26 Mart 2012 Pazartesi

AKP Parti Kapatma Davası Üzerine Deklarasyon


AKP Parti Kapatma Davası Üzerine Deklarasyon

Biz, aşağıda imzası bulunanlar, cumhuriyetin ilgili kurumunda bir kişinin görevinin gereğini yapması nedeniyle hedef gösterilmesinin hukuk devleti için kabul edilemez olduğunu düşünerek bu konuda kanaatimizi bildirmeyi amaçladık. Başsavcı, anayasanın kendine verdiği yetkiyi kullanarak bir siyasi parti hakkında anayasa mahkemesi"ne kapatma istemiyle iddianame hazırlamıştır. Devlet, insanlığın yerleşik hayatta geçmiş on iki bin yılının birikimiyle oluşmuş bir kurumdur. Hukuk, bu kurumun kimliğinin görünür kılınması sağlar. Hukuk devleti, hiç bir kişi, kurum, grup, din, vb. tahakkümünde değildir. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün tesisini amaçlar.

Hepimizin hukuka gereksinimi vardır; herhangi bir yerde hukuksuzluk var ise, gün gelir o hukuksuzluk hepimizin yaşamına sirayet eder ve o, ona göz yumuldukça büyüyen tehlikedir.

Bu bildirgeden:
a. Siyasi partilerin kapatılmasını destekliyoruz
b. AKP iktidarının hukuk-dışı yollarla devrilmesini istiyoruz
c. Bu ülkeyi dindarlar yönetemez
ANLAŞILMAMALIDIR!
Çünkü zamanında yönetmişti ve kimsenin neden yönettiğini hiçbirimiz yadırgamadık ama dincilerin yönetmesini biz imzası bulunanlar istemiyoruz çükü referansları dindir; o da hukuk devletini dışlar ve referansını halktan değil haktan alır. Zaten davaya konu olan zihniyet de budur.

BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:
1. Madde: Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.
30. Madde: İşbu Beyannamenin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyannamede ilan olunan hak ve hürriyetleri yoketmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.

En temel basit hukuk metinleri, kendilerini koruyucu önlemler alır ve bunu açıkça dile getirir. Eğer, Türkiye'nin bir hukuk devleti olması isteniyorsa, bunun yoksunluğunun getirdiği sorunlardan rahatsız oluyorsak bu geleneğin oluşturulmasının yolu, hukukun kendisine verdiği yetkiyi kullanarak bir iddianame kaleme alan ve bunu usulünce ilgili makama sunarak görevini ifa eden bir hukukçuyu hedef göstermek olmasa gerek.

Daha lise düzeyinde öğrencilere kuvvetler ayrılığı ilkesinin demokrasinin temel ilkelerinden biri olduğu anlatılır. Devlet, farklı kurumlardan oluşan bir organizasyondur. Her devlet değil ama demokratik hukuk devletlerinin kendilerini koruyacak kurum ve düzenlemelere sahip olmaları ve bunun gereğini yerine getirmeleri "meşru"dur. Hukuk devletinin bir yetkilisinin, hukukça tanımlanan görevini yerine getirmemesi "suç"tur. Bu örnekte de cumhuriyet başsavcısı, hukukun kendisine verdiği yetkisini kullanarak görevini yapmış ve bir iddianame hazırlamıştır. Konu iddianamede, dikkatli okunduğunda -yine yasalar gereği beş yıllığına siyasi yasaklı olmaları talep edilen 75 isimden hiçbirine hakaret edilmiyor. Konu simler, ne akademisyen ne de sokakta yaşayan "sıradan" yurttaşlar. Görev ve sorumlulukları, hareket alanları hukukça, yasalarca belirlenmiş olan öznelerdir. Başbakan, bakan, milletvekili, bir siyasi parti yetkilisi, vb. makamda oturanlar, sokaktaki insanlardan farklı olarak çeşitli yasalar çerçevesinde hareket edeceklerini kabul etmişlerdir; bunların dışına çıktıklarında yargılanacaklarını da. Bu, bir dava iddianamesidir. Mademki Türk yargısına güvenilmiyor, iddianamenin yer yer AİHM kararlarına da dayandığını görüyoruz. Türkiye, her şeye rağmen bir hukuk devletidir; yeterince olmadığı düşünülüyor ise "yeterince"nin ölçütü ne ise o "ölçüt" için çabalanması gerektiği kanaatindeyiz ve bu metni / deklarasyonu kaleme almamızın nedeni de budur. Gerek iddianamede ismi geçenler gerek yerli ve yabancı kanaat beyan edenlere baktığımızda davanın içeriğine yeterince bakmadıkları hatta davaya şöyle kabaca bile göz atmadıkları anlaşılıyor. O halde bu isimler "ne" hakkında konuşuyorlar?

Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan:
* Türkiye'de şu anda birilerinin şeriatı var. Ama bu şeriat tükendi. Şu anda kahrolsun şeriat diyenler, kendi kendilerine kahroluyorlar.
* Ben İstanbul'un imamıyım.
* Elhamdülillah şeriatçıyım.
* Yılbaşına karşıyım.
* Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.

Sözleriyle, bulunduğu makamın bir tür şizofreni yaşadığını görüyoruz. Mademki şeriatçısın neden anayasasında laiklik olan bir devletin başbakanlığına soyunuyorsun? Samimi, riyakâr olmayan bir özne, derviş misali içiyle dışı bir olur; ama burada davada suçlananların geniş geneline bakıldığında görüntüleri ile içlerinin farklı oluğu ortadadır; sorun da bu samimiyetsizliktir. Söylemleri, dünya görüşleri işgal ettikleri makamların gerekleri ile çelişmektedir.

Her insan, kendi algısını mutlaklaştırırsa bu, bir tür faşizm kaynaklık eder ve faşizm en çok bu tutumdan beslenir. Oysa gündelik hayattaki faşizmden kurtulmak elimizdedir. Her geçen gün lümpen din faşizmine evirilmemizin ve buna aydınların da liberallerin de teslim olmaları ülkenin entelektüel auorasını çoraklaştırmaktadır. Her şey, ne kadar magazinse o kadar gündemdedir ve olayları magazinleştirmeden ele almak kültürü gün geçtikçe azalmaktadır. Bu ortam, yaşanılanların, olayların, sorunların, kısacası her şeyin "siyah" ve "beyaz" ana kalıplarına sıkıştırılarak bağlamından soyutlanmasına neden oluyor.

Biz, Voltaire'in "Sizin görüşlerinize katılmıyorum ancak bu görüşlerinizi özgürce ifade edebilmeniz için canımı bile feda etmeye hazırım." sözüne katılıyoruz; ama yasalarca sınırları belirlenmiş bir makamda olanların konu yasalara ve gereklerine de saygı göstermeleri gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü hoşgörü ortamı, ancak laik, demokratik ve hukuk devletinde mümkün olabilir. 

Saygılarımızla,

V. Metin Bayrak
2008, İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder