent şeyleşmiştir. Mimarlık da plazalar, siteler, gökdelenler ile popüler kültürün içinde her geçen gün daha fazla erimekte ve şeyleşmekte. Özne, bu anlamıyla üretilen, sınırlandırılan bir varlıktır ve Mimarlık, üretilen İktidarın (ama büyük harfle İktidarın) temel araçlarından biridir. 

6.3. Yapı Görselleri
     








7. Diyanet İşleri Başkanlığı Camii
7.1. Yapının Künyesi
Mimarı: Salim Alp, Alp Mimarlık Ltd.
Proje Yeri: Eskişehir Yolu üzeri / Ankara
İnşaat Alanı: 23.000 m2
Kapasite: Kapalı alan 6.000, toplam 20.000
Üslubu: Neo-Klasik
Proje Başlangıç Tarihi: 2008
Öngörülen Bitiş Tarihi: 2013

7.2. Yapının Felsefeleştirisi
Caminin mimari felsefeleştirisi, yapıda cisimleşen “simgesellik”, “anıtsallık”, “lüks”, “iktidarın nesnelleşmesi”, “suni mekânsallık”, “dünyevi gücün görünür kılınması”, “geleneksizciliğin gelenek olarak kurumlaşması”, “kiç”, “zıtlık”  kavramları temele alınarak yapılacaktır.

Mimar, kendi fecebook sayfasında misyonunu, “Türk-İslam mimarisine yeni boyutlar kazandırmak ve geçmişle gelecek arasında bağ kuracak mimari eserler oluşturmak.”[14] olarak ifade etmekte. Resmi internet sitesi bulunmayan mimarın http://alpmim.blogspot.com/ adlı adresteki blogunda Diyanet Camii’nin birkaç görseli dışında herhangi bir bilgi, yazı, açıklama vb. bulunmamaktadır.

Projesinden inşasına yapı sürecine bakarak egemen olan zihniyet dünyasını da okuyabiliriz. Caminin, yeni Ankara da denebilecek Eskişehir Yolu girişinde olması, simge üzerinden kentin el değiştirdiğine bir tür gönderme olarak okunabilir.

Ayasoyfa’nın çeşitli dönemlerde eklenen minareleri ile ana kütlesi arasındaki zıtlıklar, ana yapıyla bütünleşememe, tek proje içinde düşünülmesine karşın Diyanet Camii için de geçerlidir.

Cumhuriyet ile birlikte Selçuklu’dan gelip Osmanlı ile kurumlaşan kent ve cami ilişkisi üzerinden yaratılan habitat kırılmış; geleneğin reddi, toplum mühendislerinin varlık nedeni olmuş; toplum, bütün ideleriyle, kurumlarıyla yeniden üretilmeye çalışılmış ve ortaya Osmanlı’nın klasik dönemindeki Sinan camilerinin Diyanet eliyle betonarme olarak seri üretimi çıkmıştır. Burada yaşanan, geleneksizliğin gelenek haline gelmesi; gelenek diye köklerle birkaç sembol üzerinden kurulan yüzeysel ilişki söz konusudur. Oysa ortada pop İslam’ın derinlikten uzak kavranışı ve bu zihniyetin mimaride nesnelleşmesi durmakta.

Bu denli büyük bir camii, gerek simgesellik gerekse işlevsellik anlamında kent merkezinde ya da nüfusun yoğun olduğu yerlere inşa edilir; oysa Eskişehir Yolu üzerinde birkaç AVM ve bakanlık binaları bulunmakta. Cemaati olmayan camiiyi inşa eden bir Müslümanlık ancak pop bir kavrayışla olanaklıdır. Caminin kentin dışında olmasının nedeni, ideolojinin agresifliği, had bilmezliği şeklinde okunabilir. Biçimin özü yuttuğu; işlevin hiçleştiği, simgenin fetişe dönüştüğü bir yapıdır Diyanet Camii. Son söz, konuşan ama dili olmayan bir mimarlıktır bu!

7.3. Yapı Görselleri
 







Sonuç
Mimari felsefeleştirileri yapılan farklı kategorilerdeki yapıların geistik tabakalarında tespit edilen kavramlara topluca baktığımızda oluşan kavram havuzunda: “bir aradalık”, “verim”, “denetim”, “gözetle(n)me”, “araziden maksimum ‘fayda’”, “işlevsellik”, “kolaj mimarlık”, “kimlik”, “yerel ve internasyonel göndermeler”, “farklı işlevlerin bir aradalığı”, “hiyerarşik çözüm”, “yapaylık”, “simgesellik üzerinden kalıcılık sağlama”, “kültürel yalıtılmışlık”, “erişilebilirlik”, “bir mutluluk biçimi ve/veya tek mutluluk biçimi olarak tüketim”, “anti-yerellik”, “anıtsallık”, “zenginlik”, “ayrıcalıklılık”, “soyluluk”, “konuşan mimarlık”, “yeni mabetler: AR-GE”, “yeni tanrı: bilgi, iş ev”, “hayatı izleme”, “akvaryum”, “şeffaflık”, “güvenlik”, “dışa kapalılık”, “lüks”, “yeni kentsel birim olarak site”, “tanımlı mekânsallık”, “yasal soygun”, “simgesellik”, “anıtsallık”, “lüks”, “iktidarın nesnelleşmesi”, “suni mekansallık”, “dünyevi gücün görünür kılınması”, “geleneksizciliğin gelenek olarak kurumlaşması”, “kiç”, “zıtlık” kavramları yer almakta.

Mimari yapılara bakıldığında konumlandırıldıkları yerden tümüyle kopuk ve o yeri umursamaz oldukları görülebilir; ki bunu özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünyanın bütün coğrafyalarında görmek olanaklıdır. Burada sizlerin de yakından tanıdığı birkaç yapı ile bu yargımı temellendirmeye çalışacağım:

a. Pompidou Center, Richard Rogers ve Renzo Piano tarafından inşa edilir. 90 bin metrekare üzerine inşa edilir ve önünde geniş bir alan yaratılır. Modernizmden bir kopuş olarak da yorumlanan kültür merkezi, Eyfel Kulesi'ni gölgede bırakacak denli popüler olur. Açıldığı 1977’den bu yana 150 milyonun üzerinde ziyaretçi ağırlar.[15]

b. Guggenheim Müzesi Bilbao, İspanya'nın Bask bölgesinde, Bilbao şehrinde bulunan, modern sanat müzesidir. 11.000m² alana yayılan müze, ABD'li bir vakıf olan Solomon R. Guggenheim Vakfı'nın beş müzesinden biridir. Düzensiz eğrisel biçimlerin hâkim olduğu yapı, Bilbao şehir merkezinde, Nervion Nehri'nin kenarında bulunur. Pritzker Mimarlık Ödülü sahibi bir mimar olan Frank Gehry tarafından tasarlanan ve 1997 yılında tamamlanan bu bina yapısöküm tarzı stili ile ünlüdür.[16]
Tezi doğrulayıp temellendirecek örnekler çeşitli coğrafyalardan ve kültürlerden fazlasıyla bulunabilir. Benzer anlayış, bu iki örnek dışında başka bir kaygıyla da olsa 2010 Ocak ayında açılışı yapılan Dubai’deki Dubai Towers gökdeleninde de görülebilir. Her şey kendi bireyselliğinde düşünülmektedir. Oysa hayat, Venturi’nin dediği gibi “sıradanlık üzerinde yükselir.” Bireysel kimliği başat mimarlığın sıradan olmadığı açıktır. Sıradanlık ile hayatla kurulan bağ arasında doğru bir orantı olsa gerektir. Kapitalizmin kompartımanlara ayırıp birer tehlike olmaktan uzak tuttuğu bireysel dünya görüşünün geldiği son nokta binaları da yalnızlaştırmakta. Bu denli kendine ve çevresine yabancı binaların eğreti duruşlarından kent yükseltilebilir ama yükselmez; yükseltilen de bina yığını olur ama kent olmaz. Kaldı ki bina yığınının reklamcıların söylediklerinin aksine insanca olduğu hiç kuşkusuz tartışılır. Bu olgu, Anordo ile Horkheimer’in birlikte kaleme aldıkları Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitapta “Büyücünün tören sırasında ilk iş olarak kutsal güçlerin bulunması gereken yeri çevreden yalıtlayışı gibi, her sanat yapıtı da kendi çevresini gerçek-olandan ayırmaktadır. Sanatı büyüsel sempatiden ayıracak şekilde doğayı etkilemekten vazgeçmiş büyüsel mirasa daha sıkı sarılmaktadır.”[17] şeklinde dile getirilir. Her birey kutsaldır artık, onun bireysel dokunulmazlığı vardır. Binaların da. Hukukça korunmuş haklardır bunlar. Yaşam, özgürlük içinde dizayn edilir ve yükselir.  “Yeni-olan” ile “değişmez-olan” arasındaki diyalektiğin ele alınmasıyla şimdi ve buradası, fenomenolojik yöntemle parantez içine alınan eserin, burada mimari yapının, özü ifşa edilebilir. Hartmann’ın deyimi ile “Geistik tabaka”ya odaklanılabilir. Bu, aynı zamanda mimarideki felsefeye ulaşmaktır da.

Bu bağlamda N.Hartmann'ın Yeni Ontolojisi temele alınarak günümüz mimarisinin plazalara, apartman bloklarına, seri üretim müstakil konutlara bakıldığında, sert bir ifadeyle söylenirse, geistik tabakası olmayan gözleri oyulmuş insanlar gibi ifadeden yoksun yapılar, bir başka deyişle 'çatı'sız mekânlar ortaya çıkarmaktadır. Mimaride 20. y.y mimarisinin klasik söylemlerinden biri olan “biçim işlevi izler” bakışı bu açıdan ele alındığında bu yargı tartışma götürür gözükmektedir; çünkü biçim, işlevin de ötesinde bir varlıksal anlam taşır hale gelmiştir. İnsan, geistik anlamda biçimi üretir; biçim, onu var eden özne ile nesnelleşir. Kentsel kimlik, biçimlerin bir araya gelmesiyle de teşekkül eder. Kentsel alanlar, üretilmiş, kurulmuş yeniden üretilmiş alanlar olarak varlıklarını sürdürürler. Kent, sürekli yaşayan mekânlar toplamıdır. Ne mimari yapı birkaç mekânın bir araya gelmesiyle oluşur ne de kentler mekânların organizasyonuyla. Nasıl mimarlık ürününün geistik tabakası varsa kentlerin de vardır; bu, kentsel dokudur; bu, İstanbul’u Mardin’den ayıran ya da Kars’ı Muğla’dan ayıran özelliklerin toplamıdır.[18]

Mimari eser, aynı zamanda estetik bir objedir. Mimarinin işlevden öte bir anlamı olması, onu başlı başına bir "değer" kılar; bir mimari yapının üretim ve yaşam süreci, insanın "ethos"unu biçimlendirmesi nedeniyle etik bir olgudur da; bu, ona ideolojik bir kimlik kazandırır. Mimari dil, “zeitgeist”tan bağımsız olamadığı gibi güncel dilin, zihniyet dünyasının da parçası olmaktan kendini kurtaramaz. Zihniyet dünyası, kaçınılmaz biçimde mimaride de nesnelleşir. Avrupa-merkezli bakıldığında bir dönem Papalığın emrinde olan mimarlığın, günümüzde, küresel sermayenin ideolojik aracına dönüştüğünü söylemek hiç de olgudan kopuk olmasa gerektir. İster dikey ister yatay olsun büyüklük, farklılık, lüks vb. kavramlar temele alınarak üretilen yapıların bir tür “orgazm bozukluğu”, kimliksel bir orgazm bozukluğu olduğu iddia edilebilir. Anti-depresan ve haz kültürü, sizce de bu bozukluktan beslenmiyor mu?


Öneri
Kent, öncelikle, o kentte yaşayanlarınsa, kent yönetiminin demoktarikleşmesi, özellikle silüeti ve kentin ekonomik ve sosyal dokusunu değiştirecek projelerin hayata geçirilme süreçleri demokratikleştirilmeli. Yeni yerleşimlere açılacak alanlar, soylulaştırılarak dönüştürülmek istenilen yerleşimler, deprem, sel, vb. doğal afetler ve kent sosyolojisi, ekonomisi, trafiği, kent örgütlenmesi ve kentsel gelenek(ler) bakımından konunun taraflarının da katılımıyla demokratik süreç işletilerek ortak akılla belirlenmeli. Çalışmamın örtük amaçlarından biri de kentlinin, kentsellikle ilgili süreçlere katılımın sağlanması ve bunun hukukunun oluşturulması için politik bir duyarlılığın başlamasına katkıda bulunmak.


[2] CANSEVER, T. (1997). Kubbeyi Yere Koymamak. İstanbul: İz Yayıncılık, s.88
[3] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 134–141
[4] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 150–155
[6] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 163–167
[8] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 176–180
[10] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 181–186
[12] İş ve ev kavramlarından türetilen ve her geçen gün işte artan mesaiyi meşrulaştırmak adına ev, otel ya da sosyal tesislerde alınabilecek ya da bulunabilecek kimi hizmetlerin sunulduğu işyerleri
[17] ADORNO, T.W. – HORKHEİMER, M. (1995). Aydınlanmanın Diyalektiği. (Çev. Oğuz Özügül). İstanbul: Kabalcı, s. 36
[18] BAYRAK, M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 191–193


[i] V. Metin Bayrak, Felsefeci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder