mahallesizleşmeye / cemaatsizleşmeye çağrı
zihinsel gettolaşması gittikçe derinleşen bir ülke türkiye. gettolar(ı) arasındaki duvarların kalınlaşarak yükseldiği zihinse-kültürel kavrama paradigmamız, mahallelerimize göre psikolojizme saplanmış bulunmakta. bu ortamda "ses vermek" linci göze almaktır bir bakıma. retoriğin biçimsel yüzü, hiç bu denli iktidar olmamıştır belki de dünya tarihinde. biçimin içeriği kırdığı bir iklimde düşünceler nasıl dile getirilebilir ki? kaygılarım, savaşanların, genellikle aynı safta olmalarından kaynaklanmakta. savaştığı sorunu, savaşarak besleyip büyütenlerin ülkesinde nefes almak her geçen gün daha da ızdırap vermekte. o nedenle dikkat! dikkat! bu yazılamanın amacı tarafgirlik değil; bizzat, tarafgirliğin körleştirmesiyle çoraklaşan maneviyatımız: iyi-siz, doğru-suz ve güzel-siz hayatımız.
24 nisan 2014'te taksim'de bir otelde düzenlenen toplantıda farklı düşünenlere yönelik yapılanlar üzerine düşünmüş ve konuyu 'linç kültürü' açısından ele alan bir yazılama klavyeye almıştım. (http://vmetinbayrak.blogspot. com.tr/2014/04/ermeni- meselesine-farkl-bir-anma- linc.html) son birkaç gündür alev alatlı ve özellikle yavuz bingöl örneği, 'linç kültürü' üzerine yeniden düşünmeme neden oldu.
bu kısa yazılamayı da bu nedenle klavyeye almak ihtiyacı duydum. hepimizin tanık olduğu bu iki olayı hatırlatmaya hacet olmadığı kanaatindeyim.
yavuz bingöl, belli ki mevcut durumu 'iyi' analiz etmiş ve retoriğini ona göre kurmuş. erdoğan'ın yükünü azaltan 'gönüllü' sayısı, gün geçtikçe artacağa benziyor. mesela son ödül töreninde entelektüel muhacir, mazinin seküler alatlı'sının "meşru" kavramı dururken sayamadığım denli "helal" kavramını kullanması, 'gönüllüler' enflasyonu çağına "merhaba" dediğimizin habercisi olsa gerek. yavuz bingöl, toplumu kamplaştıran bir olayın ya da yangının üzerine benzin dökmüş; gazetecinin sözlerini cımbızla aldığını iddia etmiş. söylediklerinin ("Mesela Tayyip Bey'in ölmüş anasına küfredildiği zaman, ertesi gün o zaman Berkin Elvan'ın annesi yuhalattığı zaman... İşte o zaman sonuç ne? Yani bu çok insani, işte duygusunu işe karıştırmak!") metinsel analizi yapıldığında, doğrudan erdoğan'ı haklı bulmuyor, bir tür 'tespit' yapıyor... şimdi burada sözlerin söylem analizini yapalım, bakalım aslında bize ne söylüyor:
a. erdoğan'ın yuhalatması, bir tür 'insani" durum.
b. erdoğan, duygularını işine karıştıran biri; işe duygu karışırsa, işin ne olduğunun önemi yok!?
c. erdoğan, eski başbakan, yeni reis-i cumhur, 'çapulcu' dediği küffar kitleyle aynı "fıtrat"a sahip.
d. insanlar, bir 'çözüm yolu' olarak ölmüş/ölmemiş olsun, anneleri kitlelere, 'duygusal tepki' olarak yuhalatılabilir.
şimdi taraflara birkaç soru soralım ve susalım....
sormazlar mı insana, "devet adamı sorumluluğu nedir?" diye; sormazlar mı, insana, reşit olmayan bir okul çocuğunun polis tarafından katledilmesinin kamu vicdanında açtığı yara "böyle" mi kaşınır diye?
sormazlar mı insana, insanlar, farklı düşünebilirler, inanabilir de, birtakım fayda ilişkileri içinde olabilir; her ne olursa olsun, sırf söylemleri nedeniyle bir tür "linç girişimi"ni haklı çıkarır mı? adı verilen sokağın isminin belediye meclisince apar topar değiştirilmesi (izmir'de yavuz bingöl sokağı, berkin elvan olarak değiştirildi.), neyi nerede nasıl çözeceğini bilmekten uzaklaştırmaz mı bizleri?
ne insan ne de hayat bir noktadan ibarettir, süreçte varlık kazanır. ne yavuz bingöl'ün türküleri ne de alev alatlı'nın çorak türkiye entelijensiyasına katkıları söyledikleri iki çift sözle değersizleşir. olsa olsa kişilikleri, kimilerince gölgelenir; kimilerine göreyse aydınlanır, parlar. gölgeli ve/veya aydınlanmış görmeniz bir tür illüzyondur aslında. varlığa dair algımızın tonunu, baktığımız yer belirliyorsa gözlerimizdeki gözlükler emanettir.
her olayın, sözün mahallelere göre değerlendirildiği bir ortamda gözlükleri atarak başlayabiliriz, sözlerim mahallesizleşye çağrıdır... greklerin o başucu yapılası "duruşmalar karanlıkta yapılırdı ki konuşana değil de konuşulana bakılsın diye!" sözünde dile gelen hakikati duymayadır.
nereden tutalım, hani arşimet, "bana bir referans noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım." der, nereden tutacağımı bilemedim, zihnim anlamak istiyor, baktığım yer balmumu olup eriyor ve formunu yitiriyor. eriyoruz, formunu kaybeden, bütün formların eriyip tabana döküldüğü ve linç, nefret, faşizm, etiketçi... havuzunu dolduruyoruz... hepimizin birbirimizi boğduğu bir havuz yaratıyoruz el birliği(miz) ile.
çağrım, birbirimizi boğduğumuz bu kavrama faşizm bataklığını besleyen retotiklere teslim olmamayadır...
kavrama faşizmi üreten retoriğinize selam...
V. Metin Bayrak
07 Aralık 2014, Denizli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder