21 Mart 2013 Perşembe

barış üzerine ya da parrhesia

barış üzerine ya da parrhesia*
“usul, esası belirler.”

thales’e sormuşlar, insan için en kolay şey nedir diye, öğüt vermek; peki insanı en son terk eden şey nedir diye sorduklarında ise umut demiş. pandora’nın kutusu içinde kalan son şey de umuttu. evet, umut en son terk eder belki de asla terk etmez insanı. ama nedense bir de nietzsche’yi hatırlarım umut söz konusu olduğunda: “umut, en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.”  meseleye pek çok açıdan bakılabilir. savaştan beslenen kan içicilerden değilsek, ki aklı başında olan hiç kimsenin bunu arzu ettiğini düşünmüyorum, mevcut durumun devamı istenmez.


vicdan yıkamak deyimini kullanıyorum pek çok bağlamda. türkiye’nin kendince bir sorun çözme ‘becerisi’ olduğu hepimizce malumdur. hani adorno, “yanlış hayat doğru yaşanmaz.” der; burada yaşayanlar, bir sorunu çözerken birden çok sorun yaratarak yaşamı içinden çıkılmaz hale getirmekte çok başarılılar. ısrarla bir yanlışı bir başka yanlışla çözmeye çabalayarak zaman, emek, kaynak... israf ederler ama hayatlar(ı) sona erse de umut(ları) hiç tükenmez.


"biz, bize benzeriz." deyimi, sorunların çözülmeden kalmasını da meşrulaştırmakta; karar vericiler, "kim çözmüş ki biz çözelim...” rasyonalizasyonunda. “iktidar olmak” ile “hükümet olmak” kavramlarının özdeş olmadığı ve/veya gör(dür)ülmediği bir ülkede hükümet etmenin sorumluluğu göreli olarak azdır.


türkiye’nin yarımlıklar ülkesi olduğunu sıklıkla pek çok bağlamda kullanmaya başladım. nereye baksam bir yarımlık, hamlık, olmamışlık, çiğlik, tatsızlık, eğreti durmak... barış görüşmelerinde de bunu görmek nedense şaşırtmıyor. barış görüşmelerine başlamadan önce pkk lideri ile ilgili idam cezasını gündeme getiren bir iktidar ve onun başından beklenenleri görünce kavram dünyam körleşip müdrikem lal oluyor.

tarihle barışmak, arı kovanına çomak sokup ortalığa her şeyi saçmak... bu iddialar, çok güzel, çok janjanlı da ülkede somut anlamda değişenin ne olduğu, türkiye’nin uluslararası endekslerdeki yerinin ne anlamda değiştiği, hatta değişip değişmediği tartışılır. müthiş bir pr desteği ile kitleler üzerinde yaratılan, umutla beslenen, bilinçaltı müslüman olan bu ortadoğululuğu ağır basan kitlelerin umutları üzerinden gösterilen havuçlarla gazları alınarak iktidar kendini kökleştirmekte. iktidara tapınan kitleler için kült yaratmak, akp pr’ının ve sözüm ona muhafazakar hareketin şah damarını oluşturmakta.


insan, yaratılan illüzyon içinde şu soruları sormadan edemiyor: neyin barışı, beş bin köy yakılmış, faşist bir asimilasyon uygulanmış ve şaşırtıcı biçimde hala uygulanmakta. orta anadolu, bursa, ege’de sıklıkla olup bitenleri, karadeniz'de yaşananlara bakınca tarihte olup bitenlere sünger çekip geleceğe bakmak, kardeşlik... ne güzel ve kimsenin yadsıyamayacağı ifadeler olarak pr ile yaratılan akp kültünü mutlaklaştırmakta.  istanbul, savaş mağduru kürtlerin hayatta kalmak için verdiği mücadelenin sahnelendiği yerlerden yalnızca biri. kurucu ideolojiye gidilebilir, sorunun kökünü anlamak için ama cumhuriyet, osmanlı’dan devraldığı ermeni meselesine, kürt meselesini eklemiş, yetmemiş, ulus-devlet yaratmak adına içteki gayrimüslim ve türk olmayan unsurları eritip kürtaj ederek kimlik inşa sürecini derinleştirmiş; bu ilke ya da ideoloji etrafında da politika üretmiş. 1970’lerde buna kıbrıs meselesini de eklemiş ve artık büyüyen ve dünyaya göreli olarak entegre olmaya başlayan -artık kim değil ki- türkiye’nin sırtındaki yumurta küfesiyle yaşamasının imkanı kalmamıştır. sermaye, ab, abd, küresel konjonktür.... meselelerin sırasıyla çözümünü istiyor; istiyor da halklar istemiyor mu? en başta da kürt halkı? ama olgunlaşması gerekir bir sorunun çözülebilmesi için. peki can alıcı soru(n) şu: olgunlaştı mı? katalizöre ihtiyaç var mı? az önce saydığımız dinamikler katalizör işlevi görebilir; görmelidir de; barış için değerlendirilebilecek her türlü imkan işe koşulmalıdır.  fakat endişem, yazının alt başlığında dile getirilen “usul, esası belirler.” ilkesinin göz ardı edilmesi. nasıl ki kürt coğrafyası türk kimliği yaratmak, müslüman olmayanlardan arındırmak için ideolojik olarak osmanlı ve cumhuriyet tarafından kullanılmış, ardından da göreli olarak işi bitince kürtleri ezmeye, sindirmeye, asilime ezmeye başlamış emperyal düşler gören iktidar sarhoşluğuyla "hikmet-i hükümet"e teslim olmuşken mi gelecek barış? ergenekon, kck yargılamalarındaki devlet güvenlik mahkemesi kimlikli mahkemeleri koruyan, hatta özel statüde mahkemeler kurarak adil yargılama usullerini ihlal edip hukuku dolaşarak “hile-i şeriye”ye başvuran zihniyet mi?

ayrılık? federatif yapı, demokratik özerklik, güçlendirilmiş yerel yönetimler ve meclisleri, kurucu halk olarak anayasada yer almak, anayasal yurttaşlık, ana dilde eğitim, savunma... pek çok kavram dillendirilmekte. dikey örgütlenme burada da kendini göstermekte. %10 barajı dururken, kck davasından binlerce insan (siyasetçi, öğrenci, akademisyen, gazeteci vb.) sırf kürt kimlikleri nedeniyle içerdeyken, faşistçe yargılanmaktayken neyin barışı?

“barış” deyimi, savaşın ikrarıdır. savaş, neyin savaşıdır? bölünmenin, küçülmenin, varsa yoksa toprak, mülkiyet, fetih, erkek akıl, maziye özlem, kendini mazide konumlandırma, emperyal düşler... şimdi de yeni-osmanlıcılık akımı yaratılmıyor mu? osmanlı coğrafyasına yeniden egemen olmak isteyenlerin megalomanisiyle makaleler yazılıp çizilmiyor mu? sünni şeriatla beslenen erkek akıl, bir tür arkaik kimliksel orgazm yaşamıyor mu üretilen yeni-osmanlıcılık akımıyla.

“elleri kanlı, katil, vicdansız, bunun hesabını vereceksin, intikam(ım) alınacak, kanı yerde kalmayacak, devran elbet bir gün dönecek, yaptığın yanına kar kalmayacak...” bunları çoğaltmak olanaklı. şiddetle beslenen ataerkil kültür, 'erkekçe' bakar meselelere ve şiddeti, gururu, gücü, hakimiyeti temele alarak sorunları çözmek ister görünür; çözmek ister görünür, çünkü, hareket ettiği kavramlarla sorun çözülmez, derinleştirilir. zaten sorunları doğuran, derinleştirilen, kronikleştiren kavramlar ortadayken bu kavramlarla barışı tesis etmek, en kısa anlatımla bir tür illüzyon yaratmaktır.

barıştan yana olan ve karşı olan diye iki kör kategoriye hapsedilemez hayat, entelektüellerin yaşayan herkes gibi kanaatlerini sakınmasızca ifade etmeye hakları vardır, haktan öte sorumluluktur; en çok da entelektüellerin. barışı tesis etmede, hepimiz ortak akla katkıda bulunmalıyız. antik yunan’da duruşmalar karanlıkta yapılırmış ki söyleyene değil de söylenene bakılsın diye; ben de ne erdoğan ne akp ne de öcalan ile ilgileniyorum. somut anlamda yapılan ve bunun sonucu çıktının ne olacağı, simgelerden daha çok ilgilendiriyor beni. elbette tarih, birtakım isimler üzerinden olayları anlatacak; isimler, magazin olmanın ötesinde herhangi bir anlam ifade etmiyor bana. ortak akıl için konunun tarafı olanların bir araya geldiği platform oluşturulamaz mı? yıllardır bu meselenin tarafı olmuş, bu anlamda araştırmalar yapmış kişi, kurum ve kuruluşlar, süreci yönetecek akil bir kişinin yönetimi ve koordinasyonunda neden toplanmaz. sahaya kandil ve öcalan’ın sürülmesi, mit müsteşarı üzerinden bizzat erdoğan’ın inisiyatif alması aristoteles’in çok yerinde ifade ettiği “çok kişinin yanılma ihtimali bir kişinin yanılma ihtimalinden azdır.” tespitine aykırı değil mi? sürece meclis angaje edilerek barış sürecini, millet adına neden meclis yönetmez? mecliste kurulacak barış komisyonunun oluşturacağı akil insanlar ile coğrafyanın geleneğinde olan anlaş(tır)ma kültürü neden işletilmez?

“usul, esası belirler.”, hukukun temel ilkelerinden biridir. metodolojik olarak süreç henüz olgunlaşmadan, erdoğan’a başkanlık yolunu açacak anayasa ve diğer düzenlemelerle ilgili akp - bdp koalisyonu üzerinden kökleri derinlerde, kronikleşmiş, onbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden edilmesine, göçe zorlanmasına neden olan, yüzlerce milyar dolara mal olmuş... bir sorunu -belki de sorunsal demek daha doğru- çözmenin bir yere yol, baraj ya da köprü yapmaktan farklı ele alınması gerektiği açıktır. bu nedenle sürecin yalnızca mit - erdoğan - akp / pkk - kandil - öcalan- bdp üzerinden işletilmesi, sürecin ciddi bir malipülasyonla işlediğinin ikrarı olarak okunabilir.


“barış görüşmeleri”ni, bölgenin yüz yıl önce cetvelle çizilen sınırlarının değişen dünya dinamikleri nedeniyle yeniden çizilmek istendiği günümüzde amaçlananlar, kanımca şunlar olabilir:
a. amerika’ya karşı rusya ve çin’in egemenliğini kırmak için sünni blok kurarak ırak’ın ardından suriye’yi de parçalamak
b. kuzey ırak’taki kürdistan özerk bölgesi’nin ardından türkiye kürdistanı’nı tüzel kişiliğe kavuşturmak; buna suriye kürdistanı’nı eklemek
c. dördüncü ve son halka olarak iran kürdistanı’nı büyük kürdistan’a dahil etmek
d. iran’dan kürdistan’a ilhak edilecek bölgeyle birlikte iran’ın bütünlüğü sarsılarak hazar’ın güneyindeki büyük azerbaycan’ı kurarak iran’ı etkisizleştirmek
e. dört ülkeye yayılmış kürdistan’ı yumuşak da olsa federatif yapıyla birbirine entegre edip suriye kürdistanı üzerinden akdeniz’e açarak türkiye’ye alternatif bir şerit oluşturmak
f. türkiye’yi sorunlu bölgesinden ayırıp ab içinde göreli olarak eritilebilir niceliğe getirerek entegrasyonunu olanaklı hale getirmek
g. ab uyum yasaları arasında yer alan yerel yönetimleri güçlendirme, yeni anayasa, başkanlık sistemi ile yavaş yavaş üniter yapıyı federatif yapıya evriltmek
h. kurulacak federatif yapıyla osmanlı coğrafyasıyla ekonomik iş birliği üzerinden türk sermayesinin ab, abd ve küresel sermaye ile kuracağı ortaklılar üzerinden bölgede hakimiyet kurmak
i. türkiye’nin taşeronluğu ile batı blokunun -ve de facto küresel sermayenin- bölgeye egemen olmasını sağlamak


sonuç
mutluluk, huzur ve refahın optimum bileşkesi olarak okunabilir. insanlar, nasıl mutluluk için mücadele ediyorlarsa toplumlar da temel olarak mutlu bir yaşam sürmek isterler tıpkı tek tek insanlar gibi. bunun hangi şemsiye altında olacağı tali bir meseledir. barış görüşmeleri, huzur ve refah için altyapı oluşturabilecek mi? mutluluğun koşulları olan huzur ve refah nasıl sağlanacak? bu açıdan baktığımda sürecin yeterince olgunlaştığı kanaatinde değilim. her şeyin akp ve taşıdığı taşeron(cu) maneviyatını kaba materyalizme, pragratizme ve bunların bileşkesi olan oportünist zihniyetin kökleşmesine tahvil edildiği, hukukun eğilip büküldüğü bir siyasal iklimde “amaç” olan barışın apar topar sağlanabileceği düşünülmekte. usul ihlallerine rağmen girişimi desteklemek, sürece destek vermek insan olmanın gereği olsa gerek. beklenti çıtasını yüksek tutmak, illüzyon yaratmak, her şeyin mite, insanların kolayca azize, evliyaya dönüştü(rüldü)ğü coğrafyada duygular, mantığa egemen olur sıklıkla. serinkanlılıkla iyileşmeye katkıda bulunmaya gayret ederek ideal olana “roma, bir günde kurulmadı.” özdeyişini hatırlayarak yaklaşılabilir.

* yun. doğruyu söylemek, hakikati söylemek.

v. metin bayrak
istanbul, newroz’13

12 Mart 2013 Salı

karşı duvarlar


karşı duvarlar ya da duvarların saklayamadıkları



sosyoloji eğitiminin ardından güzel sanatlarda akademik eğitimine devam ederek bir anlamda hem mektepli hem de alaylı ressam olarak dokunuyor hayata erdal ateş. bunu, en çok karşı duvarlar adını verdiği sergisinin mütevazı kataloğundaki metni okuyunca görüyoruz. erdal ateş'ten dinleyelim: “Karşı duvarlar, onların (duvarların) içi ve dışı: çocukken eşyasız, boş bir evin içinde olmak beni çok etkilerdi. bazen mahallemizden birileri taşınırdı. O boşaltılmış, eşyasız ev, hemen kendini gösterirdi sanki. Neyini gösterirdi? Bırakılmışlığını. İşte bu bırakılmışlık, kanayan bir yara gibidir. Bir insanı sarıp sarmalayan giysileri çıkardığınızda nasıl insanın çırılçıplaklığı ortaya çıkarsa, bırakılmış evler de aynen öyledir. Hep giyinik görmeye alıştığımız birini, birden çıplak gördüğümüzdeki şaşkınlık ve merak duygu gibi. Şaşkınlık ve merak, beni o boş evlerin kıyısına, kirli pencere camlarına çekmiştir hep.”



çalışmalarını ankara'daki atölyesinde sürdüren erdal ateş'in çalışma alanında resmin yanında video projeksiyon, enstalasyon, fotoğraf ve nesne-ışık düzenlemeleri bulunmakta. işleri, ankara ve istanbul'da kişisel sergilerde, pek çok karma sergide ve 2012 berlin bienalinde sanatseverlerle buluşmuş.

Ateş, resimlerinde, duvarların görüntüsü ile bunların kendisinde yarattığı hayalleri soyutlayarak anlattığını dile getirerek yaratma süreci ve kullandığı teknikle ilgili: ''İnsan eliyle yaratılmış ama parçalanmış, bozulmuş nesnelerin iç içe bir araya gelmesiyle oluşan kompozisyonu ele alıyorum. O görüntüleri hayallerimle birleştirdim. Resimlerde tuval üzerine polyester köpük, üzerine özel çimento, üzerine akrilik boya, özel hazırlanmış boya kullandım ve kimi resimlerde duvarları yansıtmak için elektrik buatları monte ettim.'' (Erişim: 11 şubat 2013: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=28302)



karşı duvarlar başlıklı sergide yer alan resimleri, yukarıda kısaca alıntıladığım öyküsüyle birlikte düşününce bir dizi kavram, aniden kapısı açılan tavan arasından pürtelaş içinde çığlık çığlığa uçuşan yarasalar gibi sardı zihnimi... yakalayabildiklerim:
örmek: geçmişte olanı, yaşanılanı kapatmak adına,  izlerini silmek adına, perdelemek için bir başkasıyla çevirmek...
boyamak: sinen yaşanmışlığı gizlemek, yenilik hissi vererek yanılsama yaratıp mevcuda yeni kimlik vererek mülkiyet(in)e almak...
kapatmak: fişini çekmek, son vermek, kontrolü(nü) elinde tutmak, başka bir sayfaya geçmek...
ambalajlamak: saklamak, için dışa ezilmesini sağlamak, dışsızlığın imkansızlığının göstermek, içini çıkarmak, içe ulaşımı uzatmak, meraklandırmak...
kendimizi yansıtmak: kendimize mal etmek, imza atmak, iz bırakmak, damga vurmak, başkasından farklı olduğunu göstermek, yenilemek, kazımak...
görmek: suretin altına bakmak, özü ifşa etmek, anlamak, yargılamak, tahammül etmek, unutmak, görmezden gelmek, orada olmak, oynamak, mış gibi yapmak...
maskelemek: kabuk bağlamak, dökülmek, ortaya çıkmak, çatlamak, kusmak, zaman, yarayı kapatmak, kanırtmak, kanatmak, hatırla(t)mak...
sinmek: özüne işlemek, tarihinde yer almak, unutamamak, kimliğinin parçası olmak, yok etmenin imkansızlığını hatırlatmak...



gerçek yüzünü gördüm, maske(n) düştü... ifadelerinde örtük biçimde yer aldığı gibi tahammülümüz yoktur... oyunlarla oynamak, geçmişe sünger çekmek... orada yaşayanların kokularını, izlerini boya ve yeni eşyalarla ortadan kaldırdığımızı düşünmek ne büyük safdilliktir... geçmişin izlerini tümüyle ortadan kaldırmak, sünger çekip oturmanın imkansızlığıyla yüzleşmek... her birimizin geçmişten gelen tanıklıklarımızın toplamı olduğumuzu idrak etmek...



varlığı, örtüsüz görmeye cesaretimiz yoktur çoğumuzun... perdelemektir telaşımız... perdelenmiş, ambalajlanmş suretler... yanılsama, verdiği ‘güven’le doldurur insanın kurulmuş içini... örtmeye çabalar, saklarız... makyaj, güzel görünmenin yanında altta duranın saklanmasıdır bir bakıma, kendiyle barışık olmamanın da...



karşı duvarlar, duvar, karşı, karşılaşmak, boyamak, kapatmak, dokunmak, sinmek, geçmiş... gibi daha pek çok kavrama dokunan işlerin yer aldığı bir sergi. bu kavramları resimde ete kemiğe büründürmek, bunu soyut birtakım figürler üzerinden neredeyse paletteki tüm renkleri kullanarak hem de teknik olarak alışılmadık bir yolla işlemek, sanatçılık yanında zanaatçılık da gerektirmekte; erdal ateş sanatçılığın klasik anlamını da taşıyan bir usta olarak ikisinin de hakkını verdiğini gösteriyor yaptığı resimlerle.



sergi, açıldığı günden bu yana daha çok genç sanatçıları istanbullu sanatseverlerle buluşturmaya çalışan galata'daki galeri bu’da 11 ocak - 03 şubat tarihleri arasında gezilebilir...



v. metin bayrak
levet, istanbul, 2013