18 Aralık 2019 Çarşamba

Düşünme Üzerine

Düşünme Üzerine*
“İnsanlar, voroluşu gereği bilmek isterler.” Aristoteles

Sorular: Yola Çıkış 
Konuşmanın kısa açıklamasından yola çıkarak ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Ne düşündünüz? 
Bunu nasıl yaptınız? 
Düşünmenin nasıl bir süreçle gerçekleştiği üzerine hiç düşündünüz mü? 
Düşünme üzerine düşünmek, size ne ifade ediyor? 
Düşünmeyi nasıl anlamlandırıyorsunuz? 
Düşünmek, öğrenilir mi? İnsan türü dışında düşünen canlı var mı? 
Düşünmek, ölçülebilir mi? 
Düşünmekle ilgili neleri merak ediyorsunuz? 
Merakınızı teleme alarak “düşünmek” olgusuna dair birer soru üretebilir misiniz? 

Temsiller: Isınarak Alanı Kamusallaştrırma 
Kavramsal temsiliyetlermiz
Düşünmek ile ilgili üç kavram bir de imge ya da metafor paylaşabilir misiniz? 

Bilgisel içeriklerimiz
Düşünmeye dair bilgi içeren bir ifade / önerme paylaşabilir misiniz? 

Nasıl? Nasıl hissettiniz? Ne düşündünüz? Soruda bir şey dikkatinizi çekti mi?
“Düşünceler soyut, duygular gerçektir.” sözünden mülhem konuşmamız bağlamında kurdum
bu soruyu. 

Giriş
İnsanın, canlılık kategorisine paralel ikinci bir dünya ya da çevre oluşturma süreci, ayağa
kalkıp kendine sorduğu “Kimim?” “Neredeyim?” “Ne yapıyorum?”sorularını sormasıyla başlar.
İnsan/ın bilinci, bu üç soruya verdiği yanıtlardır bir bakıma; şöyle ki ‘normal’ yani olanın ya da
olgunun bilincinde olan kişi, kim olduğunun –pazarcı-, nerede olduğunun –pazarda-, ne
yaptığının –domates, biber, patlıcan sattığının– bilincinde olandır. Olgunun psikolojik
boyutuysa “gerçeklik algısı” kavramıyla ifade edilir. Yani bir kişi, kim olduğunun, nerede
olduğunun, ne yaptığının bilincinde değilse ‘normal’ değildir; İbrahimi dinler açısından
cennetliktir; hukuksal açıdansa yaptıklarından sorumlu değildir.

İnsanın insanlaşma süreci, şüphesiz tamamlanmış değildir, sürmektedir; ve bu, belli bir
noktası olan yani bitimli bir süreç değildir. Ayağa kalktığı günden bu yana genel anlamda
kültür kavramı altında toplayabileceğimiz her şey –bilimler, sanatlar, felsefeler, dinler-, bu
üç soruya verilmiş cevaplardır; ve cevaplara her gün yenileri eklenmektedir; uygarlık,
cevapların toplamıdır, dünya/mız da.

Aristoteles’in sözü, bu konuşmanın ana eksenini oluşturmakta. İnsan, kültürel bir canlı olarak
ne yaşadığını anlamlandırmak ihtiyacı duyar. Anlamak, onun canlı ve kültürel valığına karşı
sorumluluğudur aynı zamanda. 

İnsan Nedir? - Homo Sapiens Sapiens
İnsan, sonsuzluğun içinden süzülüp gelen 4.5 milyar yaşındaki Dünya adlı gezegende 300
milyon yıllık canlılığın türevi. 7 milyon yıla kadar tarihlendirilen insan, 2 milyon yıl önce
evrimleşmeye başlar, 1.5 milyon yıl süren ayağa kalkma sürecinin ardından Homo Erectus’a
dönüşür. 500 bin - 100 bin yılları arası Homo Erectus sahnededir; Homo Sapiens Sapiens’in
(Men Wisdom) 50 bin yıldır sahnededir. Son 10 bin yıldır da kendini tehlikelerden uzakta
güven içinde hissederek besleniyor, uyuyor ve sevişiyor. Aynı zamanda kurumsal bir
yapılanma içinde yaşıyor. 

Uygarlık Belleği: Sözlük - Etimoloji 
Düşünmek eyleminin farklı dillerdeki etimolojileri
Türkçe etimolojide düş’ten, düş görmekten geliyor; bütün canlılar rüya görürler; insan da.
Rüya ile düş eşanlamlı kullanılsa da düşün, ki fikrin Türkçesi düşündür, iradi eylemdir bir
bakıma. 

düş, Türkçeş Türk Dil Kurumu Sözlüğü 
1. isim Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya:
"Dadaloğlu'm, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde, gece düşümde" - Dadaloğlu
2. isim, mecaz Gerçek olmayan şey, imge.
3. isim, mecaz Gerçekleşmesi istenen şey, umut.

düşünmek, Türkçe, Türk Dil Kurumu Sözlüğü 
Bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden
yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek
Aklından geçirmek, göz önüne getirmek; zihniyle arayıp bulmak
Bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak
Akıl etmek, ne olabileceğini önceden kestirmek
Tasarlamak; Tasalanmak, Kaygılanmak; Farz etmek

rüya, Arapça
1. isim Düş:
      "Annemi ölmüş gördüm rüyamda / Ağlayarak uyanmışım" - Orhan Veli Kanık
2. isim, mecaz Gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal:
"Bu saadetin bir ay, bir buçuk ay sonra yeniden bir rüya olacağını bile aklına getirmiyordu."
- Reşat Nuri Güntekin
3. isim, mecaz Gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut.

dream (v.)
mid-13c., dremen, "to have a dream or dreams, be partly and confusedly aware of images
and thoughts during sleep," from dream (n.). Transitive sense of "see in a dream" is from
c. 1300. Sense of "think about idly, vainly, or fancifully; give way to visionary expectation" is
from late 14c. Related: Dreamed; dreaming. To dream up "picture (something) in one's mind"
is by 1941.
https://www.etymonline.com/word/dream#etymonline_v_15895

think (v.)
Old English þencan "imagine, conceive in the mind; consider, meditate, remember; intend,
wish, desire" (past tense þohte, past participle geþoht), probably originally "cause to appear
to oneself," from Proto-Germanic *thankjan (source also of Old Frisian thinka, Old Saxon
thenkian, Old High German denchen, German denken, Old Norse þekkja, Gothic þagkjan).

Old English þencan is the causative form of the distinct Old English verb þyncan "to seem,
to appear" (past tense þuhte, past participle geþuht), from Proto-Germanic *thunkjan
(source also of German dünken, däuchte). Both are from PIE *tong- "to think, feel" which
also is the root of thought and thank.

The two Old English words converged in Middle English and þyncan "to seem" was absorbed,
except for its preservation in archaic methinks "it seems to me."

As a noun, think, "act of prolonged thinking," is attested by 1834. The figurative thinking cap
is attested from 1839.
https://www.etymonline.com/word/think#etymonline_v_10759

Kolaj: Deyimler - Atasözleri - Aforizmalar
Akıllı, söylemeden önce düşünür, akılsız düşünmeden söyler.
Saçın ak mı kara mı, önüne düşünce görürsün.
Akıllı düşününceye kadar deli oğlunu everir.
Önce düşün, sonra söyle.
Kim özgür düşünürse, iyi düşünür. Alman atasözü 
İnsanlar ne kadar az düşünürlerse, o kadar fazla konuşurlar. Montesquieu 
Çok düşünmeye çalışmalı, çok bilmeye değil. Demokritos 
Herkesin aynı şekilde düşündüğü yerde, hiç kimse fazla düşünmüyor demektir.
Walter Lippman 
Bir insan bütün gün ne düşünüyorsa, kendisi de odur. Emerson 
Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söylediği her şeyi düşünür. Aristoteles
Düşünmeden konuşmak nişan almadan ateş etmeye benzer. İngiliz atasözü 

Dil-Terim-Kavram
Terim - Kavram - Realite (Tekillik) 

Kavramsal Düşünme
Tek teklerden hareket ederek, öze ulaşıp onu tekilliklerden soyutlamak, kavramın, genelin
bilgisine erişmek

Bilinç Ontolojisi: Düşünme - Dil - Bilinç Diyalektiği 
I. Doğal Dil
Varlık – İnsan – Özdeşlik – Doğrudandık
Doğal Dil, insan türünün antroposentik anlamda henüz bilinçten yoksun olduğu döneme
işaret eder. Bilinçten yoksunluk, pür doğasallık, insanın evrim sürecinin henüz başlamadığı
döneme eşlik eder.

İnsan türü dâhil her varlık, bütünlüğü olan birlik, yaşam, doğa içindedir. Ben ve öteki ayrımı,
henüz, söz konusu değildir. Var olanlar, canlı – cansız, tehlikeli – tehlikesiz, yararlı – zararlı
vb. dikotomik olarak kategorize edilir. Yaşamsal içgüdüyle ve koşullanmayla nesne ve imgesi
arasında özdeşlik söz konusudur. İnsan, henüz dilsizdir, bilinçten yoksun; varlıkla dolaysız
bir ilişki içindedir, özdeştir.

II. Dillenme
Varlık – İmgelem –Mekân
a. İlk mırıldamaların başladığı, bir ya da iki heceli sözlerin çıkarıldığı, “el-kol hareketleri” ile
kimi kaygı, korku, mücadele yollarının aktarıldığı dönemdir.
b. Dilsel bir varlık olarak insan ve bilincini önceleyen bir tür hazırlık dönemi olarak da
düşünülebilir. İnsanla varlık arasına kavramlar girmeye başlar. İnsan bilincinde nesne/varlık,
zihinsel imgelem yoluyla canlanmaya başlar. Bu dönemde birkaç hecelik dil ve el-kol
hareketleri bilinçte oluşan ve nesneyle eş anlamlılık dışında oluşanı anlatma pratiğidir.
c. İnsanın ayağa kalkamaya başladığı, doğal akışının değişmeye başladığı, ön
ayaklarıyla – henüz elleri değildir – taşları alıp birbirine vurmaya başladığı, alete, daha
doğrusu zihninde oluşturduğu biçime yöneldiği dönemdir. O “biçim”, kültürün temelidir;
çünkü doğadan soyutlanmıştır. Nesneyle ya da varlıkla insanın arasına simge, dil, kavram
girmiştir.

Derkenar – I
İlk dönemde genetik yol dışında “bilgi” aktarılmaz. Oysa ikinci dönemde nesne, yani av için
sivriltilen taş ve mızrak, aktarılır. Bunlar, artık, birer kültür ürünüdürler. Kaldı ki taşları
sivriltmek için ayağa kalkan insan türü, doğasallığından yavaş yavaş uzaklaşmakta ve
doğasıyla ürettiği kültürü arasında diyalektiğin sonucu çatışmalı bir varlığa dönüşmektedir.

III. Dilsel - Varlık – Kavram – Yazı – Tarih
a. Bu dönemde oluşmaya başlayan dil ile ikinci dönemde realize olan simge – varlık – birleşir.
Bu dönemde hem nesne hem de o nesnenin yapay dilde ve bunun hem nedeni hem de
sonucu, bir anlamda özdeş olduğu bilinç, kendini göstermeye başlar. Bilinç, insanın,
insanlaşma süreci denen evriminde kritik bir dönem, bir tür kırılmaya karşılık gelir.
b. Komünler şeklinde yaşayan avcı ve toplayıcı toplumlarda nesne – dil eş-zamanlılığı,
insanı bir kültür varlığına evriltir. Nesneler çoğaldıkça, onlara ad verilir; bunların yapılışının,
kullanılışının aktarımı, eşzamanlı, dili yapılandırır. Karmaşıklaşan nesneler ve kültür, dili ve
nesnesi ile öznesi olan bilinci şekillendirir. Dil – varlık diyalektiği bilinci yapılandırdıkça kültür
dünyası genleşir ve doğa da kültür dünyasına dâhil edilir. Varlıkla insan arasına “dil” girer: dil
ile birlikte insanla bilgi arasında artık “zaman” vardır. Bu, yeni bir durumdur ve günümüz
insanının bilincinin kökleri burada da aranabilir.
c. Henüz yerleşik hayata geçilmemiştir. Çeşitli kovuklar ve mağaralar kullanılır. Mağara
duvarlarına ağırlıklı olarak habitatlarındaki mücadeleler dinsel birtakım saiklerle de
soyutlanarak resmedilir. Sanatın öyküsünün de başlatıldığı bu örnekler, insanla varlık arasına
nesneleşmiş simgenin girmesidir. İz bırakmaktır. İmgenin simgeye dönüşmesidir. Dillenme,
zihinsel tasarımın sesli, şekilsel, resimsel vb. formlarda dillendirilmesidir. Kültür, imgelerin
çeşitli dilsel formlarda dıştalanmasıdır.

IV. Altdil/ler
Varlık/lar – Diller – Metalanguage – Altdil/ler
a.  Yerleşik hayata geçilmesiyle mimari mekanlar üretilir. Toprak işlenir. Yaşanan çevre
süslenerek habitat manalandırılır. Çeşitli sembollerde ve/veya sembollerle dinsel, büyüsel
iletiler yaratılır.
b. Yazının keşfiyle birlikte insan ile varlık arasına yazı girer. İnsanın yarattığı ikinci dünyanın
temelleri atılmış ve insanın en büyük hapishanesi olan mana dünyası böylelikle inşa edilmiş
olur. İnsan, dil ile artık bilim üretmek zorundadır. Çünkü doğadan soyutlanmış, dünya içinde
dünya kurmuş, doğal dünyanın içine, onunla özdeş olmayan bir tür replika yahut simülasyonu
olan mana dolu bir dünya kurmuş ve içine girmiştir; burası içinde açılacak sonsuz kapısı olan
bir yerdir; çıkışı yoktur. İnsan, kültürle, işte bu sonsuz kapılı labirente hiç çıkmamacasına
girmiştir. Bilimler, işte bu labirentteki kapılar toplamıdır. Bilimler, bilincin hem nedeni hem de
sonucu olan bu sentaksın ürünü olan semantik bellektir.

V. Dijitalleşme - Varlık – Varlık – Dolayısızlık
Bilgi toplumu, kitle iletişim araçları, yazılım, internet, online erişim, sanal, artırılmış gerçeklik,
insanın arayüze dönüşmesi, avatar/laşma vb. günümüz insanının bilincinin gramerinin
sentaksının ve de facto semantiğini oluşturan terimleridir. İnsanla doğa arasında, dijital çağla,
dolaysız ilişki yeniden kurulur. Simulakr/lar, tam da bu noktada anlam kazanır. Kimi
eğitimlerin – pilot, sürücü vb. simülasyonlar da yazılımın yarattığı illüzyonlarla yapılması,
insanın maziye yani doğal duruma avdeti olarak da yorumlanabilir, lakin bu avdet, yukarıda
da anıldığı gibi, dairesel değil sarmalıdır.

İnanç
İnsan, dille düşünür, dille kurar dünyasını ve o dünya içinde diliyle yaşar. İnsan, düşünerek,
inananarak yeni connectomlar oluşturuyor; insan, hayatını düşünmekle yani bağlantılar
kurarak oluşturuyor; bunun kitleselleşmesi bir anlamda kültür; buradan hareketle “Kültür,
düşünmenin türevidir.” denebilir. 

DNA
1953’ten bu yana genetik aktarımın DNA kanalıyla olduğunu ve canlılığın özündeki ortaklığı
biliyoruz. İnsan, üç belleğin toplamıdır. Birincisi 300 milyon yıllık canlılık; ikincisi, 7 milyon
yıllık türsel; üçüncüsü ise atasal ya da soysal bellek. İnsanın ne kim olduğu ne de bilinci bu
üç bellekten azade biçimde değerlendirilemez. 

Sinirbilim
Neuroscience ya da nörebyoloji, sinir sistemini konu alan bilimsel bir çalışma alanıdır.
Biyolojinin multidisipliner bir kolu olan sinirbilim, psikoloji, anatomi, moleküler biyoloji, gelişim
biyolojisi, hücrebilim, matematiksel modelleme alanlarının kesişmesi olup nöronlar ve
özelliklerini anlamak amacındadır. Bilinç, algı, davranış, bellek ve öğrenmenin biyolojik
temellerini anlamaya yönelik bu kavram nobel ödüllü Eric Kandel tarafından tanımlanmıştır.

Günümüzde oldukça moda olan sinirbilim bulguları, olguya bakışımızda paradigmaya
dönüşüyor ve mesele, maddi bir değişkene indirgenerek anlaşılıyor; milyonlarca ya da
milyarlarca hücrenin bir araya gelmesi insan etmiyor ise düşünmek olgusu da birtakım sinir
hücreleri arasındaki elektriksel iletimlere indirgenemez. 

İnsan beyni, yüz milyar nörona ve yüz trilyon snapsa sahiptir. 2 üzeri yüz milyar
miktarında -yani sonsuz- bağlantı kurma kapasitesine sahiptir. 

Düşünmek: Cangılda Patika Açmak
Düşünmek, imgelerle gerçekleşen bir olgu tıpkı rüyalar gibi. Düşün iradi olanı, logosça
anlamlandırılır; anlamlandırılan düşünme, realiteye dönüşür; realityi var kılan düşünmektir;
realite düşünmenin bir tür türevidir. 

Düşünmek, bağ kurma; beyin, saniyede milyonlarca bağlantı kurabilen bir organ; insan hangi
ilişkiyi kuruyor ise gerçeklik o oluyor. Gerçek/lik nedir? yalın olmayan devasa bir soru. 

Her ne düşünüyor isek onu anlamlandırır, rasyonalize eder o yönde davranırız. Düşünmemiz
yani kurduğumuz bağ, beynimizin cangılında patika açar; sürekli “öyle” davranırsak
(neuroplasticy) o genel bir kavrayışa dönüşür; anayol haline gelir. Örnek: Brexit sürecinde
post-truth örnekleri arasında da gösterilen fake news denilen otobüslerle Türklerin İngiltere’ye
geleceklerinin sürekli işlenmesi. Burada Hitler’in propaganda bakanı Göbbels’in şu sözü de
anılmaya değerdir: “Kullandığınız yalan ne kadar büyükse ve ne kadar sık söylerseniz inananı
o kadar çok olur.” 

Felsefe ve daha çok sanatlar, kanaatimce belli türden bir kavrayışın anayola dönüşmesini
engelleyen sigortadır. 

Bağnazlık, köşeli düşünmektir; “başka türlü de olabilir” dememektir. Oysa her olgu durumunda
sonsuz başka türlü olabilirlik durumu söz konusudur. 

Qualia? Yapay Zeka düşünüyor, analiz ediyor, problem çözüyor, değerlendiriyor, hatta karar
veriyor; son zamanlarda tıp ve hukuk alanında kullanılmasına dair çalışmalar yapılıyor,
tartışmalar yürütülüyor. Yapay Zekanın düşünmesi “qualia”sızdır; bu da burada kurulan bağın,
üretilen bilginin etik içerimden yoksunluğuna işaret eder. Düşünmek, insanca düşünmek,
qualia’yı gerektidiği gibi humanitas’ı da, urbanitas’ı da, universitas’ı da gerektirir. Bunlardan
bağımsız ya da bunları gözetmeyen düşünme, teknik, pragmatik, mekanik bir olgu; bunları
gözetmeyen sürecin etik olması da beklenemez. Düşünme ve süreçlerinde etik boyut ihmal
ediliyorsa buradaki kavrayış, kadüktür. Sokrates’in doğa filozoflarına yaptığı eleştiri burada
kullanılabilir. 

Düşünmek eylemi için hemen birkaç örnek paylaşalım:
Ege Cansen, Ekonominin temelini aslanların avlanmasından yola çıkarak doğada ve/veya
doğa ile temellendirir.
Badelenenerek arınacağını düşünenler, şifa bulacağını düşünenler

Bilinç: Kavramdan eyleme yolculuk… 
Davranış - Karar - Değerlendirme - Duygu/Deneyim/İnanç/Bilgi - Kavram

Ruh Kuramı
Fiziksel
Fizyolojik
Psikolojik
Sosyal
Entelektüel
Maanevi


Şirazlı Hafız’ın bağlamımız özelinde anılmaya değer sözüyle bitirelim. Üç gün sonra
türbesinde, ki aynı zamanda park, 24 saat divanından gazeller okunarak anılacak. Biz de
kendisini burada anmış olalım. “Kullandığınız kelimeler eviniz haline gelir.”

Teşekkürler… :-) 

* Bu içerik, Spectrum tarafından Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi'nde düzenlenen felsefe etkinlikleri kapsamında 18 Aralık 2019 tarihinde yapılan konuşmanın metnidir. 
Etkinlik bağlantısı için: https://www.facebook.com/events/734528080388314/

26 Temmuz 2019 Cuma

Doğanın Yakarşısı Üzerine

Villa Burgeise’in Bernini tarafından yapılan başyapıtı heykel, Grek mitolojisinin sanatlara konu olan hikayelerindendir. Tarihte pek çok ressam, mitolojinin bu eşsiz öyküsünü tuvale aktarır. Biz de bu yazılamamızda hikayeden yola çıkarak idare kavramı özelinden kimi raslamsal tezler ileri sürmeye girişeceğiz. 

Grek mitolojisine göre bir gün Apollon, kıyıları ağaçların gölgeleriyle serinleyen Peneus ırmağı kenarında, Thessalia'da, genç ve güzel bir kız görür. Apollon, büyülendiği bu kıza sahip olmak ister. Ona doğru yönelir. 

Apollon’un içini sonsuz arzuyla dolar. Onunla konuşmak ister. Defne, Apollon’un isteğini anlar. Kaçar. Defne kaçar. Apollon kovalar. Apollo, “Kaçma! Seviyorum seni.” diye arzuyla bağırır.  Defne, Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiğinden korkusu derinleşir, kaçmaya devam eder.  Apollon, güzel periyi yakalamak isteğiyle tutuşur. Aralarındaki mesafe iyice azalır. Defne, Apollon’un nefesini saçlarında duyar.  Kurtulmak imkanı kapmadığını anlayınca birden durur. Ayağıyla toprağı kazıyarak şöyle yakarır:
“Ey toprak ana, ört beni, sakla, koru.” Bu içten yakarışın ardından Defne organlarının ağırlaştığını, bedeninin odunlaştığını hisseder. Göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallara dönüşür, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.

Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne’nin ağaca dönüşmesini üzüntü ve şaşkınlık içinde izler. Sonra sarılır ona. Sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar. Şöyle seslenir: “Bundan sonra Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi. Khramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Adımız, şarkılarda, şiirlerde yan yana yaşayacak." Bu tatlı sözler karşısında Defne, dallarını saygıyla eğerek Apollon’u selamlar.

Öykü, bugünkü Harbiye’de (Antakya) geçer. Apollon, yapraklarından başına tac yaptığı Defne’yi simgesi kıldı.  O günden bu yana şiir ve silah defne dalı ile ödüllendirilir.

Alegoriler, söylediklerinden çok söylemedikleriyle anılırlar; bir bakıma aşarlar dediklerini; güçlerini de bundan alırlar daha çok.

Defne’nin temsil ettiği nedir? Neyi arzular? Yakarışı nedir ve kimedir? Defne’nin peşindeki kimdir? Olympos’un tanrılarından biri olan Apollon, adına tapınaklar yaptırılan ve kenarda ya da köşedeki etkisiz tanrılardan biri değildir şüphesiz; nasıl olur da bu denli güçlü bir Olmypos tanrısının isteği, bir faninin yakarışı ile nihayetine ermez, eremez? Tanrıların, tanrısal iradeyi engellemeleri nasıl anlaşılabilir? Bu nasıl bir çelişkidir?

Şimdi, bu mitolojik öyküdeki öznelerin kim oldularını tespit edip mitolojinin ya da kültürün hayata dair tasarrufunun ne olduğuna, özünde hayattan ne anladığına dair kimi raslamsal tezler ileri sürmeye çalışalım.

Blogu takip edenler, klavyeye alınan bu cümlelerin toplamına “yazılama” dendiğini de bilirler. Buradaki amacımız, pür akademik metinler, afilli retorikler değil insan zihninin sıklıkla gelenek ve/veya akılla sıkıştırıldığı kalebentlerini yıkmak, hiç olmadı sarsmaya yönelik çeşitli sorular sorup raslamsal kimi tezler ileri sürerek mevcut algımıza yeni perspektifler açarak algının kapılarını çoğaltmak yahut genişletmek…

Defne, Dionysos’u temsil eder. Pagan kültür, doğayı aklın üstünde tutar; Defne, o doğanın kendisidir. Olympos’un o yüce tanrıları dahi hayat karşısında susarlar, tarafları hayattır, ona rağmen davranmazlar, davranamazlar; bunda hiç kuşkusuz kendilerinin de arzu sahibi olmalarının payı vardır; onlar, İbrahimi dinlerin tanrıları gibi pür anlamda aşkın değillerdir, doğa, doğasallık ontolojilerine içkindir. İşte bu içkinliktir bir bakıma Defne’yi duymalarına sebep. Defne’yi duymaları, iki açıdan ilgi çekicidir; ilki, yukarıda kısaca zikredilen doğasallığa kayıtsız kalamamaları; ikincisi, tanrıların, kendilerine yakaran insanı duymaları, duymakla kalmayıp dileğini yerine getirmeleri. Tek bir eylemle hem doğa hem de tanrısal iradenin, tanrı Apollon’un iradesine rağmen, hayata dokunmasını sağlamaları. 

Defne, maziden gelen bir simge olarak zafer tacında kullanılır. Zafer simgesi olan defne tacı, Zeus’un oğlu Apollon’un mağlubiyetinin de simgesidir. Pagan inanışında tanrılar, her şeye kadir değillerdir. Onlar, sonsuz irade sahibi değildirler. Kaybedebilirler. Defne, insanın, tanrıların da yardımıyla tanrıya karşı zaferidir. 

Veli Metin,
Temmuz’19, Teşvikiye, İstanbul

26 Mayıs 2019 Pazar

21. Yüzyıl Becerileri ve “İnsanın İşi”


Soruşturma: 21. Yüzyıl Becerileri ve Alternatif Eğitim 
21. Yüzyıl Becerileri ve “İnsanın İşi”* 
V. Metin Bayrak

I. Merhaba
Oturumumuzun başlığı: “Soruşturma: 21. Yüzyıl Becerileri ve Alternatif Eğitim” bu başlık, üç ana eksene dayanmakta: Alternatif Eğitim, 21. Yüzyıl ve Becerileri. Bunlar, “soruşturma” konusu edilecek ve soruşturma, “eleştirel düşünme”yi öngerektiren bir eylem. Konuşmam, oldukça eklektik, kavramları, bilgileri, verileri ortaya saçıcı; sorunları ifşaya, daha sert bir ifadeyle olup bitenlerin ipliğini pazara çıkarmaya yönelik. Bunları yaparken “eleştirellik” perspektifiyle hareket etmeye çalışacağım. Tabii ki bunları soruştururken bir ilke olarak “şüphecilik”i elden bırakmamaya gayret edeceğim; çünkü sormak, şüpheyi gerektirir. Konuşmada ne kadar sorunla tanışırsak, yaşadıklarımızı sorunlaştırırsak, zamanımızı o kadar verimli kullanmışız ve bu birliktelik amacına göreli olarak ulaşmış demektir.

II. Öndeyiş
Burası ve içinde bulunduğumuz mimari yapı; yapının ait olduğu yerel yönetim; sempozyum ve panel başlığı; mekan içindeki fiziksel konumlanma, bağlamsal anlamda, hiyerarşi ve türevi buyurgan bir söyleme içkin. Trajik olan, sıklıkla, mekanı paylaşan ve ilişki içinde olan özneler olarak bunun ayırdında olmamamız. Günümüzde ne bilgi ne ona erişim araçları, günümüzün ideolojisi neo-liberalizmden azade. Burada, bağlamımız özelinde, üretilmiş söylemleri ve dayandıkları strüktürleri ifşa etmeye girişeceğim. U. Eco’nun “Bilgelik, putları yıkmak değil, hiç yaratmamaktır.” sözüne sadık kalmaya çalışarak.

III. Isınma
Kişiler ve toplumlar, tarih yazıcılığına soyunurken, limiti, genellikle, ürettikleri kimlikler(in)den alırlar. Anlardan oluşan akışkan bir zaman içinde yaşıyoruz; Aristoteles’e göre varoluşumuz gereği anlamak eğilimindeyiz ve zamanı adlar verip dönemlere ayırıyoruz. Günümüzü de iki bin yıl öncesinde alınan limite bağlı kalarak “milenyum” ya da 21. Yüzyıl diye adlandırıyoruz. Eğitimcisinden politikacısına, kuramcısından gazetecisine çağımıza kimi adlar veriyor ve çağın gereği olan çeşitli beceriler belirliyoruz. Şimdi literatürden “21. Yüzyıl Becerileri”ne bakalım ama önce minik bir soruşturma:

IV. Soruşturma - 1
Şimdi iki aşamalı derin ve uzak bir yolculuğa çıkalım:
a. Öğrencilik hayatınız boyunca neyin öğrenme anlamında yoksunluğunu duydunuz? Neden?
b. Eğitimcilik ya da çalışma hayatınızda öğrenme anlamında neyin yoksunluğunu duydunuz? Neden? Bunları, birer kavram ve sorun şeklinde ifade edebilir misiniz? Lütfen, hemen hızlıca düşünüp yazabilir misiniz?

V. Giriş
Kullandığınız kelimeler eviniz haline gelir.” Hafız
Eğitimin nihai çıktısı, özgürçe eşit ilişkiler kurabilen insan yetiştirmektir.” John Dewey

Konuşma, logosu parçalamak, logosun içindekileri saçmak, birtakım sorunları, sorularla ifşa etmek, Aristoteles’in “İnsanlar, doğal olarak bilmek isterler.” sözünün, yaşamdaki iz düşümlerine bakmak; bunların ışığında 21. Yüzyıla, insandan beklenen becerilere, yine Aristoteles’in “insanın işi” kavramıyla kritize etmek üzerine kuruludur. Bunu yaparken, belli bir tarihselliği hesaba katmak ama onun “şimdi”sine sıkışmamak iddiasındadır; çünkü “İnsanın en büyük trajedilerinden biri, sonsuz olan hayatı, sınırlı ömrüne sıkıştırarak anlamak eğiliminde olmasıdır.

Kuracağım “yapı”nın kavramsal çerçevesini belirleyerek devam edelim:

Modernlik ve eğitimin kitleselleşmesiyle ulus-devletle bağlamında ortaya çıkan ya da daha güçlü bir ifadeyle yaratılan bir kültürel kategoridir. Öncesinde çocuk olsa da çocukluk yoktur. Çocukluk, sonradan ‘icat’ edilir; çünkü “özgür kölelere” ihtiyaç vardır.1 Modern ya da modern ötesi denen bu çağ ne menem bir çağ?

VI. Die Zeitgeist ya da Çağın Ruhu
Endürstri Devrimi’nin türevi kurumlar, anlayışlar, 19. Yüzyıldan bu yana doğayı radikal biçimde tüketmekte. Batı Metafiziği, kapitalizmin ekonomi-politiği dolayımıyla kurumları belirleyerek içinde nefes aldığımız habitatı şekillendirmekte. Şimdi, sizinle Battelle for Kids adlı kuruluş hakkında kısa bir bilgi verip 20. Yüzyıl ve kurumlarına dair kısa bir yolculuğa çıkalım.

Battelle for Kids, ABD’de aralarında American Association of School Librarians, National Education Association gibi derneklerin ve Lego, Microsoft, Pearson, ETS, Intel, HP, Dell, Apple, Crayola, Cisco gibi eğitim ile ilgili şirketlerin de bulunduğu 32 üyeli bir “21 Yüzyıl Yetkinlikleri” ortak çalışma grubudur. Ayrıntılı bir çalışma sonucu kapsayıcı bir “21. Yüzyıl Öğrenme Çerçevesi” geliştirmişler; bu çerçeve ile öğrencilerin gelecekteki iş ve yaşamlarında başarılı olmak için gerekli olan yetkinlik, bilgi ve deneyimleri tanımlanmaktadır.2

Nedir bunlar? 4Cs yani:
* Critical Thinking / Eleştirel Düşünme
* Communication / İletişim
* Collaboration / İşbirliği
* Creativity / Yaratıcılık

Şimdi her gün farklı bağlamlarda adını işittiğimiz, uluslarüstü nitelikleri olan ve dünyaya yön veren birtakım kurumlardan söz edeceğim; bunların kuruluş tarihlerine ve kuruldukları şehirlere, ülkelere dikkat edin lütfen.
ILO, 1919 Cenevre
Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler), 1920 Cenevre, 1945 New York
OECD, 1961 Cenevre
Dünya Bankası, 1945 Washington DC
IMF, 1945 Washington DC
NATO, 1949 Washington DC
DTÖ, 1995 Cenevre
Dünya Sağlık Örgütü, 1948 Cenevre
Avrupa Birliği, 1951, 1958, 1993 Maastricht, Hollanda
OPEC, 1960 Bağdat
G8, 1975, (Kanada 1976, Rusya Federasyonu 1997)
BM, İnsani Gelişme Endeksi (İGE), 1993 - Sağlık, Eğitim, Gelir
G20, 1999
PISA, OECD bünyesinde 2000’de

Dünyayı, bunca farklılıklarına, eşitsizliklerine rağmen aynı standartları referans alarak ölçüp değerlendiren bir kültür ortamındayız. Bu, bir açıdan Avrupa’daki göçmen işçi çocuklarının ve ABD’deki siyahilerin “beyaz adam”ı baz alan IQ testlerince “tutuk” ya da “gerizekalı” çıkarılmasına benziyor. Değerlendirmelerde referans alınan “değer”ler, “1. Dünya”nın ürettiği kavramlar. Nedir bunlar?

VII. Kavram (Beceri, Yenenek, Yetkinlik vb.) Havuzu
21. Yüzyıl Becerileri özelinde literatüre baktığımda karşıma çıkanları bir havuzda topladım; bunlar: Dijital çağ, okuryazarlık, iletişim, eleştirel düşünme, problem çözme, yaşam boyu öğrenme, özyönlendirme, kişisel yönetim, işbirlikçi çalışma, liderlik, yaratıcılık, inovasyon, sosyal sorumluluk, kültürel farkındalık, evrensel farkındalık, çevre farkındalığı, esneklik, uyum sağlayabilirlik, inisiyatif alma, sosyal ve kültürlerarası yetkinlikler, üretkenlik, hesap verebilirlik, sorumluluk, bilgi okuryazarlığı, medya okuryazarlığı, bilişim ve iletişim teknolojileri okuryazarlığı, yaşam ve kariyer yetkinlikleri, kritik düşünme, işbirliği, küresel bilinç, finans okuryazarlığı, işletmecilik okuryazarlığı, girişimcilik okuryazarlığı, yurttaş okuryazarlığı, çevre okuryazarlığı, öğrenme yetkinlikleri, birlikte çalışmak, küresel vatandaşlık, üretkenlik, bilgiye ulaşım, analiz ve sentez, girişimcilik, kompleks problem çözme, insanları koordine edebilme, duygusal zeka

Yukarıda anılan “beceriler” kavramsal anlamda zihni bir karışıklık yansıtmakta; beceri, yetenek, yetkinlik, ilke, özellik, zeka vb. birbirinin içine geçmiş durumda. Akademik literatürden aldığım bu “beceriler” olguya dair ciddi bir kavram kargaşasına da işaret etmekte.

VIII. Antropoloji / İnsan Nedir?
Uygarlık tarihi, insanın “kim” ya da “ne” olduğunun izini sürmek çin ana kaynağımız. Şimdi sizinle kronolojik olarak gidebileceğimiz kadar maziye gidip insanın ne olduğuna dair izleri sürelim:

İnsan, ayağa kalktığı ilk anda şu üç soruyu sorar:
* Kimim?
* Nerdeyim?
* Niçin yaşıyorum?

Bütün bilimler, felsefeler, sanatlar ve dinler, bu üç soruya verilen cevaplara indirgenebilir.

Aristoteles’in şeylerin temelde ne olduklarını araştırdığı Metafizik adlı kitabı, “İnsanlar, varoluşu gereği bilmek isterler.” cümlesiyle başlar. Bizler, homo sapiens sapiens olarak ayağa kalkıp sorularıyla insanlaşan atalarımız gibi hala bıkmadan aynı soruları soruyoruz; yaşadığımız sürece de sormaya devam edeceğiz.

Çağlara göre değişmiş insanın ne olduğunun tanımı fakat ona hala “homo sapiens sapiens” yani “düşündüğünü düşünen” diyoruz. Günümüzde yeni bir devrim yaşıyoruz; filozoflar, bilim insanları yaşadığımız çağı ya da devrimi anlamlandırmak için çeşitli kavramsallaştırmalara girişmekteler; geleceğe bunlardan hangileri kalır, şimdiden söylemek güç; belki de henüz gelmeyen yeni çağlarda bulacaklar içinde yaşadığımız çağın adını; ki genelde de böyle olmaz mı?

21. yüzyıla gelmeden önce, uygarlık tarihçilerinin uzlaşı içinde oluşturdukları tarihyazımında iki önemli devrimden söz edilir: tarım ve endüstri. Kanaatimce bunlar, insanın ayağa kalkmasının türevleri olabilir; o nedenle başlangıçta yer alan o ayağa kalkma eyleminin dönüştürücü gücü daha köklü.

X. Raslamsal Tezler
a.
Şimdi, bu beceriler ya da kavramlar bize ne söylemekte? Hangi kuramın, ideolojinin ya da yaklaşımın altına düşer? “Kurumlar, ekonomi-politiğin türevidir.” hipotezinden hareket ederek, bağlamımız özelinde, nereye ulaşabiliriz? Kavram havuzunu bu gözle kritik ettiğimizde karşımızda nasıl bir anlam dünyası belirir? İnsan, artık, arayüze dönüşen eklenti bir varlıktır ve kişi olarak özerkliğini kaybetmektedir.

b.
Eğitim, meta haline gelip okullar, bürokrasi yerine iş dünyasına “eleman” yetiştirmeye başlayalı beri, bilgi, yetkinlikler, beşeri ya da etik içerimlerinden soyutlanmaka, kelimenin birinci anlamıyla da metalaşmakta. Metalaşan bilgi, beraberinde insanı da kendi kategorisine çekmekte.

c.
Max Weber, “Modern dünya demir bir kafes hukuk da bunun temel aracıdır.” sözüyle modern zamanlarla “büyüsü bozulan dünya”mızı tarif eder; önce imparatorluklar ardından ulus-devletler, şimdiyse ulusaşırı küresel organizasyonlar, bir tür “rıza imalatı”yla sürecin kitleler nezdinde meşruiyetini sağlamakta. Post-truth dönemde kitleler ya da yığınlar, yoksulluğu, esareti, savaşları talep etmekte ya da rıza imalatıyla ettirilmekte; bununla toplum olmak özelliklerini kaybetmekteler; kitlelerin bilgeliğini de.

d.
Günümüz neo-liberal ekonomi-politiği, eğitimi metalaştırarak araçsallaştırmıştır; öğrenci, pazara itaat eden yani tüketicidir. Anaakım pedagojiler, retorik düzeyinde ne kadar “işbirliği” derlerse desinler, rekabet, maneviyatlarının omurgasını ya da omurgasızlığını oluşturmakta. Manevi omurgasızlık, birbirinin üzerine basarak yükselme pratiklerini meşrulaştırmakta. Makbul kişi, rekabet gücü yüksek olandır. Ekonomi biliminin guruları, ebeveynlere, “çocuklarınızla ilgilenmek, kariyerinizi olumsuz etkileyebilir.” diye tavsiyelerde bulunmaktalar; kişiler, aslında ‘yüzleri silinmiş’, kişilikleri aşınmış salt bireye dönüşmüş ş gücü piyasasına dahil olanlar, kendilerini parlatıp pazarlama ihtiyacındalar. “iyi yurttaş” ya da “tüketici”, her ne pahasına olursa olsun üretim ve tüketim aracına dönüşen varlıktır. Oysa ihtiyaçlarının %80’i “olmasa da olur” kategoridedir.

e.
Çağımızda doğal uyanlar (eğitim materyali, aktiviteler, oyunlar, ilişkiler, seks vb.), yerini hızla dijitale bırakmakta; espor endüstrisi, yakın zamanda geleneksel yani fiziki sporun önüne geçecek; bu durumda bağışıklığı zayıf, bu nedenle ilaçlara daha çok ihtiyaç duyan; duygusal anlamda içgörüzü zayıflamış, bu nedenle ne hissettiğini anlamlandırma güçlüğü yaşayan; zihinsel uyaranları sınırlı dijital dünyadan oluşan ve doğal materyallerden uzak yaşamasından dolayı da sınırlı snaptik bağlantıya sahip bunun sonucunda düşünme becerileri de facto problem çözme becerileri zayıf insanlar, “insan olma”nın referansına dönüşmekte.

f.
“İyi tüketiciler” yetiştirmek amacındaki anaakım eğitim kurumları, birer çocuk işkencehanesi ve geleceğin utanç müzeleridir. Statüko dişlileri kişi(lik)leri araçsallaştırarak öğütmekte; bu, bir tür anomali yaratmakta; bunu, mevcut ve sorunu gittikçe derinleştiren neo-liberal ekonomi-politiğin eğitim tasarrufuyla aşamayız. Bilginin erişilebilir etik bir değer ve eğitimin eşit bir hak olduğu ve bunun araçlarının sağlanmadığı günümüzde “insanın işi” tüketmek; tüketmek ise kelimenin birinci anlamıyla insanmerkezci bir perspektife dayanmakta.

g.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te “Bedendeki gözün, elin, ayağın ya da diğer her şeyin bir işi olduğu gibi, insanın da bir işi var mıdır; varsa bu nedir?” sorusu soruyor; cevabı: “İnsanın işi, ruhun akla uygun etkiniği”dir; bu, erdem; erdemli yaşamın meyvesiyse mutluluktur. Mutluluğun kendisi amaçtır; mutluluk, bir başka şey için istenmez. İnsan, belli bir ethos ya da toplumsallık içine doğan etik bir varlıktır; etik varoluşu gereği, kendini, toplum ve dünya-evren içine konumlandırabilir. Kültür, insanın kendine, topluma ve evrene karşı takınacağı tavrı belirler. Hayat; iyi, doğru ve güzel üzerine yükselir. Eğitim, bir kurum olarak insan yavrusunu toplumsal bir özneye dönüştürürken hayatın iyi-doğru-güzelden oluşan sacayağını oluşturup birbirine bağlar. Bunlar arasındaki göreli denge, dünyaya karşı tavır almasını, kendini konumlandırmasını sağlar.


XI. Soruşturmaya Ek
Soruşturma başlıklı bu panelde “günümüz” için tespit ettiğiniz “ihtiyaç” nedir? Bu ihtiyacı hangi beceri karşılar?

XII. Sonuç
Geleceğin utanç müzeleri, günümüzün çocuk işkencehaneleri okullarda çağımızın sorunlarını çözecek, yani paradigma dışına çıkabilecek, yaşadığımız anomaliyi aşacak zihinlerin yetişmesini beklemek çok naif, bu nedenle şimdi, küresel sermayenin bir diğer deyişle sahipsiz sermayenin hizmetçisi olan devletin ideolojik bir aygıtından olsa olsa tüketici yetiştirmesi beklenir. John Dewey'in “Eğitim eşit ve özgürce eşit ilişki kurabilen insan yetiştirmektir.” sözü, alternatif eğitimin moda becerilere mesai ayırmak yerine moda ve gereklerini paranteze alıp fenomenolojik bir perspektifle geriye kalana bakmak, geride kalan ne ise belki de o insanı insan yapan şey yani Aristotelesçe söylersek insanın “ousia”sı, bir başka deyişle “insanın işi”, mutlu olmaktır ama bu dünyada.

V. Metin Bayrak
Mayıs 2019'Teşvikiye, İstanbul

Dipnotlar:
* 25-26 Mayıs 2019 'da Kadıköy Barı Manço Kültür Merkezi'nde 2. Uluslararası Alternatif Eğitim Sempozyumu'nda yapılan konuşma metnidir.
1. Kürşat Bumin, Batı’da Devlet ve Çocuk, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1983.
2. Erişim: 23 Mayıs 2019: http://www.battelleforkids.org/networks/p21

9 Mayıs 2019 Perşembe

Avrupa Günü Üzerine

Bugün, 9 Mayıs, Avrupa Günü olarak kutlanmakta. Türkiye'de ve Avrupa'da pek çok etkinlikte Avrupa'nın dünü, bugünü ve geleceği tartışılmakta. 

9 Mayıs 1950'de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, barışın kalıcı hale gelmesi için bir kanun teklifi verir. "Schuman Bildirisi" adıyla da anılan bu teklif, bugün AB olarak bildiğimiz kurumun temelini oluşturan öğelerden biridir. 

Beethoven'in 9. Senfonisi'nin son bölümünden uyarlanan Avrupa Marşı ise, 1972 yılında Avrupa Konseyi tarafından kabul edilmiştir. 20. Yüzyılın önemli orkestra şeflerinden Herbert von Karajan tarafından, Avrupa Konseyi'nin talebi üzerine, solo piyano, nefesli çalgılar ve senfoni orkestraları için üç adet enstrümental düzenleme yazılmıştır. 1985'de Milano'da yapılan zirvenin ardından 9 Mayıs, "Avrupa Günü" olarak ilan edilmiştir. 1985'ten bu yana her 9 Mayıs, Avrupa Günü olarak kullanılagelir. 

Günümüzde AB'nin sembollerinden biri haline gelen Avrupa Marşı, Ludwig Van Beethoven tarafından 1824'te bestelenen 9. Senfoni'nin son bölümü olan ‘Ode to Joy'dan ilham alınarak hazırlanır. 9. Senfoni'nin ‘Neşeye Övgü' (Ode to Joy) bölümü, Friedrich Schiller'in 1785 yılında kaleme aldığı ‘An die Freude' adlı şiirine dayanır. Schiller, insanlığın kardeşlik ideali ile birlikte yaşayabileceğine inanır; aynı ideali paylaşan besteci, 9. Senfoni'sini, Schiller'den esinlenerek yazar.  

Yüzlerce yıl birbiriyle savaşan toplumlar, bugün, tarihe iz bırakan ve günümüz uygarlığının maneviyatını oluşturan bu iki kültür-sanat insanının eserleri etrafında, onların ortak ideallerinin ete kemiğe bürünmüş hali olan AB şemsiyesi altında barış içinde bir arada yaşamaktalar. 

Türkiye’nin 1960’lardan beri süren AB ile ilişkileri etrafında pek çok tartışma, üyelik müzakerelerinde 2016’dan beri açılmayan başlıklar göz önünde bulundurulursa, sıcaklığını korumakta. 

Türkiye’nin coğrafi olarak nerede olduğu ya da olmadığı tartışmalarda sıklıkla konu edilir; sıkça anılan bir diğer noktaysa, sanki devletlerin dini olabilirmiş gibi, Türkiye’nin ‘müslüman’ bir ülke olması. Ne Avrupa sınırları belli coğrafi bir bölge ne de Avrupa, belli bir dinsel kimlik üzerine kurulu bir birlik. Peki Türkiye ne ve nerede? Buna yanıt vermek için İstanbul merkezli iki büyük imparatorluk (Bizans ve Osmanlı) ve miraslarına bakmak, tartışmada ufuk açıcı olabilir. Hem iki imparatorluk hem de bunların günümüzdeki en büyük mirasçısı olan Türkiye’nin beş bölgenin bileşkesi ya da kesişimi olduğu iddia edilebilir; bunlar: Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Anadolu ve Akdeniz. Türkiye’yi bunlardan herhangi birine ve/veya ikisine indirgemek, onu eksiltmek ve/veya anlamamak anlamına gelir. Eksiltilerek yapılan hr değerlendirme, zorunlu olarak, yanlış sonuçlara götürecektir. 

Avrupa, dünyada, görece yükselen ve yönetilemez hale gelen kapitalizmin buhranından azade değil. 1970’lerden bu yana yoksullaşan ortasınıf ve talepleri insan hakları, adil bölüşüm, sosyal devlet gibi idelerin, birliğe yön verme güçleri zayıflamakta. 

O halde bugün, Schiller ve Beethoven gibi ortak idealleri nasıl canlı tutabiliriz? Türkiye, Sakallı Celal’in neredeyse 100 yıl önce söylediği sözü tersine çeviren bir ‘takım’ tarafından yönetilemezlikle yüz yüzeyken yeniden AB vizyonu nasıl gündeme alınabilir. Bugün, Türkçe basında 9 Mayıs Avrupa Günü, neredeyse yer almadı. Yeniden gündeme nasıl dahil edilebilir? 

Barışçıl bir Avrupa için neler yapılabilir? Türkiye, fiilen (de facto) AB’ye üye ama hukuken (de juro) müzake aşamasındadır. AB’nin resesyon, göçmenler, mülteciler, yükselen ırkçılık, popülizm, Bürüksel bürokrasisi, kurulması planlanan ordu, Brexit ile gündemi oldukça yüklü; Türkiye’nin üyeliği üzerinden mevcut yapı, radikal ölçüde tartışmalara neden olmakta. 

Türkiye, dört kimlik grubu ve bunların türevi siyasi hareketlerin görece diyalektiği içinde bir tür otizm yaşayarak gittikçe yoksullaşmakta, dünyadan, uluslararası hukuk metinlerinin standartlarından uzaklaşmakta. İktidarca ötekileştirilen muhalif seküler kitlenin bir politik talep olarak AB’yi gündeme taşıması, muhalefetin alternatif üretmedeki kabızlığını da aşmasına olanak sağlayabilir. 

Veli Metin
9 Mayıs 2019’Teşvikiye, İstanbul