31 Aralık 2014 Çarşamba

Mahremiyete Veda

Mahremiyete Veda*

Tanışma
Önce, konuşmanın inşasında etkili olan üç öğeden söz etmek istiyorum: konuşmacı, konu ve yöntem.
  1. Konuşmacı: Felsefeden, edebiyata, mimariden, siyasete, ekonomiye, antropolojiye entelektüel ilginin ötesinde alaka gösteren, mesleki anlamda da yan yana getirilmesi oldukça güç işler yapmış ve de yapmakta olan biriyim.
  2. Konu: Yazının biyografisi, son yıllarda, örneklerine çok sık rastladığımız ve gittikçe olağanlaşan aleniliklerin ürettiği yeni bilinç durumlarının mahrem alanın daralmasıyla ortaya çıkan yeni bilinçlilik durumları.
  3. Yöntem: Konuşmanın biçim ve içeriğine dair. Şöyle ki oldukça eklektik, bir tür kolaj olgu örneklerine bakacağız. Ardından çeşitli sorular soracağız; bunlara dair oldukça tartışmalı, mümkünse ayakları pek yere basmamış, benim tabirimle “raslamsal düşünce kırıntıları” saçacağım ortaya. Ne kadar çok saçarsam, dağıtırsam o kadar amacına ulaşmış olacak konuşmam. Yazıya dair bu açıklamayı “pedagojik” bulduğum için yapıyorum. Beklentileriniz tipik, disiplinli bir konuşma beklemeye yönelik, neticede oldukça muhafazakar bir fona sahiptir felsefe toplantıları.

Mazi
Önce, size bu konuşmanın hikayesini anlatayım. Bir anlamda fonunu. Fon? Popüler kültür ev özneleri üzerine düşünmek, kapalı yerleşimler yani sitelerin insan bilincine etkisi ve Mehmet Pişkin’in intiharı, uzun zamandır düşündüğüm ve sıklıkla çeşitli ortamlarda ve yazılarımda sık anmaya başladığım mahremiyet kavramını ana yemek olarak önüme koymama neden oldu. Bu kez mahremiyet garnitür değil ana yemekti.

Giriş
Mahremiyete Veda, aslında konuyu bitirici, tüketici olmak iddiasında bir başlık. Başlığı çok çekici kılarak ilgiyi artırmak istedim, bir yandan “yeni” bir şey söylemeyeceğimi, başlıkla her şeyi tüketici nitelikte dile getirmeyi göze aldım.

Akışla ilgili bilgi verirken “yöntem”den söz etmem gerekiyor. Burada ne bir araştırmacı ne de akademisyen kimliğimde kürsüyü işgal ediyorum. İsimsizleşmek, sıfatsızlaşmak, memleketsizleşmek…  için gayret eden biriyim. Dile hapsolmuş özneler olduğumuzdan ille de bir şey demek, ille de kategorize etmek gerekirse “denemeleştirici” ve/veya “felsefeleştirici” denilebilir. Denemeleştirmek ya da felsefeleştirmek, çeşitli konular üzerine farklı disiplinlerin perspektiflerden bakıp kısa metinler yazılamak. özellikle “yazılamak” fiilini kullanıyorum, düşünmenin, yazmanın, politik bir eylem olduğunu düşünüyorum.

İtiraf
Şüphesiz, çağın ruhunun tüketici talebi nedeniyle seksi olmalıydı. Peki ne? Nedense bir reklamcı gibi üzerine düşündüm, fikir aldım çevremden, hatta Neylan Hanım’a da yazdım birkaç başlık. Neticede ‘müşteri’leri çeken bir yanı olmalıydı; o halde ne? “Mahremiyete Veda”. Bu salondakilerin hangi kitaptan mülhem olduğunu anlamaları sanırım zor olmamıştır. Feyerabend, “Akla Veda” derken, hayatın tekilleşmesine itiraz ettiğini biliriz hepimiz. Akla Veda, pozitif bir mana ile zihnimizi genişletirken, “Mahremiyete Veda” için aynı şeyi söyleyemeyiz. Sanırım korku ütopyalarının magazinle ya da popüler kültürle ve kapitalist üretim ilişkileriyle birer ihtiyaç nesnesi haline ge(tiri)lmesi eşzamanlıdır. Çağın ruhuna teslimiz; demek ki “limitimiz çağımız!”,

İlk Görüşte Aşk
Sezgisel çağrışımlar
Akla veda
Kışa veda
Silahlara veda
Sevgiliye veda
Bir mültecinin yurduna vedası
Bilinmez olana yelken açmak
Mahcubiyet
Burukluk
Özgürleşmenin / teslimiyetin tezahürlerinden

Düşünsel çağrışımlar
Özgürlük
Kapitalizm
Sanal gerçeklik
Sosyal medya
İktidar
Tüketim
Popüler kültür - kültür endüstrisi
Teşhircilik
Erotizm - Pornografi
Hukuk
Avatar

Kompliman
Mahremiyete Veda, serüveni adında içkin bir konuşma aslında. Hepinizin tahmin edebileceği gibi Feyerabend’den mülhem. Üç önemli eseri (Yönteme Hayır, 1975; Özgür Bir Toplumda Bilim, 1978; Akla Veda (yazıların toplu biçimde yayımlanması), çağın ruhunun habercisidir bir bakıma. Akla Veda adlı kitabını yazdığında (1987) bununla modernist aklın iflas ettiği ilan edilir.  Modern aklın ürettiği çuval, hayatın diyalektiğiyle oluşan mızrağı sığdıramaz. Akla Veda, bir bakıma bunun ikrarıdır da. Yayımlandığında pozitif çağrışımları vardı; hala var; bir anlamda insanın özgürleşmesinin önkoşul olarak (da) dillendirilmekteydi. Ürettiği “çoğulculuk” kavramı, sosyalizm-kapitalizm dikotomisine göre daha zengin bir dünya öneriyordu; ama hayatı daha da darlaştırdı.

Eski sevgilinin gölgesi: Etimoloji
Harem (Nişanyan Sözlük)
[ Mukaddimetü'l-Edeb, <1300]
ḥaremge kirmiş ḥalge çıkdı, ḥalāl boldı muḥrim
~ Ar ḥaram حرم  [#ḥrm faˁal ] yasak veya kutsal alan, tabu, özellikle Kâbe civarındaki kutsal alan ~ İbr ḥerem חֵרֶם [#ḥrm] 1. balık ağı, bir tür dalyan, 2. harîm, tapınak çevresindeki kutsal alan, 3. haram etme, cemaatten dışlama, aforoz etme < İbr ḥāram חָרַם delik delme, ağ yapma
Not: Türkçe kullanımda Ar ḥaram (kutsal alan) ve ḥarīm (evde kadınlara ayrılmış kısım, haremlik) birleşmiştir. • İbranice ve Aramice sözcük esasen "balık ağı" anlamında olup, "tapınak çevresindeki dokunulmaz alan" anlamı derivatiftir. Arapça χrmخرم ve ḳrm kökleri "oyma, delme, ağ ve oya yapma" anlamlarını korurlar. Ha ile yazılan ḥrm حرم kökü ve türevleri ise, bariz şekilde Aramiceden alıntı kültür sözcükleridir.

Privacy (Etimology Dictionary)
1590s, "a private matter, a secret;" c.1600 as "seclusion (inziva, halvet)," from private (adj.) + -cy. Meaning "state of freedom from intrusion (zorla, izinsiz)" is from 1814. Earlier was privatie (late 14c. as "secret, mystery;" c.1400 as "a secret, secret deed (tapu, senet, bilgi); solitude (yalnızlık, ıssızlık), privacy"), from Old French privauté.
early 13c., from Old French privité, priveté "privacy; a secret, private matter" (c.1200), from prive "private," from Latin privus (see private (adj.)).

Kolaj
Mahremiyete dair bir kolaj hazırladım. çeşitli haberlerin, fotoğrafların, mahkeme kararlarının, mimari yapıların yer aldığı bu kolajı, daha çok batı merkezli bir perspektifle hazırladım. konuyu endüstri devriminden günümüze kadarki süreci çok özet geçerek ağırlıklı anlamda günümüzden örnekler seçerek ve şüphesiz içinde yaşadığımız ülkeden ve daha da özelde şehirden seçmeye özen gösterdim.

Mahremiyete dair çeşitli sorularla  buradan ayrılabilirsek çok mutlu olacağım. şimdi kimi örneklerin bir araya gelerek oluşturduğu kolaj ile konuya ısınmaya çalışalım.

Gamze Özçelik - mahremiyet ihlalinin fütursuzca örneği. Gamze Özçelik, hiç kimseye izin vermedi. Oysa ‘hepimiz’ izledik. Bir insanın mahrem dünyasına izinsiz, rızası olmadan girdik.

Berrak Tüzünataç - Şahan Gökbakır - Balkon kamusal alan, yargıtay, ‘haber alma özgürlüğü’nü temele alarak bakonun da kamusal bir alan olduğunu ifade ederek telebini haksız bulmuş.
(http://www.radikal.com.tr/hayat/berrak_tuzunatac_balkon_davasini_kaybetti-1244616)

Bir tv programında Okan Bayülgen, Ayça Varlıer’le ilgili eskiden “dost meclisi”nde olup biten “mahremiyet” kategorisindeki olayların ekranda didiklenmesi: Ayça Varlıer: özel alanı gasp edilerek nesneleştirilen özne.

“Gizlimiz saklımız mı var?” dendiğine tanık oluruz sıklıkla oysa gizlimiz, saklımız, bizim bir kişi olarak hem şahsiyetimiz hem de derinliğimizdir.

Kristal Saray (The Crystal Palace) 1851’de Londra’da demir ve cam konstrüksiyondan inşa edilen ve uluslararası 1. Dünya Sergisi’ne ev sahipliği yapan sergi salonu

Panopticon
Bentham ile birlikte dilimize giren kavram, 1984 ile ideolojik anlamda yapılandırılır, dijital teknolojilerle altyapısı, hukukla da ‘meşruiyeti’ sağlanarak her yaptığımız iş(lem) takip edilip kayıt altına alınır. Foucault ile bugünkü içeriğine kavuşur.

Nike
Görünür ol!

Japonya ağaçtan mülhem şeffaf ev: http://www.arkitera.com/proje/3951/house-na

Pompidou Merkezi, 1977, Paris, Mimarlar: Renzo Piano, Richard Rogers, Peter Rice, Mike Davies

Şeffaflığı bir mimari ilke olara mekan üretimlerinde teleme koyan Rogers, Ortadoğu’daki ilk projelerini abu dabi’de yapıyorlar.
http://picturesdotnews.wordpress.com/2014/09/18/rogers-stirk-harbour-plans-skyscrapers-for-abu-dhabis-maryah-plaza/

Rogers’ House, Richard Rogers, Londra, 1968-1969
Şeffaflık prensibinin üç örneklerinden… Oysa rasyonalizasyonunda mahrem, özel alan gibi kavramlara atıf söz konusu.

Moda Dergileri, Mimarlık Dergileri; iç mekanların açılması, 1980’lerden sonraya karşılık gelir.

Porno dergileri ve Hustler
İlk porno dergilerine İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’da rastlanır. Lerry Flynt tarafından  1974’te çıkarılan Hustler, çıkar çıkmaz üç milyon traja ulaşır.
1880’lerde ve özellikle erken 1900’lerin başlarında, fotoğrafın bu tür “iş”ler için de kullanılmasıyla henüz porno denemese bile erotik dergilerin varlığından söz edilebilir. 1953, Playboy’un yayın hayatına başlaması ayrı bir soluk getirir ama kırılmayı 1974’te Lerry Flynt Hustler ile yapar.
http://en.wikipedia.org/wiki/Pornographic_magazine

Transparency International
Uluslararası Şeffaflık Örgütü, küresel bir ağ oluşturarak şeffaflık için çeşitli girişimlerde bulunur. Günümüzün ilkesi şeffaflık olunca, başka pek çok alana da rahatlıkla, gayet olağan biçimde taşınabiliyor; bunlardan biri de insanların evleri, yatak odaları, nasıl taşındıkları, nasıl seviştikleri. Hesap verebilirlik anlamında söz etmiyorum. TI’ın kuruluş tarihi 1993, Berlin.

1984 romanı, filmi
V For Vendetta, 2006
Big Brother - BBG, Danimarka, 1990’lar
Gözüm Üstünde - Gogglebox

Second Life
Second Life, bir tür yeryüzü cenneti, paralel bir hayat
Mottosu: Your World, Your Imagination

Özneler
Burada dilen gelen öznelerin kesişim kümesindeki “elemanlar” neler olabilir? Bir tür politeizm pratiği mi yaşıyoruz?
Dan Bilzerian
İlber Ortaylı
S. Zizek
Mehmet Pişkin
Yusuf Kaplan
Sibel Üresin
Ali Ağaoğlu
Layd Gaga
R. T. Erdoğan

Raslamsal Tezler / Pozisyonlar
1970’ler sosyalist dünya görüşünün estetik yanında mimariden tüketim alışkanlıklarına kadar gündelik hayata nüfuz ettiği belki de “top” dönemlerdir. zenginlik, caka olarak övülesi şekilde sunulmaz. Kitaplarda, filmlerde bulur ifadesini çokça. Oysa 1980’lerle birlikte başlayan liberal politikalar sadece ekonomi-politik sonuçlar doğurmaz, estetiğe, nelerin gösterildiğine varıncaya değin belirler. 1970’lerin biraz 1950’lerin biraz sosyalist dünya görüşünün etkisiyle oluşan minimalist yaklaşlımları, yerini yatak odalarının açılmasına vardırır.

Raslamsal Düşünce Kırıntıları - Halvet olmaya mani sorunlar
Mahremiyet gasbıyla, yaşamın derinliğini yitirerek iki boyuta sıkış(tırıl)ması
Mahremiyetin pornografiye kurbanı: popüler kültürün 'neferi' olmak
Mahremiyetin magazinel seks kasetleri ifşa edilmesi; bunun talep edilmesi
Çeşitli kasetler üzerinden siyaset üretmek
Aynı olma halinin, insanı, bir tür rıza imalatıyla topluluklar içinde eritmesi; erimeye dayanamayan insanın, özgürlük alanının dışına rızasıyla itilmesi
Farklı olma isteği
Eşlerin şifre paylaşımı, kendiliklerinden soyunup kapitalizm tarafından sürekli yeniden üretilen rol-model tiplere insanların sıkıştırması
Her yerde izlenmek, kayıt altına alınmak (Mobese, kredi kartı vb.)
‘Batı’da “dokunma”, ‘Doğu’da “görme” kategorine sıkıştırılan, önceliği olan, ihlali sorun olan vb.

Operasyon Öncesi Soluklanma Soruları
Güvende olma ihtiyacı ile sürekli gözler altında olmak, mahrem alanın güvenlikçilik tarafından gasbı olabilir mi?
Hem güvenliği maksimize etmek hem de teşhircilik boyutunda sahip olunan her şeyin gösterilmesi, herkesin aynılaşmasına neden olmaz mı?

Operasyon / Pozisyonlar
Tez
Evdeki bakıcıdan başlayarak sırasıyla anaokul, okul, ‘müşteri memnuniyeti’ vb. ‘hizmet kalitesi’ gibi saiklerle sürekli kayıt altında olmak, insana yeni bir bilinç kazandırıyor: hiçbir yerde hiçbir zaman yalnız olmadığı bilinci.  Gözetlenme, kayıt altında alınma, “biçim - içerik diyalektiği”  sonucu insanın, yerini, kapitalizm ve pozitif hukuk tarafından kodlanan avatarına bırakmasıdır.

Tez
Küresel network firmalarının ve ürünlerinin yaygınlaşması, standartları belirlemesi, “Batı Metafiziği”nin dünyayı esir almasıdır. “Tarihin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” gibi kuramsal yaklaşımlar, Sosyalist bloğun ardından sahneye itilen ve son İD örneğinde de görüldüğü üzere dikotomik biçimde İslam’ın üretilmesinde (de) aranabilir.

Tez
Strüktür yerine fasad önemsenir; kurumsal yapılanmada gündelik çözümler dayanak noktası yapılır. İmaj, yapının çekirdeğinden önemli hale gelir. Evler ve ülkeler yaptıkları etkinliklerde ‘çirkin’ görüntülere yer vermezler. Onlar, Hitler’de ifadesini bulduğu şekliyle bozulmuşlardır; o nedenle hayattan kürtaj edilmelidir.

Tez
Popüler kültürün öznesi olmayı istemek, nesneleşmeyi arzulamaktır. Nesneleşen insan, eşyaya dönüşür.

Tez
Popüler kültür öznesi, her yerde olup hiçbir yerde olmayan tanrı(lık)tır. Mahremiyetin yitimi zaman ve mekan üzerine çıkmak metafiziğe dönüşmektir. Kendisi fizik, bilinci metafizik, kültür endüstrisi tarafından asimetrik sömürüye maruz kalmış eşyadır kişi.

Tez
Sol paradigmanın kontrol altında tuttuğu zenginlik, israf, teşhir gibi burjuva alışkanlıklarına kamusal bağlamda izin vermez. İdeolojik zayıflamanın ardından 1980’ler, burjuva metafiziğinin kendini rahatça göstermesine olanak sağlar.

Tez
Sosyal psikoloji alanında yapılan araştırmaların çok seçik biçimde gösterdiği gibi insanın kendiliği, aynanın, dilin, ötekinin (başka kabileden insanın), yazının, fotoğrafın, sinemanın ve en sonunda da sanal gerçekliğin ardından bilincin yeniden üretilmesi, ona yeniden şekil verilmesi; ayağa kalkmayla yitirilen bilinç dışının başka başka bilinç durumlarıyla yeniden üretilen bilinç-lilik(ler)le ikame edilmeye gayret edilmesi şeklinde okunabilir.

Tez
Bir tür akılsal hapishane içinde yaşayan günümüz öznesi, tanımsallıklar içinde üretilen hayatın öznesi olamamanın ıstırabıyla sanal-lık(lar)ın esiri olmak yolunda. Kendinden kaçabildiği ölçüde tutsaklaşmakta; tutsaklaştığı ölçüde de kendini güvende hissetmekte; bunun zorunlu sonucu olarak efendi - köle diyalektiği, bir başka görüntü altında kendini yeniden üretmekte. Kendinden kaçmanın çözüm ve teşvik edildiği, maddesel arınmalarla maneviyatın beslenmeye çalışıldığı günümüzde metafizik, mevcudun anti-tezi olarak tutunacak dala dönüşmekte.

Tez
Hukuk, bir yerde ihlal varsa -bir anlamda tabiatı gereği olgunun ardından geldiği için- orada kendini gösterir; bununla hayat, tanımlı alana tıkılır. Mahremiyet, temel haklar başlığı altında hukukça ‘korunmakta’ ve de en çok 20. y.y.da hukuksal metinlerde, sözleşmelerde dillendirilmekte.

Tez
Son dönemdeki trend uzun masif bir masa etrafında yaklaşık 20-30 arasında kişinin oturarak o akşamı paylaşmaları. Eğlence mekanlarında tek oturanları geçin çiftlerin bile azaldığı bir dönem yaşıyoruz. Her şey organizasyon. her organizasyon da “en ince ayrıntısına kadar” düşünülüyor. Yani hayatın sürprizlerine yer yok. Nesnel akıl hala iş başında. Toplu tapınma ayinleri, yeni ritüellerle devam ediyor.

Tez
Büyümek, sıfatlara, kimliklere, koltuklara... hapsolmak, insanın kendinden kaçmasıdır bir bakıma Mistisizme, kuantum adından metafizik kimi konulara angajmanların ciddi ölçüde arttığı günümüzde söz konusu tepkinin materyalizme yönelik olduğu konusunda sanırım hepimiz hemfikirizdir. Maddesel olan, ortadadır. Birer havuç olarak kapitalizmin ürünlerini önünde bulan günümüz formatlanmış ve sürekli update edilen özneleri, “görünür olmak” adına sürekli kendinden kaçar. Oyalandığı ölçüde özgürdür. Yalnızlıktan kaçmanın, kalabalıklar içinde erimenin kutsandığı, eğitim ve psikiyatri disiplinlerince de teşvik edildiği, toplu arınma ritüellerinin fetişleştiği yeni bir metafizik hale içinde şekillenmekte yeni insanın bilinci.

Tez
“Gerçek hayat, tiyatro; tiyatro, gerçek hayattır.” sözünde dilen hakikatin bir başka şekli sanal ilişkide ortaya çıkar: Gerçeğin avatarlaşması, avatarın gerçeğe dönüşmesi. Pek çok ilişki, ister evli olsun ister olmasın, sanal ilişkiler nedeniyle (sanal aldatma) bitmekte. Artık aile mahkemelerinin boşanma nedenleri arasında bir istatistiki veri kıymetine de sahip. Kişi, sanal bir karakter yaratarak fantezi dünyasındaki kişiyi yani avatarını canlandırır ve oynar. İnsanın mahrem alan talebidir bir bakıma avatar bu da “güvende olma”ya bağlanabilir, özgürlüğü de. özgürlük güvendir. Mahremiyet özgürlüktür.
Tez
Popüler kültür, görünmeyi kutsallaştırır.
Berkeley’in “Varolmak algılanmış olmaktır.” sözü sanırım, tam da günümüzü anlatmakta. Varolmak için bir başka özneye ihtiyaç duymak. Kişinin kendisi, içinde yer aldığı “akıldan yoksun varlık alanı” varolması için ya da varolduğunu(n) fark etmesi / fark edilmesi için gerekli(dir) ama yeterli değildir. Popüler kültür, kendini burada(n) da temellendirir. Marka giymek, üzerinde bir apolet ya da aidiyet nişanı gibi taşımak, bir anlamda bu işlevi üstlenmektedir.

Tez
Pornografi, mahremiyetin nesneleşmesidir.

Tez
Popüler olmak, insanın kendinden kaçmasıdır. Öteki ya da diğer(ler)i, insanın kendi olmasına manidir. Heidegger, insanın dünyaya yapayalnız fırlatılmış bir varlık olduğunu ifade eder; insan, yalnızlığın doğurduğu maliyeti birkaç ‘araç’ ile bertaraf eder. Ağrı kesicidir bütün tüketim.  Hazdan ziyade göreli süre ağrısızlıktır.

Tez
Facebook ile Andy Warhol’un düşü gerçek oldu. 15’ süren bir meşhurluk değil, herkesin kendi mahallesinde meşhurluğu, magazini. Her yer ekran, her yer podyum. Her an keşfedilmeyi beklemenin huzursuz yoruculuğu altında nefes almanın yorgunluğu, popüler kültürün verdiği “daha çok meşhur olmak” havucuyla tolere edilmekte;bilincin mazoşizme evrilme süreci hızla işlemekte.

Tez
popüler kültür, pop art, sığ, sıradan hayatın doğurduğu, onu resmeden, ‘iddia’dan yoksun bir anlayışa sahiptir. popüler kültür, sanatın hayatın ürettiği statükoları bırakın kırmayı, bizzat duvarları(nı) berkitmek işlevi üstlenir; işte bu nedenle de tam da bu nedenle yerleşlik iktidar yapılanmalarınca beslenir, büyütülür, hayatın farklı alanlarına sirayet etmesi için uygun, olanaklı zeminler yaratılır.

Tez
Facebook vb. ile kullanıcılar, popüler kültür öznelerine dönüşür. Bu, insanın rıza imalatı ile tüketim nesnesine dönüşmesidir.

Tez
Sığlık, kavramayı kolaylaştırır; kavrayan, kavradığını kırpar, katmanlarını ortadan kaldırır; böylece, kavranan, o şeyi, şeyliğinden soyar. Popüler alan için yeniden üretir.

Tez
Facebook ve diğer sosyal medya ile mahremiyetin sonu ilan edildi. özel alanın tecavüze uğraması, insanın masumiyetini de ortadan kaldırdı. Kapitalizm, her konu, nesne ya da kişiyi “ürün”leştirerek pazarlama nesnesine dönüştürebiliyor; bunun en son örneğine İlber Ortaylı’nın billbordları süsleyen ilanları,

Tez
Toz - ilinek ilişkisinde tözsüz varlık olamayacağına göre mahremiyet de özgürlüğün tözüdür denebilir; mahremiyetin olmadığı ya da ihmal edildiği yerde özgürlük varlığını yitirir. İnsanın da tözü, bir bakıma özgürlük olduğuna göre, mahremiyetin yitimiyle ortaya çıkan insan için “tözsüz ilinek” denebilir.  

Altın vuruş
Özgürlük, tıpkı kasların çalıştıkça güçlenmesi gibi yüklendikçe güçlenir. O nedenle hafifletici türden ağırlıktır. Mahrem alan içsel özgürlüktür; dışsal yani kamusal alandaki özgürlüğün önkoşuludur. İktidar ya da pozitif hukuk ya da kapitalizm, dışsal alanda tahakkum kurmak için içsel alanı gasp eder.  Bunu da Chomsky'nin yerinde dile getirdiği gibi “rıza üretimi”yle gerçekleşir. Marka giyerek belli türden sınıfa ait olup cemaat içinde bir pozisyona erişmek, toplu tapınış ritüelleri içinde nefes almak, insanın mahrem alanının getirdiği ağırlıktan kurtulmak ve de facto özgürlükten feragat etmektir. Özgürlükten arınan insan, tüketim ‘kul’una dönüşmüş ve artık şeyleşmiş bir köledir.

Orgazm çığlığı
Mahremiyetin gasbı, kişilerin aynılaştırılarak özgürlük bilinçlerinin iğdiş edilmesidir. Yaşamı tanımsallıklar (mimari, şehir, hukuk, müfredat, yönetmelik vb.) içine sıkıştıran totalitarizmin her geçen kendini güçlendirip faşizmi ihtiyaç duyulan bir fenomene dönüştürmesine karşı seslerimizi daha yüksek çıkaralım… mahremiyet için…

* Us Atölyesi'nin perşembe günleri düzenlediği felsefe toplantılarının 25 Aralık 2014 tarihindeki etkinliği için hazırlanmış konuşma metnidir. (www.usatolyesi.org)

V. Metin Bayrak

25 Aralık 2014, Çapa, İstanbul

8 Aralık 2014 Pazartesi

mahallesizleşmeye / cemaatsizleşmeye çağrı

mahallesizleşmeye / cemaatsizleşmeye çağrı

zihinsel gettolaşması gittikçe derinleşen bir ülke türkiye. gettolar(ı) arasındaki duvarların kalınlaşarak yükseldiği zihinse-kültürel kavrama paradigmamız, mahallelerimize göre psikolojizme saplanmış bulunmakta. bu ortamda "ses vermek" linci göze almaktır bir bakıma. retoriğin biçimsel yüzü, hiç bu denli iktidar olmamıştır belki de dünya tarihinde. biçimin içeriği kırdığı bir iklimde düşünceler nasıl dile getirilebilir ki? kaygılarım, savaşanların, genellikle aynı safta olmalarından kaynaklanmakta. savaştığı sorunu, savaşarak besleyip büyütenlerin ülkesinde nefes almak her geçen gün daha da ızdırap vermekte. o nedenle dikkat! dikkat! bu yazılamanın amacı tarafgirlik değil; bizzat, tarafgirliğin körleştirmesiyle çoraklaşan maneviyatımız: iyi-siz, doğru-suz ve güzel-siz hayatımız.

24 nisan 2014'te taksim'de bir otelde düzenlenen toplantıda farklı düşünenlere yönelik yapılanlar üzerine düşünmüş ve konuyu 'linç kültürü' açısından ele alan bir yazılama klavyeye almıştım. (http://vmetinbayrak.blogspot.com.tr/2014/04/ermeni-meselesine-farkl-bir-anma-linc.html) son birkaç gündür alev alatlı ve özellikle yavuz bingöl örneği, 'linç kültürü' üzerine yeniden düşünmeme neden oldu. 

bu kısa yazılamayı da bu nedenle klavyeye almak ihtiyacı duydum. hepimizin tanık olduğu bu iki olayı hatırlatmaya hacet olmadığı kanaatindeyim. 

yavuz bingöl, belli ki mevcut durumu 'iyi' analiz etmiş ve retoriğini ona göre kurmuş. erdoğan'ın yükünü azaltan 'gönüllü' sayısı, gün geçtikçe artacağa benziyor. mesela son ödül töreninde entelektüel muhacir, mazinin seküler alatlı'sının "meşru" kavramı dururken sayamadığım denli "helal" kavramını kullanması, 'gönüllüler' enflasyonu çağına "merhaba" dediğimizin habercisi olsa gerek. yavuz bingöl, toplumu kamplaştıran bir olayın ya da yangının üzerine benzin dökmüş; gazetecinin sözlerini cımbızla aldığını iddia etmiş. söylediklerinin ("Mesela Tayyip Bey'in ölmüş anasına küfredildiği zaman, ertesi gün o zaman Berkin Elvan'ın annesi yuhalattığı zaman... İşte o zaman sonuç ne? Yani bu çok insani, işte duygusunu işe karıştırmak!") metinsel analizi yapıldığında, doğrudan erdoğan'ı haklı bulmuyor, bir tür 'tespit' yapıyor... şimdi burada sözlerin söylem analizini yapalım, bakalım aslında bize ne söylüyor:
a. erdoğan'ın yuhalatması, bir tür 'insani" durum.
b. erdoğan, duygularını işine karıştıran biri; işe duygu karışırsa, işin ne olduğunun önemi yok!?
c. erdoğan, eski başbakan, yeni reis-i cumhur, 'çapulcu' dediği küffar kitleyle aynı "fıtrat"a sahip.
d. insanlar, bir 'çözüm yolu' olarak ölmüş/ölmemiş olsun, anneleri kitlelere, 'duygusal tepki' olarak yuhalatılabilir. 

şimdi taraflara birkaç soru soralım ve susalım....
sormazlar mı insana, "devet adamı sorumluluğu nedir?" diye; sormazlar mı, insana, reşit olmayan bir okul çocuğunun polis tarafından katledilmesinin kamu vicdanında açtığı yara "böyle" mi kaşınır diye? 

sormazlar mı insana, insanlar, farklı düşünebilirler, inanabilir de, birtakım fayda ilişkileri içinde olabilir; her ne olursa olsun, sırf söylemleri nedeniyle bir tür "linç girişimi"ni haklı çıkarır mı? adı verilen sokağın isminin belediye meclisince apar topar değiştirilmesi (izmir'de yavuz bingöl sokağı, berkin elvan olarak değiştirildi.), neyi nerede nasıl çözeceğini bilmekten uzaklaştırmaz mı bizleri?

ne insan ne de hayat bir noktadan ibarettir, süreçte varlık kazanır. ne yavuz bingöl'ün türküleri ne de alev alatlı'nın çorak türkiye entelijensiyasına katkıları söyledikleri iki çift sözle değersizleşir. olsa olsa kişilikleri, kimilerince gölgelenir; kimilerine göreyse aydınlanır, parlar. gölgeli ve/veya aydınlanmış görmeniz bir tür illüzyondur aslında. varlığa dair algımızın tonunu, baktığımız yer belirliyorsa gözlerimizdeki gözlükler emanettir. 

her olayın, sözün mahallelere göre değerlendirildiği bir ortamda gözlükleri atarak başlayabiliriz, sözlerim mahallesizleşye çağrıdır... greklerin o başucu yapılası "duruşmalar karanlıkta yapılırdı ki konuşana değil de konuşulana bakılsın diye!" sözünde dile gelen hakikati duymayadır.

nereden tutalım, hani arşimet, "bana bir referans noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım." der, nereden tutacağımı bilemedim, zihnim anlamak istiyor, baktığım yer balmumu olup eriyor ve formunu yitiriyor. eriyoruz, formunu kaybeden, bütün formların eriyip tabana döküldüğü ve linç, nefret, faşizm, etiketçi... havuzunu dolduruyoruz... hepimizin birbirimizi boğduğu bir havuz yaratıyoruz el birliği(miz) ile. 

çağrım, birbirimizi boğduğumuz bu kavrama faşizm bataklığını besleyen retotiklere teslim olmamayadır...

kavrama faşizmi üreten retoriğinize selam...

V. Metin Bayrak
07 Aralık 2014, Denizli


1 Kasım 2014 Cumartesi

trajedi kolajı: 501. hafta

bugün, cumartesi anneleri, 501. kez galatasaray meydanı’nda sessiz çığlık eylemi için toplandılar. çok az sayıda insan vardı çevrelerinde. geçen hafta (500. hafta) yazmak istemiştim. oysa takvim günlerinde yapılanlar, sıklıkla, bir tür vicdan yıkama eylemine ya da girişimlerine, toplu tapınma ayinlerine dönüşür. 500. hafta da böylesi bir görüntü verdi. uyarılara rağmen konuşmaların ardından alkışlayanlar oldu. hatta slogan atanlar. yani kitlenin bir kısmı, oradaki eylemin bırakın ruhunu şeklinden dahi haberdar değildi.

bugün, 501. haftada 500. haftada gerek twitterda gerek kayıp yakınlarının konuşmalarında dile gelen kısa cümle ve cümlecikleri bir araya getirerek bir tür trajedi kolajı oluşturmaya çalıştım.

trajedi kolajı: 501. hafta

“kayıplarla ilgili geçmişten bugüne bütün görevliler, hükumet yetkilileri, failler gibi suçludur; suça ortaklık etmektedirler.”

“suçlular, devlet aygıtlarından biri olan yargı nezdinde muhakeme edilmeseler bile tarihte çoktan yargılandılar; çünkü vicdan tarihtir.”

"gözaltına aldıkları 18 yaşındaki bir gencin 2 kg. ağırlığındaki kemiğini 18 sene sonra bir kuyunun dibinde bulduk."

"ben, bu meydanda büyüdüm. 22 yıldır babamı arıyorum."

"burada tek resim var: kayıp!"

"499 hafta evrensel hukuk işletilsin dedik. adalet talep ettik. 500. haftada da çığlığımız aynı: adalet!"

"failler belli, bırakın cezalandırmayı terfi ettiriliyorlar."

"babamın kemiklerini istiyoruz."

anne(m) konuşuyor: "adalet, hepimize lazım, polisler dahil."

"devlet, 30 yıldır yalan söylüyor. kemiklerini buluncaya kadar devam edeceğiz."

"kaybedenler, kaybedecek!"

“galatasaray meydanı'nda gözaltında kaybedilmelere karşı ilk oturma eylemi: 27 Mayıs 1995"

"kürtler ne mi istiyor? bazen sadece cenazelerini."

“eline bir karanfil alıp git... kendi çocuğunun, bütün çocukların geleceği için…”

“boş mezara ağıt yakılmaz… cumartesi annelerinin acısı, öfkesi zaman aşımına uğramıyor…”

“bir mezara ağıt bile yakamadan yas tutmak....”

BenimAnnemRoboski
BenimAnnemDersim
BenimAnnemGezi
BenimAnnemLice
BenimAnnemCmrtesi

“berfo ana!”


Dün gece gördüm düşümde
Seni özledim anne
Elin yine ellerimde
Gözlerin ağlamaklı
Gözyaşlarını sildim anne
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne
İki yanımda iki polis
Ellerim kelepçede
Beni bul beni bul anne

Dün gece gördüm düşümde
Seni özledim anne
Gözlerinden akan bendim
Düştüm göğsüne
Söyle canın yandı mı anne
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne
İki yanımda iki polis
Ellerim kelepçede
Beni bul beni bul anne
Ahmet Kaya

“Ben de sizler gibiyim analar
Benim kalbim de yas dolu ölüm dolu
Gülüşlerinizi öldüren kanla”
Pablo Neruda

Elmalı tefsiri ile Araf, 179
"Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkındırlar. İşte o gafiller ancak bunlardır."

vicdanınıza selam...


v. metin bayrak, 1 kasım 2014, istanbul