barış üzerine ya da parrhesia*
“usul, esası belirler.”
thales’e sormuşlar, insan için en kolay şey nedir diye, öğüt vermek; peki insanı en son terk eden şey nedir diye sorduklarında ise umut demiş. pandora’nın kutusu içinde kalan son şey de umuttu. evet, umut en son terk eder belki de asla terk etmez insanı. ama nedense bir de nietzsche’yi hatırlarım umut söz konusu olduğunda: “umut, en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.” meseleye pek çok açıdan bakılabilir. savaştan beslenen kan içicilerden değilsek, ki aklı başında olan hiç kimsenin bunu arzu ettiğini düşünmüyorum, mevcut durumun devamı istenmez.
vicdan yıkamak deyimini kullanıyorum pek çok bağlamda. türkiye’nin kendince bir sorun çözme ‘becerisi’ olduğu hepimizce malumdur. hani adorno, “yanlış hayat doğru yaşanmaz.” der; burada yaşayanlar, bir sorunu çözerken birden çok sorun yaratarak yaşamı içinden çıkılmaz hale getirmekte çok başarılılar. ısrarla bir yanlışı bir başka yanlışla çözmeye çabalayarak zaman, emek, kaynak... israf ederler ama hayatlar(ı) sona erse de umut(ları) hiç tükenmez.
"biz, bize benzeriz." deyimi, sorunların çözülmeden kalmasını da meşrulaştırmakta; karar vericiler, "kim çözmüş ki biz çözelim...” rasyonalizasyonunda. “iktidar olmak” ile “hükümet olmak” kavramlarının özdeş olmadığı ve/veya gör(dür)ülmediği bir ülkede hükümet etmenin sorumluluğu göreli olarak azdır.
türkiye’nin yarımlıklar ülkesi olduğunu sıklıkla pek çok bağlamda kullanmaya başladım. nereye baksam bir yarımlık, hamlık, olmamışlık, çiğlik, tatsızlık, eğreti durmak... barış görüşmelerinde de bunu görmek nedense şaşırtmıyor. barış görüşmelerine başlamadan önce pkk lideri ile ilgili idam cezasını gündeme getiren bir iktidar ve onun başından beklenenleri görünce kavram dünyam körleşip müdrikem lal oluyor.
tarihle barışmak, arı kovanına çomak sokup ortalığa her şeyi saçmak... bu iddialar, çok güzel, çok janjanlı da ülkede somut anlamda değişenin ne olduğu, türkiye’nin uluslararası endekslerdeki yerinin ne anlamda değiştiği, hatta değişip değişmediği tartışılır. müthiş bir pr desteği ile kitleler üzerinde yaratılan, umutla beslenen, bilinçaltı müslüman olan bu ortadoğululuğu ağır basan kitlelerin umutları üzerinden gösterilen havuçlarla gazları alınarak iktidar kendini kökleştirmekte. iktidara tapınan kitleler için kült yaratmak, akp pr’ının ve sözüm ona muhafazakar hareketin şah damarını oluşturmakta.
insan, yaratılan illüzyon içinde şu soruları sormadan edemiyor: neyin barışı, beş bin köy yakılmış, faşist bir asimilasyon uygulanmış ve şaşırtıcı biçimde hala uygulanmakta. orta anadolu, bursa, ege’de sıklıkla olup bitenleri, karadeniz'de yaşananlara bakınca tarihte olup bitenlere sünger çekip geleceğe bakmak, kardeşlik... ne güzel ve kimsenin yadsıyamayacağı ifadeler olarak pr ile yaratılan akp kültünü mutlaklaştırmakta. istanbul, savaş mağduru kürtlerin hayatta kalmak için verdiği mücadelenin sahnelendiği yerlerden yalnızca biri. kurucu ideolojiye gidilebilir, sorunun kökünü anlamak için ama cumhuriyet, osmanlı’dan devraldığı ermeni meselesine, kürt meselesini eklemiş, yetmemiş, ulus-devlet yaratmak adına içteki gayrimüslim ve türk olmayan unsurları eritip kürtaj ederek kimlik inşa sürecini derinleştirmiş; bu ilke ya da ideoloji etrafında da politika üretmiş. 1970’lerde buna kıbrıs meselesini de eklemiş ve artık büyüyen ve dünyaya göreli olarak entegre olmaya başlayan -artık kim değil ki- türkiye’nin sırtındaki yumurta küfesiyle yaşamasının imkanı kalmamıştır. sermaye, ab, abd, küresel konjonktür.... meselelerin sırasıyla çözümünü istiyor; istiyor da halklar istemiyor mu? en başta da kürt halkı? ama olgunlaşması gerekir bir sorunun çözülebilmesi için. peki can alıcı soru(n) şu: olgunlaştı mı? katalizöre ihtiyaç var mı? az önce saydığımız dinamikler katalizör işlevi görebilir; görmelidir de; barış için değerlendirilebilecek her türlü imkan işe koşulmalıdır. fakat endişem, yazının alt başlığında dile getirilen “usul, esası belirler.” ilkesinin göz ardı edilmesi. nasıl ki kürt coğrafyası türk kimliği yaratmak, müslüman olmayanlardan arındırmak için ideolojik olarak osmanlı ve cumhuriyet tarafından kullanılmış, ardından da göreli olarak işi bitince kürtleri ezmeye, sindirmeye, asilime ezmeye başlamış emperyal düşler gören iktidar sarhoşluğuyla "hikmet-i hükümet"e teslim olmuşken mi gelecek barış? ergenekon, kck yargılamalarındaki devlet güvenlik mahkemesi kimlikli mahkemeleri koruyan, hatta özel statüde mahkemeler kurarak adil yargılama usullerini ihlal edip hukuku dolaşarak “hile-i şeriye”ye başvuran zihniyet mi?
ayrılık? federatif yapı, demokratik özerklik, güçlendirilmiş yerel yönetimler ve meclisleri, kurucu halk olarak anayasada yer almak, anayasal yurttaşlık, ana dilde eğitim, savunma... pek çok kavram dillendirilmekte. dikey örgütlenme burada da kendini göstermekte. %10 barajı dururken, kck davasından binlerce insan (siyasetçi, öğrenci, akademisyen, gazeteci vb.) sırf kürt kimlikleri nedeniyle içerdeyken, faşistçe yargılanmaktayken neyin barışı?
“barış” deyimi, savaşın ikrarıdır. savaş, neyin savaşıdır? bölünmenin, küçülmenin, varsa yoksa toprak, mülkiyet, fetih, erkek akıl, maziye özlem, kendini mazide konumlandırma, emperyal düşler... şimdi de yeni-osmanlıcılık akımı yaratılmıyor mu? osmanlı coğrafyasına yeniden egemen olmak isteyenlerin megalomanisiyle makaleler yazılıp çizilmiyor mu? sünni şeriatla beslenen erkek akıl, bir tür arkaik kimliksel orgazm yaşamıyor mu üretilen yeni-osmanlıcılık akımıyla.
“elleri kanlı, katil, vicdansız, bunun hesabını vereceksin, intikam(ım) alınacak, kanı yerde kalmayacak, devran elbet bir gün dönecek, yaptığın yanına kar kalmayacak...” bunları çoğaltmak olanaklı. şiddetle beslenen ataerkil kültür, 'erkekçe' bakar meselelere ve şiddeti, gururu, gücü, hakimiyeti temele alarak sorunları çözmek ister görünür; çözmek ister görünür, çünkü, hareket ettiği kavramlarla sorun çözülmez, derinleştirilir. zaten sorunları doğuran, derinleştirilen, kronikleştiren kavramlar ortadayken bu kavramlarla barışı tesis etmek, en kısa anlatımla bir tür illüzyon yaratmaktır.
barıştan yana olan ve karşı olan diye iki kör kategoriye hapsedilemez hayat, entelektüellerin yaşayan herkes gibi kanaatlerini sakınmasızca ifade etmeye hakları vardır, haktan öte sorumluluktur; en çok da entelektüellerin. barışı tesis etmede, hepimiz ortak akla katkıda bulunmalıyız. antik yunan’da duruşmalar karanlıkta yapılırmış ki söyleyene değil de söylenene bakılsın diye; ben de ne erdoğan ne akp ne de öcalan ile ilgileniyorum. somut anlamda yapılan ve bunun sonucu çıktının ne olacağı, simgelerden daha çok ilgilendiriyor beni. elbette tarih, birtakım isimler üzerinden olayları anlatacak; isimler, magazin olmanın ötesinde herhangi bir anlam ifade etmiyor bana. ortak akıl için konunun tarafı olanların bir araya geldiği platform oluşturulamaz mı? yıllardır bu meselenin tarafı olmuş, bu anlamda araştırmalar yapmış kişi, kurum ve kuruluşlar, süreci yönetecek akil bir kişinin yönetimi ve koordinasyonunda neden toplanmaz. sahaya kandil ve öcalan’ın sürülmesi, mit müsteşarı üzerinden bizzat erdoğan’ın inisiyatif alması aristoteles’in çok yerinde ifade ettiği “çok kişinin yanılma ihtimali bir kişinin yanılma ihtimalinden azdır.” tespitine aykırı değil mi? sürece meclis angaje edilerek barış sürecini, millet adına neden meclis yönetmez? mecliste kurulacak barış komisyonunun oluşturacağı akil insanlar ile coğrafyanın geleneğinde olan anlaş(tır)ma kültürü neden işletilmez?
“usul, esası belirler.”, hukukun temel ilkelerinden biridir. metodolojik olarak süreç henüz olgunlaşmadan, erdoğan’a başkanlık yolunu açacak anayasa ve diğer düzenlemelerle ilgili akp - bdp koalisyonu üzerinden kökleri derinlerde, kronikleşmiş, onbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden edilmesine, göçe zorlanmasına neden olan, yüzlerce milyar dolara mal olmuş... bir sorunu -belki de sorunsal demek daha doğru- çözmenin bir yere yol, baraj ya da köprü yapmaktan farklı ele alınması gerektiği açıktır. bu nedenle sürecin yalnızca mit - erdoğan - akp / pkk - kandil - öcalan- bdp üzerinden işletilmesi, sürecin ciddi bir malipülasyonla işlediğinin ikrarı olarak okunabilir.
“barış görüşmeleri”ni, bölgenin yüz yıl önce cetvelle çizilen sınırlarının değişen dünya dinamikleri nedeniyle yeniden çizilmek istendiği günümüzde amaçlananlar, kanımca şunlar olabilir:
a. amerika’ya karşı rusya ve çin’in egemenliğini kırmak için sünni blok kurarak ırak’ın ardından suriye’yi de parçalamak
b. kuzey ırak’taki kürdistan özerk bölgesi’nin ardından türkiye kürdistanı’nı tüzel kişiliğe kavuşturmak; buna suriye kürdistanı’nı eklemek
c. dördüncü ve son halka olarak iran kürdistanı’nı büyük kürdistan’a dahil etmek
d. iran’dan kürdistan’a ilhak edilecek bölgeyle birlikte iran’ın bütünlüğü sarsılarak hazar’ın güneyindeki büyük azerbaycan’ı kurarak iran’ı etkisizleştirmek
e. dört ülkeye yayılmış kürdistan’ı yumuşak da olsa federatif yapıyla birbirine entegre edip suriye kürdistanı üzerinden akdeniz’e açarak türkiye’ye alternatif bir şerit oluşturmak
f. türkiye’yi sorunlu bölgesinden ayırıp ab içinde göreli olarak eritilebilir niceliğe getirerek entegrasyonunu olanaklı hale getirmek
g. ab uyum yasaları arasında yer alan yerel yönetimleri güçlendirme, yeni anayasa, başkanlık sistemi ile yavaş yavaş üniter yapıyı federatif yapıya evriltmek
h. kurulacak federatif yapıyla osmanlı coğrafyasıyla ekonomik iş birliği üzerinden türk sermayesinin ab, abd ve küresel sermaye ile kuracağı ortaklılar üzerinden bölgede hakimiyet kurmak
i. türkiye’nin taşeronluğu ile batı blokunun -ve de facto küresel sermayenin- bölgeye egemen olmasını sağlamak
sonuç
mutluluk, huzur ve refahın optimum bileşkesi olarak okunabilir. insanlar, nasıl mutluluk için mücadele ediyorlarsa toplumlar da temel olarak mutlu bir yaşam sürmek isterler tıpkı tek tek insanlar gibi. bunun hangi şemsiye altında olacağı tali bir meseledir. barış görüşmeleri, huzur ve refah için altyapı oluşturabilecek mi? mutluluğun koşulları olan huzur ve refah nasıl sağlanacak? bu açıdan baktığımda sürecin yeterince olgunlaştığı kanaatinde değilim. her şeyin akp ve taşıdığı taşeron(cu) maneviyatını kaba materyalizme, pragratizme ve bunların bileşkesi olan oportünist zihniyetin kökleşmesine tahvil edildiği, hukukun eğilip büküldüğü bir siyasal iklimde “amaç” olan barışın apar topar sağlanabileceği düşünülmekte. usul ihlallerine rağmen girişimi desteklemek, sürece destek vermek insan olmanın gereği olsa gerek. beklenti çıtasını yüksek tutmak, illüzyon yaratmak, her şeyin mite, insanların kolayca azize, evliyaya dönüştü(rüldü)ğü coğrafyada duygular, mantığa egemen olur sıklıkla. serinkanlılıkla iyileşmeye katkıda bulunmaya gayret ederek ideal olana “roma, bir günde kurulmadı.” özdeyişini hatırlayarak yaklaşılabilir.
* yun. doğruyu söylemek, hakikati söylemek.
v. metin bayrak
istanbul, newroz’13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder