24 Nisan 2012 Salı

dikkat! faşizm canavarı büyüyor!..


dikkat! faşizm canavarı büyüyor!..

ulus, egemenlik, iktidar, toplum, devlet, meclis, yasama, yargı, yürütme, meşruiyet... her biri ne büyük kavramlar. bizlerse çeşitli dönemlerde konu kavramları içeriklendirip zamana karşı dirençli hale getirdiğimiz sanısıyla hareket ediyoruz, iddiamızın bir yanılsama olduğunun farkında olmaksızın. 

bu yazı neden kaleme alındı? indirgeyerek söylenirse: 23 nisan münasebetiyle başlayan ulusal egemenlik haftası'nın merkeze aldığı egemenlik kavramını ve bunun çağcıl demokrasilerdeki karşılığı ile türkiye'nin güncel entelijensiyasında anlaşıldığı şeklini didiklemek. 

demokrasi, nasıl modernizmin ürünü ise modernizm de rasyonalizmin. modernizmi kuran rasyonalizm de descartesçi kartezyen felsefenin. insan aklı, doğanın zıddıdır. dünya, birbirine indirgenemeyen iki ayrı töz (madde ve ruh) ontolojisine dayandırılır. madde ve ruh gibi akıl ve doğa da ikilik oluşturur. 

türkiye, artık eski türkiye değil, daha demokratik
vesayet rejimi bitti
özgürlükçü demokrasi devri
devlet, milletle kavuştu
milli egemenlik şimdi sağlandı...

yandaş, ana akım vb. adına her ne denirse densin koro halinde dile getirilenler özetle bunlar. 

şimdi, sözü uzatıp akademik ağırlığa saplanmadan bu yazının tezini dillendirelim: türkiye'nin 'ekabirleri', arkaik bir modernizm kavrayışını temele alarak toplumu iki kör kategoriye (ben ve öteki; dinci ve dinci olmayan; karısı kapalı olan ve olmayan; namaz kılan ve kılmayan; oruç tutan ve tutmayan; imam hatipli ve imam hatipli olmayan...) hapsedip -de facto bilinçleri de- faşizm çığırtkanlığı yapmaktalar. dikkat! canavar büyüyor!... 

tezimizi temellendirelim: atıfta bulunduğumuz ekabirler, başta başbakan erdoğan olmak üzere çoğulculuk kavramını çoğunlukçuluk yerine kullanmaktalar. her konuda "millet(in) iradesi" sakızını çiğnemekteler. 

"dikkat! canavar büyüyor!" dedik; çünkü, hayat, ne siyaha ne de beyaza hapsedilebilir bir olgudur; oysa kindar nesil yetiştirmeyi kendine amaç edinen 'ekabirler', popülist söylemle maniple edebildiklerini sandıkları kitleyi neye dönüştürdüklerinin farkında değiller. en son örneğine öldürülen doktorda rastladık. 'ekabirler', gündemlerine aldıkları hemen hemen her konuda çok uluslu şirketlerin network ajanslara yaptırdıkları çok PR ayağı da olan bir 'reklam' pardon psikolojik harekata başlıyorlar; kitleler, söylenenleri haşa ayeti kerim niyetine aldıklarından dile getirilen sözlerin hikmetinden sual olunmuyor tabii ki. toplumun kamplara bölünüp kör kategorilere sıkıştırılması, insanı, belli kalıplara girmeye zorlamakta; oysa olgusal anlamda bu olanaksızdır; bu nedenle bu çabalar da beyhudedir.

"egemenlik, bizim egemenliğimiz olduğu sürece iyidir." kabulünden hareket eden zihniyetin "hesaplaşıyorum" dediği 12 eylül, 28 şubat vb. konular bir başka felsefeleştiride ele alınacaktır.

Veli Metin, 23 nisan 2012, levent, istanbul


21 Nisan 2012 Cumartesi

Bir Özegeçmiş Denemesi



BİR ÖZEGEÇMİŞ DENEMESİ

1973’te bir bahar sabahı, günün ilk ışıkları çamlardan süzülüp yerdeki karlara düşmeden atalarıma nanik yaparcasına Ege’nin Maymun Dağları’nda “merhaba” dedim dünyaya.

Önce uzun yol sürücüsü babamla ardından yalnız dolaştım Türkiye’yi. İl, ilçelerini, dağlarını, göllerini, ovalarını ve tabii ki farklı yörelerinin insanlarını tanıdım. Yaklaşık 25 yıl süresince Türkiye’nin görece hızlı değiştiği yıllarda belli aralıklarla ülkenin ve insanlarının gösterdiği değişimleri resimsel olarak izlemek imkânı buldum.

Akademik kariyer; felsefe öğretmenliği; reklamcılık; ardından mermerciliğin Türkiye’deki birkaç önemli merkezinden biri olan Denizli’de uluslar arası madencilik sektöründe yöneticilik; sonra İstanbul ile birlikte yeniden öğretmenlik, yayıncılık, reklamcılık.

2000 ve 2001’li yıllarda metin yazarı olarak çalıştığım ajansta pek çok çalışma yapmamıza karşın çalışmalarımızın geniş geneli malum krizlerden ötürü kürtaj edilip ölü doğan işler çöplüğüne atıldı ve bu nedenle künyeleri yok. Yazıyla olan ilgim, daha lise yıllarında başladı; üniversitedeyken Bilge Karasu’nun öğrencisi olmak imkânım oldu ve uzun yıllar birlikte çalıştık. Neredeyse yirmi yılı aşkın zamandır genelinde dil ile özelinde yazı ile denemeler yazarak uğraşmaktayım. Henüz yayımlamadığım -benim kavramsallaştırmalarımla- pek çok “denemeleştiri” ve “felsefeleşti”lerim var.  2012’ye dek basılabilir duruma getirmeyi planlıyorum. (2012’ye geldik ama ortada bir yayın yok; şunu 2014 diye güncellesem mi? J)

Temel olarak edebiyat ve felsefe; yan okumalar olarak antropoloji, tarih, ekonomi, sanat, mimarlık, siyaset bilimi. Ne Canettivari körleşme yaşamak ne de katı bir uzmanlık ile E.Said’in Entelektüel’de içeriklendirip yerdiği profesyonalizmin neferi olmak istedim. Hep interdisipliner olmanın üstgözle pek çok ayrıntının anlamlı bir bütün içinde değerlendirilebileceğini düşündüm. Dağınık okumalarımı sürdürüyorum ama zaman zaman yazdığım bir deneme nedeniyle belli bir konu özelinde o konuyla ilgili farklı disiplinlerin metinlerine odaklanıyorum; konu özelinde bile ‘dağınık’ okuyorum.

2007'de ağırlıklı olarak felsefecilerden oluşan Felsefeleştiri Ekibi çatısı altında oluşturduğum bir gönüllü bir grup akademisyen ve eğitimci ile alternatif felsefe dersi metodolojisi yanında felsefeye dair çeşitli projeler üzerinde çalışıyoruz. Kısaca SAS adını verdiğimiz Sokratik Yöntem ile Uygulamalı Felsefe Eğitimi yapmayı amaçladığımız Sınıf Arkadaşım Sokrates proleji bunlardan biri. Amacımız, çocuk, genç ve yetişkinlere felsefeyi sevdirmek ve yaşamla ilişkisini rahatça kurmalarını sağlamak. Avrupa Birliği Yaşam Boyu Eğitim için geliştirdiğimiz projelerin koordinatörlüklerini eğitim danışmanlığı olarak yürütmekteyiz. Aynı zamanda 2010 başında resmileşen yeni müfredata yönelik Nobel Yayınları için bir felsefe ders kitabı hazırladık.

Amacımız anlatmaksa, bunu, kısa ve öz bir an’a sığdırmaksa sanırım çok farklı imbiklerden damıtarak geçirmek lezzet ve değer açısından elzem.

Donanımımı dilediğim alanlarda değerlendirmek için çalışmak istemiyorum…. Çünkü çalışmak her canlıdaşım gibi doğama aykırı... 

Saygılarımla,

Mtn*

Kasım 2007’ Gümüşsuyu, İSTANBUL

* Ünlüleri, ün-lü olunca ekleyeceğim; şimdilik biz bizeyiz.:-)

Eğitim Olgusu Üzerine


Eğitim Olgusu Üzerine

Öğrenciler, artık, psikolojik, sosyal, seksüel, fiziksel... hemen her anlamda erken olgunlaşmaktalar. Bir canlı olarak yoğun enerji verici yiyecek - içeceklerle beslenmelerinin yanında görsel medya ve sosyal ortamlar da sosyal - ahlaksal bir varlık olarak oluşmalarını hızlandırmakta. Zihinsel uyaranlar da aynı ölçüde göreli olarak fazla. Bu durum, öğrencilerin antropolojik, sosyolojik, psikolojik ve biyolojik anlamda evrimlerinin olağan seyrini hızlandırmakta. Karşımızdaki kitleyi elimizdeki kavramsal - kuramsal çerçeve ile yeterince kavrayamıyoruz. Öğrencilerle yalnızca ebeveynlerin değil eğitimcilerin de yaşadıkları iletişim sorunlarının altında yatan temel nedenlerden birinin bu olduğu kanaatindeyim. Olguyla ilgili özetle şu söylenebilir: karşımızda dünyayı belli biçimde kavrayan, her anlamda karmaşalar yaşayan ama bizim yaklaşımlarımızdaki çelişkileri rahatlıkla fark edip yalnızca bizi değil otoritenin her türünü reddeden bir insan türü gelişmekte. Onlara yaşam alanı açtığımızda, bir başka deyişle "kendi yaşamlarının özneleri" olmaları yolunda küçümsemeden hayatı kavrama şekillerine, yaşam alanlarına özen gösterip saygı duyduğumuzda sağlıklı gelişimlerine katkıda bulunabileceğimiz inancındayım. Öğrencileri birer nesneye dönüştürüp ölçen zihniyet, arzu ettiğimiz “iyi insan”ı yetiştirmekten uzak olduğu gibi iletişim kurmamızı da engellemekte ve hizmet vermekle yükümlü olduğumuz kitleye yabancılaştırmakta; o nedenle eğitimin odağına ne öğretmeni ne de öğrenciyi; ilişkiye konu olan iletişimi koymak anlamlı olsa gerek; çünkü ilişkiyi olanaklı kılanın iletişim olduğu kanaatindeyim. Ders konularını, bu bakış açısıyla interaktif yöntemle aktarıp öğrencilerde farkındalık geliştirme perspektifiyle hareket edilerek göreli olarak başarıya ulaşılabileceği düşüncesindeyim.

V. Metin Bayrak
Felsefe Öğretmeni
Şubat 2011’ Bahçeşehir, İstanbul