İnsanın
İşi Nedir? Sergisi
Giriş
- "Merhaba, ben çiftçiyim."
- "Merhaba, ben de işçiyim.”
Bu diyalog, "öğretmen" ve
"kütüphaneci" şeklinde de gerçekleşebilir.
Aristoteles, "duvarcının işi iyi
duvar örmektir, mimarın işi iyi bina yapmaktır peki ama insanın işi
nedir?" diye sorar? Evet insanın işi nedir? Yalnızca felsefe değil
yasalar, pozitif hukuk, dinler ve ahlaklar da tarihin her döneminde insanı
çeşitli şekillerde tanımlamıştır. İnsan, daima kendisi için bir problematik
olmuştur. İnsanın "multifaces" diye de adlandırıldığı bir dönemdeyiz.
Kendimizi tanımakta güçlük çekmekteyiz. "Asıl gerçek dünya
tiyatrodur. Gerçek hayat ise tiyatro" sözünde damıtılan düşünce, modern
zamandaki öznelerin dramatik yaşamlarını özetlemektedir. O denli çok kimlik
birlikte aynı 'bütünlük' içinde yaşamaktadır ki; hazımsızlık ve uyumsuzluklar,
modern tıbbın yardımıyla 'çözülmektedir.' Ayna kırıktır; suret parçalıdır. Parçalanmış
suretin bütünlük içinde algılanmasının yolu kırıkları birleştirmek değil
kırıkları, çatlakları görmemektir; ne kendimizin kırıklarını ne de başkalarının
kırıklarını görürüz. Zaten modern psikiyatri de bu yönde çalışmakta değil
midir? Görmenin dayanılmazlığı özneleri oynamaya itmekte. Rol modellerine
ihtiyacımız her geçen gün bu nedenle artmakta. Hazır reçeteler hiç bu denli çok
satmamıştı. Yanıtlar, birer reçete olarak algılanmakta.
Hepimiz, kendimizi takdim ederken ya da
birilerince takdim edilirken sıfatlarımızla anılırız. İnsan, özellikle endüstri
devriminden bu yana kentlileşen yeni burjuvazi ve işçi sınıfıyla pek çok sıfatı
aynı anda taşıyabiliyor. İnsan, pek çok statüyü ve sıfatı kendi kimliğinde
taşıyabiliyor. İnsan, çok tipik bir örnek ile evde anne ve eş dışarıda bir
derneğin üyesi ve bir işyerince sorumlulukları yasa ve yönetmeliklerce
tanımlanmış -sınırları öğrenmek bile kimi zaman seneler alabiliyor- öğretmen ya
da dişçi olabiliyor. İnsanı bir töz sıfatlarını ya da statülerini ilinekleri
olarak adlandırırsak ana taşıyıcı insandır; ama insan, bu durumda bir tür
soyutlamadır. İnsana, günümüzde ancak sıfatları aracılığıyla
ulaşılabilmektedir; insanın özü bu süreçte ontolojik anlamda kaymış ve ilineği
tözüne dönüştürülmüştür. Bir şiir dizesinde "sıfatlarımız sıfatlarımızla
sevişmekte" ifade var bu durumu özetleyen. İşte bu nedenle insanın özünü
konu edinip işleyen sanatlara hiç olmadığı denli ihtiyaç vardır.
Amaç
Verili koşulların içeriğinden koparıp
formel biçimde tanımladığı insanı / özneyi kendi penceresinden görmek. İnsan,
kendini, insanın işi perspektifinden ele aldığında ne görür? Kendini ne ile
tanımlar? Aynı kartviziti taşıyan ve birbirinden çok farklı zevkleri ve
yaşantıları olan insanların varlığı vakıadır. Burada amaçlanan, insanı yaptığı
işten soyup özde yer alan varlığ(ın)a odaklanmaktır. Soru, demokrasidir; oysa yanıt
faşizm. Soru, insanı özgür bırakır; yanıtsa tutsak. Soruda ucu açıklık varken
yanıtta sınırlılık... Ama insan, huzura ancak yanıtlarla erişebilmektedir;
eriştiği huzurun yanılsama olduğunun sezgisel anlamda farkında olsa da. Burada
amaçlanan yanıtların verdiği huzurdan ziyade sorunun verdiği huzursuzluk ve
sorgulamadır.
Kapsam
Akademik bir üsluba boğulmamak adına
akademik formasyonu güzel sanatlar olmayanları dışarıda tutmayan bir anlayışla
hareket ederek heterojen bir katılım sağlamak adına farklı yaştan, meslekten,
cinsten ve kültürden insanların "İnsanın İşi Nedir?" sorusuna
verdikleri yanıtları sergilemek. Mesela, şu anda Türkiye'de yaşayan genç
sanatçıların birer "iş" ile sorumuza verdikleri yanıtları sergilemek.
Bu, bir şiir olabileceği bir enstalasyon ya da video da olabilir.
Yöntem
Sergide ana sorumuza yanıt vermek
isteyenler, konu ve şekil sınırlaması olmaksızın sergi mekânının gerçekliğini
göz önünde bulundurarak çalışabilirler. Ekstrem ya da spesifik bir mekana
ihtiyaç duyanlar, bunu sergi düzenleme komitesiyle paylaşabilir; mekanın izin
verdiği çözümler -eğer olanaklıysa- üretilebilir.
Sergileme
Kamusal bir alanda değil özel bir
alanda konu yanıtlar sergilenir. Burada, sergileme mekânı da serginin bir
parçasıdır. Sıfatlarımız o denli ortada ki bize saklı kalan yalnızca kendi iç
dünyamız: mahremiyetimiz. Belki de psikoz anlamında değil ama sosyolojik
anlamda şizofrenidir çağımızın vebası. Başka türlü bunca stresi ne ile
açıklayabiliriz ki? Zaten açıklanamamaktadır. Sorunların, sıkıntıların,
hastalıkların, mutsuzlukların, işlev bozukluklarının... temelinde stres yer
almakta; peki stresin altında ne ya da neler yer almakta? Bu sergi ile
amaçlanan elbette bu ve benzeri sorulara yanıt aramak değil; bu tür sorulara
insanın işi nedir sorusuna yanıt aranırken, sorunun çağrışımlarıyla yapılan
düşünme edimlerinde ve hiç kuşkusuz yanıtlar aracılığıyla dolaylı anlamda yanıt
aranmış hatta bulunmuş olacaktır.
V. Metin Bayrak
Kağıthane, İstanbul, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder