26 Mayıs 2019 Pazar

21. Yüzyıl Becerileri ve “İnsanın İşi”


Soruşturma: 21. Yüzyıl Becerileri ve Alternatif Eğitim 
21. Yüzyıl Becerileri ve “İnsanın İşi”* 
V. Metin Bayrak

I. Merhaba
Oturumumuzun başlığı: “Soruşturma: 21. Yüzyıl Becerileri ve Alternatif Eğitim” bu başlık, üç ana eksene dayanmakta: Alternatif Eğitim, 21. Yüzyıl ve Becerileri. Bunlar, “soruşturma” konusu edilecek ve soruşturma, “eleştirel düşünme”yi öngerektiren bir eylem. Konuşmam, oldukça eklektik, kavramları, bilgileri, verileri ortaya saçıcı; sorunları ifşaya, daha sert bir ifadeyle olup bitenlerin ipliğini pazara çıkarmaya yönelik. Bunları yaparken “eleştirellik” perspektifiyle hareket etmeye çalışacağım. Tabii ki bunları soruştururken bir ilke olarak “şüphecilik”i elden bırakmamaya gayret edeceğim; çünkü sormak, şüpheyi gerektirir. Konuşmada ne kadar sorunla tanışırsak, yaşadıklarımızı sorunlaştırırsak, zamanımızı o kadar verimli kullanmışız ve bu birliktelik amacına göreli olarak ulaşmış demektir.

II. Öndeyiş
Burası ve içinde bulunduğumuz mimari yapı; yapının ait olduğu yerel yönetim; sempozyum ve panel başlığı; mekan içindeki fiziksel konumlanma, bağlamsal anlamda, hiyerarşi ve türevi buyurgan bir söyleme içkin. Trajik olan, sıklıkla, mekanı paylaşan ve ilişki içinde olan özneler olarak bunun ayırdında olmamamız. Günümüzde ne bilgi ne ona erişim araçları, günümüzün ideolojisi neo-liberalizmden azade. Burada, bağlamımız özelinde, üretilmiş söylemleri ve dayandıkları strüktürleri ifşa etmeye girişeceğim. U. Eco’nun “Bilgelik, putları yıkmak değil, hiç yaratmamaktır.” sözüne sadık kalmaya çalışarak.

III. Isınma
Kişiler ve toplumlar, tarih yazıcılığına soyunurken, limiti, genellikle, ürettikleri kimlikler(in)den alırlar. Anlardan oluşan akışkan bir zaman içinde yaşıyoruz; Aristoteles’e göre varoluşumuz gereği anlamak eğilimindeyiz ve zamanı adlar verip dönemlere ayırıyoruz. Günümüzü de iki bin yıl öncesinde alınan limite bağlı kalarak “milenyum” ya da 21. Yüzyıl diye adlandırıyoruz. Eğitimcisinden politikacısına, kuramcısından gazetecisine çağımıza kimi adlar veriyor ve çağın gereği olan çeşitli beceriler belirliyoruz. Şimdi literatürden “21. Yüzyıl Becerileri”ne bakalım ama önce minik bir soruşturma:

IV. Soruşturma - 1
Şimdi iki aşamalı derin ve uzak bir yolculuğa çıkalım:
a. Öğrencilik hayatınız boyunca neyin öğrenme anlamında yoksunluğunu duydunuz? Neden?
b. Eğitimcilik ya da çalışma hayatınızda öğrenme anlamında neyin yoksunluğunu duydunuz? Neden? Bunları, birer kavram ve sorun şeklinde ifade edebilir misiniz? Lütfen, hemen hızlıca düşünüp yazabilir misiniz?

V. Giriş
Kullandığınız kelimeler eviniz haline gelir.” Hafız
Eğitimin nihai çıktısı, özgürçe eşit ilişkiler kurabilen insan yetiştirmektir.” John Dewey

Konuşma, logosu parçalamak, logosun içindekileri saçmak, birtakım sorunları, sorularla ifşa etmek, Aristoteles’in “İnsanlar, doğal olarak bilmek isterler.” sözünün, yaşamdaki iz düşümlerine bakmak; bunların ışığında 21. Yüzyıla, insandan beklenen becerilere, yine Aristoteles’in “insanın işi” kavramıyla kritize etmek üzerine kuruludur. Bunu yaparken, belli bir tarihselliği hesaba katmak ama onun “şimdi”sine sıkışmamak iddiasındadır; çünkü “İnsanın en büyük trajedilerinden biri, sonsuz olan hayatı, sınırlı ömrüne sıkıştırarak anlamak eğiliminde olmasıdır.

Kuracağım “yapı”nın kavramsal çerçevesini belirleyerek devam edelim:

Modernlik ve eğitimin kitleselleşmesiyle ulus-devletle bağlamında ortaya çıkan ya da daha güçlü bir ifadeyle yaratılan bir kültürel kategoridir. Öncesinde çocuk olsa da çocukluk yoktur. Çocukluk, sonradan ‘icat’ edilir; çünkü “özgür kölelere” ihtiyaç vardır.1 Modern ya da modern ötesi denen bu çağ ne menem bir çağ?

VI. Die Zeitgeist ya da Çağın Ruhu
Endürstri Devrimi’nin türevi kurumlar, anlayışlar, 19. Yüzyıldan bu yana doğayı radikal biçimde tüketmekte. Batı Metafiziği, kapitalizmin ekonomi-politiği dolayımıyla kurumları belirleyerek içinde nefes aldığımız habitatı şekillendirmekte. Şimdi, sizinle Battelle for Kids adlı kuruluş hakkında kısa bir bilgi verip 20. Yüzyıl ve kurumlarına dair kısa bir yolculuğa çıkalım.

Battelle for Kids, ABD’de aralarında American Association of School Librarians, National Education Association gibi derneklerin ve Lego, Microsoft, Pearson, ETS, Intel, HP, Dell, Apple, Crayola, Cisco gibi eğitim ile ilgili şirketlerin de bulunduğu 32 üyeli bir “21 Yüzyıl Yetkinlikleri” ortak çalışma grubudur. Ayrıntılı bir çalışma sonucu kapsayıcı bir “21. Yüzyıl Öğrenme Çerçevesi” geliştirmişler; bu çerçeve ile öğrencilerin gelecekteki iş ve yaşamlarında başarılı olmak için gerekli olan yetkinlik, bilgi ve deneyimleri tanımlanmaktadır.2

Nedir bunlar? 4Cs yani:
* Critical Thinking / Eleştirel Düşünme
* Communication / İletişim
* Collaboration / İşbirliği
* Creativity / Yaratıcılık

Şimdi her gün farklı bağlamlarda adını işittiğimiz, uluslarüstü nitelikleri olan ve dünyaya yön veren birtakım kurumlardan söz edeceğim; bunların kuruluş tarihlerine ve kuruldukları şehirlere, ülkelere dikkat edin lütfen.
ILO, 1919 Cenevre
Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler), 1920 Cenevre, 1945 New York
OECD, 1961 Cenevre
Dünya Bankası, 1945 Washington DC
IMF, 1945 Washington DC
NATO, 1949 Washington DC
DTÖ, 1995 Cenevre
Dünya Sağlık Örgütü, 1948 Cenevre
Avrupa Birliği, 1951, 1958, 1993 Maastricht, Hollanda
OPEC, 1960 Bağdat
G8, 1975, (Kanada 1976, Rusya Federasyonu 1997)
BM, İnsani Gelişme Endeksi (İGE), 1993 - Sağlık, Eğitim, Gelir
G20, 1999
PISA, OECD bünyesinde 2000’de

Dünyayı, bunca farklılıklarına, eşitsizliklerine rağmen aynı standartları referans alarak ölçüp değerlendiren bir kültür ortamındayız. Bu, bir açıdan Avrupa’daki göçmen işçi çocuklarının ve ABD’deki siyahilerin “beyaz adam”ı baz alan IQ testlerince “tutuk” ya da “gerizekalı” çıkarılmasına benziyor. Değerlendirmelerde referans alınan “değer”ler, “1. Dünya”nın ürettiği kavramlar. Nedir bunlar?

VII. Kavram (Beceri, Yenenek, Yetkinlik vb.) Havuzu
21. Yüzyıl Becerileri özelinde literatüre baktığımda karşıma çıkanları bir havuzda topladım; bunlar: Dijital çağ, okuryazarlık, iletişim, eleştirel düşünme, problem çözme, yaşam boyu öğrenme, özyönlendirme, kişisel yönetim, işbirlikçi çalışma, liderlik, yaratıcılık, inovasyon, sosyal sorumluluk, kültürel farkındalık, evrensel farkındalık, çevre farkındalığı, esneklik, uyum sağlayabilirlik, inisiyatif alma, sosyal ve kültürlerarası yetkinlikler, üretkenlik, hesap verebilirlik, sorumluluk, bilgi okuryazarlığı, medya okuryazarlığı, bilişim ve iletişim teknolojileri okuryazarlığı, yaşam ve kariyer yetkinlikleri, kritik düşünme, işbirliği, küresel bilinç, finans okuryazarlığı, işletmecilik okuryazarlığı, girişimcilik okuryazarlığı, yurttaş okuryazarlığı, çevre okuryazarlığı, öğrenme yetkinlikleri, birlikte çalışmak, küresel vatandaşlık, üretkenlik, bilgiye ulaşım, analiz ve sentez, girişimcilik, kompleks problem çözme, insanları koordine edebilme, duygusal zeka

Yukarıda anılan “beceriler” kavramsal anlamda zihni bir karışıklık yansıtmakta; beceri, yetenek, yetkinlik, ilke, özellik, zeka vb. birbirinin içine geçmiş durumda. Akademik literatürden aldığım bu “beceriler” olguya dair ciddi bir kavram kargaşasına da işaret etmekte.

VIII. Antropoloji / İnsan Nedir?
Uygarlık tarihi, insanın “kim” ya da “ne” olduğunun izini sürmek çin ana kaynağımız. Şimdi sizinle kronolojik olarak gidebileceğimiz kadar maziye gidip insanın ne olduğuna dair izleri sürelim:

İnsan, ayağa kalktığı ilk anda şu üç soruyu sorar:
* Kimim?
* Nerdeyim?
* Niçin yaşıyorum?

Bütün bilimler, felsefeler, sanatlar ve dinler, bu üç soruya verilen cevaplara indirgenebilir.

Aristoteles’in şeylerin temelde ne olduklarını araştırdığı Metafizik adlı kitabı, “İnsanlar, varoluşu gereği bilmek isterler.” cümlesiyle başlar. Bizler, homo sapiens sapiens olarak ayağa kalkıp sorularıyla insanlaşan atalarımız gibi hala bıkmadan aynı soruları soruyoruz; yaşadığımız sürece de sormaya devam edeceğiz.

Çağlara göre değişmiş insanın ne olduğunun tanımı fakat ona hala “homo sapiens sapiens” yani “düşündüğünü düşünen” diyoruz. Günümüzde yeni bir devrim yaşıyoruz; filozoflar, bilim insanları yaşadığımız çağı ya da devrimi anlamlandırmak için çeşitli kavramsallaştırmalara girişmekteler; geleceğe bunlardan hangileri kalır, şimdiden söylemek güç; belki de henüz gelmeyen yeni çağlarda bulacaklar içinde yaşadığımız çağın adını; ki genelde de böyle olmaz mı?

21. yüzyıla gelmeden önce, uygarlık tarihçilerinin uzlaşı içinde oluşturdukları tarihyazımında iki önemli devrimden söz edilir: tarım ve endüstri. Kanaatimce bunlar, insanın ayağa kalkmasının türevleri olabilir; o nedenle başlangıçta yer alan o ayağa kalkma eyleminin dönüştürücü gücü daha köklü.

X. Raslamsal Tezler
a.
Şimdi, bu beceriler ya da kavramlar bize ne söylemekte? Hangi kuramın, ideolojinin ya da yaklaşımın altına düşer? “Kurumlar, ekonomi-politiğin türevidir.” hipotezinden hareket ederek, bağlamımız özelinde, nereye ulaşabiliriz? Kavram havuzunu bu gözle kritik ettiğimizde karşımızda nasıl bir anlam dünyası belirir? İnsan, artık, arayüze dönüşen eklenti bir varlıktır ve kişi olarak özerkliğini kaybetmektedir.

b.
Eğitim, meta haline gelip okullar, bürokrasi yerine iş dünyasına “eleman” yetiştirmeye başlayalı beri, bilgi, yetkinlikler, beşeri ya da etik içerimlerinden soyutlanmaka, kelimenin birinci anlamıyla da metalaşmakta. Metalaşan bilgi, beraberinde insanı da kendi kategorisine çekmekte.

c.
Max Weber, “Modern dünya demir bir kafes hukuk da bunun temel aracıdır.” sözüyle modern zamanlarla “büyüsü bozulan dünya”mızı tarif eder; önce imparatorluklar ardından ulus-devletler, şimdiyse ulusaşırı küresel organizasyonlar, bir tür “rıza imalatı”yla sürecin kitleler nezdinde meşruiyetini sağlamakta. Post-truth dönemde kitleler ya da yığınlar, yoksulluğu, esareti, savaşları talep etmekte ya da rıza imalatıyla ettirilmekte; bununla toplum olmak özelliklerini kaybetmekteler; kitlelerin bilgeliğini de.

d.
Günümüz neo-liberal ekonomi-politiği, eğitimi metalaştırarak araçsallaştırmıştır; öğrenci, pazara itaat eden yani tüketicidir. Anaakım pedagojiler, retorik düzeyinde ne kadar “işbirliği” derlerse desinler, rekabet, maneviyatlarının omurgasını ya da omurgasızlığını oluşturmakta. Manevi omurgasızlık, birbirinin üzerine basarak yükselme pratiklerini meşrulaştırmakta. Makbul kişi, rekabet gücü yüksek olandır. Ekonomi biliminin guruları, ebeveynlere, “çocuklarınızla ilgilenmek, kariyerinizi olumsuz etkileyebilir.” diye tavsiyelerde bulunmaktalar; kişiler, aslında ‘yüzleri silinmiş’, kişilikleri aşınmış salt bireye dönüşmüş ş gücü piyasasına dahil olanlar, kendilerini parlatıp pazarlama ihtiyacındalar. “iyi yurttaş” ya da “tüketici”, her ne pahasına olursa olsun üretim ve tüketim aracına dönüşen varlıktır. Oysa ihtiyaçlarının %80’i “olmasa da olur” kategoridedir.

e.
Çağımızda doğal uyanlar (eğitim materyali, aktiviteler, oyunlar, ilişkiler, seks vb.), yerini hızla dijitale bırakmakta; espor endüstrisi, yakın zamanda geleneksel yani fiziki sporun önüne geçecek; bu durumda bağışıklığı zayıf, bu nedenle ilaçlara daha çok ihtiyaç duyan; duygusal anlamda içgörüzü zayıflamış, bu nedenle ne hissettiğini anlamlandırma güçlüğü yaşayan; zihinsel uyaranları sınırlı dijital dünyadan oluşan ve doğal materyallerden uzak yaşamasından dolayı da sınırlı snaptik bağlantıya sahip bunun sonucunda düşünme becerileri de facto problem çözme becerileri zayıf insanlar, “insan olma”nın referansına dönüşmekte.

f.
“İyi tüketiciler” yetiştirmek amacındaki anaakım eğitim kurumları, birer çocuk işkencehanesi ve geleceğin utanç müzeleridir. Statüko dişlileri kişi(lik)leri araçsallaştırarak öğütmekte; bu, bir tür anomali yaratmakta; bunu, mevcut ve sorunu gittikçe derinleştiren neo-liberal ekonomi-politiğin eğitim tasarrufuyla aşamayız. Bilginin erişilebilir etik bir değer ve eğitimin eşit bir hak olduğu ve bunun araçlarının sağlanmadığı günümüzde “insanın işi” tüketmek; tüketmek ise kelimenin birinci anlamıyla insanmerkezci bir perspektife dayanmakta.

g.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te “Bedendeki gözün, elin, ayağın ya da diğer her şeyin bir işi olduğu gibi, insanın da bir işi var mıdır; varsa bu nedir?” sorusu soruyor; cevabı: “İnsanın işi, ruhun akla uygun etkiniği”dir; bu, erdem; erdemli yaşamın meyvesiyse mutluluktur. Mutluluğun kendisi amaçtır; mutluluk, bir başka şey için istenmez. İnsan, belli bir ethos ya da toplumsallık içine doğan etik bir varlıktır; etik varoluşu gereği, kendini, toplum ve dünya-evren içine konumlandırabilir. Kültür, insanın kendine, topluma ve evrene karşı takınacağı tavrı belirler. Hayat; iyi, doğru ve güzel üzerine yükselir. Eğitim, bir kurum olarak insan yavrusunu toplumsal bir özneye dönüştürürken hayatın iyi-doğru-güzelden oluşan sacayağını oluşturup birbirine bağlar. Bunlar arasındaki göreli denge, dünyaya karşı tavır almasını, kendini konumlandırmasını sağlar.


XI. Soruşturmaya Ek
Soruşturma başlıklı bu panelde “günümüz” için tespit ettiğiniz “ihtiyaç” nedir? Bu ihtiyacı hangi beceri karşılar?

XII. Sonuç
Geleceğin utanç müzeleri, günümüzün çocuk işkencehaneleri okullarda çağımızın sorunlarını çözecek, yani paradigma dışına çıkabilecek, yaşadığımız anomaliyi aşacak zihinlerin yetişmesini beklemek çok naif, bu nedenle şimdi, küresel sermayenin bir diğer deyişle sahipsiz sermayenin hizmetçisi olan devletin ideolojik bir aygıtından olsa olsa tüketici yetiştirmesi beklenir. John Dewey'in “Eğitim eşit ve özgürce eşit ilişki kurabilen insan yetiştirmektir.” sözü, alternatif eğitimin moda becerilere mesai ayırmak yerine moda ve gereklerini paranteze alıp fenomenolojik bir perspektifle geriye kalana bakmak, geride kalan ne ise belki de o insanı insan yapan şey yani Aristotelesçe söylersek insanın “ousia”sı, bir başka deyişle “insanın işi”, mutlu olmaktır ama bu dünyada.

V. Metin Bayrak
Mayıs 2019'Teşvikiye, İstanbul

Dipnotlar:
* 25-26 Mayıs 2019 'da Kadıköy Barı Manço Kültür Merkezi'nde 2. Uluslararası Alternatif Eğitim Sempozyumu'nda yapılan konuşma metnidir.
1. Kürşat Bumin, Batı’da Devlet ve Çocuk, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1983.
2. Erişim: 23 Mayıs 2019: http://www.battelleforkids.org/networks/p21

9 Mayıs 2019 Perşembe

Avrupa Günü Üzerine

Bugün, 9 Mayıs, Avrupa Günü olarak kutlanmakta. Türkiye'de ve Avrupa'da pek çok etkinlikte Avrupa'nın dünü, bugünü ve geleceği tartışılmakta. 

9 Mayıs 1950'de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, barışın kalıcı hale gelmesi için bir kanun teklifi verir. "Schuman Bildirisi" adıyla da anılan bu teklif, bugün AB olarak bildiğimiz kurumun temelini oluşturan öğelerden biridir. 

Beethoven'in 9. Senfonisi'nin son bölümünden uyarlanan Avrupa Marşı ise, 1972 yılında Avrupa Konseyi tarafından kabul edilmiştir. 20. Yüzyılın önemli orkestra şeflerinden Herbert von Karajan tarafından, Avrupa Konseyi'nin talebi üzerine, solo piyano, nefesli çalgılar ve senfoni orkestraları için üç adet enstrümental düzenleme yazılmıştır. 1985'de Milano'da yapılan zirvenin ardından 9 Mayıs, "Avrupa Günü" olarak ilan edilmiştir. 1985'ten bu yana her 9 Mayıs, Avrupa Günü olarak kullanılagelir. 

Günümüzde AB'nin sembollerinden biri haline gelen Avrupa Marşı, Ludwig Van Beethoven tarafından 1824'te bestelenen 9. Senfoni'nin son bölümü olan ‘Ode to Joy'dan ilham alınarak hazırlanır. 9. Senfoni'nin ‘Neşeye Övgü' (Ode to Joy) bölümü, Friedrich Schiller'in 1785 yılında kaleme aldığı ‘An die Freude' adlı şiirine dayanır. Schiller, insanlığın kardeşlik ideali ile birlikte yaşayabileceğine inanır; aynı ideali paylaşan besteci, 9. Senfoni'sini, Schiller'den esinlenerek yazar.  

Yüzlerce yıl birbiriyle savaşan toplumlar, bugün, tarihe iz bırakan ve günümüz uygarlığının maneviyatını oluşturan bu iki kültür-sanat insanının eserleri etrafında, onların ortak ideallerinin ete kemiğe bürünmüş hali olan AB şemsiyesi altında barış içinde bir arada yaşamaktalar. 

Türkiye’nin 1960’lardan beri süren AB ile ilişkileri etrafında pek çok tartışma, üyelik müzakerelerinde 2016’dan beri açılmayan başlıklar göz önünde bulundurulursa, sıcaklığını korumakta. 

Türkiye’nin coğrafi olarak nerede olduğu ya da olmadığı tartışmalarda sıklıkla konu edilir; sıkça anılan bir diğer noktaysa, sanki devletlerin dini olabilirmiş gibi, Türkiye’nin ‘müslüman’ bir ülke olması. Ne Avrupa sınırları belli coğrafi bir bölge ne de Avrupa, belli bir dinsel kimlik üzerine kurulu bir birlik. Peki Türkiye ne ve nerede? Buna yanıt vermek için İstanbul merkezli iki büyük imparatorluk (Bizans ve Osmanlı) ve miraslarına bakmak, tartışmada ufuk açıcı olabilir. Hem iki imparatorluk hem de bunların günümüzdeki en büyük mirasçısı olan Türkiye’nin beş bölgenin bileşkesi ya da kesişimi olduğu iddia edilebilir; bunlar: Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Anadolu ve Akdeniz. Türkiye’yi bunlardan herhangi birine ve/veya ikisine indirgemek, onu eksiltmek ve/veya anlamamak anlamına gelir. Eksiltilerek yapılan hr değerlendirme, zorunlu olarak, yanlış sonuçlara götürecektir. 

Avrupa, dünyada, görece yükselen ve yönetilemez hale gelen kapitalizmin buhranından azade değil. 1970’lerden bu yana yoksullaşan ortasınıf ve talepleri insan hakları, adil bölüşüm, sosyal devlet gibi idelerin, birliğe yön verme güçleri zayıflamakta. 

O halde bugün, Schiller ve Beethoven gibi ortak idealleri nasıl canlı tutabiliriz? Türkiye, Sakallı Celal’in neredeyse 100 yıl önce söylediği sözü tersine çeviren bir ‘takım’ tarafından yönetilemezlikle yüz yüzeyken yeniden AB vizyonu nasıl gündeme alınabilir. Bugün, Türkçe basında 9 Mayıs Avrupa Günü, neredeyse yer almadı. Yeniden gündeme nasıl dahil edilebilir? 

Barışçıl bir Avrupa için neler yapılabilir? Türkiye, fiilen (de facto) AB’ye üye ama hukuken (de juro) müzake aşamasındadır. AB’nin resesyon, göçmenler, mülteciler, yükselen ırkçılık, popülizm, Bürüksel bürokrasisi, kurulması planlanan ordu, Brexit ile gündemi oldukça yüklü; Türkiye’nin üyeliği üzerinden mevcut yapı, radikal ölçüde tartışmalara neden olmakta. 

Türkiye, dört kimlik grubu ve bunların türevi siyasi hareketlerin görece diyalektiği içinde bir tür otizm yaşayarak gittikçe yoksullaşmakta, dünyadan, uluslararası hukuk metinlerinin standartlarından uzaklaşmakta. İktidarca ötekileştirilen muhalif seküler kitlenin bir politik talep olarak AB’yi gündeme taşıması, muhalefetin alternatif üretmedeki kabızlığını da aşmasına olanak sağlayabilir. 

Veli Metin
9 Mayıs 2019’Teşvikiye, İstanbul