3 Aralık 2017 Pazar

Yeni Eğitim Ortamı ve Dinamikleri: Eğitim 4.0*


“Sahte hayat, doğru yaşanmaz.” T. Adorno


Özet
Eğitim, bir sosyal kurum olarak bütün toplumlarda görülür tıpkı aile, siyaset, din, ekonomi ve sanat gibi. Toplum, bu kurumların toplamıdır bir bakıma. Toplumları, sosyal kurumlar biçimlendirir. Günümüzde siyasetten ekonomiye, sanattan aileye oldukça hızlı bir değişim yaşanmakta; eğitim, hiç kuşkusuz bu sürecin dışında değil. Kurumlar arası ahenk, bir toplumun göreli anlamda başarısının ön koşuludur; çünkü hiçbir kurum, bir diğerinden ne bağımsızdır ne de varlığını tek başına sürdürebilir; her biri bir araya gelerek hem kendilerini hem de toplumu var ederler; bir tür “organizmacı” yaklaşım olarak da değerlendirebilir bu.


Bildiri, ekonomi alanından devşirdiği “endüstri 4.0” kavramıyla eğitime bakmayı amaçlamaktadır. Eğitim 4.0 ile kast edilen, eğitimde ya da öğrenme ortamında insanlığın yahut kültürün 4. dönemidir; bunlar: a. tarım devrimi öncesi; b. tarım devrimi ve sonrası; c. endüstri devrimi ve sonrası; d. günümüz: bilişim, yapay zeka vb.


Bir sosyal kurum olarak 4. dönemi/ni yaşayan eğitim ve ortamı nedir? Diğer kurumlarda özellikle uluslararası kurumların ve hukukun, ekonomi-politiğin küreselleştiği, bilişimin, özellikle yapay zekanın üretim yanında hizmet sektörüne de dahil olmasıyla eğitim kurumu nasıl etkilenmekte; 8 hafta boyunca çocuklara İspanyolca öğreten ve oldukça başarılı olan Tega adlı robotun öğretmenlik yaptığı günümüzde oldukça geleneksel eğitim ortamları, yöntem ve teknikleri ile matbu ideolojik içerikler, bu sürecin içine doğan ve yeni nesil kavram ve olgularla biçimlenen çocukların ihtiyaçlarına ne derece cevap verebilir?


Bildiri, eğitim kavramını toplumsal bir kurum olarak alıp 4.0 kavramıyla irdeleyerek şimdinin kritiğini yaparak “yeni öğrenme ortamı ve dinamikleri” üzerine bir düşünme denemesidir.  


Anahtar Kelimeler: eğitim, eğitim 4.0, eğitim ortamı, öğrenme yoldaşlığı, yataylık, anonimlik, sorumluluk, özgürlük, sahtelik, kamusal eğitim, yerel yönetim, yapay zeka

____________________

* 2-3 Aralık 2017'de İstanbul'da Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği'nin düzenlediği IX. Ulusal Öğretmenim Sempozyumu'nda yapılan konuşmanın genişletilmiş metnidir. 


Prolog
Her şey akar.” der Efesli bilge. Belki de hayata asıl yön veren tek hakikat değişimdir. O nedenle Herakletios, değişimi, su ve ateş alegorileriyle anlatır; ikisi de özü gereği devingendir.  Kimi insanlar, ‘ekabirler’, devletler, kurumlar vb. nedense bir tür tanrılık iddiasıyla zamanın kendilerinde sona erdiğini, bir başka ifadeyle kendilerinde durduğunu düşünürler, politikalarını bu “yanlış” bilgiyi temele alarak oluştururlar; oysa “Değişmeyen tek şey, değişimdir.
Eğitim, insansal bir olgu değil; canlılar, her ne türden olurlarsa olsunlar, yaşamlarını idame ettirmek için bir dizi karmaşık davranış örüntülerine sahiptirler; bunların içgüdüsel olması, karmaşıklığına, öğrenilmesine gölge düşürmez; dinamikleri farklıdır yalnızca. İnsan, sıklıkla, her şeyi kendi penceresinden görmek eğilimindedir; genelinde doğa, özelinde canlılar arasında suni bir değer hiyerarşisi kurarak kendini en tepeye, en değerli varlık olarak yerleştirir.  İnsan, en değerli varlık olunca, bütün hayatın kurgusu da bu kabul üzerine yapılandırılır; ortaya, geç kapitalizm dönemindeki çevre felaketleri çıkar.
İçerik oldukça provokatif, sınırları zorlayıcı, sarsıcı, karmaşaya sevk edici, malumu ilamdan yani mevcudu yani statükoyu tekrar etmekten imtina edici, sınırları zorlayıcı, mümkünse kırıcı, dağıtıcı, örtük biçimde varlığını sürdüren yapı ve ilişkileri ifşa edici… olmak iddiasındadır. İçeriğin başarısı, sizi ne kadar rahatsız ettiğiyle ve ama umudunuzu ne kadar yeşertip güçlendirdiğiyle ölçülebilir.


Alternatif Eğitim Tarihi
Hepimizin bildiği uygarlık tarihini, yeni bir perspektifle kronolojik bağlamda kategorize ederek başlayalım:
a. Doğa: Avcı & Toplayıcı Toplumlar
Avcı ve toplayıcılıkla yaşamını sürdüren insan türü, ekosistemin bir parçası olarak küçük komünler şeklinde yaşarlar. Eğitim, daha doğar doğmaz başlar. Doğal hukukla yapılanmış, örgütlenmiş komünün ya da topluluğun normları, kendiliğinden edinilir. Yenidoğan, oldukça yüksek doğum ve ölüm oranlarına sahip komünde güçlü genleri ve talihi varsa yaşar. Eğitim için herhangi bir kurumsal yapılanma söz konusu değildir; her şey tıpkı doğal durumdaki diğer canlılarda olduğu gibi kendiliğinden gerçekleşir.
b. Din & Devlet: Tarım Devrimi ve Sonrası
Kültür ya da uygarlık Tarım Devrimiyle başlatılır. Tarım Devrimi, insanın evrimden sonra doğadan, doğasından ikinci kopuşudur.  Siyaset, aile, din, ekonomi gibi temel toplumsal kurumların günümüz anlamıyla yapılandığı, ortaya çıktığı bir süreçtir. İnsanın, doğayı ve kimi canlı türlerini sömürgeleştirdiği, ve şüphesiz kendi türdeşlerini de, bir dönemdir. Bir anlamda bu ikinci kopuş, insanın, içinde yaşadığı doğayla birlikte kendini de yok etmeye başladığı bir süreçtir. Tarım Devrimiyle birlikte başlayan ihtiyaç fazlası üretim, insanın kendini görece rahat ve güvende hissetmesini yaratmak yerine daha da huzursuzlaştırmış; “ıslah” edilen verimli topraklar, her zaman çatışmalara ve “fetih”lere konu olmuş. Elde edilen artı değer ya da ihtiyaç fazlası ürün, tahakküm aracına dönüşür ve artı değeri elinde bulunduran kurumlar -ki bunlar sıklıkla ittifak halindeki din-devlet-ekonomi ve bunların ittifakının zamkı aile-, geliştirdikleri yeni araçlarla -ki eğitim bunlardan biridir- kendi ayrıcalıklı konumlarını berkitmek için eğitim kurumunu yapılandırlar. Ayrıcalıklı sınıfın dışında eğitim söz konusu olduğunda avcı ve toplayıcılardan çok da farklı bir süreç işlemez yenidoğanlar için; yine kendiliğinden dahil olduğu toplumsallık içinde öğrenmeye devam eder. İşbölümü farklılaşmadığı ya da karmaşıklaşmadığı, sofistike becerilere ihtiyaç duyulmadığı, bireysellikten ziyade işlerin topluca görüldüğü bir toplumsallıkta yetenekli-yeteneksiz ayrımı yapılmaz; insanlar arasındaki farklılıklar ihmal edilebilir orandadır. Ayrıcalıklı iki sınıf yaratır bu dönem: İlki soylular, ikincisi rahipler, günümüz türkçesiyle din görevlileri. İlerleyen süreçte tüccarlar, ortaya çıkıp tarihin gidişatına yön vereceklerdir. İktisadi anlamda hangi sınıf güçlü ise siyasi mekanizmaya sahip olmak ister, onu maniple eder. Siyaset, düşünce tarihi boyunca başta Aristoteles olmak üzere pek çok filozofça hayatı şekillendiren temel kurum olarak görülegelmiştir.  
c. Devlet: Endüstri Devrimi ve Sonrası
Ekonomi-Politik anlamda maziden köklü bir kopuş anlamına gelen Endüstri Devrimi, makineler yoluyla insana, doğa karşısında tasavvur edemeyeceği bir kontrol gücü verir. “Kibir güçten beslenir; gücü kibir öldürür.” sözünde dile gelen hakikat, insan türünün Tarım Devrimiyle birlikte başlayan doğayı sömürgeleştirme sürecini özetler. Toplumsal hayat karmaşıklaşır, bütün kurumlarda radikal değişimler gözlenir; şehirler büyür ve geleneksel mesleklerin yeni ekonomide yeri azalır; makinelerle birlikte üretimde yer almak belli bir eğitim gerektirdiğinden hızlıca eğitim kurumu yapılandırılır. Tarım toplumlarında ayrıcalıklı sınıflar için geçerlidir eğitim ve yeterlidir de. Oysa Endüstri Devrimiyle birlikte hem nitelikli işçiye ve yöneticilere hem de karmaşıklaşan devlet aygıtını idare edecek bürokrata ihtiyaç doğar. Göreli olarak toplumsal katmanların geçirgen hale geldiği bu aşamada eğitim, yoksulluğun aşılmasında ana enstrüman olarak pazarlanır; oysa sorun yapısaldır. Endüstri Çağı, kapitalizme birleşince verimlilik, karlılık gibi değişkenler, sürekli yeni arayışlara sevk eder, sertleşen savaşlar ve teknolojilerinin de etkisiyle  günümüzdeki bilişimin temelleri atılır.
Endüstri Devrimi, hiç de masum olmamıştır; insanın doğadan kopuşuyla başlayan doğadışılığı giderek derinleşir; doğadan koptukça insan türünün kendine karşı da tutumu sertleşir. Bu sınırlı konuşmanın izin verdiği oranda burada kimi tarihsel olguları anımsatmakla yetineceğim. Bunları, her geçen gün insan türünü içine alan Bilişim Çağının da benzer sonuçlar üretmemesi için perspektifimizi, önce biz eğitimciler olarak, sorgulamamıza vesile olur düşüncesiyle paylaşıyorum.
  • Kitle imha silahları ve kullanımlarıyla yaşanan katliamlar; nükleer enerji santralleri ve kazalar; erozyon; su kaynaklarının azalması; yaşayan dillerin her geçen gün azalması; canlı türlerinin yok olması; evsizler; savaş mültecileri; bir milyar insanın temiz su kaynaklarına ulaşamaması; kamu kaynaklarının silahlanmaya harcanması; siyaset ve küresel network firmalarının ittifakla kamu kaynaklarını yönetmesi vb.  
Endüstri Devrimiyle eğitim de endüstrileşir ve devasa eğitim kurumlar ortaya çıkar. İnsan, başta da andığımız gibi değişen çevresel etmenlerin ürünüdür ve bilimler, insanı ve doğayı anlamak gayretiyle pek çok araştırma yapar, çeşitli bilgiler üretirler.
Şimdi, konuşmanın başında ifade ettiğim rahatsız edici kısma geldik. Sizinle birkaç deney paylaşacağım; ardından mevcut kurumsal yapılanmalardan yeni çağda neden kaçınmamız gerektiğini açmaya ve temellendirmeye çalışacağım. Sonuç bölümündeki görüşlerimi temellendireceğim bir kolaj hazırladım; şimdi parça parça bunlara bakalım:
a. Adolf Eichmann, 1906-1962 (Almanya-İsrail)
Nihai Çözüm projesini yürüten ve iki milyon Yahudi’nin ölümünü organize eden bir subay.
b. Milgram, Otoriteye İtaat Deneyi, 1963
Deneklerin %65’i (40 denekten 24’ü) öğrencilere 450 volta kadar elektrik verirler; deklerin çoğunun bunu yaptıklarına inanamadıkları, bunu yapmaktan rahatsızlık duydukları gözlenir; herhangi bir yaptırım olmadığı halde  otoriteye uyum sağlamanın ötesinde itaat ettikleri gözlemlenir.
ABD’lilerin %1’inin sadist olduğu sonucu var ama bu deneyde ortaya çıkan oran ⅔.
Öğrenci her yanlış cevaba verdiğinde 15 volt artırılarak verilir ceza; Zimbardo’nun tabiriyle 375’ten sonrası “gücün pornografisi”dir.
c. Zimbardo’nun Standford Hapishane Deneyi, 1971
c.2. Philip Zimbardo Standford Hapishane Deneyi; 3:13
d. Jonestown Katliamı, Jim Jones
James Warren "Jim" Jones (13 Mayıs 1931 - 18 Kasım 1978) ABD'li "People's Temple" (Halkın Tapınağı) kilisesinin kurucusu olan vaiz. 1978 yılında Guyana'da kendisi ve müridlerine has kasabası Jonestown'da 911 müridini aynı anda intihar etmeye ikna etmiş ve kendisi de müridleriyle birlikte ölür; son sözleri şunlar olur: "Evlatlarım, ölümde büyük bir şeref vardır. Bu, ölecek olan herkes için büyük bir gösteri. Ölümden korkmayın, ölüm yalnızca farklı bir boyuta adım atmak gibi."
e.  Ebu Garib Hapishanesi
Kişinin anonimleşmesi, itaati kolaylaştırıyor. http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/23250/2/1/iste-ebu-garibin-sansurlenmis-iskence-fotograflari
d. Şirket: Bilişim, Yapay Zeka ve Sonrası
Ortaçağda “Felsefe, dinin hizmetçisidir.” denirdi; şimdi de hizmetçilik söz konusu lakin “efendi” değişti. Antropolojisinden arkeoolojisine, biyolojisinden felsefesine varıncaya değin ulus-devlet inşasında bilimler, devletlerin hizmetçiliğini yaptılarsa, hatta nasıl daha “iyi” işkence yapılır diye gizli servislerin “işlerini” kolaylaştırmak için uğraştılarsa şimdi de küresel kapitalizm için çalışmaktalar.
Şimdinin egemenleri, borsa değerleri, yıllık ciroları yüzlerce ülkeden daha büyük olan küresel network firmalar. Bunların ekabirleriyse bağlamımız açısından Tesla ve Elon Musk; Microsoft ve Bill Gates;  Mark Zuckerberg ve Facebook; Apple ve Steve Jobs; Twitter; IBM bir yanda diğer yanda Wikipedia ve Jimmy Wales. Hangilerinin özleri gereği ne oldukları ve neyi amaçladıkları tartışılmayacak denli berraktır.
Felsefenin kadim kavramlarından bilinç, irade kavramıyla birlikte düşünülür; özgürlük, vicdan, sorumluluk, kişilik gibi kavramlar da iradenin türevi. Öğretmenlikten şoförlüğe, yazılımcılıktan garsonluğa, hemşireliğe, seks işçiliğinden taşıyıcı anneliğe birbirinden farklı bağlamlarda hayata karışmaya başlayan robotların artık vatandaşlık statüsünde değerlendirildiği günümüzde bilinç, insan, eğitim nasıl evrilecek? Konumuz bağlamında şu kısa videoyu izleyerek devam edelim:
Tega as a Social Robot as a Spanish Teacher
Bilgi, kamusal bir değerdir. Bilginin metalaşması, Marks’ın, kapitalizmin ruhu ifşa ettiği o uzun tahlillerinde “meta fetişizm” ile kavramsallaştırdığı olgu, hiç olmadığı kadar bilincimize sinmiş durumdadır. Chomsky’nin “rıza imalatı” kavramıyla bilginin metalaşmasını pazar vaizlerinin eliyle “meşrulaştırılmakta”. Şimdi, bunun ifşası entelektüel sorumluluktur. Bu süreçleri yönetenler, kamu kaynaklarıyla finanse edilmekte lakin temel amaçları kar maksimizasyonudur, temel bir hak olan eğitimin ve araçlarının kar amaçlı girişimlere delege edilmesi, bilginin metalaşması ve piyasa koşullarında üretilmesi demektir.  Minik bir örnekle GDO, ilaçlardaki etkin maddeler, endüstriyel gıda ürünlerindeki katkı maddeleriyle ilgili tartışmaları hatırlamak yeterlidir.
Sonuç
Eğitim, siyaset kurumunu işleten profesyoneller yetiştirir ve yapı içinde anonimleşen, bir anlamda nesneleşen, uzmanlar, yapının idamesi için çalışırlar. Yukarıda kısaca andığımız örneklerin sigortası, J. Dewey’in şu sözünde aranabilir: “Eğitimin nihai çıktısı, özgürce eşit ilişki kurabilen insandır.” Peki, bu insan hangi ortamda yetişebilir? Bunun için iki değişkene ihtiyaç var; ilki doğa, ki özümüz oradan gelir; ikincisi de toplumsallık, ki bilincimizin kaynağı da odur.
Bilgi, etik içerimleri olan bir değerdir; onu üretiriz ve ürettiğimiz bilgi bizim yapılanmamızda rol oynar. Bilişimle birlikte yapay zekalar düşünebilir mi? İnsanlar duygusal ilişkiler kurabilir mi? Bilgiye erişimin, uzaktan eğitimin, birtakım uygulamalarla öğrenmenin gittikçe yaygınlaştığı ve çeşitlendiği günümüzde geleneksel anlamda eğitim varlığını sürdürebilir mi? İdeolojik olmanın ötesinde geleneksel anlamda eğitimin bir işlevi var mı? Devletin ya da devletlerin eğitim bağlamında pozitif hukuk üzerinden kendi varlığını devam ettirme aracı olan akreditasyon dışında günümüzde ne tür bir işlevi kaldı?
Bu soruları çoğaltmak olanaklı; o halde köklü biçimde ne tür tezler ileri sürülebilir? Bu “provokatif” konuşma, bağlamsal sınırlılıklar da gözetilerek, amacını gerçekleştirmek için kimi rastlamsal tezlerle tamamlanacak; bunlar:
  • Eğitim kurumları, kamunun ihtiyaçlarına tahsis edilebilir; mesela evsizlere, yoksullara, savaş mağduru mültecilere barınma, küçük işletmelere ofis vb.
  • Eğitime ayrılan bütçe, büyüyen kentler yerine yeni ekonomilere uygun altyapıya sahip erişilebilir yeşil habitatlar yaratmaya ayrılabilir.
  • Çocukların, duygusal ve sosyal gelişimleri için doğal alanlarda yaşayarak öğrenme simülasyonları yaratılabilir.
  • Eğitim ortamlarında her türden dikey ilişkinin yerini yatay eksenli örgütlülüklere bırakması için yapısal düzenlemelere gidilebilir.
  • Eğitim tasarımları, yerelleştirilip bütün aktörlerin katılımıyla gerçekleştirilebilir.
  • Devletin her türden makro müdahalesi engellenebilir.
  • Eğitimle ilgili her süreç yerel yönetimin koordinasyonuna alınabilir.
  • Eğitimle ilgili bütün süreçler ve araçlar ücretsiz hale getirilebilir ve  özel girişime kapatılabilir.
  • Eğitim çıktıları kamusallaştırılabilir.
  • Eğitimde rekabetin yerini işbirliğinin alması sağlanabilir.
Temellendirme
Bilgi, kamusal bir değerdir. Bilginin metalaşması, Marx’ın, kapitalizmin ruhu ifşa ettiği o uzun tahlillerinde “meta fetişizm” ile kavramsallaştırdığı olgu, hiç olmadığı kadar bilincimize sinmiş durumdadır. Chomsky’nin “rıza imalatı” kavramıyla bilginin metalaşmasını “pazar vaizleri” eliyle “meşrulaştırılmakta”. Bunun ifşası entelektüelin öncelikli sorumluluğudur ama entelektüel özerkliğini yitirmiştir.
Günümüzde bilginin metalaşması, bilgi üretim kanallarının kar amacı gütmesiyle “piyasa”nın ya da aynı anlama gelen sermayenin tasarrufunda olması, bilginin ve onu üretenlerin köleleştirildiğini gösterir. CERN’deki deneyde çalışırken istifa edip hayatına edebi alanda metinler yazarak devam eden Aslı Erdoğan, ana yapıyı göremediği için işine ve kendine yabancılaştığı için kapısında binlerce “uzman”ın beklediği işinden ayrılır. Artık Kafka’nın Dava adlı romanındakine benzer bir yapı içinde Orwell’in 1984’ünü yaşayıp Foucault’nun ifadesiyle hayatı maniple eden iktidarın üreterek her yere sirayet ettirdiği söylemlerle düşünüp yargılıyoruz. Olguyu da “Sistem böyle!” deyip metafizikleştiriyoruz.
Mimar Luis Kahn’ın çok farklı bağlamlarda andığım sözüyle bağlayım: Kahn, “ben, mimar olarak yapılarımda simge kullanmam, biçim üretirim; hayat, onu simgeleştirir ya da simgeleştirmez.” Birer bilgi işçisi, kavram yontucusu olan filozoflar, düşünürlerin sorumluluğu malumu tekrar etmek yerine hayatı genleştirmektir; çünkü özü gereği statüko onu büzer, büzer sıkıştırır; bu sürecin önündeki direnç noktası bilgi ve onu kamusallaştırmaktır. Yukarıdaki tezler birer simge değil biçimdir; simgeleşmesi için önce üretilmeye, ardından da hayata dokunabilmesi için uygulanmaya ihtiyaç vardır.
Epilog
Nietzsche, “çekiçle felsefe yapmak”tan söz eder; aksi, statükonun, Antonio Gramsci’nin ifadesiyle statüko için çalışan “organik aydın” işlevi görmek; bir başka deyişle iktidarın ya da egemenin nesnesine, aracına, ideolojik aygıtlarından birine dönüşmektir. Bugün “çekiçle felsefe yapmak”, eğitim alanındaki marketizasyonu, maniplasyonu ifşa edip kamusal bir hizmet ve temel insan haklarından olan eğitimi devlet ve küresel kapitalizm ve onun taklitçi yerel oyuncularından sekülerleştirmektir. Bağımsızlaşan insan, yukarıda anılan deneyler ve tarihsel olaylardakiler gibi cellat yani itaat eden  olmayacaktır. Eğitim, doğadan alınıp din ve devlet, ardından yalnızca devlet, şimdiyse piyasanın tasarrufunda. Eğitim, kamunun tasarrufunda olmadıkça itaat üretir; itaat edense eylemlerinin sorumluluğunu “hakim”e bir başka deyişle “görünmezleşen “sistem”e yükler; oysa insan, iradi bir varlıktır ve eylemlerininsorumluluğunu üstlendiği ölçüde özgürdür. Dewey’in “özgürce eşit ilişki kurabilen insan”ı, eğitimin, özü gereği statükocu kurum ve sınıfların elinden alınıp kamusallaştırılmasıyla varlık kazanabilir; bunun çağcıl yoluysa yerel ve sürdürülebilir çözümlerin üretildiği, doğrudan demokrasi pratiğine olanak sağlayan yerel yönetimlerin koordinasyonundaki eğitim hizmetlerinden geçmektedir.
Kaynakça