Kavramsal
Sanat Üzerine Bir Deneme
Sanat Olmayan
Bir 'Sanat' Var Mıdır?
İnsan, diğer canlılardan pek çok açıdan ayrılabilir. İnsan, bilmek, inanmak, yaratmak eylemlerinin öznesi olarak farklıdır. Bu yazıda, bunlardan yaratmak eyleminin temelinde yer alan sanatsal üretimin dayandığı bir dilin -çatı anlamında- olup olmadığını tartışma konusu yapılacaktır. Bir diğer deyişle yaratmak edimi, her ne türden olursa olsun belli türden bir dile dayanır mı? Daha kestirmeden sorulursa sanatsal dil var mıdır? Varsa bu dil nasıl bir dildir? Semantiği sentaksını belirler mi? Buradaki sentaks, biçim, form anlamlarında kullanılmıştır. Kavramsal sanat, dardır; çünkü onun semantiği mutlak olarak kurulmuştur; oysa sanatın semantiği her an yeniden üretilir. O nedenle sanat, iyimser değildir. (İst bienali) Çünkü iyimserlik, bilincin ürünüdür; oysa sanat, bilinçdışına yönelir, onunla kavranır, onunla görülür ve
yalnızca
varoluşu gereği ona görünür.
Resim ya da heykel ya da şiir… Ontolojik olarak
resimden söz etmemizi olanaklı kılan varlık tabakaları nelerdir? Bunları -resmi
ya da heykeli bir araya getiren öğeler- birleştiren "ide" midir?
Sanatsal dil nerede ortaya çıkar? Bunların belli bir anlayışla bir araya
getirilmesinde mi -biçim- yoksa bunların beli türden bir "ide" ile
bir araya getirilmesinde mi -öz-? Bu sorular, kuşkusuz kolay yanıtlanacak
nitelikte değildir. Tarihsel anlamda, sanat ve asanat (sanat olmayan) olarak tanımlanan
kategorilerde ürünler veren sanatçıların çalışmalarından örnekler verilerek bir
tür sanat okuması (da) yapılarak sanatsal dil ve bunun dinamiklerine yönelik
belli bir metodoloji ile çözümlemeler yapılarak güncel sanat anlayışları,
ürünler ve dayandırıldığı düşünceler -ide- aracılığıyla anlaşılır kılınmaya
çalışılacaktır.
Bu soru yanıtlanmadan önce "Sanat olmayan bir
sanat olanaklı mıdır?" sorusuna yanıt verilmelidir. Her ne kadar sanat,
tek bir terim olsa da bu soruda iki kavram var: biri klasik / modern; diğeri
non-klasik / postmodern. Duchamp ile başlayıp Beauys ile süren ve
"kavramsal sanat", "enstalasyon".. ile devam eden süreçte
hala bir dil yaratılabilmiş değil(dir). Klasik giriş, genellikle "bu"
şekilde yapılır ama bu yazı, bir felsefeleştiri olduğundan ötürü, felsefenin
temel kavramları ile "olgu"ya bakılacaktır. Sanat bir terim, bu
terimin bir anlamı var, işaret ettiği bir "obje" var ve bu objelerle
ve sanat terimi ile ilgili öznelerin zihinlerinde çeşitli imgeler var. Önce,
ontolojik olarak sanat belirlenip ardından bunun epistemolojisi yapılmaya
çalışılacaktır. Buradan, bir sanat epistemolojisi çıkarılmaya çalışılacaktır;
ama öncelikle sanat ontolojisi ile başlanıp bilmeye konu olan
"olgu"nun ontolojik bağlamı çözümlenecektir.
Sanat, kavram(lar)a indirgenebilir mi? Sanat olmayan
sanat; yazı olmayan yazı... Eğer, bir kavramı semantik olarak tek bir kalıba
sokup bunun mutlaklığını iddia edersek bir tür faşizm yaratırız; yaratmakla
kalmayıp bu faşizmi yaşatırız. Oysa sanat -klasik öncesi anlamı da hesaba
katılarak-, daima gündelik somut evrenin ötesinde bir anlamda kontrol
edilebilir hayatın dışında yer almıştır; orada kalarak varlık bulabilmiştir ya
da bir başka deyişle varlık kazanabilmiştir. Sanat, orada kalmış olmakla
zapturapt altına alınamamıştır, alınamayacaktır – ama nedense kavramsal sanatta
böylesi bir tehlike mevcuttur sınırlılığından ötürü-. Kavramsal sanatın
sınırlılığı, onun kendini kavramsal anlamda çeşitli “anlam”lara sıkıştırarak
bizzat üreticisi ve/veya küratörü tarafından sunmasıdır; oysa sanat, verili
olarak “bu”ndan farklıdır. O nedenle de
değişimin önünü hep sanat açmıştır ve sanat açacaktır. Bu, ne Rönesansın ne
klasik dönemin ne de neoklasik dönemin "sanat" kavramına takılı kalıp
onun projeksiyonu ile bugüne bakmaktır; çünkü sanatın günümüzde en azından
kavramsal sanat anlamında ontolojisi değişmiştir. Bu, “de facto”,
epistemolojisini etkiler.
T. Kuhn, 1962 yılında Bilimsel Devrimlerin Yapısı
adlı kitabında “paradigma” kavramını kullanarak bilimin, bir insan başarısı
olarak tarihsel süreçte nasıl hareket ettiğini çözümler. Bu yazıda akımlar değil ama akımların fonunda yer
alan sanatsal kavrayışlar belli türden bir çerçeve sunduğundan ötürü paradigma
olarak alınacaktır; burada Almanca "Zeitgeist" kavramına da atıfta
bulunarak aslında kavramsal sanatın dayandığı ilke ya da fon Zeitgeist ya da
paragidma olarak belirlenip görünür kılınarak güncel asanat ürünlerine
bakılarak önce asanatın ontolojisi, ardından onu temele alarak (a)sanat
epistemolojisine ulaşılmaya çalışılacaktır.
Sanat ürünlerine bakıp sanat epistemolojisi için
öncelikle ürüne bakıp ürünün hangi sanatsal alanda verildiği temele alınarak
sanatsal alanın verili öğelerinden yola çıkılarak ontolojisi belirlenerek epistemoloji yapılabilir. Aynı ilke ile
hareket ederek güncel sanatın epistemolojisi yapılmaya çalışıldığında öncelikle
-sanatta olduğu gibi sanat eseri yeterli değildir- sürece sanatçısı da
alımlayıcısı da eklenmeli; hatta güncel de ve mekan da! Asanatın ontolojik
yapısı klasik sanatınkinden eserinden farklıdır. Bu anlamıyla karşımızda farklı
bir ontolojik çerçeve çıkmaktadır; bu, ulaşacağımız epistemolojiyi de
belirleyecektir kuşkusuz.
Sanat, özü gereği ruhu soyan, onun sonsuz sayıdaki
çıplak suretlerini görünür kılan bir etkinliktir; bu etkinliğin nesnelleşmesineyse
sanat eseri denir. Sanat olgusu, bu etkinliği yaşayan özneleri içine alır. Bu,
lineer bir zaman / süreç değildir; bu anlamıyla sanat eseri, bir üst ve alt
'metin'lere de sahiptir; onu sanat / değerli kılan da bu yönüdür. Eskimezliğin
bir başka anlamı olabilir mi? Ya da eskimezlik / kalıcılık anlamlarının
-farklılaşsa da- devamı nasıl açıklanabilir? Sanat olgusu, onu alımlayanı da
içine alır. Onu alımlayan, her alımladığında onu yeniden üretir; sanat eseri de
alımlayanı; bu ilişkinin ardından ikisi de "aynı" değildir;
aralarındaki diyalektik ilişki ile değişmişlerdir ve yalnızca bu değişimin
mutlak olduğu iddia edilebilir. O nedenle o nesnelleşmiş "olgu",
nesnelleştiriciden doğmuş, fırlamış ama kendine bir fanus form -resim, heykel,
ezgi- bulmuş ve orada her bakanın bakışıyla mutasyona uğrayıp / uğratılıp
yeniden üretilerek yaşar. Onu, ona bakan her zihin / beyin gençleştirip can
verir. Sanat, çağrışımlara neden olur, çağrışımlarla zenginleşir, çağrışımlarla
kendini yeniden üretir. Bilim - felsefe - sanat kavramları / olguları arasında
köşelilik, özgürleştirme anlamında bir hiyerarşi yapılırsa bu insan
başarılarının tacı -yücelikten ötürü değil pragmatist bir açıdan (da) köşeleri
kıran, zincirleri parçalayan işlevselliği nedeniyle sanatındır.
Evet, baştaki soruya dönersek sanat, her ne kadar bir
kalıba, biçime, dile sahip olsa da ancak bir form içinde -tıpkı virüs gibi-
hayat buluyorsa, onun dilsiz varolamayacağı iddia edilebilir (mi)? Dilsiz sanat
olmaz / olamaz ama bu, alışıldık, bilimlerde ve felsefelerdeki gibi sınırları
belli bir dil değil yani terminoloji. Baştaki soruya, bu bilgi ile cevap
vermeye çalışırsak: dilsiz sanat olamaz; de facto sanat olmayan sanat olamaz!
Sanat, kavramsala da indirgenebilecek bir etkinliktir ama yalnızca o değildir;
onu içine alandır. Onu fazlalıklarından soyduğumuzda kalan özü / substance,
ruhu soyan, onu çırılçıplak görünür kılan çeşitli araçlarla ete kemiğe
büründüren farklı bağlamda olsa da burada da kullanılabilecek "fihi ma
fih" kavramı ile açıklanabilir. Bu, onun özünde bir anlamın bulunduğunu
ama bu bir anlamın bir anlama indirgenemeyeceğini anlatır. Bu anlatı, öyle
güçlü dile gelir ki, bu güç, onun kendini gösterisindeki insanı kendi
yalnızlığında kendi sonsuzluğu içinde sınırsızlığı(nı) yaşatmasından gelir.
Sanatın büyüleyiciliğinin ve bir anlamda hakkının-bilince dayanmadan da- teslim
edilmesinin insanı kendine hayran bırakmasının nedenlerinden biridir. Bu
etkinlikle varlıkla hiçliği bir arada yaşayan yaratmak ediminin öznesi
"edilgen etkin" olarak varlıkla hiçliği bir arada yaşayan insandır.
Yeniden soruya dönersek -kaldı ki bu, bir cevaplama denemesidir, kuşkusuz güç
ve zamanla verilebilecek birden çok cevapla oluşacak bir cevaptır; daha kısa
anlatımla bu, bir yanıtlama çabasıdır-, "dilsiz sanat olmaz"ın da
yardımı ile düşünmemizi sürdürüp zorlarsak nerelere ulaşabileceğimize birlikte
bakalım.
Postmodernizm, her anlamda kişiyi ezen onu bireye
indirgeyip dağıtan, toplumu parçalayan, genel özneyi -bireyi eziyor da diyerek-
parçalayıp öğüten bir mengenedir. Bu, bir tür dadaistik etkiyle her şeyi ezip
yok edip alışıldık ve iletişim kurmayı olanaklı kılan "değer"leri
ortadan kaldırarak bireye bir hiç olduğunu çalışarak yollarıyla, binalarıyla,
projeleriyle... bireyi ezen ama paradoksal biçimde onu genel ile hareket ederek
"anlamlı" hale gelmeye mecbur eden tıpkı sanatsız sanat gibi
topluluksuz topluluk -ki sanal alemdeki oluşumları en azından şimdilik başka
nasıl kavramsallaştırabiliriz ki- paradoksu içine bırakmıştır. Bu, onlarca
milyonluk şehirde kadınların - erkeklerin sexshoplardan aldıkları nesnelerle
cinsel tatminlerini aramaları gibi -bu algılayışın altında artık seks de
monologa indirgenmiş olmaktadır, çünkü başkası her anlamıyla bizim
özgürlüğümüzü kısıtlamaktadır, oysa bir konsensus olamazmış ya da kendimizi
ifade edemezmişiz gibi; bu, kuşkusuz bir önkabul, bu önkabulün altında ya da
temelinde kaybetmişlik var, statükoyu kabul etmişlik var- yine paradoksal bir
netice doğurmaktadır. Yirmi milyonluk şehirde yalnızlıktan ötürü ölümünden
günlerce sonra bulunan cenaze ile yanıbaşındaki binada yaşayan birinin
buzdolabında son kullanma -fiile dikkat: kullanma- gününden önce tüketilmediği
-yine fiile dikkat: tüketmek: ama insanı etkinleştiren bir fiil oysa bunlar,
güncel araştırmalar neticesinde insanın sağlığını, ömrünü tüketmektedir- için
bozulup çöpe atılan onca "gıda"nın yanında açlıktan ölenlerin
olması... İnsan hatırladıkça vicdan ölmez ve insan hatırladıklarından
sorumludur. Belki bireysel anlamda olduğu denli değil ama yine de insan türünün
neden olmasından ötürü tek tek her birimiz de bunun sorumluluğunu taşımaktayız;
bunu psikolojik maliyetini her birimiz iliklerimize dek taşıyoruz. Bu ve
benzeri paradoksları çoğaltmak olanaklı.
Yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünya ayakta
kalmak için -özü gereği yaşamak arzusu - isteği - gücü olduğundan yeni bir dil
oluşturmak ihtiyacı duymaktadır; bu ihtiyaç nesnelleştiği halde kavramsal
çerçevesi oluşmuş / oluşturulmuş değildir. Filozofların ve sanatçıların
çabalarıyla yaratılacak bu yeni dil, üretilecek kavramlarla oluşturulacaktır.
Ulaştığımız bu "sonuç", bize, baştaki
soruya vereceğimiz ya da vermeye çalıştığımız bu yanıtlama çabasında ilk
sorunun cevabını kaçınılmaz biçimde ver(dirt)iyor: sanatsız 'sanat' olabilir
mi? Bu soruya, tırnaksız sanat saçısından "hayır" denebilir - ki
zaten muhafazakarların zihnindeki kavram klasik olduğu için "yeni"yi
anla(ya)mayıp ya da anlamak istemeyip 'sanat'ı kabul etmiyorlar. 'Sanat', henüz
ete kemiğe bürünüp kavramsallaşıp dili oluşmadığı için herhangi bir cevap
verilemez ama kesinlikle denebilecek olan ve bu yazıyı kaleme alan
felsefeleştiriciyi güç durumda bırakmayacak ifade ile sanatın olacağı kesindir;
çünkü bu, hangi dil ile yapılırsa yapılsın insanın ruhunu soymaya yönelik
Lacan'ın deyişiyle de bilinç dışına yönelik sondaj olacaktır. İstikameti
bellidir amacı da ama yolu, aracı, biçimi... işte bu, henüz nesnelleşmiş
değildir. Güncel sanat adı altında yapılan denemeleri -ki bu felsefeleştiride
tek tırnakla alınmıştır - hala tek tırnaksız sanat paradigması içinde olduğumuz
iddia edilebilir; ama tarih, bize hiçbir paradigmanın mutlak olmadığını
göstermiştir; bu nedenle "kavramsal sanat" ya da sanat olmayan
'sanat', olsa olsa bir tür sanat olabilir sanatın yerine geçeceğini -yine en
azından şimdilik kimse iddia edemez; çünkü yaşanmamış hayat olanaklı olsa da
henüz yoktur!
Arasonuç: Kavramsal sanatı “asanat” şeklinde kavramsallaştırmak, kelimenin düz
anlamıyla kolaycılık olur. Oysa, bu felsefeleştirinin başta da dile getirildiği
gibi amacı, güncel sanat olarak da
adlandırılan sanatın “Zeitgeist”ını, varsa dilini, ontolojisini görünür kılıp
konu etkinliğin epistemolojisini serilmemektir. Bu felsefeleştiri, uzun erimde
güncel sanatın kavranmasına katkıda bulunmayı, sanatın öznelerinde çeşitli
soruların ve çağrışımların oluşmasını amaçlamaktadır.
V. Metin Bayrak
Şubat 2008 Gümüşsuyu / İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder