30 Mart 2012 Cuma

Sınavların ‘Ölçü’sü Üzerine

Sınavların ‘Ölçü’sü Üzerine*

Bireyin sağlıklı gelişimi bağlamında Türkiye’de yaşanan sınav olgusunun, eğitim, eğitim politikası, okul, ölçü, rekabet, birey, sağlıklı gelişim, fiziksel, sosyal, ruhsal, entelektüel, uyarılma, verim, mutluluk, kendilik algısı, başarı, iyi insan, stres, maliyet, kaba pragmatizm… kavramları üzerinden didiklendiği bu yazıda olguyla ilgili çeşitli sorular, müzevazı çözüm önerileri üretilmekte; konuya taraf olan öznelerde farkındalıklar oluşturma -dershane olgusu ihmal edilip bir başka yazıya bırakılarak- hedeflenmekte.

Eğitim, kültür, maziden aldıklarımızı zenginleştirerek geleceğe aktarmak; geleceğimiz, çocuklarımız. Biz, her anlamda onların özgürleşmeleri için çaba harcamaktayız; çevresel etmenler de onları özgürleştirici yönde; fakat öte yandan kısıtlamalar, sınırlandırmalar ve kurallar içinde hareket etmelerini istiyor htta bekliyoruz. Bu, ilk bakışta ciddi bir çelişki gibi görünüyor, en kestirme yoldan çocuklar bu yaklaşımlarımızı "yemiyorlar". Kaldı ki, çevresel uyaranlar, çocukların her anlamda erken uyanmalarına da neden olmakta. Geçenlerde akademik bir çalışma sonucu yayımlandı basında: ergenlik 8 - 9 yaşlarında başlıyor. Çocuklar, yalnızca fiziksel değil seksüel anlamda da erken olgunlaşmaktalar. Bir canlı olarak yoğun enerji verici yiyecek - içeceklerle beslenmelerinin yanında görsel medya, sosyal ortamlar da kişilik, sosyal - ahlaksal bir varlık olarak kurulmalarını hızlandırmakta. Zihinsel uyaranlar da had safhada. Bu durum, çocuklarımızın antropolojik, sosyolojik, psikolojik, biyolojik anlamda evrimlerinin olağan seyrini hızlandırmakta. Hani, mevcut güncel olguyu mazinin kavramlarıyla anlama girişimini anakronik buluruz ya; işte, çocuklarımızla yalnızca ebeveynlerin değil eğitimcilerin de yaşadıkları iletişim sorunlarının altında yatan temel etmenlerden biri de bu olsa gerek. En kestirme yoldan özetle şu denebilir: karşımızda dünyayı belli biçimde kavrayan ama her anlamda karmaşalar yaşayan, yaklaşımlarımızdaki çelişkileri rahatlıkla fark edip otoritenin her türünü reddeden bir insan türü gelişmekte. Onlara yaşam alanı açtığımızda, bir başka deyişle "kendi yaşamlarının özneleri" olmaları yolunda küçümsemeden hayatı kavrama şekillerine, yaşam alanlarına özen gösterip saygı duyduğumuzda sağlıklı gelişimlerine katkı sağlayabiliriz. Onları birer nesneye dönüştürüp ölçen zihniyetin, arzu ettiğimiz “iyi insan”ı yetiştirmediği konuya angaje olan öznelerce sürekli tam bir konsensus içinde dillendirilmesi, problemin aciliyetinin bütün çıplaklığıyla, demokles’in kılıcı gibi üzerimizde olduğunun en büyük kanıtı olsa gerek.

Seçmek, yerleştirmek. Nasıl? Adalet perspektifi olan bir seçim olanaklı mıdır? Seçim, ölçüye göre olacağından şu denebilir: ölçü mutlak mıdır? Nereden bakılırsa bakılsın görece güç bir iş ölçüp seçmek; çünkü “ölçü” insan tarafından sınırları çizilerek belirlenmekte; bu nedenle her zaman eleştiriler alması beklenmeli. Bunların göz önünde tutularak "olgu"ya yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Birkaç soru ile olguyu daha da açalım:
Olgu (akademik başarı), ölçülebilir mi?
Elimizdeki ölçü olguyu (insanı) ölçebilir mi?
Elimimizdeki ölçü olgunun kaç değişkenini hesaba katmakta?
Ölçünün ölçülmeye ihtiyacı yok mudur?
Ölçü mutlak mıdır?
Son yıllarda ister liselere ister üniversiteye giriş olsun tam bir yap-boz tahtasına dönüştürülmüş, her sistemin, öğretmenler, öğrenciler, velilerce anlaşılması bile ciddi zaman almakta, hatta pek çoklarınca anlaşılmadığı da görülmekte. Eğitimde, sınavda ölçü kavramını didiklemeye çabaladığımız bu yazıyı somut bir zeminde işlemek adına SBS örneğine bakalım.

Ölçmede ağırlık olarak baz alınanlar, SBS puanı  % 70, karne notu  %25 ve davranış notu % 5. Aradığımız insanın iyi insan (davranış notu) olmasının toplam ağırlık içindeki payı % 5 etkili. Örtük mesaj: “İyi insan olmasan da olur.” Diğer özelliklerin, senin kariyer yapacağın -de facto saygın bir kimse olabileceğin- eğitimi alman için yeterlidir. Bu yaklaşım biçiminin doğurduğu handikaplar, "görünmez kayıplar" ölçülüp hesaplanabilmekte midir? 

Maliyet fayda prensibi ile olguya bakıldığında “Sınavla sağlanan fayda nedir?” sorusu şiddetle kendini sordurtur berrak zihinlere. Konu faydanın maliyetleri nelerdir? Mevcut uygulama, yalnızca elemeyi, eleğe göre yerleştirmeyi sağlamakta; görünmez kayıplar bağlamındaki maliyetler(i) ise derinlemesine, çok boyutlu çalışmalarla somutlaştır(ıl)ıp rakamsal anlamda sosyolojik boyutu hesaplanmış,  dile getirilmiş, eğitim politikaları üretilirken göz önünde bulundurulmuş, demokratik katılım sağlanarak süreç analizi yapılmış… mıdır?

Puan perspektifi olan not eksenli eğitim, eğitimi, öğretime indirgemekte. Yarışı, rekabeti derinleştirmekte. Henüz toplumsal değerleri yeni tanımaya başlayan öğrencinin ahlak dünyalarının sınava göre şekillenmesinin gelişim anlamında doğurduğu / doğuracağı sonuçlar, bırakın hesaba katılmayı, düşünülmüş müdür?

Öğrencilerin fiziksel gelişimleri açısından sınavlara, sınavın yarattığı fiziksel, sosyal çevreye bakıldığında öğrencilerin, okul dışında kalan zamanlarının neredeyse tamamını dershanelerin alması görece hızlı bir gelişim gösterdikleri dönemleri okulun bir tür benzeri olan mekânlarda geçirmelerine neden olmakta, tek boyutlu yalnızca akademik anlamda uyarılmakta oldukları görülmekte. Yetersiz, aşırı uyarılan bireyin ruhsal, fiziksel dünyasında meydana gelen travmalar, hiç kuşku yok ki bir başka tartışmanın konusu.

Sınavlar nedeniyle bireyin (öğrencinin) kendilik algısı aşınmakta; şiddetli biçimde beliren, benliği kaplayan yetersizlik duygusu, güveni, güven, yaşamla, kendiyle barışıklığını zedelemekte. Dershaneler, dershaneye dönüşen okullar, bir tür PR olan eğitim marketingi ile yaratılan kavramlarla eğitime, SBS'ye (ÖSS’ye, YGS’ye…) bakan veliler, henüz sosyal benliği yeterince gelişmemiş, kendini algılandığı gibi algılama eğiliminde olan 6. sınıf öğrencisi üzerindeki etkisi, ergenliğe yeni girmiş 7. sınıf, ergenliğin en büyük karmaşalarını yaşayan 8. sınıf öğrencileri üzerindeki etkileri hesaba katılarak düzenleme yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

Pek çok aile, çocuğunun 'yeterince' derse çalışmaması ve/veya başarılı olmamasının çözümünü dikkat dağınıklığına, olayın yeterince farkında olmadıklarına bu farkındasızlığın temelinde sorumluluktan kaçma gibi kişilik problemlerinin olabileceğinden söz ederek profesyonel yardım almaktalar, söz konusu çocuklara ilaç verilmekte. Oysa çocuk, öznesi olmadığı bir hayat(ta) yaşamakta; kendinden beklenenlerin sunuluş biçiminin faşizanca olduğunun kavramsal olmasa bile farkındalığıyla bakmakta. Velilerce yüklenen sorumluluklardan kaçış, bir anlamda kendini koruma refleksi olarak da okunabilir.

Henüz yetişkin olmayan, çocuk sayılabilecek bağışıklık sistemleri yeterince gelişmemiş bireylerin (öğrencilerin) başarının, rekabetin, şiddetli baskısı altında nefes alıp büyümeleri, sınav gibi ciddi, ağır bir strese maruz kalmaları sonucu ileriki yaşlarında ne kadarının ne tür kanserlere yakalanacağı, sosyal maliyetleri yanında sosyal güvenliğe maliyetinin ne olacağı hesaplanabilir mi?  Konu sistem getirilirken uzman hekimlerden görüş istenmiş midir? Ya da bu anlamda herhangi bir çalışma yapılmış mıdır? Yapılmakta mıdır?

SBS, liselere, üniversitelere girişte yapılacak düzenleme ile birlikte ele alınmalı; aralarında koordinasyon olan kurullarca makro olarak neticelendirilmeli. Kariyer, iyi üniversiteden geçmekte; iyi üniversitelere iyi liselerden gidilebilmekte. Meslek liseleri atıl kaldıkça; genel liselerle meslek liselerin oranları OECD ülkelerinin oranına taşınmadıkça hem liselerin hem de üniversitelerin önündeki yığılmalarla mücadele etmek için her dönem gündelik çözümlere ihtiyaç duyulacaktır. Mevcut durum, yanlıştır; bu yanlış düzeltilmeden yapılan her girişim yanlış olmaya mahkûmdur; daha kısa bir anlatımla bir yanlış, bir başka yanlışla düzeltilemez.

Spor, müzik resim gibi alanlar, liselerden çıktığı, liselerin sınav odaklı olması gibi ilköğretim de bu süreçle sınav odaklı hale gelmiş bulunmakta. Eğitim, öğrencilerde, öğretmenlerde, velilerde, kavram olarak sınavın aracı gibi canlanmakta. SBS, yerine, karne notlarını temele alan, okul dönemlerinde bütün okullarda eşzamanlı yapılan klasik sınavlarla her okulun öğrencilerini oluşturulacak karma zümrelerle değerlendirerek nesnellik göreli olarak sağlanabilir. Böylece öğrenciler, testten uzaklaştırıldığı gibi dershanelerden de uzaklaştırılmış olurlar. Bu uygulama, pilot olarak ilköğretimlerden başlayarak liselerde aşamalı yapılabilir. Böylece, teste sıkışıp tost olan nesillerimiz bu cendereden kurtarılıp eğitimi, öğretime indirgemiş politikalar, ne yazık ki yerleşmiş niceliği gözeten kaba faydacı zihniyet bertaraf edilerek dünya gerçeklerinden kopukluk giderilebilir. Eğitim – öğretim yılı, konu uygulamanın hayata geçirilmesi bağlamında yeter süreye sahiptir. Güncel bilişim teknolojilerin de yardımıyla klasik tarzda sorularla öğrenciler, çok boyutlu değerlendirilebilirler. Bu süreçte hiç kuşkusuz rehber öğretmenlerin öğrenciler hakkında kimi ölçekleri baz alarak hazırlayacakları raporlar da kullanılmalıdır. Bu uygulama ile öğrencilerin Türkçe – Matematik – Fen – Sosyal – İngilizce akademik bilgisi dışında öncelikle bir insan olarak değerlendirildiğinin (10 fen sorusundan 8’ini yapmak mıdır ölçü doktor olmak için yoksa mesleğin gerektiriği insani özellikler mi?) bilinciyle eğitim süreçlerine bakmaları sağlanabilir. Öğrencilerin tek boyutlu yetişmeleri, bütün kesimlerce eleştiri konusu yapılmakta; resim, müzik, spor, sosyal kulüplerden de alacakları puanlar, onların bu alanlara “sınava etkisi yok” sığ yaklaşımlarını değiştirmelerini sağlayacağı kanaatindeyiz. Yüzlerce saat matematik dersi alan öğrenci ne kazanmakta? Buna karşın yalnızca 10 (on) saat dans, müzik ya da spor dersi alan öğrenci, bir insan olarak zenginleşmez mi? Eğitimin ana amacının ülkenin teknik, sosyal anlamda ihtiyaç duyduğu “iyi insan”ı (ki, iyi insan aynı zamanda mutlu insandır), akademik başarıya odaklanmış eleği farklılaştırdığımız koşulda görece daha kolay yetiştirebiliriz.

* Artı Eğitim Dergisi, Temmuz 2011 sayısında yayımlanmıştır; ilgili bağlantı adresi: http://www.artiegitim.com.tr/n-1028-sinavlarin-olcusu-uzerine.aspx
V. Metin Bayrak
Esentepe, İstanbul, Temmuz 2011

Mazi Gelecektir

Mazi Gelecektir*

Küreselleşen dünyada gelişmeler göreli olarak hızlı yayılmakta. ABD'de konuşulan bir uygulama, birkaç sene içinde bütün dünyaya geçebiliyor; o nedenle alesta olup olguyu çeşitli açılardan didiklemekte fayda görüyorum. ABD'de yapılması düşünülen değişiklik, günümüz insanının maziye bakışının cisimleşmiş örneğidir. Şimdi lisede, üniversitede olan kuşak cep telefonunun olmadığı dönemde insanların nasıl randevulaşıp bir araya geldiğini düşünemiyorlar; ilişkilerin, işlerin yönetilmesiyle ilgili zihinlerinde kavram oluşmuyor.

El yazısı olgusu, birkaç açıdan ele alınıp değerlendirilebilir:
a. Yazı, tarihin başlangıcıdır. İlk olarak Sümerler tarafından M.Ö. 3500'lerde bulunmuş, kil tabletlere yazılmıştır; ardından ceylan derilerine, sonra parşömene, sonra kâğıda, bilgisayarın icadıyla başlayan bilişim çağındaysa önce disketlere, sonra CD'lere, derken flash belleklere, harici hard disklere... bilginin depolandığı "obje"nin ömrü kil tabletlerden flash belleklere gelirken sürekli azalmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gittiğinizde tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması'nın kil tabletlere yazı metini hala görebilirsiniz; ama 1998 – 2001 yılları arasında kullandığım kişisel notebook bilgisayarımın dosyalarını kayıt etiğim disketi şu anda kullanamıyorum.

b. Adli tıp, insanların imzalarından yola çıkarak kimlik tespiti yapabiliyor; psikoloji bilimi, el yazısından kişilik analizleri yapabiliyor. Yazı(mız) bir anlamda bizim kimliğimizdir de. El yazısı ile yazılan bir mektup ile daktilo ya da bilgisayar ile yazılan arasında çok önemli bir fark var: duygu!

c. Bu yıl Türkiye'de de başlayacak olan e-kitap kullanımı, göz bozukluklarının çok erken yaşlara indiği günümüzde göz sorunlarını daha da artıracağı açıktır.

d. Her geçen gün daha fazla alanda kullanılan elektronik eşyaların, insan sağlığını, yaydığı radyasyon nedeniyle tehdit ettiği artık vakıadır.

e. İnsan, dünyanın başka bir yerine gittiğinde bir şey yazmak isterse nasıl yazabilir? Elektronik bir aygıt, insanın yazıyla arasına mesafe koymakta; insanı bir başka nesneye tabi kılmakta. Kaldı ki söz konusu yazı araçları (mobil telefon, tablet pc vb.) son tahlilde elektronik birer aygıt; belli bir kullanım ömürleri var; olası bir teknik arızada iletişim nasıl sağlanabilir? İnsanın gittiği yerde elektronik aygıtlar yoksa kör ve sağır mı olacaktır?

Sonuç
İlköğretim birinci sınıfta yazmanın temelleri önce çizgi çektirilerek öğretilmekte. Öğrenciler, yeterli motor gelişimin ardından uzman öğreticinin kontrolünde klavyeyle yazmayı öğrenebilirler. El yazısı ile yazmak, klavyeyle yazmayı öğrenmeye mani değildir. Kaldı ki yazmak eylemi motor davranışların incelmesine de katkıda bulunur. Mazi ile olan bağlantıların kestirilip atılması, radikal, devrimci, yok sayıcı ideolojik, eşyanın tabiatına aykırı bir tutumdur. Mazi, gelecektir. Maziyi tamamen yadsıyanların gelecekleri karanlıktır.

* ABD’de tartışma konusu yapılan ilkokullarda elyazısı öğretiminin kaldırılıp yazmanın doğrudan klavye ile öğretilmesine dair tartışmalar üzerine kaleme alınmıştır.

V. Metin Bayrak
Esentepe, İstanbul, Ağustos 2011

26 Mart 2012 Pazartesi

Büyük Eğitimciler – III (Erasmus)


Büyük Eğitimciler – III (Erasmus)
V. Metin Bayrak[i]

"Körlerin ülkesinde tek gözlü insan kral olur." Erasmus
“Bağnazlık, düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir piçtir.” Erasmus
Gerçek bilgelik, delilik; kendini bilge sanmak ise gerçek deliliktir. Erasmus

Felsefe?
Felsefe, imkânın bilgisidir. Dünya, insanın ürünü olduğuna göre, dünya, insanın verdiği biçimle kimlik kazandığına, dünyaya biçim veren insan(ın) zihnindeki tasarımın menşei felsefe olduğuna göre, dünyayı anlamanın temel araçlarından biridir felsefe; o nedenle söz konusu eğitim ise felsefey(l)e daha fazla bakmak, kavramak, konumlandırmak yerindedir.

Eğitim ve Felsefe?
Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz? Biz kimiz? İnsan yetiştirmeye bizi kim memur etti? Amacımız ne? Hangi dünya görüşüyle hareket ediyoruz? Neredeyiz? Çağın ruhuna ya da Zeitgeist'a olan mesafe(miz) nedir? Bu soruların yanıtı, eğitim felsefesini ya da eğitimin felsefi temellerini dile getirir. 

Büyük Eğitimciler?
Doğan Kuban'ın "Uygarlık bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür" ve Ziya Paşa'nın "Ayinesi iştir insanın lafa bakılmaz" sözünden hareketle kuramsal bilgiler ortaya koyanların yanında yaşamlarıyla da öğretilerini destekleyenler vardır ki bunlar tarihte saygıyı en fazla hak edenlerdir. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri de Erasmus’tur.

Erasmus Kimdir?
Desiderius Erasmus, Rönesans’ın getirdiği düşünce akımlarından Humanizmin yaratıcılarından Hollandalı klasik edebiyat araştırmacısı, ilahiyatçı ve bilgindir. Rotterdam’da dünyaya gelen Erasmus, 1465 – 1536 yılları arasında tam bir Avrupalı olarak ya da Europolitas olarak yaşar. Öğrenimini tamamlayıp Aziz Augustinus tarikatına girer fakat geleneksel anlamda rahiplik yapmaz. Kendini bilime adamak için resmi makamlardan “cüppe giymeme” izni alarak Paris Üniversitesi’ne devam eder. 1499’da İngiltere’ye giderek dönemin entelektüel aydınlarından John Colet ve Thomas More ile tanışır ve dostluk kurar. Dönemin en özgürlükçü ülkesi olan Hollanda'da yaşayan Erasmus, dogmatik skolastik düşünce yerine özgürlükçü laik eğitimi savunur; düşünceleri, zamanla bütün Avrupa'ya yayılarak benimsenir. “Erasmus’a göre bağnazlık, aklın ve mantığın gerçek düşmanıdır. Kışkırtıcılar ve aşırı uçların yandaşları gerginlikleri sürekli körüklemese, bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla sona erdirilebilir.”[1] Erasmus’a göre nazik konular halkın önünde tartışışlmaz; bu, tartışmanın düzeyini düşürür, kargaşa ortamı yaratır. Düşünce adamının yapması gereken, gerçekleri saptamak ve sözcüklerin kalıbına dökmektir, yoksa onlar uğruna –Luther gibi- savaşmak değil. Erasmus’a yöneltilen en büyük eleştiri, savaşma yürekliliğinden yoksun olduğu şeklindedir ve buna şöyle cevap verir: “İsviçreli paralı askerlerden biri olsaydım, bu suçlama ağır sayılabilirdi. Ama ben bir bilginim ve huzur, çalışmam için gereklidir. Sanatçının ve düşüncenin yeri cephelerde olamaz; ona düşen, tüm özgür düşüncenin düşmanına, bağnazlığın her türlüsüne karşı çıkmaktır. Savaş, tüm iyi şeylerin sonudur. Bağnazlık, düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir piçtir.”[2]

Amacı Nedir?
Papalığın ya da laik olmayan düşünce, siyasal ve eğitim ortamının insan zihni üzerinde kurduğu hegomonik baskıya karşı çıkar. Gerçek Hıristiyanlığın klasik çağın ruhunda aranması gerektiğini savunur. Erasmus’a göre Güzel sanatların, bilimin yayılması ile bütün Avrupa ortak bir bilim ve sanat kavrayışı altında birleşmesi Hümanizmin temel koşuludur. Martin Luther’in ateşlediği re-form hareketleri başladığında kilisenin yenilenmesi düşüncesine katılmakla birlikte Hıristiyan dünyada yani Avrupa’da yaratacağı kargaşaya, şiddete neden olacağını öngörmesi nedeniyle mesafeli durur, hatta karşı çıktığı iddia edilir. Yaşarken ve öldüğünde dönemin önemli kurum ve kişilerince saygı duyulan bir Europolitas olarak tarihteki ve özellikle Avrupa tarhindeki yerini alır. Avrupa kimliği üzerindeki etkileri nedeniyle bugün, AB tarafından üniversiteler arası öğrenci – öğretim üyesi değişim programına adı verilmiştir.

Erasmus ya da Deliliğe Övgü
Deliliğe Övgü (Morias Enkomion Seu Laus Stultitiae), Erasmus ’un canlılığını, geçerliliğini ve çekiciliğini günümüze kadar değişmeden koruyabilmiş tek yapıtıdır. Bu küçük kitabın taslağını 1509 yazında, İtalya’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuk sırasında çıkaran Erasmus, yazma işini İngiltere’de, dostu Thomas More’un evine vardıktan kısa bir süre sonra gerçekleştirir; kitabı da Thomas More’a adar. Yapıtını birkaç gün gibi kısacık bir sürede tamamlayan Erasmus, bu arada hiçbir kitaptan yararlanmaz.
Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır:
a. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir.
b. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.
İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Kitapta delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, bu arada özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur. Yapıtın yazılışını izleyen sonraki yüzyıllarda -haklı olarak- düşünce düzeyindeki bağnazlığın her türlüsüne yönelen bir eleştiri diye yorumlanması, belki de bugüne değin koruduğu kalıcılığın baş nedenidir.
Yazınsal açıdan “Deliliğe Övgü”, Latin ozanı Horatius’un “Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de en yetkin örneğidir. Biçim açısından Erasmus, yapıtını kaleme alırken daha önce yapıtlarını çevirdiği Lukianos ve Libanios’tan da esinlenmiştir.
Rönesans ressamlarından Hans Holbein, Erasmus’un pek çok portresini yaptığı gibi, Deliliğe Övgü’yü de resimlemiştir. Bu yapıtların bir kısmı Basel, bir kısmı da Louvre Müzesi'ndedir.

Bir Entelektüelin Trajik Yansızlığı
Luther’in Roma ile bağları koparması sonucu Almanya’daki reform hareketleri ile Hümanizm birbirinden kesin biçimde ayrılırken Hıristiyan dünyası da –Katolik Kilisesi- ikiye bölünür. Reformcu Almanya, Erasmus’u aşırı ılımlı bir Luther yanlısı olmakla suçlarken, Katolikler, onu, Luther denilen vebanın kışkırtıcısı diye niteler. Böyle kritik bir ortamda kavganın dışında kalınamaz ama Erasmus, direnir, huzur ve barış içinde olmak istemekte, iki taraftan birine açık tavır koymaz; bu tavrı Luther yandaşlarınca şiddetle eleştirilir. Protestan Luther onun adını lanetler. Katolik Kilisesi ise bütün kitaplarını indexe alır. McConica Erasmus’a “Reform döneminin öksüz çocuğu” der, çünkü reform döneminin görkemli tablosunda Erasmus adı görmezlikten gelinir.

Erasmus – Martin Luther Polemiği
Martin Luther, 1466 ile 1469 yılları arasında Erasmus’un öğretisine cevap vermek amacıyla THE BONDAGE OF THE WILL (İradenin Tutsaklığı) adlı kitabını yazar. Erasmus, yedi yıl boyunca Augustinusçu bir keşiş olarak yaşadıktan sonra İngiltere’ye gider. Orada tanıştığı bir kişi Erasmus’u Grekçe üzerinde çalışmalara başlaması için yüreklendirir. Sonunda Erasmus, Yeni Ahit’in o zamanlar için çok önem taşıyan bir tercümesini yapar (1516). Kutsal Yazıların yorumlanmasında kullanılan süslü yöntemleri ve kilise öğretmenlerinin batıl inançlarının birçoğunu redder. Manastırlarda sıkça görülen tembellik ve ahlaksızlığa karşı tepki gösterir. Ancak tüm bunlara rağmen Erasmus, müjdeci bir Hıristiyan değildir. İnsanların, İsa Mesih’e, O’nun ölümüne ve dirilişine güvenmek yerine kurtuluşlarını kendi çabalarıyla kazanabileceklerine inanan bir hümanisttir. Erasmus haklı olarak, profesyönel teologların bölücü ve karmaşık yaklaşımlarından ziyade, Hıristiyan öğretisine basit bir yaklaşımı benimser. Fikir ayrılıklarından kaçınır. Uzun bir süre boyunca da “özgür irade” konusu hakkında açık olarak fikir belirtmez ancak fikrini açıkladığında bu Martin Luther’in görmezlikten gelemeyeceği bir meydan okumadır.

Stephan Zweig’a Göre Erasmus
Erasmus, Avrupa’nın bütün kalem sahipleri ve yaratıcıları arasında ilk bilinçli Avrupalı, barış uğruna savaşma yürekliliğini de gösterebilen bir barış dostu, dünyaya ve düşünceye yandaş hümanist idealin en güçlü savunucusu, çağının en bilge kişisidir.[3]

Yaşadığı Çağın Tipik Özellikleri Nelerdir?
Geç Ortaçağ, Rönesans, feodalizmin sonu, dinde reform hareketleri, Hümanizm , prenslikler, T. More, Angilikan Kilisesi, VIII. Henry, Fransiskenlik, Dominikenlik

Erasmus’un Felsefesinde Etkili Olan Temel Kavramlar, Kişiler, Akımlar
Klasik çağ metinleri, Hıristiyanlık dogmaları, Reformasyon, Rönesans, Hümanizm, Augustinus, Occhamlı William, Nominalizm, T. More, John Colet

Reformasyon
Rönesans, pek çok anlamda –siyasi, ekonomik, felsefi, bilimsel, sanatsal vb.- radikal değişimlerin, dönüşümlerin yaşandığı bir süreçtir; içinden çıkılıp gelinen Ortaçağ ve dinsellik düşünüldüğünde dinde –Hıristiyanlıkta- Luther’in kıvılcımıyla başlayan Reformsyon, dönemin “haleti ruhuyesi”ni anlamada göreli olarak en önemli değişkendir. Reformasyonun başladığı 1517 tarihi, sosyo-politik-ekonomik-felsefi-psikolojik temelin toplumsal dönüşüm için göreli olarak olgunlaştığını da göstermektedir.

Rönesans
Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak anlaşılır. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında Batı ile klasik antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, İslam filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrardan keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu.

Rönesans’a Kısa Bir Bakış
İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayılır. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişir. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarılır. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1531), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verir. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanjelo (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayı'nı yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kurulur. Almanya’da daha çok dini alanda değişiklikler olur. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişir. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Shakespeare (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-16921), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrandt (1607-1669), Polonya’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernikus’a yetişir. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltraşların tablo ve heykelleri kentlerde, özel koleksiyonlarda ve müzelerde bulunmaktadır.

Hümanizm ve Hümanist Eğitim Anlayışı
Rönesans, Hümanizmdir de. Rönesans ile Antikçağın güzel sanatları ile düşünce akımlarının yeniden canlandırılması anlaşılırken onun bir parçasını teşikil eden Hümanizm ile de daha çok Antikçağın edebi, kültürel yönden yeniden yaşan(ıl)ması anlaşılır. İki anlayış, birbirinden koparılamaz. Hümanist eğitim ideali çok yönlü yaratıcı bir düşüncedir. Hümanizm ile amaçlanan, her yönüyle gelişmiş insandır. Hümanist anlayışta eğitimin merkezinde Tanrı ya da Kilise dogmaları yerine insan yer alır. Böylece Rönesans’ın bireyciliği, eğitim alanınında da kendini gösterir.

Merkezin Değişmesi ve Sonsuzluğun Girdabı
Aristoteles’in evren tasarımının yerini Kepler & Kopernikus sisteminin alması bir tür devrim olarak değerlendirilir. Kopernikus devrimi ile birlikte insan, evrenin merkezinden atılır; bu, cennetten atılması gibi bir travmadır. İnsan, böylece evrenin en kıymetli varlığı olmaktan çıkarılır; o, doğal bir varlıktır ve doğanın bir parçası, doğanın içindedir. Evren sınırlı bir yapı iken köşeli bir zihinle varolan her şey tanrısal ve/veya insansal zihinle kavranıp açıklanabilir; oysa yeni bir verili durum ile karşı karşıyadır insan türü: sonsuzluk. Ölçü değişmiştir. Merkez kaymıştır. Travma, klasik antikitenin metinlerinden yola çıkılarak yaratılan Hümanizm ile göreli olarak aşılır.

Nominalizm
Nominalizm ile birlikte İman - Bilgi ayrılığı derinleşir.

Aziz Augustinus ve Mistisizmi
Augustinus'un mistisizminin Fransisken tarikatı ile yeniden üretilmesi ve çağın ruhu (Zeitgeist) ile yoğrulması, dünyayı kavrayışa ve de facto yaşayışa yeni kuramsal çerçeveler sunması, Rönesans’ın belli bir anlamdaki sadeliğine katkısı yadsınamaz. 

Fransisken Tarikatı
Bir İtalyan rahibi olan ve kendini Tanrı'nın hizmetine adayan Assisili Francesco, 1208 ya da 1209 yılında çevresine kendisi gibi, İsa'nın isteğine göre yoksulluk hayatı sürmeye ant içmiş müritleri toplayarak bir tarikat kurar. Papa III. İnnocentus 1210'da Francesco'nun kurduğu tarikata ait düzeni kabul eder. 1223'te III. Honorius tarafından da onaylanan tarikat esaslarına göre, Fransiskenler tam bir yoksulluk içinde, dilenerek yaşarlar ve yoksul halk çevrelerinde İncil'in hükümlerini yayarlar. Sırtlarına kahverengı (eskiden koyu kurşunî) bir cüppe, bunun üstüne aynı renkte bir harmani giyerler, bellerine, önden düğümlenen bir ip kuşak sararlar; çıplak ayaklarında sandallar, başlarında bir kukuleta vardır.[4]

Dominiken Tarikatı
Aziz Dominicus tarafından 1215’te kurulan tarikat 1216'da III. Honorius tarafından onaylanır. 1215'te Laterano konsilinin yeni tarikat kurulmasını yasaklaması üzerine Dominicus da "Aziz Augustinus" olarak adlandırılan kuralı benimser; fakat ortaklaşacı dinsel toplulukları hatırlatan bazı değişiklikler ve eklemeler yapar. Bu değişiklikle vaiz papazlar da belli bir demokratik nitelik kazanmış olur: yasama gücü yılda bir kez genel olarak toplanan bütün tarikat üyelerine aittir. Üst düzey yetkililerinin tümü seçimle iş başına gelir ve görev değişikliğine tabi tutulurlar. Tarikat başlangıçta Kathar sapkınlığıyla mücadele etmek için kurulur. Aziz Dominicus bir tarikat ya da manastıra bağlı olan ya da olmayan papazların din sapkınlığıyla mücadele etmek için donatılmış olmadıklarını anlayarak kendisine bağlı olan papazların Kathar tarikatının kusursuz üyeleri kadar sade ve dindarca bir yaşam sürmelerini ve asıl işlerinin vaaz vermek olmasını ister. Tarikatın tören ve ayinlerden bile okuma ve öğrenmeye daha üstün bir yer vermesinin nedeni budur. Dominikenler beyaz bir yün cüppe ile siyah bir harmani giyerler, bellerinde deri bir kemerle bu kemere tutturulmuş bir tespih vardır. Dominikenler, tarikatın kuruluşundan beri İspanya, İngiltere, İtalya ve Fransa kilise tarihinde vaiz, misyoner ve bilgin olarak önemli bir yere sahip olagelmişlerdir. 1300 yılında yaklaşık 600 dominiken manastırı vardır. Tarikatın büyük bilginleri aziz Albertus Magnus ve Thomas Aquinus, vaizleri ise aziz Vicente Ferrer, Savonarola'dır. XIII. yy.'ın ikinci çeyreğinden sonra Kilise engizisyonu vaiz papazlara verir.

Dante (Floransa Mayıs 1265 – Ravenna 14 Eylül 1321)
Dante Alighieri İtalyan şair ve politikacı. En bilinen eseri, Ahrete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya’dır (La Divina Commedia). Kitap, Cehennem, Araf ve Cenet adlı üç bölümden oluşur. Dünya edebiyatının en büyük eserlerinden kabul edilen kitap, modern İtalyancanın da temelini oluşturur.

Occhamlı William (1300 – 1349) ve Usturası
East Horsley yakınlarındaki Surrey'de Ockham isimli küçük bir köyde doğan İngiliz Fransisken papazı ve skolastik filozof William, politik anlaşmazlıkların ve entelektüel auronun merkezi olan on dördüncü yüzyılda; Thomas Aquinas, Duns Scotus ve İslam filozoflarından İbn-i Rüşd ile birlikte, önemli figürlerden biri olarak kabul edilir. Genel olarak ismini verdiği Occam'ın Usturası isimli metodolojik prensiple anılmasına rağmen, mantık, fizik ve teoloji alanında önemli çalışmaları vardır. Felsefe tarihindeki yeri, taraftarı olduğu nominalizm nediyle önemlidir. İngiltere Kilisesi'nde 10 Nisan Ochkam'ı anma günüdür.

Occham’ın usturası
“Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır” ,lkesi üzerine kuruludur. Bir olayı ya da fenomeni açıklamak için kullanılacak olan iki açıklamadan daha basit olanı yani daha az varsayımda bulunanı tercih edilmelidir.

Petrarca (1303 – 1374)
XIV. y.y. ile birlikte Antik yapıtlara ilgi artar; İtalyan şair Petrarca bütün hümanistlerin ilk atasıdır.[5] Kendi ben'i, Pertarca'nın bütün düşüncelerinin ağırlık merkezidir. Benliğini yaşayıp duymuş olan ilk modern insan Petrarca'dır, denilebilir. Rönesans insanının ilk temsilcisidir: Grekçe öğrenir, eski yazmaları kurtarmaya ve toplamaya çalışır; antikçağın ünlü kişileri üzerine biyografiler yazar; Latin şiirinin bütün türlerini dener. Stoalılar gibi Petrarca için de, insan hayatının ideali olan mutluluk (beatitudo), iç ve dış etkilerden olmakla ruhun özgürlük ve diriliğine erişmektedir. Bu ideal de ancak insanın yalnız yaşamasıyla, bu yalnızlığı içinde düşünme ve yazmaya vakit bulmasıyla, arada da sevdiği dostlarıyla buluşması ile gerçekleşebilir. "De vita solitaria" (yalnız yaşayış üzerine) adlı yapıtına göre, insanın yalnız başına kalması öteki insanlardan tiksindiği için değildir, kendimizi geliştirmenin bizim için bir ödev olduğunu bilmek yüzündendir. Hayatın en yüksek değeri olan ruh dinginliğine insan, dış etkiler ile tutkularından kendini kurtarmasıyla ulaşabilir.[6]

Giovanni Boccaccio (16 Haziran 1313 – 21 Aralık 1375)
Yazar, şair, hümaist ve Patrarca’nın arkadaşı İtalyan entelektüel. 1349 – 1351 yılları arasında yazdığı ve en meşhur eseri olan Decameron, Floransalı gençlerin, şehirde kara bela denilen veba, yaşayanların büyük çoğunluğunun ölmesine neden olurken, kadın ve erkeklerden oluşan on kişilik grubun on günde anlattığı yüz öyküden oluşmaktadır. Öyküler, eğlenceli, müstehcen içeriklere sahiptir. İtalyan yönetmen Passolini, 9 öyküyü Dekameron’un Aşk Öyküleri adıyla sinemaya uyarlar 1971’de Berlin Film Festivali’nde gümüş ayı ödülü alır.

John Colet (1467 – 1519)
Eğitimde çığır açan, dinde reformu önceden tahmin etmesine rağmen Katolik Kilisesine karşı çıkmayan İngiliz Humanist rahip John Colet, 1505’te Azis Paul okulunun başına getirilir ve ölümüne değin bu pozisyonda kalır. Çok zengin bir soylu tüccar olan babasından kalan mirasının tamamını okula bağışlar ve Aziz Paul, 1509’da yeniden kurulur.[7]

Thomas More (7 Şubat 1478- 6 Temmuz 1535)
Döneminin entelektüel ikliminde çok önemli bir yere sahip olan More, yazar, devlet adamı, hukukçu, bilgin, edebiyatçı, entelektüel vb. olarak çağının öznesidir. Ütopya adlı eseri ile hem felsefe hem de edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1516’da yazdığı Ütopya’da ideal kurgusal bir ada ülkenin siyasi sistemini tarif eder. More’un Kral Henry VIII’in İngiliz kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlar: hain ilan edirek idam cezasına çarptırılır. Ölümünden 400 yıl sonra 1935’de Papa Pius XI tarafından aziz ilan edilir.

N. Macchiavelli (1469 – 1527)
"İnsan doğasının ne olduğu" sorusuna yanıt arar. Ona göre insan, bir doğa gücüdür, canlı bir enerji kümesidir. Bu enerji ile yüklü olan yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllüğü, gönültokluğunu en yüksek erdem diye öğütleyen morali içine elbette sığmaz. Macchiavelli de, bütün çağdaşı olan Hümanistler gibi, Hıristiyan olmaktan çok bir İlkçağ paganıdır, antik paganizm hayranıdır. Onca Hıristiyanlık, budünyanın değerini küçültmüştür; oysa antik dinler, insana en büyük değer olarak budünyadaki yaşayışı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır: Bu yüzden İlkçağ insanı doğasını olduğu gibi duyabilmiş, bu doğanın ana-içgüdüsü olan egemen olmayı engelsiz yaşayabilmiştir. Hıristiyanlığın ileri sürdüğü gibi, insan aslında kötü değildir; olsa olsa onda, engellenmezse, kötüye sapma eğilimi vardır; devleti de ortaya çıkaran bu nedendir. İnsan doğası her yerde, her devirde birdir; dolayısıyla insanın tutku ve eğilimlerinin hesabı yapılabilir; olguları gözleyip bunların objektif bir hesabını çıkaran zekâ, devlet yönetiminin temelidir.[8]

M. de Motaigne (1533 – 1592)
"Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum; benim fiziğim de metafiziğim de bu!"

Avrupa ya da Europa
Finike Kralı Agenar ile Telephassa’nın kızı olan Europa, Doğu Akdeniz ya da Anadolu doğumlu bir ölümlüdür; Tanrı Zeus tarafından ayartılır ve adı, bugünkü Avrupa’ya verlilir. Europa’nın baştanrıdan, Minos, Sarpedon, Rhadamanthys adlarını taşıyan üç oğlu olur.

Ortaçağ – Rönesans
  • Teoloji - Akıl ve Deney
  • Tek dil (Latince) / Tek kültür - Farklı diller / Çok kültür
  • Tanrı Devleti - Prenslikler
  • Teologlar – Laikler
  • Dinsel eğitim – Laik eğitim
  • Realizm – Nominalizm
  • Ruhban sınıfı, aristokrasi ve köylüler – Burjuvazi
  • Dünya merkezli evren tasarımı – Güneş merkezli evren tasarımı
Erasmus’un Eğitim Anlayışı Nedir?
Erasmus’a göre eğitim, insanın ufuklarını sınırlandırmaktan ziyade genişleten ve artıran, özgürleştirici evrensel bir süreçtir (liberating universal process). Eğitimcilerin belirli mezheplere ya da dinî otoritelere ya da ulus devletlere hizmet etmeyen uluslararası ve kozmopolit yaşam alanlarında dünya yurttaşı olmaları gerektiğini ileri sürer; ona göre böylece, doğabilecek savaşlar da engellenmiş olur.
Bugün Avrupa Birliği Erasmus’un görüşlerini temel alarak eğitim programları oluşturmuş ve Erasmus’un eğitim yoluyla barışı gerçekleştirme düşüncesini hayata geçirmiştir. Avrupayı oluşturan ülkeler arasında işbirliği, ortak eğitim projeleri, mübadele programları ve birçok değişik uygulama aracılığıyla Avrupa, barış kıtası hâline getirilmiştir. Bu barışın sürdürülmesindeki en önemli etmen, hiç kuşkusuz eğitimdir.

Dünya Yurttaşlığı ya da Europolitas
Diyojen, kim olduğunu sorduklarında kendisi için “ben, cosmopilitasım” der. Voltaire, kendisinin sırasıyla Fransız, Avrupalı, Hıristiyan olması, insanlığının ardından geldiğini ifade eder; o nednele Voltaire, kendini öncelikle insan olarak görür. Diğer bütün sıfatlarının taşıyısıcı insandır. Perspektifi dünya yurttaşlığı olmayan kişi, kültür ya da uygarlık, kaçınılmaz biçimde faşizme evrilmek zorundadır.  Erasmus, tıpkı ardılları gibi tipik bir cosmopolitas ya da anakronik bir bakış ile Europolitas olarak görülebilir. “Yaşadığı çağ, Erasmus’u aklın simgesi olarak görür. Erasmus ile düşünce evreni yeni bir kavram kazanır: uluslar üstü(lük). Tüm dünyayı ortak bir vatan ilan eden Erasmus ile birlikte ortak bir kültürün ve uygarlığın çatısı altında birleşik Avrupa devletleri ideali ilk kez belirginleşir.”[9]

Sonuç
Reformasyon, dönemin laisizm lehine dönüşümü için olgunlaştığını gösterir. Süreç, dinsel iktidarın gücünün azalmasına ve yeni iktidar odaklarının doğmasını yaratır. Evrensel Ortaçağ Devleti'nin ayrı ayrı prensliklere bölünüp ulus-devletlerin ortaya çıkması ile birlikte Tanrı Devleti, iktisadi olarak güç kaybeder; bu, siyasi gücünün de azalıp temsil ettiği dünya görüşünün –Katolik Hıristiyanlık- yaşamda kapladığı yerin azalıp yerini başka paradigmalara bırakmasına neden olur. Kentlerin önem kazanmasıyla birlikte aristokrasi, ruhban sınıfı ve köylüler yanında yeni bir sınıf, zümre ya da tabaka olarak burjuvazi doğar, güçlenip siyasi iradede yer almak için taleplerde bulunur. Ortaçağda dinin hizmetinde olan felsefe (philosophia ancilla theologia)[10], Rönesans ile birlikte yeniden –klasik antikitede olduğu gibi- insana ve insanın içinde yaşadığı doğaya odaklanır. Erasmus’un içinde yer aldığı trajik bir resim vardır; bu: “Bir hümanist olan Erasmus, insancı yanın eğitim ve kitaplar aracılığıyla güçlendirilebileceğine, eğitimli insanın kendini körü körüne tutkulara kaptırmayacağına inanır.
Fakat Erasmus yanılır. Simge olarak kitabı seçen tinsel bir tarikat olan Hümanizm, dünyayı birleştirmeye yönelik çabalarına henüz tam anlamıyla başlayamadan Luther’in yarattığı halk devrimi ile yıkılır. Tarihte ilk kez, ulus ayrımı gözetilmeyen bir dönemde, tarihin gördüğü en çılgın, dünsel ve ulusal kökenli, kitle patlamalarından birinin dalgaları arasında kaynar. Tarih, bu ileri görüşlü düşünürün karşısına bir eylem insanını, bir devrimciyi, Luther’i, çıkarır. Luther, Erasmus’un mirasçısı ve zaferi kazanan hasmı olur.”[11] Bu ‘zafer’, göreli bir sürenin ardından yerini barışa bırakır; AB projesi, bir anlamda Erasmus’un düşlediği barış projesidir de.

Erasmus’un Kitapları
  • Deliliğe Övgü: En ünlü ve tartışmalı eseridir. Yayımlandığında büyük tartışmalar yaratan kitap, teologlarca kınanmış, ölümünden sonra sakıncalı kitaplar listesine (index) alınmıştır. Erasmus, eleştiriler karşısında kendisini, “amacım yergi değil, kılavuzluk yapmaktı; incitmeyi değil yardım etmeyi amaçlıyor ve insanlara, önündeki yolları kapatmadan nasıl daha iyi insanlara dönüşebileceklerini göstemek istiyordm. Gerçeğin gülümseyerek söylenmesini yasaklayan bir şey mi var?” diyerek savunur.
  • Adagia: Yunanca ve Latince 4.151 özdeyiş içerir.
  • Antibarbari: Erasmus’un manifestosu olan Antibarbari söylev biçiminde yazılmış ve klasik pagan öğretilerini savunduğu için Hıristiyan köktendincilerin saldırısına uğrar.
  • Hıristiyan Askerin El Kitabı: Dindarlık, teolojinin doğası ve kilisenin yapısı hakkında olan bu eserinde sırları aydınlatmaktan ziyade, harflere yapışıp tüm dikkatleri saçma sapan ayrıntılar üzerine yoğunlaşan teologları eleştirir.   
Büyük Eğitimciler – 4 (Erasmus) Anahtar Kelimeler Nedir?
Erasmus, Reformasyon, Rönesans, Hümanizm
Kaynakça
* Cevizci, A. Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005
* Çotuksöken, B. - Babür, S. Ortaçağda Felsefe, Kabalcı, İstanbul, 2000
* Erasmus. Deliliğe Övgü, Çev. N. Hızır, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2010
* Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008
* Höffe, O. Felsefenin Kısa Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008
* McConica, J. Erasmus, Düşüncenin Ustaları, Altın Kitaplari İstanbul, Mayıs 2002
* Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi, İzmir, 2001
* Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi, Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutları, Eğitim-Bir-Sen, Ankara, 2009, http://www.egitimbirsen.org.tr/dokuman/bildiriler.pdf
* Vorlander, K. Felsefe Tarihi, Çev. M. İzzet – O. Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008
* Zweig, S. Yarının Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1998


[3] Zweig, S. Yarının Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1998, s. 186 – 322
[5]  Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.169
[6] Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.169
[8] Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.170
[10]Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.163


[i] V. Metin Bayrak, Felsefeci

Büyük Eğitimciler – IV (Comenius)

Büyük Eğitimciler – IV (Comenius)
V. Metin Bayrak[i]

"Körlerin ülkesinde tek gözlü insan kral olur." Erasmus
"Kendi kendini sonsuzlukta yaratan özgür varlıklarız." Comenius
"Öğretim, sözle yapılabilir, eğitim ise sadece örnek olunarak." Comenius
"Dünya insanlık için okuldur, her insanın hayatı, beşikten mezara kadar öğrenmekle geçer." Comenius
“İtalyanlaşmış bir İngiliz, beden bulmuş bir şeytandır.” İngiliz Atasözü (Rönesans Dönemi)

Felsefe?
Felsefe, imkânın bilgisidir. Dünya, insanın ürünü olduğuna göre, dünya, insanın verdiği biçimle kimlik kazandığına, dünyaya biçim veren insan(ın) zihnindeki tasarımın menşei felsefe olduğuna göre, dünyayı anlamanın temel araçlarından biridir felsefe; o nedenle söz konusu eğitim ise felsefey(l)e daha fazla bakmak, kavramak, konumlandırmak yerindedir.

Eğitim ve Felsefe?
Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz? Biz kimiz? İnsan yetiştirmeye bizi kim memur etti? Amacımız ne? Hangi dünya görüşüyle hareket ediyoruz? Neredeyiz? Çağın ruhuna ya da Zeitgeist'a olan mesafe(miz) nedir? Bu soruların yanıtı, eğitim felsefesini ya da eğitimin felsefi temellerini dile getirir. 

Büyük Eğitimciler?
Doğan Kuban'ın "Uygarlık bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür" ve Ziya Paşa'nın "Ayinesi iştir insanın lafa bakılmaz" sözünden hareketle kuramsal bilgiler ortaya koyanların yanında yaşamlarıyla da öğretilerini destekleyenler vardır ki bunlar tarihte saygıyı en fazla hak edenlerdir. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri de Augustinus’tur.

Comenius Kimdir?
Johann Amos Comenius (28 Mart, 1592  15 Kasım, 1670), 17. y.y. başlarında uluslararası eğitim konusunu ele alan Çek eğitimci, filozof ve teologdur. Tanrıya gönülden bağlı olanların küçük bir ibadet yeri olan Brethren Kilisesi’nde bir papaz olan Comenius  hayatının çok büyük bir bölümünü mülteci olarak sürgünde yaşar. Bu kiliseye ibadet için gidenler inandıkları dine ‘yüreğin dini’ adını verirler; son derece entelektüel ve doktiriner bir teolojiden (dinden) ziyade doğru tutum içinde olmayı ve iyi işler yapmayı önemserler. Comenius’un kilisesinin üyeleri, Katolik anlayışının ve kendi egemenliklerinin üstün olmasını ve diğerlerini etkisi altına almasını isteyen Hapsburg  otoriteleri tarafından kendi vatanlarından sürülen insanlardır. Din mültecisi olan Comenius, Avrupa’yı baştanbaşa dolaşır; Polonya, İsveç, İngiltere ve Hollanda’da din ve eğitim konularında 154 kitap yazar.
Nicolas Kopernicus'un "On The Revolution Of Celestial Bodies" kitabının orjinal el yazısı metnini, yakılmasını önlemek için, Kopernikus’un fikirlerine inanmadığı halde, kendisi için ihmal edileyemecek bir bedel ödeyerek satın alır.
Doğum günü 28 Mart Çek Cumhuriyeti'nde öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır.

Yaşadığı Çağın Tipik Özellikleri Nelerdir?
Geç Ortaçağ, Rönesans, feodalizmin sonu, mezhep savaşları, prenslikler, protestanlık, Katolik Kilisesi, Roma, İtalyan aydınlanması, Kuzey aydınlanması, Erasmus, T. More, Angilikan Kilisesi, VIII. Henry

Beslendiği Düşünceler, Kişiler?
Hıristiyanlık dogmaları, Rönesans, Augustinus, Erasmus, Luther, Calvin, Hobbes

Amacı Nedir?
Mezhep savaşlarına son vermek, ecumenical bir Hıristiyanlık düşüncesi inşa etmek, eğitimi, geniş kitlelere ulaştırmanın araçlarını sağlamak, eğitimi uluslararasılaştırmak,

Comenius’un Felsefesinde Etkili Olan Temel Kavramlar
Ortaçağda Eğitim 
Ortaçağın düşünce sistemi, skolastik ile karakterize edilir. Skolastikte ana amaç, malum olanı kavrayıp kilisenin otorite olarak kabul ettiği dücünce ve kişilerle temellendirmektir.

Kent Okulları 
Ortaçağda XI. ve XII. y.y’larda şehirlerin gelişmesi ile eğitim, kurumsal olarak yeniden ele alınır. Kilise ve vakıf okullarının yeterli gelmemeye başlaması kent meclislerine girmek isteyen aristokrat çocuklarının bu iş için uygun eğitim alma zorunluluğu bu okullarının kurulması sağlamıştır. Bu okullar, eğitime, anadil ile başlar; belli bir seviyeden Latince öğretimine geçilerek eğitim verilir.  Burada okuma ve yazma öğretilir. Bu nedenle kent okullarına yazı okulları da denir. Din derslerinin daha az yer aldığı okullarda disiplin, çok güçlü ve sıkıdır.

Üniversitelerin Kurulması 
Ortaçağın eğitim kurumları içinde en önemlisi ve halen yaşayanı üniversitelerdir. XIII. ve XIV. y.y.larda bilimsel hayatta başlayan canlanma, üniversiteleri doğurur. İlk kurulan üniversiteler Padua, Paris, Cambridge, Oxford’dur. Üniversiteler ilk kurulduklarında belirli bilim dallarına ağırlık vermişlerdir. Örneğin Bologna Üniversitesi’nde Hukuk, İtalyada’ki Salerno Üniversitesi’nde ise tıp ağırlıklı eğitim verilir. Bu üniversitelerin devlet ve kilise tarafından tanınmış özel yasaları ve özel mahkemeleri vardır.

Rönesansta Eğitim (XV. – XVI. y.y) 
Rönesans terimi, başlangıçta sanattan alınır. Günümüzde Rönesans terimi ile yalnızca güzel sanatlardaki biçim ve konu değişikliğini ya da Antik Yunan ve Roma döneminin yeniden canlanışı değil düşünce ve kültürün de yeniden doğuşu ifade edilir.  Ortaçağ Antik kültürü, yanlızca Hıristiyanlık süzgeçinden geçirilmiş şekli ile tanır; oysa Rönesans ile Antik dönem, dolaylı olarak değil doğrudan doğruya ele alınır, anlaşılır. Araştırma alanı din ile sınırlıyken skala genişler, insan ve doğa da insanın araştırma evrenine dahil olur.

Hümanist Eğitim Anlayışı
Rönesans, Hümanizmdir de. Rönesans ile Antikçağın güzel sanatları ile düşünce akımlarının yeniden canlandırılması anlaşılırken onun bir parçasını teşikil eden Hümanizm ile de daha çok Antikçağın edebi kültürel yönden yeniden yaşanılması anlaşılır. İki anlayış, birbirinden koparılamaz. Hümanist eğitim ideali çok yönlü yaratıcı bir düşüncedir. Hümanizm ile amaçlanan, her yönüyle gelişmiş insandır. Hümanist anlayışta eğitimin merkezinde Tanrı ya da Kilise dogmaları yerine insan yer alır. Böylece Rönesans’ın bireyciliği, eğitim alanınında da kendini gösterir.

Protestanlık Nedir?
Kutsal Kitap'a daha yalın bir şekilde bakarak, kültürel uygulamaları ikinci plana koyan; kelimeler ve anlamlar üzerinde düşünerek havariler dönemi kilisesine yaklaşmayı arayan; kilise uygulamalarını ve doktrinleri sorgulamayı; böylece en yalın gerçeği bulmayı amaçlayan bir mezheptir.  Merkeziyetçi yönetimi reddedip her kilisenin diğerinden bağımsız bir yönetim şekli olması gerektiğini; dikey bir hiyerarşi yerine yatay bir hiyerarşi olması gerektiğini savunur.

Otuz Yıl Savaşları / Mezhep Savaşları
Savaş, 1648'de Protestanların zaferiyle biter. Westphalia Barışı ile savaş sonucunda Almanya’yı oluşturan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu her biri bağımsız olan birçok küçük devlete ayrılır. İmparatorluk makamının yetkileri ise fazlasıyla kısıtlnır. Avrupa Hıristiyanlığında ortaya çıkan reform hareketleri Avrupa'daki siyasi dengeleri bozar, Vatikan'ın gücünü zayıflatır. Bunun sonucunda patlak veren Otuz Yıl Savaşları, 1618 ile 1648 yılları arasında yapılan ve Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı savaşlar dizisidir. Temelinde, Protestan-Katolik mezhep kavgası olsa da, savaşan devletlerin çoğu dinsel değil siyasî amaçlar için savaşır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'na bağlı prensliklerin farklı taraflarda savaşması sebebiyle bir iç savaş niteliği de taşır.

Coğrafi Keşifler ve Kolonileş(tir)me
15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar yeni ticaret yolları bulmak amacıyla daha önce bilinmeyen denizlere ve okyanuslara açılmaya başladılar. Bu seferler birçok yeni okyanusların ve kıtaların bulunmasıyla sonuçlanır. İlk keşif denemeleri XIV. y.y. başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından Atlantik okyanusu ve Afrika kıyılarına yapılır. Kanarya Adaları ve Azor Adaları’nın keşfi, ilk denemelerin sonucudur. Asya’ya daha kısa yoldan ulaşmak isteyen K. Kolomb, 1492’de Amerika Kıtasına ulaşır. Coğrafî keşifler, Reform ve Rönesans hareketlerinin etkileriyle gelişmiş oldukları gibi kendileri de bu hareketlerin gelişimini etkilemişlerdir. Bu keşifler sonucunda Avrupa yeni kıtaların zengin kaynaklarını ele geçirme olanağı elde eder. Kolonileşme dönemi, Avrupalı göçmenlerin Kuzey Amerika, Asya, Afrika ve Avustralya kıtalarına göç etmeleri ve bu topraklarda yerleşim ve üretim birimleri oluşturmalarıyla neticelenen bir süreçtir.  Bu koloniler zamanla merkezi Avrupa'da olan ve dünyanın dört bir tarafına yayılmış sömürge imparatorlukları haline gelir.

Protestan Ahlakı
Çalışmayı, tasarruf etmeyi, dünya nimetlerinden göreli olarak uzak durmayı, aileye bağlılığı önemseyen ve kapitalizmin üretkenlik ve sermaye birikimi bağlamında gelişip serpilip kurumlaşmasını ciddi biçimde etkileyen bir ahlak dünyasını işaret eder. Max Weber, ünlü “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı kitabında iki olgu arasındaki ilişkiyi analiz eder.

Kuzey Aydınlanması
Kuzey Aydınlanması, pek çok yönden İtalya’dakinden çok farklıydı. Anarşik ya da aktöre dışı değildi; tam tersine dindarlık ve halkın iyiliği ile ilgiliydi. İki insan, Erasmus ve Sir Thomas More, Kuzey Aydınlanmasının örnekleyicileri olacaklardır. İkisi de skolastik felsefeyi küçümser, kilise içinde yenilenmeyi amaçlarlar ama baş gösterdiğinde protestan bölünmesinden yana olmamışlardır.[1]

Avrupa ya da Europa
Finike Kralı Agenar ile Telephassa’nın kızı olan Europa, Doğu Akdeniz ya da Anadolu doğumlu bir ölümlüdür; Tanrı Zeus tarafından ayartılır ve adı, bugünkü Avrupa’ya verlilir. Europa’nın baştanrıdan, Minos, Sarpedon, Rhadamanthys adlarını taşıyan üç oğlu olur.

Erasmus
Dönemin en özgürlükçü ülkesi olan Hollanda'da yaşayan Erasmus (1465 – 1536), dogmatik skolastik düşünce yerine özgürlükçü laik eğitimi savunur; düşünceleri, zamanla bütün Avrupa'ya yayılarak benimsenir.

Erasmus’un Eğitim Anlayışı Nedir?
Erasmus’a göre eğitim, insanın ufuklarını sınırlandırmaktan ziyade genişleten ve artıran, özgürleştirici evrensel bir süreçtir (liberating universal process). Eğitimcilerin belirli mezheplere ya da dinî otoritelere ya da ulus devletlere hizmet etmeyen uluslararası ve kozmopolit yaşam alanlarında dünya yurttaşı olmaları gerektiğini ileri sürer; ona göre böylece, doğabilecek savaşlar da engellenmiş olur.
Bugün Avrupa Birliği Erasmus’un görüşlerini temel alarak eğitim programları oluşturmuş ve Erasmus’un eğitim yoluyla barışı gerçekleştirme düşüncesini hayata geçirmiştir. Avrupayı oluşturan ülkeler arasında işbirliği, ortak eğitim projeleri, mübadele programları ve birçok değişik uygulama aracılığıyla Avrupa, barış kıtası hâline getirilmiştir. Bu barışın sürdürülmesindeki en önemli etken eğitimdir.

Martin Luther
Alman keşiş, teolog, üniversite profesörü, protestanlığın babası ve Lüterciliği yayan Almanya'nın Eisleben şehrinde doğan Martin Luther (10 Kasım 1483 - 18 Şubat 1546), Erfurt Üniversitesi'nde okudu. Ailesine yaptığı bir ziyaret dönüşü, Erfurt yolunda yıldırım çarpma tehlikesiyle karşılaşınca keşiş olmaya karar verir. 21 yaşındayken Aziz Augustin tarikatına bağlı bir manastıra girip ilahiyat eğitimine başlar; aynı yıl rahip olur. Luther, manastırdaki günlerinden beri sorguladığı uygulamalara karşı bir eleştiri yazar. "Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler" başlıklı, 95 maddeden oluşan bu metni 31 Ekim 1517 günü piskoposlara gönderir. Aynı zamanda birer mektupla endüljans konusundaki vaazların teolojik açıdan sağlam bir zemine oturtulmasını ister. Martin Luther'in bu tezleri üniversitenin bülten panosu sayılabilecek bir yer olan Wittenberg Saray Kilisesi'nin kapısına astığı yolundaki rivayet, kanıtlanmış değildir. Sonuçta bu tezler Almanya'da ve komşu ülkelerde Luther'in kendisinin de öngörmüş olmadığı bir hızla yayılınca sadece endüljans satışlarında bir düşüş yaşanmakla kalmaz, bütün Reformasyon hareketinin başlangıcı olur.

Jean Calvin 
Fransız din reformcusu, Kalvenizmin kurucusu Jean Calvin  (Noyan 1509-Cenevre 1564), Luther'in fikirlerini açıkça benimsediği için Paris'ten 1534’te ayrılmak zorunda kalır. Bir süre Strazburg ve Basel'de kaldıktan sonra 1541'de Cenevre'ye yerleşir. Başlıca eseri olan "Hıristiyan Dinin Kurumları"nda (1536), Tanrı'nın mutlak hakimiyetini tebliğ eder ve insanın cennete gidip gitmeyeceğini hareketlerinden çok Tanrı'nın iradesi demek olan yazgısının tayin edeceğini bildirir.

Thomas Hobbes
Francis Bacon'ın ampirizm inden etkilenen Hobbes'a (5 Nisan 1588 - 4 Aralık 1679 göre dünya, mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. İnsan ve hayvan bu bütünün bir parçasıdır. Onların fiziksel ve ruhsal yaşamları da tümüyle mekanik hareket yasalarına bağlıdır. Bunlar imgelemin ürünüdür. Hobbes'a göre evrende töz (cevher) olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde ve maddenin biçim almış bir durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalanlar -tanrı, ruh gibi- ise; ilahiyata ait inanç konularıdır. Bu bakımdan dünyada ruh, melek, tanrı diye bir şey yoktur.
Hobbes, yaşadığı süre içinde, biri entelektüel, diğeri siyasi olan iki devrime tanıklık etmiştir. Bu devrimlerden siyasî olanı, yani mutlak monarşinin parlamenter demokrasinin temsili kurumlarıyla sınırlanması söz konusu olduğunda, Hobbes tam bir karşı devrimcidir. Entelektüel devrim, yani Ortaçağın tanrı merkezli ve Aristotelesçi dünya görüşünün bırakılarak, yeni doğa bilimleriyle, mekanik açıklamanın ve deneysel yöntemin benimsenmesi söz konusu olduğunda, o tam bir devrimcidir.[2]
Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan 'devlet'in simgesidir.

Dünya Yurttaşlığı
Cosmopolitas, Diyojen, kim olduğunu sorduklarında kendisi için “ben, cosmopilitasım” der. Voltaire, kendisinin sırasıyla Fransız, Avrupalı, Hıristiyan olması, insanlığının ardından geldiğini ifade eder; o nednele Voltaire, kendini öncelikle insan olarak görür. Diğer bütün sıfatlarının taşıyısıcı insandır. Perspektifi dünya yurttaşlığı olmayan kişi, kültür ya da uygarlık, kaçınılmaz biçimde faşizme evrilmek zorundadır.

Comenius’un Çağından Kısa Kısa Notlar
Alman sanatçı Albrecht Dürer dinî tablolar yapar. İngiltere’de Shakespeare, İspanya’da Cervantes ünlü eserlerini yazarlar. Skolastik düşünce sistematiği ve kurumlarının sarsılıp etkilerinin azalması sonucu laik, seküler bir dünya görüşü doğar; kentler, gelişen ticaret ile birlikte önem kazanmaya başlar. Kentli yeni özneler kamusal hayatta daha fazla görünmeye, yaşadıkları yerde daha fazla söz sahibi olmaya başlarlar. Dinsel anlayış, yerini pozitif bilimlere bırakır. Katolik Kilisesi, Protestanlığın yayılmasına mani olmaya çalışır ama muvaffak olamaz. 1542'de Roma Engizisyonu kurulur. Fransa Nantes Fermanı 1685'de geri alır. 1715'te Protestanlık Fransa'da yasaklanır; bunun sonucunda 250.000 Huguenot (Protestan Fransızlar) Amerika ve Hollanda gibi Protestan ülkelere göç etmek zorunda kalırlar. Hollanda'da Protestan Geuzenler, İspanyol egemenliğine karşı ayaklanırlar. 1545-1563 yılları arasında toplanan Trento Konsili Protestanlığı şiddetle eleştirerek dine aykırı ilan eder. Bu arada reform hareketlerini yetersiz bulan Püriten ve Anabaptist gibi çeşitli gruplar çıkar; bunlar, diğer Protestan gruplar tarafından taciz edilirler. Bazı Protestanlar çareyi Kuzey Amerika'ya göç ederek orada yeni koloniler kurmakta bulurlar.

Dönemin Kısa Bir Eleştirisi
Reformcular, bağımsız felsefi değere sahip değildirler. Luther, şahsen en çok Augustinus’a ve pratik mistiklere eğilimlidir. Başlangıçta Aritoteles’e “Papacıların Kalesi” (Wehr der Papisten) diye karşı koydu, fakat daha sonra aklı, şeytanın yaltağı olarak ilan etti. Ona göre bütün felsefeden çok, dini deneyimin “iman”ın önemi vardır ve aslında Allah’ın dünyadaki eserleri buna hizmet içindir.”[3]
Luther ve Calvin, St. Augustinus’a geri dönerler; din anlayışları, kilise iktidarını azaltacak niteliktedir. Protestan din adamları (en azından başlangıçta) Katolik din bilginleri kadar bağnazdırlar, ama iktidarlarının daha az olması nedeniyle zararları daha az dokundu.”[4]

Comenius’un Felsefi Anlayışı / Dünya Görüşü Nedir?
Pansofizm olarak isimlendirilen Comenius’un eğitim felsefesi içinde uluslararası eğitime yönelik köklü yaklaşımlar içermektedir. Comenius bütün bilgilerin Tanrı’dan geldiğine, insanların birbirlerini ve en sonunda da Tanrı’yı evrensel bilgi (universal knowledge)  aracılığıyla bilebileceklerine inanır. Kendi kilisesinin üyelerine ve Avrupa’nın diğer insanlarına karşı uygulanan dinî ve ulusal saldırganlıkların ve şiddetin cehaletten kaynaklandığını ileri sürer. Bilmeme veya yanlış doktrinlerle kafaların yıkanması sonucu, düşmanlık, dışlama ve hoşgörüsüzlük; bunların sonucu olarak da savaşlar yaşanır. Comenius’un mümkün olduğuna inandığı tam bilgi (complete knowledge) cehaleti ortadan kaldıracak, insanları birbirlerine yaklaştıracak, insan hayatına saygı duyulmasını mümkün kılacak ve nihayetinde insanları Tanrı’ya ulaştıracaktır.
Tüm Hıristiyanların birleşmesi ve kaynaşması (ecumenical) idealine sahip bir eğitimci olan Comenius, mezhep savaşlarının ve nasyonalist bağnazcılığın egemen olduğu bir dönemde yaşar. 17. y.y.daki okulların pek çoğu dinî kesimler ve/veya kiliseler tarafından kontrol edilir. Bunlar, diğer inançları dışlayarak kendi doktrinlerini öğrencilere empoze ederler. Bu anlayışın tam tersine Comenius, değerlere dayalı bir din eğitiminin mümkün olduğunu savunur. Dünyadaki bütün insanlarca paylaşılan ortak ihtiyaçlar ve umutlar temel alınarak birlik sağlanabilir; tabii ki tüm özel inanç ve uygulamalara saygı temelinde. Çağının ilerisinde düşünen Comenius bir Dünya Kiliseler Asamblesi toplanması ve bu asamblenin Hıristiyan âlemini tek bir birlik olarak bir araya getirmek üzere çalışmalar başlatmasını teklif eder. Bu çalışmalardan en önemlisi ise taraflar arasında sürekli diyaloğun sürdürülmesi olacaktı. Comenius, bir uluslararası eğitimci veya barış eğitimcisi olarak, içinde sürekli barış oluşturma ve barışı sürdürme kurumlarını barındıran dünya çapında yeni bir sosyal düzenin oluşturulabileceğine inanır. Bu yeni sosyal düzenin kültürel bağlamını oluşturmak için kilise ve devlet liderlerinin, kontrollerinde bulunan okulları doktrinlerle insanların kafalarını yıkayan yerler olmaktan çıkarıp insanların zihinlerini ve yüreklerini diğer insanlara açan ve insanın aydınlanmasını mümkün kılan kurumlar hâline dönüştürmeleri gerektiğini düşünür. [5]
Comenius eğitimcilerin çocuklara fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamaları gerektiğini ve çocukların insan ve kişilik haklarına saygı göstermeleri gerektiğini ifade eder. Öğretmenleri, çocukların öğrenirken tüm duygularını aktif olarak  kullanabilecekleri öğretim yöntemleri geliştirmeye teşvik eder. Aydınlanma ve gerçek anlamda öğrenme yerlerine dönüştürülmüş okullar birlik ve barışı sağlayabilir ve oluşturulacak bu birlik ile insanlar birbirlerine saygı duyarak  yaşayabilirler. 
Comenius’un eğitim ile ilgili görüşleri ve idealleri Avrupa ve Amerika’da çok sevilmesine, kabul edilmesine ve ün kazanmasına rağmen, okulların Hıristiyan âleminin bütünlüğünü sağlama amaçlarına yönelik yerler olması şeklindeki ideali/vizyonu yaşadığı dönemlerde ve ölümünü takip eden yüz yıllarda da gerçekleşmemiştir.
Comenius'un Eğitimle İlgili Düşünceleri Nelerdir?
01. Comenius'a göre bütün insanlar, eğitim hakkına sahiptirler. 
02. Eğitim, demokratik bir ortamda yapılmalıdır. 
03. Bütün çocuklar, sosyo-ekonomik koşullar, cinsiyet gözetilmeksizin eğitim almalıdırlar; yaşadıkları ülkeyi, uygarlığı anlamanın araçlarına sahip olma hakkına sahiptirler. 
04. Doğa bilimlerine ağırlık verilmelidir; doğayı anlamanın önemine inandığı için doğa / fen / temel bilimlere ağırlık verilmesi gerekir. 
05. Her birey, zeka seviyesi göz önünde bulundurularak belirlenen eğitim anlayışına göre eğitim almalıdır. 
06. Öğrenme ya da eğitim, duyu organlarına da hitap edilerek gerçekleştirilmelidir. 
07. Eğitim uluslararası olmalıdır.
08. Dünya barışı din savaşlarının sona ermesiyle sağlanabilir; bu da eğitimle olanaklıdır.
09. Eğitim, yaşam boyu olmalıdır.
10. Öğrenciler, öğrenme sürecinde eğiticiler tarafından teşvik edilmelidir.[6]

Sonuç
Eylem adamı olmanın yanında kuramsal olarak da eğitim, barış, birlikte yaşama, uluslararasılaşmak… kavramları üzerine düşünen Comenius, filozof, eğitimci, teolog, yazar… sıfatlarını layıkıyla taşıyan tarihsel bir öznedir. Eğitim ile ilgili düşüncelerini makro anlamda hayata geçirmenin araçlarını göz önünde bulundurup gerekli bağlantıları, zihnindeki eğitim düşüncesini ya da idesini olanakların, reel-politiğin izin verdiği ölçüde hayata geçirebilmiş teorisyen bir eylem adamıdır.
Barışı sürdürmenin ve savaşsız yaşamanın en etkili yolu ise eğitim alanındaki işbirlikleridir. Eğitimin her alanında gerçekleştirilen ortaklıklar Avrupa’ya daha fazla barış ve güven getirecektir. İnsanların birbirlerini tanıdığı, anladığı, sevdiği, kabul ettiği, kişiliklerine ve kimliklerine saygı duyduğu bir Avrupa yaşamaya devam edecektir. Bu anlamda en büyük katkı -Avrupamerkezci bakışa göre tabii ki- Erasmus ve Comeninus'tur. 
21. yüzyılda insanoğlunun karşı karşıya kalacağı problemlerin büyük bir kısmı uluslararası nitelikte olacaktır. Uluslararası boyutta bir eğitim almayan bireylerin bu problemleri çözmesi mümkün olamaz.

Comenius’un Kitapları
Dünya Labirenti (The Labyrinth of the World),
Yüreğin Cenneti (The Paradise of the Heart),
Büyük Öğreti (The Great Didactic)
Resimlerde Görünen Dünya (Visible World in Pictures)

Büyük Eğitimciler – 3 (Comenius) Anahtar Kelimeler Nedir?
Rönesans, mezhep savaşları (otuz yıl savaşları), protestanlık, Kuzey aydınlanması, Erasmus

Kaynakça
* Cevizci, A. Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005
* Comenius, Didactica Magna, (The Great Didactic / Büyük Öğreti) (1628–1632)
* Çotuksöken, B. - Babür, S. Ortaçağda Felsefe, Kabalcı, İstanbul, 2000
* Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008
* Höffe, O. Felsefenin Kısa Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008
* Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi, İzmir, 2001
* Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi, Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutları, Eğitim-Bir-Sen, Ankara, 2009, http://www.egitimbirsen.org.tr/dokuman/bildiriler.pdf
* Vorlander, K. Felsefe Tarihi, Çev. M. İzzet – O. Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008




[1] Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi, İzmir, 2001, s.35

[2] Cevizci, A. Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005, Hobbes
[3] Vorlander, K. Felsefe Tarihi, Çev. M. İzzet – O. Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 331
[4] Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi, İzmir, 2001, s.50
[5] ŞAHİN, A. Avrupa ve Dünya Eğitim Felsefesinde Erasmus ve Comenius’un Eğitim Yaklaşımları ve Uluslar arası Eğitime Katkıları, EĞİTİM, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, 2005, Sayı: 59
[6] Comenius, Didactica Magna (The Great Didactic / Büyük Öğreti) (1628–1632)


[i] V. Metin Bayrak, Felsefeci