AKP
Parti Kapatma Davası Üzerine Deklarasyon
Biz, aşağıda imzası bulunanlar,
cumhuriyetin ilgili kurumunda bir kişinin görevinin gereğini yapması nedeniyle
hedef gösterilmesinin hukuk devleti için kabul edilemez olduğunu düşünerek bu
konuda kanaatimizi bildirmeyi amaçladık. Başsavcı, anayasanın kendine verdiği
yetkiyi kullanarak bir siyasi parti hakkında anayasa mahkemesi"ne kapatma
istemiyle iddianame hazırlamıştır. Devlet, insanlığın yerleşik hayatta geçmiş
on iki bin yılının birikimiyle oluşmuş bir kurumdur. Hukuk, bu kurumun
kimliğinin görünür kılınması sağlar. Hukuk devleti, hiç bir kişi, kurum,
grup, din, vb. tahakkümünde değildir. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün
tesisini amaçlar.
Hepimizin hukuka gereksinimi vardır;
herhangi bir yerde hukuksuzluk var ise, gün gelir o hukuksuzluk hepimizin
yaşamına sirayet eder ve o, ona göz yumuldukça büyüyen tehlikedir.
Bu bildirgeden:
a. Siyasi partilerin kapatılmasını
destekliyoruz
b. AKP iktidarının hukuk-dışı yollarla
devrilmesini istiyoruz
c. Bu ülkeyi dindarlar yönetemez
ANLAŞILMAMALIDIR!
Çünkü zamanında yönetmişti ve kimsenin
neden yönettiğini hiçbirimiz yadırgamadık ama dincilerin yönetmesini biz imzası
bulunanlar istemiyoruz çükü referansları dindir; o da hukuk devletini dışlar ve
referansını halktan değil haktan alır. Zaten davaya konu olan zihniyet de
budur.
BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:
1. Madde: Bütün insanlar hür, haysiyet ve
haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine
karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.
30. Madde: İşbu Beyannamenin hiçbir
hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyannamede ilan olunan
hak ve hürriyetleri yoketmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde
bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.
En temel basit hukuk metinleri, kendilerini
koruyucu önlemler alır ve bunu açıkça dile getirir. Eğer, Türkiye'nin bir hukuk
devleti olması isteniyorsa, bunun yoksunluğunun getirdiği sorunlardan rahatsız
oluyorsak bu geleneğin oluşturulmasının yolu, hukukun kendisine verdiği yetkiyi
kullanarak bir iddianame kaleme alan ve bunu usulünce ilgili makama
sunarak görevini ifa eden bir hukukçuyu hedef göstermek olmasa gerek.
Daha lise düzeyinde öğrencilere kuvvetler
ayrılığı ilkesinin demokrasinin temel ilkelerinden biri olduğu anlatılır.
Devlet, farklı kurumlardan oluşan bir organizasyondur. Her devlet değil ama
demokratik hukuk devletlerinin kendilerini koruyacak kurum ve düzenlemelere
sahip olmaları ve bunun gereğini yerine getirmeleri "meşru"dur. Hukuk
devletinin bir yetkilisinin, hukukça tanımlanan görevini yerine getirmemesi
"suç"tur. Bu örnekte de cumhuriyet başsavcısı, hukukun kendisine
verdiği yetkisini kullanarak görevini yapmış ve bir iddianame hazırlamıştır.
Konu iddianamede, dikkatli okunduğunda -yine yasalar gereği beş yıllığına
siyasi yasaklı olmaları talep edilen 75 isimden hiçbirine hakaret edilmiyor.
Konu simler, ne akademisyen ne de sokakta
yaşayan "sıradan" yurttaşlar. Görev ve sorumlulukları,
hareket alanları hukukça, yasalarca belirlenmiş olan öznelerdir. Başbakan, bakan, milletvekili,
bir siyasi parti yetkilisi, vb. makamda oturanlar, sokaktaki insanlardan farklı
olarak çeşitli yasalar çerçevesinde hareket edeceklerini kabul etmişlerdir;
bunların dışına çıktıklarında yargılanacaklarını da. Bu, bir dava iddianamesidir.
Mademki Türk yargısına güvenilmiyor, iddianamenin yer yer AİHM kararlarına da
dayandığını görüyoruz. Türkiye, her şeye rağmen bir hukuk devletidir; yeterince
olmadığı düşünülüyor ise "yeterince"nin ölçütü ne ise o
"ölçüt" için çabalanması gerektiği kanaatindeyiz ve bu metni /
deklarasyonu kaleme almamızın nedeni de budur. Gerek iddianamede ismi geçenler
gerek yerli ve yabancı kanaat beyan edenlere baktığımızda davanın içeriğine
yeterince bakmadıkları hatta davaya şöyle kabaca bile göz atmadıkları anlaşılıyor. O
halde bu isimler "ne" hakkında konuşuyorlar?
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan:
* Türkiye'de
şu anda birilerinin şeriatı var. Ama bu şeriat tükendi. Şu anda kahrolsun
şeriat diyenler, kendi kendilerine kahroluyorlar.
* Ben
İstanbul'un imamıyım.
* Elhamdülillah
şeriatçıyım.
* Yılbaşına
karşıyım.
* Ata'ya saygı
duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.
Sözleriyle, bulunduğu makamın bir tür
şizofreni yaşadığını görüyoruz. Mademki şeriatçısın neden anayasasında
laiklik olan bir devletin başbakanlığına soyunuyorsun? Samimi, riyakâr olmayan
bir özne, derviş misali içiyle dışı bir olur; ama burada davada suçlananların
geniş geneline bakıldığında görüntüleri ile içlerinin farklı oluğu ortadadır;
sorun da bu samimiyetsizliktir. Söylemleri, dünya görüşleri işgal ettikleri
makamların gerekleri ile çelişmektedir.
Her insan, kendi algısını
mutlaklaştırırsa bu, bir tür faşizm kaynaklık eder ve faşizm en çok bu tutumdan
beslenir. Oysa gündelik hayattaki faşizmden kurtulmak elimizdedir. Her geçen
gün lümpen din faşizmine evirilmemizin ve buna aydınların da liberallerin de
teslim olmaları ülkenin entelektüel auorasını çoraklaştırmaktadır. Her şey, ne
kadar magazinse o kadar gündemdedir ve olayları magazinleştirmeden ele almak
kültürü gün geçtikçe azalmaktadır. Bu ortam, yaşanılanların, olayların,
sorunların, kısacası her şeyin "siyah" ve "beyaz" ana
kalıplarına sıkıştırılarak bağlamından soyutlanmasına neden oluyor.
Biz, Voltaire'in "Sizin
görüşlerinize katılmıyorum ancak bu görüşlerinizi özgürce ifade edebilmeniz
için canımı bile feda etmeye hazırım." sözüne katılıyoruz; ama yasalarca
sınırları belirlenmiş bir makamda olanların konu yasalara ve gereklerine de
saygı göstermeleri gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü hoşgörü ortamı,
ancak laik, demokratik ve hukuk devletinde mümkün olabilir.
Saygılarımızla,
V. Metin Bayrak
2008, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder