12 Mayıs 2016 Perşembe

"Cahillikten Üşümek" Üzerine

"İnsanlar, Tanrı'ya inançlarını yitirdikleri zaman, bu, onların artık hiçbir şeye inanmadıkları anlamına gelmez; her şeye inanmaya başladıkları anlamına gelir."

"Dürüst bir insanın niteliği, dünyanın en doğal şeyi olan ölümden korkmamızı ve kaderin bize bağışladığı en güzel şey olan yaşamdan nefret etmemizi isteyen dini küçümsemektir."

"Bilgelik, putları yıkmak değil, hiç yaratmamaktır."

La Follia*
                                                                                            U. Eco

"Ayinesi iştir insanın, lâfâ bakılmaz." sözünden mülhem "usta"yı en iyi yansıtacak birkaç sözünü alarak başlasın istedim yazılama.
Sanırım 90'lı yılların sonuydu. İstanbul Bienali için özel bir baskı yapan Radikal'de kendisiyle yapılan söyleşide "Cep telefonu kullanıyor musunuz?" sorusuna "Hayır!", "Neden?" diye sorulduğunda, "Çünkü çağcıl köleliktir bir tür. Her an, her yerde arayanın emrinde olmaktır." mealinde sözler dökülüvermiş gazetenin bienal özel sayısının/baskısının sayfasına. İlerleyen dönemde kullanıp kullanmadığını bilmiyorum lâkin ancak eleştirel bir zihnin görebileceği bir yanını gösteriyordu bizlere hayatımıza yeni yeni girmeye, hayatımızın merkezine oturmaya başlayan ya da daha güçlü bi ifadeyle çöreklenmeye başlayan aygıtla ilgili.

Eco ile ilk tanışmam üniversitede felsefe okumaya başladığım ilk yılımda, 90'ların başında, oldu. Sanırım "Ortaçağ'da Felsefe" adlı ders kapsamında bahsi geçmişti ve dersin hocası, yenice sinemaya uyarlanan (İtalyan-İspanyol-Fransız ortak yapımı) gülün Adı'nı izletmişti. Bense, kaçırmış, izleyememiştim. Roman, nefis bir türkçeyle kaynak dilden çevrilerek Türkiyede çoktan basılmıştı. Elime aldım lâkin ilk yüz sayfayı aşamıyordum. Kitap, sanki yüksek ve kalın duvarlı bir şatoydu, kentti ve benim kuşatmama direniyordu, hatta bana aldırmıyordu. Henüz yirmisinde bile olmayan genç 'fatih'in kotarabileceği bir iş değildi, hiç şüphesiz
olamazdı da! Nitekim öyle de oldu: okuyamadım. İkincisinde, üçüncüsünde, dördüncüsünde de kuşatma süresi beş on sayfa daha fazla sürüyor ama kitap bir türlü teslim olmuyordu. Vuslât altıncıda hasıl oldu nihayet. Öyle bir dünya açılıverdi ki önümde içinde kayboldum.

Üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçmesine karşın bütün kitap ve kıvrımları, zihnimde ilk günkü gibi duruyor. Eco, örneğine sık rastlanmayan -hele günümüzdeki "uzmansevicilik" göz önünde bulundurulduğunda- ruhlardan biri/ydi.

Bir Kızılderili inanışına göre bir kişinin ölümü, fiziki ölümünün ardından hiç kimsenin onu anmadığı vakit yahut herhangi biri tarafından hatırlanmadığında gerçekleşirmiş. Bu açıdan bakıldığında Eco, asla ölmeyeceklerden. Henüz yaşarken "Dünya Mirası"na dönüşen bir öznedir.
Gülün Adı'nı kuşatma denemeleri arasında 'kolay okunabilir' görünen denemeleri elime geçti: Ortaçağ'ı Düşlemek. Felsefenin ete kemiğe bürünüp sokapa inmesi ve hayata dokunmasıydı. Felsefe serüveninin henüz başında olan bir talebeyi, sarsıcı anlamda etkilemişti. Her etkiyle inşa ediyoruz entelektüel serüvenimizi; nasıl travmalarımızla oluşturuyorsak ruh dünyamızı, zihnî dağarımızdakilerle de dünyaya bakışımızı kuruyoruz. Kitaptaki denemelerden biri New York üzerinden teknolojinin herhangi bir halkasında -denemede bir elektrik kesintisi- meydana gelebilecek bir aksaklığın ve/veya arızanın yahut kazanın zincirleme etkisiyle nelerin olabileceği simüle ediliyordu. Yoruma mahal bırakmayacak berraklıkta silkelenip kendine gelmesi için çeşitli manzaralar tasarlamıştı. Denemenin, yaşamı korkunçlaştıran etkisi, belki bir parça Saramago'nun Körlük romanında görülebilir ama gerçek örneğini 2015 yazında tüm yurtta kendini gösteren elektrik kesintisinin sonucu domino etkisiyle meydana gelen sorunlar nedeniyle Türkiye'nin büyük bölümünün elektriksiz kalmasında yaşadık.

Aynı yıllarda Açık Yapıt'ıyla (da) tanıştım. Yapısalcılık tartışmaları, post-modernizm,  yıkılıp dağılan "Doğu Bloku" ve Sovyetler ile yatıp kalkmalar esnasında. Yine pür bir entelektüel bakışın felsefeyle harmanıydı karşımızdaki. Okumayı nitelikli kılan, uygarlığın temellerinden biri olan sınıflandırmada yeni kategoriler yaratan, kavram doğamıza yenilerini ekleyerek zihnî bakışımızı genleştiren, hayatın sınırlarını genişleten Açık Yapıt ile edebi metinleri okumak, ona, yeni kavramlarla da bakmak, moda tabirle okura lig atlatıyordu.

Nihayet Gülün Adı'nı bitirebilmiştim. Metnin içindeyken hiç bitmesin istedim. Metin içinde metin vardı. Matruşka'dan ziyade fraktallara benzetilebilirdi. Şüphesiz kuramsal donanımı çok yüksek birinin elinden çıkmıştı ve o kişi, bir hocaydı. Hoca olmasından kaynaklanan 'arıza'lara neredeyse hiç rastlanmıyordu yani "göze parmak" yoktu. Evet metin, tek kelimeyle "açık"tı. Okur, metne katılabildiği ölçüde metin de kendi sonsuzluğunu açıyordu okur(un)a.

Dünya'nın 1/5'inin karalarla 4/5'ininse sularla kaplı olduğu anlatılırdı coğrafya derslerinde; biyolojideyse sualtı dünyasındaki canlı türünün yeryüzündekinin  / yeryüzündekinden mislince fazla olduğu. Gülün Adı, sualtına dalan kişinin, gördüğü bu yeni âlem karşısındaki şaşkınlığına benzer bir etki yaratmıştı bende. Tek kelimeyle büyüleyiciydi. William, çömezi, rahipler, fonda akan yoksulluk, iktidar şatafatının ifşası olan yargılama ve süreci, teni kösnülleştiren dinsel 'kavrayış'lar, değişime direne(meye)n hayat, ak(a)mayan zaman vb.

Kitabın derinliğine, çokkatmanlılığına bir örnek verip Eco'nun bendeki izlerini sürmeye devam edelim. Gülün Adı'nda kafa yapıcı pek çok tarif vardır. İçmeyi ve esrikliği/ni çok seven biri olarak aktarlardan alınıp hazırlamak üzere pek çok tarifi not aldığımı hatırlıyorum. Serde naturalistlik var/dı ve bitkisel karışımlarla kafa yapıcı tarifleri kullanarak esrikleşecektim. Kuşaklarca denendiği için de zararlı oldukları söylenemezdi. Kitabı bunun için de sevmiştim. :)

Din, mezhep, tarikat vb. saçaklanmaların ontolojisini bilmeden epistemolojisinin yapılamayacağını bilen insanların günümüzde gittikçe artan din ve türevlerinin çatışmalarında yer almayacağı iddia edilebilir. Bu konuda çömeziyle ustasının arasında geçen konuşmalar Gülün Adı'ndaki pek çok mücevher sergileyen nişlerden yalnızca biri olarak düşünülebilir. Şiddet, terör vb. içeren dinî örgütlerin her eyleminde "Gerçek İslam/Müslüman..." diye başlayan cümleleri kuranlar okusalar/dı dünya, kesinlikle, bir başka dünya olur/du.

Kitap, öylesine ayrıntılara giriyordu ki, henüz ellisinde olan bir yazarın kolayca biriktiremeyeceği zenginlik söz konusuydu. Kitap, katmanlarıyla bir iktidar halesi yaratıyordu. Eco'nun, Gülün Adı ile özdeşleşmesi boşuna değildi/r. (Her ne kadar ilerleyen yıllarda "En kötü kitabım/dı!" dese de, ifadesinin kültleşmeyi kast ettiği söylenebilir; çünkü tersi, bilgece ol(a)maz/dı.) Öncesinde ve sonrasında yazdığı metinle
r, belki daha derinlerdi lâkin onun gölgesinde kalmaya mahkûmdular.
Asıl hayat, daha doğrusu iktidar, başkalarının zihinlerinin toplamıdır; bir başka deyişle iktidar, hayattır. Dünya okuru, Gülün Adı'nı alıp ortak kültürel mirasına çoktan dahil etmiştir. Mirasın/ın her öğesi, büyük birer çınardır; kimi zaman müellifini dahi gölgesinde bırakır; mesela Robinson Crusoe, D. Defoe'yu; Ayasofya İsidorus'u gölgesinde bırakmıştır. Lâkin yazarı ya da müellifi ile eseri yan yana yahut aynı bedende yükselenler vardır: Dostoyevski-Karamazov Kardeşler, V. Hugo-Sefiller, Tolstoy-Anna Karenina, Michelangelo-Davut, Ravel-Bolero vb. İşte Gülün Adı da dünya ortak kültürel mirasına müellifi Eco ile aynı bedende yükselmiştir; Eco, henüz hayattayken gerçekleşmiştir bu. Ve çoktan ailenin üyelerinden birine dönüşmüştür tıpkı Decameron, Dante, Cervantes, Shakespeare, Yunus Emre gibi.

Eco, daha çok Rönesans ya da 19. y.y.dan ziyade 18. y.y. Romantiklerine benzetilebilir. Ya da 21. y.y.'ın multi-disipliner yaklaşımları icra edenlerle birlikte düşünülebilir.
Filozof, "bilgeliği sevmek" olduğu kadar önceden gören, önceden sezen, öncede/n yaşayandır da. Bu anlamıyla içinde harmanlandığı pop-art, pop kültür, kitle kültürü, kapitalizm, AB pratiği, küreselleşme vb. kavramlar da onun zihin dünyasını meşgul eder. "L'Espresso" adlı dergide "Bustina di Minerva" adlı köşesinde klavyeye aldığı ve "Pape Satan Aleppe" başlığıyla kitaplaşacak yazıları/nı ben de merakla bekliyorum pek çokları gibi.

Eco, maziyi ele aldığı kadar bugünü de incelemiştir. Bunun en somut örneği, henüz 60'lı yıllarda yurdundaki popüler kültür üzerinden yola çıkarak olguyu analiz etme çabalarıdır. Akdeniz kuşağını, dünyanın geri kalanına göre daha fazla esir alan popüler kültür ve ona angaje olup kilitlenen kitleler, vasatların egemen olduğu bu ışıltılı dünyada kitlelerin aşağılık komplekslerini yenme araçlarından biridir. Bu nedenle "Her tüketim, kompleksi yenme pratiğidir." denebilir. Bu, bir tür kısırdöngü yaratır ama bu konu, yazılamanın sınırları dışındadır.

Her şeyi bir başka şeye benzeterek anlama , zihinsel bir alışkanlık olsa gerek. "Eco, kime benziyordu?" sorusunu bir yana bırakıp Eco'yu okumalı. Metinleri/ni keşfe çıkmalı. Hiçbir kuramın kuru olmadığını göz önünde bulundurarak daha doğrusu aktüel hayatın, tanımlanmış, teorize edilmiş ve edilmemiş kuramların toplamı ve kuramlar arası diyalektik olduğunu gözeterek kaybolmalı metinler/in katmanlarında.

Gülün ömrü az olurmuş ama Eco'yla gül de adı da artık ölümsüz.

Ölümsüz ruhlara selam!

V.Metin

22.02.2016, Ege

*https://www.youtube.com/watch?v=VHRdFILo_Yw