26 Mart 2012 Pazartesi

Kavramsal Sanat Üzerine Bir Deneme


Kavramsal Sanat Üzerine Bir Deneme

Sanat Olmayan Bir 'Sanat' Var Mıdır?

İnsan, diğer canlılardan pek çok açıdan ayrılabilir. İnsan, bilmek, inanmak, yaratmak eylemlerinin öznesi olarak farklıdır. Bu yazıda, bunlardan yaratmak eyleminin temelinde yer alan sanatsal üretimin dayandığı bir dilin -çatı anlamında- olup olmadığını tartışma konusu yapılacaktır. Bir diğer deyişle yaratmak edimi, her ne türden olursa olsun belli türden bir dile dayanır mı? Daha kestirmeden sorulursa sanatsal dil var mıdır? Varsa bu dil nasıl bir dildir? Semantiği sentaksını belirler mi? Buradaki sentaks, biçim, form anlamlarında kullanılmıştır. Kavramsal sanat, dardır; çünkü onun semantiği mutlak olarak kurulmuştur; oysa sanatın semantiği her an yeniden üretilir. O nedenle sanat, iyimser değildir. (İst bienali) Çünkü iyimserlik, bilincin ürünüdür; oysa sanat, bilinçdışına yönelir, onunla kavranır, onunla görülür ve
yalnızca varoluşu gereği ona görünür.


Resim ya da heykel ya da şiir… Ontolojik olarak resimden söz etmemizi olanaklı kılan varlık tabakaları nelerdir? Bunları -resmi ya da heykeli bir araya getiren öğeler- birleştiren "ide" midir? Sanatsal dil nerede ortaya çıkar? Bunların belli bir anlayışla bir araya getirilmesinde mi -biçim- yoksa bunların beli türden bir "ide" ile bir araya getirilmesinde mi -öz-? Bu sorular, kuşkusuz kolay yanıtlanacak nitelikte değildir. Tarihsel anlamda, sanat ve asanat (sanat olmayan) olarak tanımlanan kategorilerde ürünler veren sanatçıların çalışmalarından örnekler verilerek bir tür sanat okuması (da) yapılarak sanatsal dil ve bunun dinamiklerine yönelik belli bir metodoloji ile çözümlemeler yapılarak güncel sanat anlayışları, ürünler ve dayandırıldığı düşünceler -ide- aracılığıyla anlaşılır kılınmaya çalışılacaktır.


Bu soru yanıtlanmadan önce "Sanat olmayan bir sanat olanaklı mıdır?" sorusuna yanıt verilmelidir. Her ne kadar sanat, tek bir terim olsa da bu soruda iki kavram var: biri klasik / modern; diğeri non-klasik / postmodern. Duchamp ile başlayıp Beauys ile süren ve "kavramsal sanat", "enstalasyon".. ile devam eden süreçte hala bir dil yaratılabilmiş değil(dir). Klasik giriş, genellikle "bu" şekilde yapılır ama bu yazı, bir felsefeleştiri olduğundan ötürü, felsefenin temel kavramları ile "olgu"ya bakılacaktır. Sanat bir terim, bu terimin bir anlamı var, işaret ettiği bir "obje" var ve bu objelerle ve sanat terimi ile ilgili öznelerin zihinlerinde çeşitli imgeler var. Önce, ontolojik olarak sanat belirlenip ardından bunun epistemolojisi yapılmaya çalışılacaktır. Buradan, bir sanat epistemolojisi çıkarılmaya çalışılacaktır; ama öncelikle sanat ontolojisi ile başlanıp bilmeye konu olan "olgu"nun ontolojik bağlamı çözümlenecektir.

Sanat, kavram(lar)a indirgenebilir mi? Sanat olmayan sanat; yazı olmayan yazı... Eğer, bir kavramı semantik olarak tek bir kalıba sokup bunun mutlaklığını iddia edersek bir tür faşizm yaratırız; yaratmakla kalmayıp bu faşizmi yaşatırız. Oysa sanat -klasik öncesi anlamı da hesaba katılarak-, daima gündelik somut evrenin ötesinde bir anlamda kontrol edilebilir hayatın dışında yer almıştır; orada kalarak varlık bulabilmiştir ya da bir başka deyişle varlık kazanabilmiştir. Sanat, orada kalmış olmakla zapturapt altına alınamamıştır, alınamayacaktır – ama nedense kavramsal sanatta böylesi bir tehlike mevcuttur sınırlılığından ötürü-. Kavramsal sanatın sınırlılığı, onun kendini kavramsal anlamda çeşitli “anlam”lara sıkıştırarak bizzat üreticisi ve/veya küratörü tarafından sunmasıdır; oysa sanat, verili olarak “bu”ndan farklıdır.  O nedenle de değişimin önünü hep sanat açmıştır ve sanat açacaktır. Bu, ne Rönesansın ne klasik dönemin ne de neoklasik dönemin "sanat" kavramına takılı kalıp onun projeksiyonu ile bugüne bakmaktır; çünkü sanatın günümüzde en azından kavramsal sanat anlamında ontolojisi değişmiştir. Bu, “de facto”, epistemolojisini etkiler.

T. Kuhn, 1962 yılında Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında “paradigma” kavramını kullanarak bilimin, bir insan başarısı olarak tarihsel süreçte nasıl hareket ettiğini çözümler. Bu yazıda akımlar değil ama akımların fonunda yer alan sanatsal kavrayışlar belli türden bir çerçeve sunduğundan ötürü paradigma olarak alınacaktır; burada Almanca "Zeitgeist" kavramına da atıfta bulunarak aslında kavramsal sanatın dayandığı ilke ya da fon Zeitgeist ya da paragidma olarak belirlenip görünür kılınarak güncel asanat ürünlerine bakılarak önce asanatın ontolojisi, ardından onu temele alarak (a)sanat epistemolojisine ulaşılmaya çalışılacaktır.

Sanat ürünlerine bakıp sanat epistemolojisi için öncelikle ürüne bakıp ürünün hangi sanatsal alanda verildiği temele alınarak sanatsal alanın verili öğelerinden yola çıkılarak ontolojisi belirlenerek    epistemoloji yapılabilir. Aynı ilke ile hareket ederek güncel sanatın epistemolojisi yapılmaya çalışıldığında öncelikle -sanatta olduğu gibi sanat eseri yeterli değildir- sürece sanatçısı da alımlayıcısı da eklenmeli; hatta güncel de ve mekan da! Asanatın ontolojik yapısı klasik sanatınkinden eserinden farklıdır. Bu anlamıyla karşımızda farklı bir ontolojik çerçeve çıkmaktadır; bu, ulaşacağımız epistemolojiyi de belirleyecektir kuşkusuz.

Sanat, özü gereği ruhu soyan, onun sonsuz sayıdaki çıplak suretlerini görünür kılan bir etkinliktir; bu etkinliğin nesnelleşmesineyse sanat eseri denir. Sanat olgusu, bu etkinliği yaşayan özneleri içine alır. Bu, lineer bir zaman / süreç değildir; bu anlamıyla sanat eseri, bir üst ve alt 'metin'lere de sahiptir; onu sanat / değerli kılan da bu yönüdür. Eskimezliğin bir başka anlamı olabilir mi? Ya da eskimezlik / kalıcılık anlamlarının -farklılaşsa da- devamı nasıl açıklanabilir? Sanat olgusu, onu alımlayanı da içine alır. Onu alımlayan, her alımladığında onu yeniden üretir; sanat eseri de alımlayanı; bu ilişkinin ardından ikisi de "aynı" değildir; aralarındaki diyalektik ilişki ile değişmişlerdir ve yalnızca bu değişimin mutlak olduğu iddia edilebilir. O nedenle o nesnelleşmiş "olgu", nesnelleştiriciden doğmuş, fırlamış ama kendine bir fanus form -resim, heykel, ezgi- bulmuş ve orada her bakanın bakışıyla mutasyona uğrayıp / uğratılıp yeniden üretilerek yaşar. Onu, ona bakan her zihin / beyin gençleştirip can verir. Sanat, çağrışımlara neden olur, çağrışımlarla zenginleşir, çağrışımlarla kendini yeniden üretir. Bilim - felsefe - sanat kavramları / olguları arasında köşelilik, özgürleştirme anlamında bir hiyerarşi yapılırsa bu insan başarılarının tacı -yücelikten ötürü değil pragmatist bir açıdan (da) köşeleri kıran, zincirleri parçalayan işlevselliği nedeniyle sanatındır.

Evet, baştaki soruya dönersek sanat, her ne kadar bir kalıba, biçime, dile sahip olsa da ancak bir form içinde -tıpkı virüs gibi- hayat buluyorsa, onun dilsiz varolamayacağı iddia edilebilir (mi)? Dilsiz sanat olmaz / olamaz ama bu, alışıldık, bilimlerde ve felsefelerdeki gibi sınırları belli bir dil değil yani terminoloji. Baştaki soruya, bu bilgi ile cevap vermeye çalışırsak: dilsiz sanat olamaz; de facto sanat olmayan sanat olamaz! Sanat, kavramsala da indirgenebilecek bir etkinliktir ama yalnızca o değildir; onu içine alandır. Onu fazlalıklarından soyduğumuzda kalan özü / substance, ruhu soyan, onu çırılçıplak görünür kılan çeşitli araçlarla ete kemiğe büründüren farklı bağlamda olsa da burada da kullanılabilecek "fihi ma fih" kavramı ile açıklanabilir. Bu, onun özünde bir anlamın bulunduğunu ama bu bir anlamın bir anlama indirgenemeyeceğini anlatır. Bu anlatı, öyle güçlü dile gelir ki, bu güç, onun kendini gösterisindeki insanı kendi yalnızlığında kendi sonsuzluğu içinde sınırsızlığı(nı) yaşatmasından gelir. Sanatın büyüleyiciliğinin ve bir anlamda hakkının-bilince dayanmadan da- teslim edilmesinin insanı kendine hayran bırakmasının nedenlerinden biridir. Bu etkinlikle varlıkla hiçliği bir arada yaşayan yaratmak ediminin öznesi "edilgen etkin" olarak varlıkla hiçliği bir arada yaşayan insandır. Yeniden soruya dönersek -kaldı ki bu, bir cevaplama denemesidir, kuşkusuz güç ve zamanla verilebilecek birden çok cevapla oluşacak bir cevaptır; daha kısa anlatımla bu, bir yanıtlama çabasıdır-, "dilsiz sanat olmaz"ın da yardımı ile düşünmemizi sürdürüp zorlarsak nerelere ulaşabileceğimize birlikte bakalım.

Postmodernizm, her anlamda kişiyi ezen onu bireye indirgeyip dağıtan, toplumu parçalayan, genel özneyi -bireyi eziyor da diyerek- parçalayıp öğüten bir mengenedir. Bu, bir tür dadaistik etkiyle her şeyi ezip yok edip alışıldık ve iletişim kurmayı olanaklı kılan "değer"leri ortadan kaldırarak bireye bir hiç olduğunu çalışarak yollarıyla, binalarıyla, projeleriyle... bireyi ezen ama paradoksal biçimde onu genel ile hareket ederek "anlamlı" hale gelmeye mecbur eden tıpkı sanatsız sanat gibi topluluksuz topluluk -ki sanal alemdeki oluşumları en azından şimdilik başka nasıl kavramsallaştırabiliriz ki- paradoksu içine bırakmıştır. Bu, onlarca milyonluk şehirde kadınların - erkeklerin sexshoplardan aldıkları nesnelerle cinsel tatminlerini aramaları gibi -bu algılayışın altında artık seks de monologa indirgenmiş olmaktadır, çünkü başkası her anlamıyla bizim özgürlüğümüzü kısıtlamaktadır, oysa bir konsensus olamazmış ya da kendimizi ifade edemezmişiz gibi; bu, kuşkusuz bir önkabul, bu önkabulün altında ya da temelinde kaybetmişlik var, statükoyu kabul etmişlik var- yine paradoksal bir netice doğurmaktadır. Yirmi milyonluk şehirde yalnızlıktan ötürü ölümünden günlerce sonra bulunan cenaze ile yanıbaşındaki binada yaşayan birinin buzdolabında son kullanma -fiile dikkat: kullanma- gününden önce tüketilmediği -yine fiile dikkat: tüketmek: ama insanı etkinleştiren bir fiil oysa bunlar, güncel araştırmalar neticesinde insanın sağlığını, ömrünü tüketmektedir- için bozulup çöpe atılan onca "gıda"nın yanında açlıktan ölenlerin olması... İnsan hatırladıkça vicdan ölmez ve insan hatırladıklarından sorumludur. Belki bireysel anlamda olduğu denli değil ama yine de insan türünün neden olmasından ötürü tek tek her birimiz de bunun sorumluluğunu taşımaktayız; bunu psikolojik maliyetini her birimiz iliklerimize dek taşıyoruz. Bu ve benzeri paradoksları çoğaltmak olanaklı.

Yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünya ayakta kalmak için -özü gereği yaşamak arzusu - isteği - gücü olduğundan yeni bir dil oluşturmak ihtiyacı duymaktadır; bu ihtiyaç nesnelleştiği halde kavramsal çerçevesi oluşmuş / oluşturulmuş değildir. Filozofların ve sanatçıların çabalarıyla yaratılacak bu yeni dil, üretilecek kavramlarla oluşturulacaktır.

Ulaştığımız bu "sonuç", bize, baştaki soruya vereceğimiz ya da vermeye çalıştığımız bu yanıtlama çabasında ilk sorunun cevabını kaçınılmaz biçimde ver(dirt)iyor: sanatsız 'sanat' olabilir mi? Bu soruya, tırnaksız sanat saçısından "hayır" denebilir - ki zaten muhafazakarların zihnindeki kavram klasik olduğu için "yeni"yi anla(ya)mayıp ya da anlamak istemeyip 'sanat'ı kabul etmiyorlar. 'Sanat', henüz ete kemiğe bürünüp kavramsallaşıp dili oluşmadığı için herhangi bir cevap verilemez ama kesinlikle denebilecek olan ve bu yazıyı kaleme alan felsefeleştiriciyi güç durumda bırakmayacak ifade ile sanatın olacağı kesindir; çünkü bu, hangi dil ile yapılırsa yapılsın insanın ruhunu soymaya yönelik Lacan'ın deyişiyle de bilinç dışına yönelik sondaj olacaktır. İstikameti bellidir amacı da ama yolu, aracı, biçimi... işte bu, henüz nesnelleşmiş değildir. Güncel sanat adı altında yapılan denemeleri -ki bu felsefeleştiride tek tırnakla alınmıştır - hala tek tırnaksız sanat paradigması içinde olduğumuz iddia edilebilir; ama tarih, bize hiçbir paradigmanın mutlak olmadığını göstermiştir; bu nedenle "kavramsal sanat" ya da sanat olmayan 'sanat', olsa olsa bir tür sanat olabilir sanatın yerine geçeceğini -yine en azından şimdilik kimse iddia edemez; çünkü yaşanmamış hayat olanaklı olsa da henüz yoktur!

Arasonuç: Kavramsal sanatı “asanat” şeklinde kavramsallaştırmak, kelimenin düz anlamıyla kolaycılık olur. Oysa, bu felsefeleştirinin başta da dile getirildiği gibi amacı,  güncel sanat olarak da adlandırılan sanatın “Zeitgeist”ını, varsa dilini, ontolojisini görünür kılıp konu etkinliğin epistemolojisini serilmemektir. Bu felsefeleştiri, uzun erimde güncel sanatın kavranmasına katkıda bulunmayı, sanatın öznelerinde çeşitli soruların ve çağrışımların oluşmasını amaçlamaktadır.

V. Metin Bayrak
Şubat 2008 Gümüşsuyu / İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder