Mimariye Felsefeyle Bakmak
İdeolojinin Nesnelleşmiş Agresif Bir Objesi
Olarak
Mimarlık*
V. Metin Bayrak[i]
“Ben,
simgeler ile hareket etmem, fakat ortaya koyduğum yapıt değerli ise zamanla
simgeleşir.”[1]
L. Kahn
"Gerçek
çevre kültürünün, yani inşa edilmiş çevre ve mimarlık kültürünün olmadığı bir
yerde sağlam temellere oturtulmuş başka hiçbir kültür gelişemez. İnsan resim
yaptığında, çevre ile ilişkisini yansıtır, heykel yaptığında, bu hem çevresi
ile ilişkisini yansıtır, hem de çevrenin içinde yer alacak bir olayı vücuda
getirmiş olur. Roman ve hikâye yazılınca, çevrenizdeki dünyayı, insan
ilişkilerini yazarsınız. Bugün kültür dediğimiz şey kaçınılmaz biçimde mekân
içerisinde cereyan eder. Mekândan arındırılmış hiçbir gelişme olmaz. Mekâna ait
meselelerin idraki ve bilinci olmadığı zaman, diğerleri tamamen boşta, kopuk,
tutarsız teşebbüsler olarak kalır. Anlam bütünlüğünü kapsamazlar ve ortak
zemine sahip olamazlar. Mimarinin 20. yüzyıldaki sefaletinin ana sebeplerinden
biri bu."[2]T.
Cansever
Amaç
Konuşmamın amacı, her geçen gün küreselleşen dünyaya
daha fazla entegre olmak için özellikle çaba gösteren Türkiye üzerinden günümüz
mimarlık ortamının dayandığı felsefi temelleri analiz ederek genelinde
Mimarlığı özelinde Türk Mimarlığını ve mimarlık üzerinden ekonomik-sosyopolitik
yapıyı tanımak isteyenlere yeni bakış açıları kazandırmak.
Giriş
Mimarlık objesinin yerleştiği mekân ile birlikte
yarattığı ideolojik tavır işleve indirgenemez; işlevi aşan boyutlara sahip olup
habitatı ile birleşerek anlam kazanır. Mimari obje, fonunda yer alan mekân ve
yaşamla etkileşerek kimliğine kavuşur ve insan bilincine nüfuz ederek
kalıcılaşır. İktidar, egemen ideolojinin iktidarı olmak bakımından mekânı
yeniden yaratıp anlamlandıran temel aygıttır. İktidar, kuvveden fiile geçmiş ideoloji
olarak kentsel yaşam mekânlarını ve de facto yaşamı, yaşamın öznelerini
yeniden üretip şekillendirme sürecinde pek çok araç kullanır; mimari, bunlardan
kalıcılık, silüetteki görece değiştirilemez bir araç olması bakımından farklı
bir varoluş arz eder. Yaşamın habitatı, ideolojinin kendini yaşatarak yeniden
ürettiği temel fondur. Yaşam, fon ile objeler arasındaki diyalektik ilişki ile
varlık kazanır. Mimari obje ile yeniden üretilen mekân, ideolojinin habitatı;
ideolojinin iktidar aracılığıyla kendini estetik bir objede nesnelleştirip
meşrulaştırdığı ana yapıdır. Mekân, iktidarın ideolojisini çeşitli araçlarla
realize edip nesnelleştirdiği kültürün habitatı olmak bakımından görünür bir
kimliğe sahiptir. Bu görünürlük 1980’lerden günümüze yaklaştıkça teşhir
boyutuna erişmiş, bugünse teşhiri de aşan bir boyuta ulaşmıştır.
İnsanlar ve toplumlar, yaşama biçimlerini ve hayatı
kavrayış şekillerini çeşitli araçlarla nesnelleştirirler; bu nedenle her tavrın
ideolojik olduğu iddia edilebilir. İdeolojik olan tavır, "iktidar" ve
"kimlik" kavramlarıyla harmanlanır; mimari yapıda buna işlev ve
sağlamlık, kalıcılık yanında estetik de katılır; üç boyutlu hale gelip kalıcı
bir varlığa dönüşen mimari yapıların dayandığı bir zihniyet dünyasının varlığı
vakıadır. Bu konuşmada, günümüz Türk mimarlığında kimi yapıları temele alarak
ideolojik birer nesne olan yapılarda nesnelleşen "iktidar",
"kimlik", "estetik", “işlevsellik” vb. kavramlarına
felsefeyle bakmakılmakta. Bir başka deyişle zihniyet dünyasının üç boyut
kazanarak somutlaştığı mimariye felsefeyle bakmak.
Hiç bir konu, olgu, kurum yok ki eşelendiğinde
altından felsefe çıkmasın. Felsefesiz bir analizin, yüzeyde kalmaya mahkûm
olduğu söylenir. Felsefi derinliğe sahip bir anlamaya dayanan analiz, benzeri
çabalardan derinlik bağlamında ayrılır. Felsefe, mimarlığın strüktürüdür; çünkü
her insan çabasının dayanağı olan bir kavrayışın varlığı vakıadır. Strüktürü
aldığınızda ortada bina değil yığın kalır; ortada, artık bir araya getirilmiş
ama “çimentosu” olmayan malzeme yığınından söz edilebilir. Günümüz Türk
Mimarlığının –hala varsa böyle bir mimarlık; “Türk Mimarlığı” sorunlu bir
ifade; hoş, bu sorunluluk, yalnızca Türk Mimarlığını nitelerken değil artık
nerede olursa olsun hangi ülke için kullanılırsa kullanılsın sorunludur-
felsefi temelleri gösterilebilirse, bunun üzerinden ontolojik anlamda içinde
yaşadığımız “dünya”nın dayanağı olan kavramları da görmek imkânımızın olacağı
kanaatindeyim.
Bilginin mobilizasyonu da denebilecek küreselleşmede ister
bireysel ister kurumsal olsun bütün aktörlerin sürekli hareket halinde olduğu
bir dönem yaşanmakta. Bilgi, bu süreçte yalnızca içeriğiyle değil biçimiyle de
hareket ederek üretildiği yerden eşzamanlı olarak alınıp birden çok başka yere
de gitmekte. Diyalektik, bu süreci zenginleştirerek hızlandırmakta. Bir mimari
yapının, ne mimarından ne malzemesinden ne üslubundan ne... nerede olduğu
anlaşılmakta.
Topoğrafya, silüet, iklim, sosyoloji, tarihsel kökler,
yerel göndermeler... yapı üretiminde genellikle parantez dışında tutulmakta.
Bu, temelinde faşizan bir totaliter anlayışın yattığı bir tür aynılaş(tır)ma
olgusudur ve boyutları, köklü bir eylem perspektifi ile tartışılmalıdır.
Son yıllarda İran Sineması, özellikle internasyonel
entelektüel camiada ilgi çekici bulunmakta; çünkü dili farklı: işlediği konular
ve özellikle konunun ardında yer alan fon. Oysa başka pek çok sinemada konular
da fon da birbirinin kopyası, birbirinin devamı ya da fragmanı niteliğinde.
Daha geçen yüzyılın ortasında Adorno, “kültür endüstrisi” kavramıyla her
‘sanat’ ürününün, bir diğerinin kopyası, tekrarı, devamı olduğunu dile
getirmişti. Adorno’ya göre özne, şeyleşmiştir. Bugünün mimari yapıları da artık
şeyleşmiştir. Özgünlükleri tartışılır. Pirim yapan farklı olandır; içi boş bir
farklılık arayışı. Ruhsal, manevi, hayat görüşü vb. açılarından birbirinin aynı
olmak yolunda ilerleyen insan bilinci, manevi aynılaşmaya çocukça naif bir
tepki gibi görünen “Benimki farklı olsun!” demekte; oysa insan, daraltıp
sıkıştırılan bilinci ile yeni özgürlük alanları yaratmak arzusu içindedir.
Gittikçe norma dönüşen bir farklılık talebi söz konusu ama ne’de farklı? Biçim,
boyut, düşeylik, yataylık, malzeme... bunların önemi yok; yeter ki farklı
olsun. Farklılık, belli bir normun varlığına dayanır; norm olmaksızın bir şeyin
farklılığından söz edilemez; şu halde hiç bir mimari ürün farklı değildir;
olamaz da! Çünkü şaşırtmamakta. Günümüz insanı, insanca bir duygu olan
şaşırmayı unutmuş; onun ontolojisinde artık yeri yoktur; o nedenle de günümüz
insanına yönelik epistemolojik yaklaşımlarda ne denli derinlemesine
arkeolojiler yapılırsa yapılsın bulunamamakta. Modernite ve postmodernite,
modernizm ve postmodernizmi aşan olgulardır. Çağımızı, içinde nefes aldığımız
ve 24 saatimizi, bir başka deyişle tüm yaşamımızı kuşatan mimarlık olgusunu
çıplak gözle göremediğimiz ve yeterince hesaba katamadığımız değişkenler(in)
ışığında da anlamaya, sezgisel de olsa kavramaya ihtiyacımız olduğu
kanaatindeyim.
Yöntem
Mimari yapı, içinde yer aldığı kültürden koparılarak
değil; bulunduğu fiziki, sosyo-kültürel ve felsefi habitat ile planları,
silueti, ihtiyaca getirdiği önerileri, yarattığı mekânsallıklar, üslup, dayanak
gösterdiği ve/veya gösteremediği referansları; Hartmann’ın Geistik tabaka ile
kavramsallaştırdığı ontolojisi ile ele alınacaktır. Mimari yapının Geistik
tabakasında saptanan kavramlar üzerinden yapıların felsefeleştirileri yapılacaktır.
Mimarinin bir tür felsefi eleştirisi olarak kavramlaştırdığım mimari felsefeleştiri,
interdisipliner bir temele dayanmakta ve kabullerinden biri mimarinin,
kendinden menkul olmadığını, onun geniş anlamda habitatın değişmez ideolojik aktörlerinden
biri olduğudur.
Kapsam
Felsefi okumaları yapılacak yapılar, 2000’lerde inşa
edilen çeşitli türdeki yapılardan seçilerek belirli sayıda örnekten oluşmakta;
tezimde Türkiye evreni yansıttığını düşündüğüm bir örneklem belirlemiş ve 9
yapının felsefeleştirilerini yapmaya çalışmıştım. Burada, ağırlıklı olarak
tezimde ele aldığım yapıları sizlerle paylaşacağım; Bunlar: İpekyol Tekstil, Mercedes Yedek Parça ve
Pazarlama, Forum Bornova AVM, Tekfen Tower, Turkcell Ar-Ge Binası ve Uphill
Court; bir de mademki Ankara’dayız, çeşitli tartışmalara neden olması
bakımından pop İslam’ın nesnelleşmesinin güzel bir örneği olarak düşündüğüm Ankara’daki
henüz inşa halinde olan Diyanet Camii’ni.
Yapılar
1.1.
Yapının Künyesi
Tasarım Ekibi
|
Bünyamin Derman
Emre Arolat Eda Yazkurt |
Yardımcı Mimar(lar)
|
Ertuğrul Morçöl
Gülseren Gerede Tecim |
Mimarlık Ofis(ler)i
|
|
İşveren
|
|
Proje Tarihi
|
2004 – 2005
|
Yapım Tarihi
|
2005 – 2006
|
Arsa Alanı
|
|
Proje Tipi
|
|
Yapım Türü
|
|
Müteahhit
|
1.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Bu yapıda göze çarpan “bir aradalık”, “verim”,
“denetim”, “gözetle(n)me”, “araziden maksimum ‘fayda’”, “işlevsellik”, “kolaj
mimarlık” kavramları açısından yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.
Şeffaflık prensibinden hareket edilen fabrika binası,
ilk bakışta bir fabrika için lüks denebilecek başarılı çözümler üretmiş.
Üretilen mekânın tekil bir yapıda oluşunun nedeni, mimarın yapı hakkında
verdiği bilgide belirttiği üzere teorik olarak aslında aynı amaç için bir
aradadırlar ama pratikte ayrışırlar. Yapıda, üretim ve yönetim birimlerinin
birbirinin içine geçirilerek mekânın yaratılması amaçlanmıştır. İşçilerin
çalışma alanının doğal ışıkla desteklenmesi ve bunun başarılı biçimde yapılması,
ilginç bir çelişkiyi beraberinde getirmekte. Kapitalist üretim alanlarında
istihdam edilen mavi yakalıları geçen beyaz yakalıların masa başı iş üretmesi
için inşa edilen mimari çözümler ile mesela Maslak’taki Sun Plaza ile üstelik
-4’teki ofislerle değil, katlardakilerle bile kıyaslandığında İpekyol Tekstil işçilerinin
koşulları fazlasıyla insanidir.
Yapının betonarme, çelik ve camın başarılı kombinasyonuyla
üretilmesi ve betonun neredeyse saklanması, Türkiye’nin, bu yapıyla, güncel
mimarlık dünyasının içinde olduğunu göstermekte; ama daha da önemlisi,
mimarlığın hala bir arayış içinde olduğunu ve strüktürünü henüz bulamadığını
göstermekte. Biraz ondan biraz bundan anlayışı, çok başarılı bulunan ya da
bulduğumuz yapılarda da sürmekte. Bu olgu, strüktürel anlamda kolaj mimarlık
olarak da kavramsallaştırılabilir.
Yapının, genel kanaat olarak bir anlamda kültür
endüstrisinin ürünü olduğu söylenebilir; mevcut dillerden birine hapsolmuş bir
mimari çözüm denemesidir. İlişkisel anlamda statükoyu tekrar etmekte: iktidar
ve bilgi ilişkisi burada da çok sıkı kurulmakta. Fabrika binası, cephesi,
üretim yeri ve yemek salonu ile gücün ya da iktidarın, sermayenin özel bir türü
olan reel sektörde de olduğuna gönderme yapmakta.
Mekân, işlevsel
kılınarak üretim sürecinin aktörü durumuna başarılı biçimde getirilmiş. İnsani
ölçek açısından çalışma, mola mekânları ve ihtiyaçlar, ferahlık gözetilerek
erişilebilir boyutta kurgulanmış. Teleojolik açıdan amacını gerçekleştirmekten
öte bir fabrika binasından beklenmeyen estetik iddialar taşımaktadır.
1.3. Yapı
Görselleri
Tasarım Ekibi
|
Turgut Alton
Oya Ökmen Hüseyin Turan Fatma Kahraman |
Yardımcı Mimar(lar)
|
Renan Coşgun
Deniz Duru |
Mimarlık Ofis(ler)i
|
|
İşveren
|
|
Proje Tarihi
|
1997 – 2000
|
Yapım Tarihi
|
1998 – 2001
|
Arsa Alanı
|
|
Kapalı Alan
|
|
Proje Tipi
|
Çok amaçlı, yönetim, depo
|
2.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “kimlik”, “yerel ve internasyonel
göndermeler”, “farklı işlevlerin bir aradalığı”, “hiyerarşik çözüm”
kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.
Göndermeleri yerel ve Kuzey Avrupa olan mimari
yapının ilk bakışta ilgi çekici olan yanı cephe kaplamasının tuğla olmasıdır.
Mimarının açıklamasında Mercedes’in kimliği ile yapı kimliği arasında tuğla ile
bağ kurma denemesi “kimlik” üzerine yeniden düşünmemize neden olmakta. Binanın
kimliği ile içindeki marka ya da firmanın kimliği arasında ilişki kurulabilir
mi ya da “böyle” bir ilişki yaratılabilir mi? Firmanın kimliği binaları
konuşturmakta. Mazide kutsal kitaplar ve krallar anlatılırken şimdi markalar
anlatılmakta. Yeni tanrılarımız markalar. Kurumsal kimliğin yüceltilip önünde
secde edilir derecede hukukça da korumaya alındığı günümüzde, Mimarlık da sermayenin
ideolojik araçlarından birine dönüşmekte ve konuşturulmakta.
Hiyerarşik bir yapı içinde, farklı kütlelerin,
işlevlerin birlikte düşünülmesi, her geçen gün karmaşıklaşan hayata da bir tür
göndermedir. Mimari anlamda bulunduğu coğrafya ile bağını iç mekândaki kimi simgesel
göndermelerle kurmayı denemiş ama bu da kiçten öte geçememiştir. Bina, daha çok
dışıyla kendini göstermekte; yapının bulunduğu bölge ile siluet, biçim ve yapı
malzemesi anlamında herhangi bir bağ kurduğu söylenemez.
Yapı, üretilen mekânlar,
barındırdığı farklı birimlerin birbiriyle ve dışarı ile ilişkileri göz önünde
bulundurularak hiyerarşik olarak kurulmuş. Anıtsallığa varan mütevazı
gösterişiyle insani ölçeği gözeten yapı, insanla olan ilişkisini dikkatle
kurmakta. Teleolojik açıdan amacını gerçekleştirdiği gibi yerel ve uluslararası
göndermelerle estetize edilmeye çalışılmıştır.
2.3. Yapı
Görselleri
Tasarım Ekibi
|
Çiğdem Duman
Ertun Hızıroğlu |
Yardımcı Mimar(lar)
|
İlkay Kılınç
Süreyya Önver İlhan Devrim Sevil Özbayburtlu |
Mimarlık Ofis(ler)i
|
|
İşveren
|
|
Proje Tarihi
|
2005 – 2006
|
Yapım Tarihi
|
2005 – 2006
|
Arsa Alanı
|
|
Kapalı Alan
|
|
Proje Tipi
|
|
Yapım Türü
|
3.2. Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “yapaylık”, “simgesellik üzerinden
kalıcılık sağlama”, “kültürel yalıtılmışlık”, “erişilebilirlik”, “bir mutluluk
biçimi ve/veya tek mutluluk biçimi olarak tüketim” kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi
yapılacaktır.
Bütün AMV’lerdeki Las Vegas esintisi, çok başarılı
bir örnek olmasına rağmen Forum-Bornova’yı da içine almakta. Akdeniz
kasabalarından esinlenilerek yapıldığı iddia edilen AVM, suni bir ‘kent’, irice
kent sokağı ya da cılız bir kasaba caddesidir. Yapı, bir yapılar topluluğu
şeklinde tasarlanmış ve işlevlerine göre farklı karakterdeki yapılar bir araya
getirilerek heterojen bir doku oluşturularak kasabanın görece homojen ama
Akdeniz’in heterojen yapısına bir tür gönderme yapılarak inşa edilmiş. Yapıda
yer alan kule, bir tür simgesellik, anıtsallık, belli bir şey ile de anılmak ihtiyacı…
ile ifade edilerek açıklanabilir. Yüzünü, benzerlerinden farklı olarak dışa
kapamayan bu caddecik ya da sokak, kentin görece dışındaki bir yapı olarak
kendi içinde, ayrıcalıklı insanlara açtığı olanaklarını, kente kapatmakta. Bu,
alışveriş olgusunu ve artık onun etrafında dönen sosyalleşmeyi belli bir sınıfa
özgüleştirmekte ve bu sosyal-kültürel yalıtılmışlığı derinleştirmektedir.
Benzeri, 2009’da İstanbul’da İstinye Park adı altında açılan, Türkiye’nin ve
dünyanın prestijli markalarının bir araya gelerek oluşturdukları bir tür ütopya
olan bu AVM’de nostaljilk bir Pazar var. Şu anda Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, hatta
Ulus’ta, Kızılay’da ve daha pek çok kentte, semtte benzerlerine sıklıkla
rastlanabilecek bu pazarlar, kapitalizm tarafından yabani ormanda hayvanat
bahçesi yapıp biletle ziyaretçi almakla eşdeğerdir. AVM’ler, günümüzün yalıtık
agoralarıdır ve bir tür ütopyadırlar. İçeriye aranılarak girilir ve bu
tüketiciye güvende olduğunu, artık tüketmesi için gerekli olanaklı zeminin
yaratıldığı mesajıdır. Forum – Bornova, kendi içinde her yaştan insan için
erişilebilir ve insani boyutlardadır. Belki de yapının en can alıcılığı onun
insaniliğidir. Forum-Bornova’da AVM’lerdeki anıtsallık, meydan okuma ve insanı
ezme, çaresiz bırakma ve çaresizliğinden arınmak için daha fazla tüketmesini
talep etmek şeklinde sert agresiflikten söz edilemez ama kategorisi AVM’dir.
Tüketmemiz için artık her şey hazırdır. Kapitalizm, tüketmenin olanaklı zeminini
yaratarak AVM’leri bir tür “tedavi”, “rehabilitasyon merkezi”ne dönüştürmüştür.
AVM’lere gelen insan, yaratılan faydadan pay alabilen, dünyaya, hayata
katılabilen insandır. Katılmanın koşuluysa bakmak değil almaktır. Artık
psikolojik ilaçların yerini yani yeşil reçetenin yerini kredi kartları
almıştır; lakin ikisinin ortak pek çok yanları vardır; en başta olanı ise doz
aşımı. Aldıkça daha çok almak, aldıkça daha çok almak ve sonuçta olan ise
göreli bir sürenin ardından doğan bağımlılık. Bir başka deyişle metafizik bir
varlık olan ruhun fizik bir varlıkla doyurulma ihtiyacının beyhudeliği.
3.3. Yapı
Görselleri
Tekfen Kulesi (Tefken
Tower)
Yer: Levent, İstanbul, Türkiye
Yer: Levent, İstanbul, Türkiye
Toplam İnşaat Alanı: 71.270 m2
Kullanım Alanı: 33,000m²
İnşa Tarihi: 24 Eylül 2001
Kullanım Alanı: 33,000m²
İnşa Tarihi: 24 Eylül 2001
İşveren: Tefken Holding
Mimar: 'Swanke Hayden Connell' Mimarları
Teknik Bilgiler
Yükseklik:118 metre
Kat Sayısı: 28
Mimar: 'Swanke Hayden Connell' Mimarları
Teknik Bilgiler
Yükseklik:
Kat Sayısı: 28
4.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Tekfen Tower Plaza’ya, yapıda cisimleşen
“anti-yerelllik”, “anıtsallık”, “zenginlik”, “ayrıcalıklılık”, “soyluluk”,
“konuşan mimarlık” kavramlarıyla bakılacaktır.
Tekfen Tower Plaza konuşur. Konuşan bir mimarlıktır
bu. Konuşur ama "sound"u hiç kuşkusuz farklıdır; bu binada dile gelen
şey, Atlantik ötesidir; sesini New York'tan duyurmakta; sesini duyurabilmesi
içinse sesinin şiddetini yükseltmekte. Maslak'taki plazalara nazaran nispeten
yalın, minimalist hali, sesinin şiddetini artırma işlevi üstlenmekte. Şıklığı,
tazeliği, zenginliği, soyluluğu temsil eden renk, malzeme, çatı vb. öğeleriyle
buraya ait olmakla ait olmamanın şizofrenisini yaşamakta. Yapının üzerine bir
şapka gibi giydirilen ve yerden kopyalanıp yapıştırılmış izlenimi veren güneş
kırıcıları ile estetize edilmiş yazlık yalı(cık) yapıya anıtsallık katmakta. Yapı,
tıpkı ilk, orta ve yüksek öğrenimini Amerika'da yapıp belli bir süre iş
deneyiminin ardından kırık bir Türkçe ile Türkiye'ye gelip uluslararası bir
şirketin Türkiye ofisinde çalışan Türk asıllı Amerikalı bir yöneticinin durumu
gibi. Konu yöneticide Türk olan sadece kırık da olsa kullandığı dil ve adı;
Tekfen Tower'in nefes aldığı yere özgü olan özelliği ise, işgal ettiği yer ve
kentin siluetindeki rolü ile adının bir kısmı. Yapı, bulunduğu coğrafya
ile üzerindeki şapkanın güneş kırıcıları ile sağladığı dolaylı göndermeleri
saymazsak hiçbir ilişki kurmamaktadır. Fakat bulunduğu çevre ile kurmaktadır.
Büyükdere Caddesi, 1980’lerde yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Voyvoda
(Bankalar) Caddesi’dir. 100 yıl önce Voyvoda Caddesi’nde yükselen yapıların dinamikleri
ne ise bugün Büyükdere Caddesi’nde ve Maslak’ta yükselenlerin de aynı
dinamikler olduğu iddia edilebilir.
20. Yüzyılın ikinci yarısıyla dünya iktidarının
Avrupa’dan Amerika’ya kaymasıyla iktidar odağı A.B.D olmuştur. A.B.D ve
değerleri, yalnızca politik, ekonomik ve kültürel değil mimari anlamda da
referansa dönüşmüştür. A.B.D’nin ürettiği değerleri almak, bir anlamda çağı
yakalamak ve onunla eşzamanlı yaşayabilmek olarak da görülmektedir. Bu da ithal ikame olgusuyla yüzleşmemize
neden olmakta. Moda bir kavram olan “sürdürülebilirlik”, ithal ikame ile hiç
kuşkusuz sağlanamaz.
4.3. Yapı
Görselleri
Tasarım Ekibi
|
|
Yardımcı Mimar(lar)
|
Okan Bayık
Romain Cadoux Işık Sungu Barış Yüksel Türkan Yılmaz |
Mimarlık Ofis(ler)i
|
|
Proje Tarihi
|
2007 - 2008
|
Yapım Tarihi
|
2007 - 2008
|
Arsa Alanı
|
|
Kapalı Alan
|
|
Proje Tipi
|
|
Yapım Türü
|
5.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “yeni mabetler: AR-GE”, “yeni
tanrı: bilgi, iş ev”,[12]
“hayatı izleme”, “akvaryum”, “şeffaflık”
kavramlarıyla yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.
Yapının girişi, pagan dönemdeki tapınaklara
atıfmışçasına bir tür tapınak soyutlaması gibidir. İnsanı içine alıp kaybederek
kendini dışarıya (hayata) kapatmış bir görüntü vermektedir. Günümüzde yeni
mabetler AR-GE’lerdir ve tanrılar da buralarda üretilen “bilgi”ler. AE-GE’ler, devletlerin
sermaye, aydınlar ve halk ile kurduğu en güçlü koalisyonlardan biridir ve
dokunulmazlığı vardır. Doğu cephesi, yapının girişi olan batı cephesiyle ne
gönderme ne üslup ne strüktürel ne de malzeme anlamında bir ortaklığa sahiptir.
Doğu cephe, aydınlık, ışıktan maksimum faydayı alan şeffaf bir tasarım temele
alınarak hayata geçirilmiş. Camın ve çeliğin yeni teknolojilerin yardımıyla
sağladıkları uyum, kullanım alanlarını genişlettiği gibi şeffaflık da
yaratmıştır. Mimarlık açısından her zaman sorun olan cephe strüktürü ve
kaplaması, bu “muhteşem ikili” ile sorunsuzca çözülmektedir. Şeffaflık, ki bu
bir ofis ise, dışarı ile içeriyi hemhal kılmakta. İçeriden dışarısı ve/veya
tersi bir tür akvaryum gibi görünmekte. Yapının cepheden hafifçe eksiltilip
geri çekilmesi, onu daha güçlü kılmış, sınırlarını daha belirginleştirmiş,
cephe yüzeyinin sertliğini ve monotonluğunu kırmak adına yatay çıkıntılara fon
kazandırmıştır. Yapının, yine doğu cephede, yer ile teması şeffaflığına bir tür
göndermedir; üst katlardan izlenen hayat, zemin katın sınırında başlayan ve
açılan pencereyle dokunulabilir kılınan toprak, yine bir izleme nesnesidir. Bir
tür bağ kurma denemesidir ama akvaryum metaforunu yaratmaktan kurtulamaz. Ofis
içinde çalışanların her türlü “konfor”u gözetilmiştir. Çünkü ofiste 24 saat
çalışma vardır. Burada verimlilik esastır. Verim, yaratılan faydaya indirgenir.
İnsan, bir tür makine olarak görülür ve moda olan insan tanımı temele alınarak
fitness, bilardo, tırmanma duvarı vb. birkaç espri ile insanın hayatta ihtiyaç
duyabileceği kalemler de belirlenmiş olur. Beyaz yakalıların işten eve iş
getirmeye başlamaları 1960’larda başlar ve giderek mesai saatleri artar; şimdi,
buna radikal bir “çözüm” bulunur. Evin ofise dönüşmesinin ardından ofislerin
özel mekânları da içeren yapılara dönüştürülmesi, iş ve iş mekânlarına önerilen
bir alternatiftir. Temel kaygı verim olduğu sürece ve bunun da mesai saatiyle
doğru orantılı olduğu fikri yaşadıkça insanın işi ile özel yaşamını sürdürdüğü
evi birleşecek ve mahremiyet bir kez daha silinecektir. Mimari anlamda,
strüktürel, malzeme ve tasarım anlamında yeni arayışların hâkim olduğu bu yapı,
üslup anlamında bir farklık yaratsa da bulunduğunu coğrafya ile bağ
kurmamıştır.
5.3. Yapı
Görselleri
6. Uphill Court Ataşehir
Proje Yeri:
Batı Ataşehir / İstanbul
Yerleşim Alanı:
Toplam Arsa Alanı: 100.000
m2
Toplam İnşaat Alanı:410.000
m2
Toplam İnşaat Alanı:
Yeşil Alanı: 75.000
m2
Yaşam Alanı:
Blok Sayısı: 18 blok 2 rezidans
Daire Sayısı: 1742
Ticari Alan:13000 m2
Daire Sayısı: 1742
Ticari Alan:
Detay Bilgi:
Proje Bitiş Tarihi: 2008
6.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Yapıda cisimleşen “güvenlik”, “dışa
kapalılık”, “lüks”, “yeni kentsel birim olarak site”, “tanımlı mekânsallık”,
“yasal soygun” kavramları açısından yapının felsefeleştirisi yapılacaktır.
"Dış",
içinde yaşanılan kenttir. "Konut", kente kapalıdır. Site, konutlar ve
içindeki özneler, faşizmin ve totaliter iktidarların tahammül edemediği
heterojenliğe kapalıdır ve bunu dışlarlar. Güvenlik, bizbizeliğin sembolik
garantisidir tıpkı AVM'lerdeki gibi. Verili tarihsel süreçlerde semboller hep
olagelmiştir. "Dış", "kapalılık", "konut",
"yerleşme" ve "kent" kavramlarına tarihsel ve
sosyo-politikekonomik bir perspektifle ayrı ayrı bakıldığında bütün bu
kavramların birleştiği noktanın -Antik dönemdeki içeriği anımsandığında-,
ironik biçimde "site" olması, site problematiği üzerine
düşünenlerinin kavramsallaştırmalarında ve Türkçe’de bu olgunun nasıl yer
aldığını seçik biçimde göstermektedir.
Bir mimarinin kategorisi, kabaca da
olsa tanımlar kimliğini ama ismi, yani yapıya o kategori içinde verilen isim,
onun kimliğinin bir parçasıdır ve tıpkı insanlardaki gibi bir iddia taşır.
Sosyolojiktir bir bakıma. Daha doğmadan babasının ismini alması gibi bebeğin;
henüz yükselmeden maket bile değilken isimler verilir: rezidens, plaza… Uphill
Court. Yükseklik ve lüksün kavramsal anlamda işlendiği ve kentin Anadolu
yakasında prestijli yeni konut bölgesinde yükselen bu dışa kapalı konut yerleşimi,
kategorisinin ismiyle ve cismiyle tipik bir örneği olsa gerektir. İnsani
ölçüden uzak olan bu site, lüks, güvenlik ve pahalılık yani zor erişilirlik
kavramları üzerine kurulmuştur. Dikkat çekici olan fiyat bazlı metrajlar ve
birbirini tekrar eden planların varlığıdır.
Güvenlik, bütün sitelerde vurgulanan
bir kavram iken bu yapıda daha fazla işlenmiştir. Ürünün pazarlanmasında lüks,
prestij ve yatırım kavramları yanında yer alır güvenlik. Buradaki güvenlik,
cezaevleri standartlarının dahi üzerindedir. Bu abartılı güvenlik, strüktürü
statik anlamda değil ama mimari anlamda zayıf olan yapının ambalajıdır ve
saklanacak çok şey olması nedeniyle fazlaca kullanılır.
Mimari çözümleme anlamında bir
yenilik getirmiş midir? Ne strüktürel, ne malzeme kullanımı ne de çevreyle olan
ilişkinin kurulması ve yönetilmesi anlamında bir yenilik getirdiği iddia
edilebilir. Hoş, böyle bir amaç güdülmüş müdür bilemiyoruz. Yapı, 25-30 yıl
sona yıkılmak amacıyla da üretilmiş olabilir. Sosyal konutlar gibi sevimsiz ve
belli türden bir ihtiyacı belli süreliğine gidermeyi amaçlayan, iddiası olmayan
yapılardandır ama burada iddiası var gibi makyajlanıp sunulmakta. Bunda en
büyük etmen iktidar ve kültür endüstrisidir. Egemen iktidar tarafından
üretilmesi onu başlı başına bir değer kılar. İktidar(lar), bilgiyi üretip onu
maniple edebildiğinden bir bakıma yasal “soygun”dur neredeyse bir milyon doları
bulan satış fiyatları ile.
Bugünün siteleri ya da dışa kapalı
konut yerleşmeleri mazideki kentleşme biçiminin işlevsel anlamda mahalleleri
olarak değerlendirebilir. Fakat mahalle, zamanla oluşan kentsel bir birimdir ve
zamandan süzülüp damıtılmış rafine bir çözüm olarak karşımıza çıkar. Burada
kastedilen mazideki kentsel birim olan mahallenin fiziksel işlevidir. Bu tipte
bir “mahalle” örgütlenmesi ve sitelerin ya da mahallelerin bir araya gelerek
gerçekleştirdikleri günümüz kentleşmesi yalnızca mimari anlamda değil,
ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda da sorunludur.
Kentlerin temel birimlerine dönüşen
siteler, türevleri olan yeni mekanlar yaratarak kentsel ontolojiyi yeniden
üretmekte; bu da bir tür ontolojik kayma doğurmakta. Peki, ontolojisi kayan kentleri ve
kentlileri gelecekte neler beklemekte? Kent, kentsellik, kentleşme, kentlilik,
kültür… kavramlarına yönelik şu soru şiddetle sorulmayı beklemekte: Kent ve kentsellik, İktidarın (Foucault) bir tür
ideolojik aygıta (Althusser) dönüştürüp manipüle edebildiği “şeyleşmiş”
(Adorno) bir varlık alanı mıdır? Kent,
siteler, sitelerde yaşayanlar ve kent kültürünü ‘tüketip’ kent kültürünü ‘üreten’ler
Adorno’nun “kültür endüstrisi” diye kavramsallaştırdığı olgunun öznelerine
dönüşmüş yine Adorno’nun deyimiye insan, site ve kent şeyleşmiştir. Mimarlık da
plazalar, siteler, gökdelenler ile popüler kültürün içinde her geçen gün daha
fazla erimekte ve şeyleşmekte. Özne, bu anlamıyla üretilen,
sınırlandırılan bir varlıktır ve Mimarlık, üretilen İktidarın (ama
büyük harfle İktidarın) temel araçlarından biridir.
6.3. Yapı
Görselleri
7. Diyanet İşleri Başkanlığı Camii
7.1. Yapının Künyesi
Mimarı: Salim Alp, Alp Mimarlık Ltd.
Proje Yeri: Eskişehir Yolu üzeri / Ankara
İnşaat Alanı: 23.000
m2
Kapasite: Kapalı alan 6.000, toplam 20.000
Üslubu: Neo-Klasik
Proje Başlangıç Tarihi: 2008
Öngörülen Bitiş Tarihi: 2013
7.2.
Yapının Felsefeleştirisi
Caminin mimari felsefeleştirisi, yapıda cisimleşen
“simgesellik”, “anıtsallık”, “lüks”, “iktidarın nesnelleşmesi”, “suni mekânsallık”,
“dünyevi gücün görünür kılınması”, “geleneksizciliğin gelenek olarak
kurumlaşması”, “kiç”, “zıtlık”
kavramları temele alınarak yapılacaktır.
Mimar, kendi fecebook sayfasında misyonunu, “Türk-İslam
mimarisine yeni boyutlar kazandırmak ve geçmişle gelecek arasında bağ kuracak
mimari eserler oluşturmak.”[14]
olarak ifade etmekte. Resmi internet sitesi bulunmayan mimarın http://alpmim.blogspot.com/ adlı adresteki
blogunda Diyanet Camii’nin birkaç görseli dışında herhangi bir bilgi, yazı,
açıklama vb. bulunmamaktadır.
Projesinden inşasına yapı sürecine bakarak egemen
olan zihniyet dünyasını da okuyabiliriz. Caminin, yeni Ankara da denebilecek
Eskişehir Yolu girişinde olması, simge üzerinden kentin el değiştirdiğine bir
tür gönderme olarak okunabilir.
Ayasoyfa’nın çeşitli dönemlerde eklenen minareleri
ile ana kütlesi arasındaki zıtlıklar, ana yapıyla bütünleşememe, tek proje
içinde düşünülmesine karşın Diyanet Camii için de geçerlidir.
Cumhuriyet ile birlikte Selçuklu’dan gelip Osmanlı
ile kurumlaşan kent ve cami ilişkisi üzerinden yaratılan habitat kırılmış;
geleneğin reddi, toplum mühendislerinin varlık nedeni olmuş; toplum, bütün
ideleriyle, kurumlarıyla yeniden üretilmeye çalışılmış ve ortaya Osmanlı’nın
klasik dönemindeki Sinan camilerinin Diyanet eliyle betonarme olarak seri
üretimi çıkmıştır. Burada yaşanan, geleneksizliğin gelenek haline gelmesi;
gelenek diye köklerle birkaç sembol üzerinden kurulan yüzeysel ilişki söz
konusudur. Oysa ortada pop İslam’ın derinlikten uzak kavranışı ve bu zihniyetin
mimaride nesnelleşmesi durmakta.
Bu denli büyük bir camii, gerek simgesellik gerekse
işlevsellik anlamında kent merkezinde ya da nüfusun yoğun olduğu yerlere inşa
edilir; oysa Eskişehir Yolu üzerinde birkaç AVM ve bakanlık binaları
bulunmakta. Cemaati olmayan camiiyi inşa eden bir Müslümanlık ancak pop bir
kavrayışla olanaklıdır. Caminin kentin dışında olmasının nedeni, ideolojinin
agresifliği, had bilmezliği şeklinde okunabilir. Biçimin özü yuttuğu; işlevin
hiçleştiği, simgenin fetişe dönüştüğü bir yapıdır Diyanet Camii. Son söz,
konuşan ama dili olmayan bir mimarlıktır bu!
7.3. Yapı
Görselleri
Sonuç
Mimari felsefeleştirileri yapılan farklı
kategorilerdeki yapıların geistik tabakalarında tespit edilen kavramlara
topluca baktığımızda oluşan kavram havuzunda: “bir aradalık”, “verim”, “denetim”, “gözetle(n)me”, “araziden maksimum
‘fayda’”, “işlevsellik”, “kolaj mimarlık”, “kimlik”, “yerel ve
internasyonel göndermeler”, “farklı işlevlerin bir aradalığı”, “hiyerarşik
çözüm”, “yapaylık”, “simgesellik üzerinden kalıcılık sağlama”, “kültürel
yalıtılmışlık”, “erişilebilirlik”, “bir mutluluk biçimi ve/veya tek mutluluk
biçimi olarak tüketim”, “anti-yerellik”, “anıtsallık”, “zenginlik”,
“ayrıcalıklılık”, “soyluluk”, “konuşan mimarlık”, “yeni mabetler: AR-GE”,
“yeni tanrı: bilgi, iş ev”, “hayatı izleme”, “akvaryum”, “şeffaflık”, “güvenlik”, “dışa kapalılık”, “lüks”, “yeni
kentsel birim olarak site”, “tanımlı mekânsallık”, “yasal soygun”, “simgesellik”,
“anıtsallık”, “lüks”, “iktidarın nesnelleşmesi”, “suni mekansallık”, “dünyevi
gücün görünür kılınması”, “geleneksizciliğin gelenek olarak kurumlaşması”,
“kiç”, “zıtlık” kavramları yer almakta.
Mimari yapılara bakıldığında konumlandırıldıkları
yerden tümüyle kopuk ve o yeri umursamaz oldukları görülebilir; ki bunu
özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünyanın bütün coğrafyalarında görmek
olanaklıdır. Burada sizlerin de yakından tanıdığı birkaç yapı ile bu yargımı
temellendirmeye çalışacağım:
a. Pompidou Center, Richard Rogers ve Renzo
Piano tarafından inşa edilir. 90 bin metrekare üzerine inşa edilir ve önünde
geniş bir alan yaratılır. Modernizmden bir kopuş olarak da yorumlanan kültür
merkezi, Eyfel Kulesi'ni gölgede bırakacak denli popüler olur. Açıldığı
1977’den bu yana 150 milyonun üzerinde ziyaretçi ağırlar.[15]
b. Guggenheim Müzesi Bilbao, İspanya'nın
Bask bölgesinde, Bilbao şehrinde bulunan, modern sanat müzesidir.
11.000m² alana yayılan müze, ABD'li bir vakıf olan
Solomon R.
Guggenheim Vakfı'nın beş müzesinden biridir. Düzensiz eğrisel
biçimlerin hâkim olduğu yapı, Bilbao şehir merkezinde, Nervion Nehri'nin
kenarında bulunur. Pritzker Mimarlık Ödülü sahibi bir
mimar olan Frank Gehry tarafından tasarlanan ve 1997 yılında
tamamlanan bu bina yapısöküm tarzı
stili ile ünlüdür.[16]
Tezi doğrulayıp temellendirecek örnekler çeşitli
coğrafyalardan ve kültürlerden fazlasıyla bulunabilir. Benzer anlayış, bu iki
örnek dışında başka bir kaygıyla da olsa 2010 Ocak ayında açılışı yapılan
Dubai’deki Dubai Towers gökdeleninde de görülebilir. Her şey kendi
bireyselliğinde düşünülmektedir. Oysa hayat, Venturi’nin dediği gibi
“sıradanlık üzerinde yükselir.” Bireysel kimliği başat mimarlığın sıradan
olmadığı açıktır. Sıradanlık ile hayatla kurulan bağ arasında doğru bir orantı
olsa gerektir. Kapitalizmin kompartımanlara ayırıp birer tehlike olmaktan uzak
tuttuğu bireysel dünya görüşünün geldiği son nokta binaları da
yalnızlaştırmakta. Bu denli kendine ve çevresine yabancı binaların eğreti
duruşlarından kent yükseltilebilir ama yükselmez; yükseltilen de bina yığını
olur ama kent olmaz. Kaldı ki bina yığınının reklamcıların söylediklerinin
aksine insanca olduğu hiç kuşkusuz tartışılır. Bu olgu, Anordo ile
Horkheimer’in birlikte kaleme aldıkları Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitapta “Büyücünün
tören sırasında ilk iş olarak kutsal güçlerin bulunması gereken yeri çevreden
yalıtlayışı gibi, her sanat yapıtı da kendi çevresini gerçek-olandan ayırmaktadır.
Sanatı büyüsel sempatiden ayıracak şekilde doğayı etkilemekten vazgeçmiş
büyüsel mirasa daha sıkı sarılmaktadır.”[17] şeklinde
dile getirilir. Her birey kutsaldır artık, onun bireysel dokunulmazlığı vardır.
Binaların da. Hukukça korunmuş haklardır bunlar. Yaşam, özgürlük içinde dizayn
edilir ve yükselir. “Yeni-olan” ile
“değişmez-olan” arasındaki diyalektiğin ele alınmasıyla şimdi ve buradası,
fenomenolojik yöntemle parantez içine alınan eserin, burada mimari yapının, özü
ifşa edilebilir. Hartmann’ın deyimi ile “Geistik tabaka”ya odaklanılabilir. Bu,
aynı zamanda mimarideki felsefeye ulaşmaktır da.
Bu bağlamda N.Hartmann'ın Yeni Ontolojisi temele
alınarak günümüz mimarisinin plazalara, apartman bloklarına, seri üretim
müstakil konutlara bakıldığında, sert bir ifadeyle söylenirse, geistik tabakası
olmayan gözleri oyulmuş insanlar gibi ifadeden yoksun yapılar, bir başka
deyişle 'çatı'sız mekânlar ortaya çıkarmaktadır. Mimaride 20. y.y mimarisinin
klasik söylemlerinden biri olan “biçim işlevi izler” bakışı bu açıdan ele
alındığında bu yargı tartışma götürür gözükmektedir; çünkü biçim, işlevin de
ötesinde bir varlıksal anlam taşır hale gelmiştir. İnsan, geistik anlamda
biçimi üretir; biçim, onu var eden özne ile nesnelleşir. Kentsel kimlik,
biçimlerin bir araya gelmesiyle de teşekkül eder. Kentsel alanlar, üretilmiş,
kurulmuş yeniden üretilmiş alanlar olarak varlıklarını sürdürürler. Kent,
sürekli yaşayan mekânlar toplamıdır. Ne mimari yapı birkaç mekânın bir araya
gelmesiyle oluşur ne de kentler mekânların organizasyonuyla. Nasıl mimarlık
ürününün geistik tabakası varsa kentlerin de vardır; bu, kentsel dokudur; bu,
İstanbul’u Mardin’den ayıran ya da Kars’ı Muğla’dan ayıran özelliklerin
toplamıdır.[18]
Mimari eser, aynı zamanda estetik bir objedir.
Mimarinin işlevden öte bir anlamı olması, onu başlı başına bir
"değer" kılar; bir mimari yapının üretim ve yaşam süreci, insanın
"ethos"unu biçimlendirmesi nedeniyle etik bir olgudur da; bu, ona
ideolojik bir kimlik kazandırır. Mimari dil, “zeitgeist”tan bağımsız olamadığı
gibi güncel dilin, zihniyet dünyasının da parçası olmaktan kendini kurtaramaz.
Zihniyet dünyası, kaçınılmaz biçimde mimaride de nesnelleşir. Avrupa-merkezli
bakıldığında bir dönem Papalığın emrinde olan mimarlığın, günümüzde, küresel
sermayenin ideolojik aracına dönüştüğünü söylemek hiç de olgudan kopuk olmasa
gerektir. İster dikey ister yatay olsun büyüklük, farklılık, lüks vb. kavramlar
temele alınarak üretilen yapıların bir tür “orgazm bozukluğu”, kimliksel bir
orgazm bozukluğu olduğu iddia edilebilir. Anti-depresan ve haz kültürü, sizce
de bu bozukluktan beslenmiyor mu?
Öneri
Kent, öncelikle, o kentte yaşayanlarınsa, kent
yönetiminin demoktarikleşmesi, özellikle silüeti ve kentin ekonomik ve sosyal
dokusunu değiştirecek projelerin hayata geçirilme süreçleri
demokratikleştirilmeli. Yeni yerleşimlere açılacak alanlar, soylulaştırılarak
dönüştürülmek istenilen yerleşimler, deprem, sel, vb. doğal afetler ve kent
sosyolojisi, ekonomisi, trafiği, kent örgütlenmesi ve kentsel gelenek(ler)
bakımından konunun taraflarının da katılımıyla demokratik süreç işletilerek
ortak akılla belirlenmeli. Çalışmamın örtük amaçlarından biri de kentlinin,
kentsellikle ilgili süreçlere katılımın sağlanması ve bunun hukukunun oluşturulması
için politik bir duyarlılığın başlamasına katkıda bulunmak.
[2] CANSEVER, T. (1997). Kubbeyi Yere Koymamak. İstanbul: İz
Yayıncılık, s.88
[3] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 134–141
[4] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 150–155
[6] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 163–167
[8] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 176–180
[10] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 181–186
[12]
İş ve ev kavramlarından türetilen ve her geçen
gün işte artan mesaiyi meşrulaştırmak adına ev, otel ya da sosyal tesislerde
alınabilecek ya da bulunabilecek kimi hizmetlerin sunulduğu işyerleri
[17] ADORNO, T.W. –
HORKHEİMER, M. (1995). Aydınlanmanın
Diyalektiği. (Çev. Oğuz Özügül). İstanbul: Kabalcı, s. 36
[18] BAYRAK,
M. Günümüz Türk Mimarisine Felsefeyle Bakmak, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 2010, s. 191–193
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder