24 Eylül 2013 Salı

İktidarın Kamusal Alan Tasarrufu Sorunu Üzerine: Burka Demokrasisi

Demokrasinin Kamusal Alan Tasarrufu Sorunu Üzerine: Burka Demokrasisi

Beden, kamusal alan için bir tehdit midir?

İnsanın nasıl giyineceğine karar vermek demokrasi midir? Demokrasinin sınırları var mıdır? En iyi ikinci de denen demokrasinin din ile mücadelesi yeni mi başlıyor? İnanç özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğü ile aynı kategoride ele alınabilir mi? Beden, kamusal alan için bir tehdit midir? Demokrasi, özgürlük alanlarını genişletmekle mükellefken burka referandumu ile kendi varlık koşulunu mu ortadan kaldırmaktadır? Kamusal alan, bu referandum izniyle yeniden mi tanımlanmalı? Kamusal alanın siyasal alana dönüştürülüp daraltıldığı bir sürecin başlangıcı yaşanıyor? Kamusal alanda görünmek ile kamu hizmeti vermek aynılaştırılabilir mi? Hukuk devleti ilkesi ihlal ve/veya ihmal edilerek demokrasi işletilebilir mi?


Soruları çoğaltmak olanaklı. Her birine pek çok açıdan farklı yanıtlar verilebilir kuşkusuz. Bu felsefeleştiride İsviçre'de yapılan ve burka referandumu diye bilinen olaydan hareketle özgürlük, inanç konularının demokrasi bağlamında nasıl bir geleceğe kapı araladığına; kısaca 'İslamcı' denilen siyasi hareketlerin ellerine nasıl bir 'koz' verildiğine; “Burka yasağı” diye servis edilen habere verilen tepkilerin öznelerinin konu sorun karşısındaki varoluşsal konumlarındaki karmaşalara; kamusal alanın iktidarca tasarruf edilmesindeki hukuksal sorunlara; insan bedeni, özellikle de kadın, üzerinden siyaset üretmenin yarattığı kördöğüşüne; kamu hizmeti vermek ile almanın farklı kategoriler olduğuna; hukuk devleti ilkesinin sınırlarına, konu bağlamında kısaca değinilip çeşitli problem alanlarına işaret edilmek istenerek bir sonuç tezi ileri sürülmeye çalışılacaktır.

Anadolu Ajansı 13 Ağustos 2013’te geçtiği bir haberin başında “İsviçre'de burka yasağı ilk kez referandumda oylanacak. Ticino kantonunda halk 22 Eylül'de oy kullanacak.” spotu yer alıyordu. Cenevre’den servis edilen haberin ayrıntılarına bakıldığında: “İsviçre'nin İtalyanca konuşulan kantonlarından Ticino'da 22 Eylül'de, yüzü tamamen kapatan burkanın kamu alanlarında kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin oylama yapılacak. Ülkede bu konuda yapılacak ilk referandumun sonucunun burkanın kullanılmasının yasaklanması yönünde çıkması bekleniyor. Daha çok Afgan kadınların kullandığı burkayı İsviçre'de giyenlerin sayısının resmi rakamlara göre 100'ü geçmediği tahmin ediliyor. Burkanın Ticino'da yasaklanmasına ilişkin girişim mart 2011'de 11 bin 767 imzanın toplanması ile başladı. Şu ana kadar burkayı yasaklayan herhangi bir İsviçre kantonu olmadı. Almanca konuşulan Aargau kantonunun girişimiyle 2010'da tüm ülkede burkanın yasaklanması istenmiş fakat talep federal parlamento tarafından reddedilmişti. Bununla birlikte kantonal düzeyde de Basel, Bern, Schwyz, Solothurn ve Fribourg kantonlarının parlamentoları başörtüsü ve burka yasağı girişimlerini kabul etmemişti. İsviçre'de yaşayan 400 bin Müslüman ülke nüfusunun yaklaşık yüzde beşini oluşturuyor.”1

Evet, nihayet ilgili tarih geldi ve referandum yapıldı! Demokrasi, işletildi. Şimdi, referandumun ardından portallara yansıyan haberle ilgili spotlara ve ayrıntılara kısaca bakalım. Haber, birçok sitede “Burka yasağı” başlığıyla servis edilmiş.
Haberi Deutsche Welle Türkçe’den alan T24 ise şu şekilde servis etmiş: İsviçre'de burka yasağı
İsviçre'nin Tessin kantonunda yapılan referandumda, çoğunluk burkanın yasaklanmasını istedi. İsviçre'nin Tessin kantonunda, aşırı sağcı ve İslam karşıtı görüşleriyle tanınan siyasetçi Giorgio Ghiringhelli'nin burka yasağına yönelik önerisi için yapılan referandumda, çoğunluk "evet" oyu kullandı. Referandumda yüzde 65,4 evet oyuna karşılık, yüzde 33,35 hayır oyu kullanıldı. Referandum sonuçlarına göre, ülkenin güneyindeki Tessin kantonu sınırları içinde "Hiç kimsenin kamuya açık alanlarda yüzünü örtme izni olmayacak, hiç kimse başka bir kişiyi cinsiyeti nedeniyle yüzünü örtmeye zorlayamayacak." Anayasada yapılacak değişiklikte, burka ya da nikap sözcükleri geçmiyor. Yüzün kapatılmamasına ilişkin esaslar içeriyor. Referandum sonucuna göre, protesto gösterisi düzenleyenler ya da holiganların yüzlerini kapatması yasaklanacak. Burka giyen kadınların da yüzleri kapalı olduğu için burka giymeleri yasaklanmış olacak" dedi.
'Müslümanlara ayrımcılık yasası'
İsviçre İslamî Dernekler Birliği, referandumu, Müslümanlara yönelik özel bir ayrımcılık yasası olarak değerlendirdi. Birlik, kantonda en fazla bir düzine Müslüman yaşadığına dikkat çekti. Uluslararası Af Örgütü'nden Manon Schick ise Corriere del Ticino'ya yaptığı açıklamada, "Bunun, Tessin'deki insan hakları için kara bir gün olduğunu ifade etti. Schick, referandumla, uzlaşma ve akılcılığın yerine, korkuların körüklendiğini vurguladı. Kantonda yapılacak anayasa değişikliğinin, İsviçre federal parlamentosu tarafından onaylanması gerekiyor.”2
Konu, hiç şüphe yok ki bu kısacık akademik olmak iddiası bile taşımayan, sadece çeşitli konuların felsefi bir disiplinle ele alınmaya gayret edilen bir felsefeleştiride tüketilip çözüme kavuşturulabilecek bir sorun değil. Burada dile getirilen düşüncelerin sahibi, bunun bilinciyle hareket ederek yargıda bulunmaktan ziyade bu ve benzeri konularda iktidarca yapılan müdahalelere ne neden olabileceği sorunlu durumlara dikkat çekmek istemektedir.

İnsan, beden ve zihin anlamında İktidar denen olgunun sürekli hedefi olagelmiştir. İktidarın, özneye müdahelesi, “varolmak için kitleye ihtiyaç duyması” ve “yaşamak için kitleyi biçimlendirmek istemesi” ile gerekçelendirilebilir.

İktidar, somut biçimde görünürlüğünü insanlar ve özellikle kadınlar üzerinden sağlamakta. Bunun tipik örneğine semavi dinlerde rastlanabilir. Günümüz modern demokrasilerinin din ve vicdan hürriyetini aynı madde içine sıkıştırmalarından bu yana, dinsel özgürlükler, düşünce özgürlüğü ile birlikte anılmaya başlanır. Buradaki yöntemsel hata, bir başka felsefeleştiride klavyeye alınacaktır.3

Din ile demokrasiyi korumak iddiasında olan bir siyaset modeline göre işletilen hukukun amaçları örtüştürülmeye çalışılmakta. Burada demokrasinin alanı gün geçtikçe daraltılırken dinsel alan genişle(til)mektedir. Dinsel alanın tasarrufu, hep belli türden bir dinin belli türden bir kavranışına -genellikle de arkaik- göre dizayn edilmekte. Tanımlanan alanın demokrasiyi (haklar ve özgürlükleri) nasıl dışladığını, demokrasinin “olmazsa olmaz”larıyla nasıl çeliştiğini, yapılan yasalarda bunlara yer verilmediğini İslamiyet'e ve/veya dine göre dizayn edilen kamusal alanların tasarrufuna bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada hemen “Gerçek İslam'da ve/veya dinde bu olmaz, şu olmaz, aslında doğrusu şudur...” mealindeki ifadeleri ne yazık ki ciddiye alamayacağım; çünkü İslam ve/veya herhangi bir din “şimdi ve burada” olandır; kitaplara ya da tarihte olan(lar) değil! İslam ya da bir başka din, Ali'nin, Helena'nın, İvan'ın, Silvia'nın, Aisha'nın... kavradığı, yaşadığıdır.

O halde mevcut genelinde din özelinde İslam ile demokrasinin gereği olan kamusal alanın tasarrufu birbiriyle çelişmektedir. Demokrasi, bir arada yaşayan insanların birbirlerinin haklarını ihlal etmeden, kamusal huzuru bozmadan dilediği gibi yaşamasına, inanmasına, üretmesine, tüketmesine... olanak sağlamakla mükellef çerçeve ya da model değil mi? O halde, iddiası bu olmasına karşın neden kendiyle çelişen bir girişimin “araç”ına dönüştü ve/veya dönüştürüldü?

Yine cevabı zor sorulara geldik. Yeniden hatırlatmak isterim ki bu kısa felsefeleştiride bütün dünyanın sıcak gündemini oluşturan, ortak aklın üretilemediği ve bu nedenle de henüz çözülemeyen bir sorunun tüketici nitelikte ele alındığı iddia edilmemektedir.

Referandumun yapıldığı ülkede ve dünyanın geri kalanında tesettürle ilgili konu ya da sorunlar, sıklıkla, bilgi ile değil algıyla hareket edilerek ele alınmakta. Sorunun burka ile değil, burkaknın temsil ettiği kültürün İsviçre'de ve benzer kaygıların görüldüğü daha çok 'Batı(cı)' kültürlerde görülmesi hiç de yabana atılacak, kayıtsız kalınacak bir olgu değildir. Haber metninde İsviçre'nin ilgili kantonunda burka kullanan insanın yüzü geçmediği ifade edilmiş. Burada demokrasi ve hukuk devletiyle ilgili bir başka sorun daha kendini göstermekte. Hukuk, ilkelerle hareket eder; belli bir kişi ve/veya gruba yönelik yasal düzenleme, hukukun özüne aykırıdır.

Bu ve benzeri talepler, ne demokrasi ne de hukuk devleti ilkesi açısından referandum konusu bile olamaz; oysa refarandum kararı alınmış, yapılmış ve sonuçlar yayımlanmıştır. Şimdi, gazeteci diliyle söylersek “Gözler, federal parlementoda!” Euronews'ün Türkçe yayın yapan sitesindeki4 haberde “İsviçre’nin Ticino kantonunda yapılan referandumda oylamaya katılanlardan yüzde 65’i burka yasağına ‘evet’ dedi. Buna göre, Ticino’daki kamuya açık alanlarda yüzün bir bölümünü ya da tamamını gizleyen burka kullanılamayacak. Burkanın ülke genelinde yasaklanması için 2010’da yapılan girişim federal parlamento tarafından reddedilmişti.” bilgisi yer almakta; bu bilgiden yola çıkarak, federal parlamentonun referandum kararı hakkındaki tasarrufu öngörülebilir. “Nasıl olsa reddedecek.” denilerek konunun vahameti ihmal edilemez. Demokrasi, bunun için işletilirken, mutasyona uğratılmakta, bir model ya da öneri olarak toplumsal hayatı, özellikle de kamusal alanın, siyaset kurumu ya da İktidar tarafından yeniden biçimlendirilmesine hukuksal zemin hazırlanmakta.

Bu nedenle burka referandumundan en çok “İslam ya da din ve demokrasi yan yana olabilir. İslam ya da din, demokrasiye karşıt değildir. Demokrasinin geçer akçesi sandıktır. Halk, ne derse demokrasi odur.” diyen, demokrasiyi dinselliğin yaşaması yönünde kullanan, dini siyasallaştıran çevrelerin memnun olmaları; 'Batı(cı)' çevrelerinse kaygı duyması gerekirken, görebildiğim kadarıyla tam tersi yönde tepkilere rastlanmakta. “Referanduma ön ayak olan popülist "Il Guastafeste" partisinden Giorgio Ghiringhelli, oylamada başarı sağladıklarını belirterek, "Halk, Tessin'de ve tüm İsviçre'deki fundementalistleri hezimete uğrattı" dedi.”5 Böylece, siyasi ve toplumsal referansı İslam ya da din olanlar arasında başlatılacak demokrasiyi yıpratma çalışmalarına yeni bir malzeme verilmiş oldu. Bunun üzerinden İslamafobi vb. pek çok tartışmanın “din ve vicdan hürriyeti, demokrasi, insan hakları” üzerinden yürütülecek olması hiç şaşırtıcı olmasa gerek.

Beni kaygılandıran İktidarın, kendinde, insan -özellikle de kadın- bedeni üzerinden kamusal alanda tasarruf hakkı görmesi. Modern demokrasilerde iktidar, kamusal düzenden sorumludur. Bunu yaparken de sınırları hukuk devleti ilkesiyle çizilmiştir. Hukuk felsefesinde hukuk devleti ile üretilmiş bilgiler, bir anlamda ortak akıl ürünü olarak da düşünülebilir. İktidar, insanlar nasıl giyinirse giyinsin buna karışma, bunu dönüştürme hakkına, yetkisine sahip değildir.

Fakat, bir kişi, kamusal bir hizmet verecekse işin gereklerini de yerine getirmeyi taahhüt etmiş olur. Örneğin profesyonel anlamda kamuya açık bir kurumda hizmet üreten bir kişinin “Benim inancıma göre kadınları / erkekleri muayene etmem / ders vermem / servis açmam...” deme hakkı yoktur. Hem öğretmen olacağım hem de kız ya da erkek öğrencilere ders vermiyorum, diyemem. Öğretmen olmayı tercih etmişsem, karşımdaki kişileri erkek ya da kadın diye değil öğrenci olarak görmeyi kabul etmiş olurum. Ayrıca hizmet vermekle mükellef olduğum kitle arasındaki herhangi bir kişiye görünüşü, ırkı, dili ya da ırkı nedeniyle ayrımcılık yapamam. Bunlar, modern demokrasilerde ciddi suçlar olarak tanımlanmaktadır artık. Oysa referans dinsel kavrayışlar olduğunda -hasta, kadın ya da erkeğe, mümin6 ya da kafire... dönüşüverir- bunların hiç biri suç teşkil etmez

Bu yazının bir sonucu olarak biri genel diğeri özel iki tez ileri sürülebilir:

"Seküler olmayan bir demokrasi ontolojik anlamda düşünülemez." 

“Bir hukuk devleti, kamusal alanın tasarrufunu kısıtlayan bir karar alamaz; kamusal alanı kısıtlayan İktidar ile demokrasi, bir tür oksimorondur."

V. Metin Bayrak
24 Eylül 2013'İstanbul, Levent

2 Erişim 24 Eylül 2013, Saat: 14:00: http://t24.com.tr/haber/isvicrede-burka-yasagi/240333
3 Fakat aynı cümle içinde yer alamayacak ontolojik yapılara sahiplerdir; ontolojik yapıları hesaba katılmadan yapılan epistemolojilerin sonuçları, bugün, modern demokrasilerin elini kolunu bağlamaktadır.
4 Erişim: 24 Eylül 2014, Saat: 14:30: http://tr.euronews.com/2013/09/23/isvicre-de-burka-yasagi/
5 Erişim 24 Eylül 2013, Saat: 14:00: http://t24.com.tr/haber/isvicrede-burka-yasagi/240333
6 21 Eylül 2013'te Somali'de El-Şebab örgütünün Westgate adlı AVM'ye yaptığı ve onlarca kişinin öldüğü, yüzlercesinin de yaralandığı saldırıdaki tutumu, buradaki algı ve/veya tanımlama farkına örnektir.


16 Eylül 2013 Pazartesi

eğitimin "milli" olanını almayı/vermeyi vicdanen reddediyorum...

eğitimin "milli" olanını almayı/vermeyi vicdanen reddediyorum...

dinsel kurumların ardından en büyük 'yalan', okul ve türevi hiyerarşik örgütlenmelerle varlığını iktidara eklemlenerek sürdüren kurumlar olsa gerek. (dikkat! "din" ve "eğitim" demiyorum, "kurumları" diyorum; çünkü ikisi de insanın varoluşunda yer alan olgular.) çünkü ikisi de iktidarın ideolojik aracı gibi iş görmekte kurumlaştıkça... beden ve bilinç üzerinde tasarrufta bulunmaktalar... insanın özgürlüğü önündeki en büyük ve en somut kurumsal engelleri aşma zamanı geldi... kurumsal yapıları insanı temele alacak şekilde evriltelim... önce kurgusunu, ardından içeriğini... iktidardan arındırabildiğimiz ölçüde
ulaşabiliriz insana. çünkü dinsel kurumlar ve eğitim kurumları insanı perdelemekte... 

mesela t.c. milli eğitim bakanlığı'nı önündeki patolojik "milli" ifadesinden arındırarak işe başlayabiliriz... yeni eğitim - öğretim yılının, iktidarın ideolojik söylemlerine teslim olmadığımız, bilakis bunları daha fazla ifşa ettiğimiz bir sürecin başlangıcı olmasını diliyorum... bunun için kimliklerimizden, aidiyetlerimizden arınıp geride kalana odaklanarak işe başlanabilir... 

"milli" olan müfredata göre eğitim almayı da vermeyi de vicdanen reddediyorum... 

v. metin bayrak
16 eylül 2013'istanbul