26 Mart 2012 Pazartesi

Sporun ve Estetiğin Eğitime Etkisi


Eğitime Destek Atölyesi 2011 – 2012
Sporun ve Estetiğin Eğitime Etkisi*
V. Metin Bayrak

Öndeyiş
Bulunduğumuz kurum, ilan edilen konuşma başlığı, seminerin gerçekleştirildiği fiziki mekân, aramızdaki mimari hiyerarşi vb. buyurgan bir söylemi “a priori” barındırmakta; işin trajik yanı, sıklıkla bunun farkında olmamamız. Bilgi, özellikle bilginin üretimi, paylaşımı ve uygula(n)ma sürecinde ideoloji ile kurumsal bir işbirliği içinde hareket etmekte ya da daha güçlü bir anlatımla bilginin ancak, ideoloji ya da iktidar olan kurumlarla ilişki içinde üretimi, paylaşımı ama özellikle de uygula(n)ması mümkün olmakta. Bunu şunun için dile getirmek ihtiyacı duydum: Foucoultca bir ifade ile “İktidar, söylem üretir.” Biz de burada üretilmiş söylemleri temele alarak bir söylem üretme denemesinde bulunacağız; iktidarın dışında olmaya çabalamanın beyhudeliğiyle.

Bu çalışmayı yaparken gerek kütüphanelerden gerekse internetten makale ve kitaplara ulaşmaya çalıştım ama ne yazık ki doğrudan aradaki ilişkiyi didikleyen ya da kendine bu ilişkiyi “sorun” edinmiş çalışmalara pek rastlamadım.  Buna tanık olmam, konuşma içeriğinin biçimlenmesine ve ileri süreceğim tezlere de kaynaklık etti.

Çalışmanın yönetimine dair şunu söylemeliyim: biz felsefecilere bir soru sorduğunuzda “temellendirme” ihtiyacı nedeniyle size dünyanın kaos olduğu dönemden başlarız anlatmaya. Konuşmamdaki başlıklar: Öndeyiş, Sorular, Giriş, Eğitimin Amaçladığı İnsan, Kuşbakışı Eğitim Tarihi, Modernizmin Nesnel Aklı Kıskacında Eğitim, Aydınlanma’nın / Kant’ın Eğitimi ve İnsan, Post-Kapitalist Toplum ve İnsan, Düalizm Çıkmazında İnsan ve Eğitim, Eğitim Nedir?, Spor - Beden Eğitimi Nedir?, Sporun Kişilik Üzerine Etkileri, Estetik Nedir?, Estetiğin Nesnelleştiği Müzik ve Eğitim, Spor ve Estetiği Hemhal Kılan Bir Ritüel Olarak Dans, Sonuç ve Tezler.
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­____________________________
* 24 Mart 2012’de Fatih Üniversitesi’nde Eğitime Destek Atölyesi kapsamında yapılan konuşma metni

Sorular
Konuya başlamadan önce birtakım sorular ile konuya zihinsel bir hazırlık yapalım istiyorum. Çünkü soru, en parlak yanıttan daha evladır. Yanıtlar; insanı, verileni kayıt etmeye, sorular ise bunları aşarak konuyu didiklemeye sevk eder.
Eğitim nedir?
Kimin eğitimi?
Ne ile eğitim?
Eğitimin amaçları nedir?
Eğitim anlayışının dayandığı bir felsefe ya da felsefeler var mıdır? Varsa nedir?
Eğitim veren otorite kimdir? Hangi geleneklerden beslenmektedir? Bu gelenek nedir?
Eğitim, egemen ideolojiden arındırılabilir mi?
Özne, dünyaya hâkim olan Zeitgeist’a rağmen yetiştirilebilir mi?
İndirgemeci ya da bütüncü kavrayıştan hangisi olguyu açıklamaya daha uygundur?
İnsan, belli bir özelliğine, mesela zihinselliğe, indirgenerek açıklanabilir mi?
İnsanın bedensel yapısı öğrenmesi üzerinde etkili midir?
Öznenin artistik eğilimleri ile mizacı arasında ne tür bir korelasyon vardır?
Bedensel ve ruhsal yapı, birbirinden koparılabilir mi?
Estetik bilinç yalnızca sanat eğitimiyle mi edinilir?
Beden yapısı ile kendilik algısı arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Şiddet ile sanatsal etkinliklere angaje olmak arasında ne tür bir korelasyon vardır?

Giriş
Eğitim, eğitim felsefesine göre dizayn edilir. Eğitim felsefesi, mevcut insan imgesini temele alarak insandan ne anlaşıldığını serimler; kuramsal bilgiyi mevcut olguya göre oluşturur. Eğitim, insanın harici, sistemli ya da değil toplumsal özne ya da öznelerce biçimlendirilme çabalarının toplamı olarak da okunabilir. Mevcut insan kimdir? Eğitim, toplumun insan imgesine rağmen yapılabilir mi?

Eğitim nedir? Eğitim, nasıl bir felsefeye göre tasarlanmalıdır? sorularıyla ilgili eskilerin tabiriyle “efkâr-ı umumiye”de yani kamuoyunda hala bir konsensüs olmaması, üretilen politikaları da tartışılır kılmakta. Bu olguyla ilgili son örnek 4+4+4 konusunda yaşanmakta. Eğitimi, hangi “insan”ı temele alarak ya da referans değer olarak belirleyip “dizayn edeceğiz”? Eğitimin amaçları, yetiştirilmek istenen insana göre belirlenmekte; bu insan ise yaşayan tarihsel bir özne olarak sürekli evirilerek değişmekte. İnsan, bir bütün olarak değerlendirilebileceği gibi indirgemeci bir mantıkla belli türden bir özelliği temele alınarak da kategorize edilebilir. Eğitimin genel amaçlarına bakıldığında ideolojinden arındırılmış şekilde -olguda bu ne kadar olanaklı hiç kuşkusuz tartışılır-, temel ilkeler, amaçlar bağlamında geniş bir konsensüs olduğu görülebilir. Nedir bunlar?
* Özgür
* Kendi olanaklarının farkına varabilen
* Kendini ifade edebilen
* Yeteneklerini geliştirme imkânı bulabilen
* Ailesine, toplumuna faydalı
* Sosyal
* Doğaya karşı duyarlı
* Üretken
* Kendiyle barışık
* Mutlu

Günümüz toplumları, acımasız bir rekabete adeta yarışçılar yetiştirmek amacıyla bakmaktalar eğitime; bakış bu olunca da yetiştirilmek istenen insan da şu şekilde belirleniyor: "Yeni yüzyılın insanı, geniş düşünce ufkuna sahip, bireysel yeteneklerini geliştirebilen, inisiyatif kullanabilen, çok yönlü, değişime ve hıza uyum sağlayabilen insan olacaktır. Bu değişime paralel olarak eğitim, en hızlı yeniden yapılandırma (bold, V.M.B.) ihtiyacı olan hizmet konumuna gelmektedir."[1] 

Eğitim, kuramsal olarak belirlenen amaçlara göre gerçekleştirilebilir mi? Bunlar, hiç kuşkusuz idealler olarak hedef anlamında koyulmakta. Hayat, sonsuz değişkenin kesiştiği noktada yükselmekte. İnsan, yalnızca kuramsal olarak çerçevesi çizilmiş kurumsal yapılar içinde öğrenmez; o, herhangi bir kalıbın içine sokulamayacak denli karmaşık bir yapıya sahiptir.

İnsan, yalnızca örgün ya da yaygın eğitim içinde öğrenmez; kültürel yani antropolojik olarak da öğrenir; bu, hayattır. Eğitimin, sıklıkla bir tür ütopya olduğu, hayattan kopuk olduğu, salt kuramsal bilgilerden kurgulanmış bir tür yapay ortam olması nedeniyle amaçlananları gerçekleştirmekten uzak olduğu vb. eleştiriler işitiriz. Sıklıkla hak verir; zımnen de katılırız. Bu, olguda, yani hâlihazırda yapılan eğitimde, işlerin beklenen noktanın uzağında olduğunun bir tür ikrarıdır.

Eğitimin Hedefi Olan Özne Kimdir?
Hayat, doğru - güzel - iyi kavramları üzerinde yükselir. İnsan, doğal bir canlıyken eğitim kurumu ile özneleştirilir; ahlaksal, toplumsal bir varlığa dönüştürülür. Özneleşen insanın kimliği, kişiliğinde nesnelleşir. İşte bu özne, eğitim kurumunun hedef kitlesinin bir üyesidir. Amaç, olguya rağmen değil, olguyla örtüşecek nitelikte yapı belirlemektir.

Eğitim, bir olgu olarak kurumsal bir çerçeveye, insanın yerleşik hayata geçtiği neolitik dönemde kavuşur; ama daha önce avcı ya da toplayıcı toplumlarda da farklı bir form ve içerikte eğitime rastlanır. Çok somut bir örnek olması açısından İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Sümerlerdeki okulun animasyonunu görmek, eğitimin bir kurum olarak beş bin yıldır çok da değişmediğine tanık olmak, eğitimdeki “reform”lara kuşkuyla bakmaya sevk ediyor insanı.

Kuşbakışı Eğitim Tarihi
Avrupa merkezci bir bakışla eğitim tarihine kronolojik bir göz atmak, verili tarihteki kimi kilometre taşlarını anımsamak, çizeceğimiz kuramsal çerçevenin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır.

Antik Yunan Uygarlığı'nda yalnızca özgür yurttaşlar yani genç erkekler eğitim alır; belli bir süre askerliğin ardından vatandaşlık yemini ederek parlamentoya girmeye hak kazanırlar.

Sofistler, site devletlerinin bu muhafazakâr anlayışlarına karşı çıkarak eğitimi geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla site site dolaşıp çeşitli eğitim verirler.

Sokrates, hiçbir insanın doğuştan kötü olmadığı, kötülüğün temelinde bilgisizlik yattığı varsayımından hareketle eğitimin asıl amacının insanın doğuştan getirdiği temel erdemlerin ortaya çıkarılması olduğunu ileri sürer.

Platon, insanın çok yönlü (bedensel, estetik, karakter, mesleki ve felsefi eğitim) yetiştirilmesi ile devlete ve topluma daha iyi hizmet edeceğini savunur.

Aristoteles'e göre insan, "zoon politikon"dur, yani politik bir hayvandır. Eğitimin ana amacı, insanı, toplumun erdemli ve bilgili bir öznesi kılmaktır.

Helenistik devirde eğitim, yerel kimliğini yitirmeye başlar; Akdeniz periferisi ve Hint Uygarlığı ile temas nedeniyle küresel bir boyut kazanmaya başlar. Bu sıralarda ortaya çıkan iki ayrı eğitim anlayışı toplumda derin izler bırakarak pek çok insanın angaje olmasına neden olur; bunlar:
a. Stoacılık: Mutluluğa ancak bilgelik ile ulaşılabilir. Amaç, ne asker ne de vatandaş yetiştirmektir. İnsan, bir dünya vatandaşı yani kosmopolitas olarak yetiştirilmelidir. Toplumdaki hiyerarşik yapılanmaya da karşı çıkarlar.
b. Epikürosçuluk: Eğitim, bireysel açıdan ele alınır. İnsanın devletin ya da dinin perspektifi açısından yetiştirilmesine karşı çıkarlar.

Roma'da eğitimin ana amacı, iyi vatandaş yetiştirmektir. Roma'nın insan yetiştirme anlayışına göre eğitim, teorik amaçlardan çok pratik amaçlara hizmet etmelidir. Seneca, "İnsan, okul için değil, hayat için öğrenmelidir." diyerek Roma döneminin eğitime bakışını dillendirir.

Roma'nın güç kaybetmesiyle Hıristiyanlığın imparatorluk topraklarında gelişmesi eşzamanlı gerçekleşir. Hıristiyanlık döneminde eğitimin amacı, insanın tanrıyı anlamasıdır. Eğitimin odağında insan değil tanrı yer alır. İnsan, eğitimin sağladığı araçlarla tanrıyı anlamalıdır.

Rönesans ile ortaçağın skolâstik eğitimi, yerini seküler, laik eğitime bırakmaya başlar. Hıristiyanlığın dogmaları nedeniyle araştırma alanı dışında bırakılan insan ve doğa, yeniden araştırma konusu yapılır. İnsanın araştırma konusu yapılması, Hümanizmi doğurur. Artık cin şişeden çıkmıştır. Reform hareketleriyle birlikte Hıristiyan Roma Din Devleti'nin gücü kırılmaya başlar ve 19. yüzyılın imparatorlukları ve 20. yüzyılın ulus-devletlerinin temeli olan prenslikler güç kazanmaya başlar. Kilisenin monolitik yapısı otuz yıl savaşları, İngiliz Kralı 8. Henry’nin Vatikan’ın onaylamadığı evlilik nedeniyle Angilikan Kilisesi’ni kurması,  kilisenin başına geçmesiyle otorite enikonu sarsılır. Bu ve benzeri gelişmeler kilisenin gücünü kaybetmesiyle sonuçlanır.

Aristokrasi yanında yeni yeni gelişen burjuvazi, yönetime katılıp pay almak için hareket eder ve Fransız İhtilali gerçekleşir; lakin bundan yaklaşık 100 yıl önce İngiltere’de kansız biçimde gerçekleşen devrim ile Fransız İhtilali’nin getirdiği kavramlar ve yönetim anlayışı İngiltere’de kurumlaşmıştır. Ama kansız tarih yazılmaz. Bu da diğer ulusların İngiltere’ye değil de Fransa’ya bakmalarına neden olur. Sonuç olarak değişim, kanla gerçekleşir.

Gerek 18. yüzyıl İngiliz, Fransız ve Alman aydınlanması gerek Fransız İhtilali’nin getirdiği özgürlük – eşitli – kardeşlik kavramları ve yarattığı heyecan, yeni bir Hümanizm akımının doğmasına neden olur. Bu anlayış, şu anda AB ve periferisinin eğitim anlayışının temelini oluşturan klasik eğitim anlayışıdır.

20. yüzyıl, pek çok açıdan 19. yüzyıla değin süren eğitim mücadelesinde ya da kültüründe bir tür geri gidiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ya da büyük paylaşım savaşları, anti-demokratik, totaliter, faşist örgütlenmeleri yaratmıştır. İnsan, devlet ya da yüksek idealler için feda edilebilir bir varlık olarak telakki edilir. Bütünün ya da toplumun ihyası için insan ya da birey feda edilebilir, ihmal edilebilir olarak görülür. Aslolan devletin bekasıdır. Hal böyle olunca da ideolojinin temel araçlarından birine dönüşür; hatta Althusser’in deyimiyle devletin ideolojik aygıtlarından birine.[2]

1960’ların özgürlükçü akımları, bireyin yeniden eğitimin merkezi haline gelmesine neden olur. Her geçen gün artan bireysel talepler, uluslararası anlaşmaların etkisiyle ya da uluslar arası hukukun da sağladığı güvencelerle kurumlaşmaya başlar.

Marx’ın çok yerinde dile getirdiği gibi her öznenin bilinci, yaşadığı hayata göre biçimlenir; günümüz eğitim anlayışı, bireysel olarak inisiyatif alabilen özneler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. 

Modernizmin Nesnel Aklı Kıskacında Eğitim
Bugünün dünyası, kurumları tanımlarken önüne “modern” nitelemesini koyar; eğitim, hayat, mimari vb. moderndir; o halde nedir bu modernlik ya da Modernizm? Modernizm, rasyonalist filozof Descartes ile başlatılır. Düalist ya da Kartezyen felsefe anlayışıyla insan aklı, Aydınlanmanın habercisi olabilecek olgunluğa ulaşır.

Aydınlanma’nın Kant’ta dile gelen eğitim anlayışı, eğitim sayesinde insanın nasıl biçimlenmesi gerektiğini üç madde şeklinde şöyle formüle etmektedir:
a. Önce disipline boyun eğdirilmelidir.
b. İkinci olarak eğitim, insanı aynı zamanda kültürle donatmalıdır.
c. Üçüncü olarak eğitim, kişiye ayrıca ayırt etme melekesi ve anlayış (basiret) kazandırmalıdır.[3]

Kant’ın nesnel aklı yüceleştirerek belirlediği eğitim anlayışı jakobenizmi, modernist dayatmacılığın meşru temeli olarak kullanır; ama “cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir.”

Devlet, siyaset kurumunun ana aktörü olarak eğitimi dizayn eden başat aktördür. Eğitim, kurumsal bir çerçeveye ulus-devlet ile kavuşturulup geniş kitlelerin erişimine açılır. “Gramsci’ye göre kültür, toplumsal ve siyasal iktidarın gereksinimlerine göre yeni insan tipinin yaratılmasında ve dolayısı ile kitlelerin aktif/etkin rızalarının sağlanmasında merkezi bir yere sahiptir. Dolayısıyla devlet, sadece zorlayıcı/baskıcı bir kurum değil aynı zamanda da kitleleri eğiten ve hükmettiği kitlelerin etkin rızasını oluşturmaya çalışan ahlaki bir kurumdur.”[4]

İnsan, kurulmuş bir varlıktır. Kuramsal bilgilerle sınırları çizilen insan olgusu, belirlenmiş sınırlara sokulmaya çalışılan bir varlıktır. Varlık, imge, simge, ad. Bunların her biri farklı kategorilerdir. İnsan, reel bir varlık olarak insan tarafından bilme konusu yapılır ve hakkında kuramsal bilgiler üretilir; insan, kendine, üretilen bu kuramsal bilgilerle bakar. İnsan nedir? Tarihsel süreçte pek çok yanıt verilmiştir; bunlardan bazıları:
* Homo habilis
* Homo sapiens
* Homo ludens
* Homo economicus
* Homo consumes
* Homo mechanicus
* Zoon politikon
* Homo, homini lupus

İnsanı tanımlama şeklimize göre kurumları tesis etmekteyiz. Eğer, onu bir kul olarak tanımlarsak daha çok tanrıyı anlamak, öbür dünyayı kavramak ve tanrısal buyruklara koşulsuzca itaat etmesi için yetiştiririz. Eğer, onu bir yurttaş olarak tanımlarsak, devletin asli çıkarları ya da kısa bir anlatımla devletin bekası için yetiştiririz. ‘Meşru’ olan, kuramsal bilgiye uygunluktur. O halde, eğitimden söz etmeden önce insandan ne anladığımızı, bir insan doğasının varlığı tartışma konusu yapılmalıdır.

Modernizmin sonucu olan ulus-devletlerle eğitim, geniş bir toplumsal zemine yayılmış, böylece ayrıcalıklı sınıflara özgülüğü sona ermiştir. Fakat toplumsal ayrışma ya da tabakalar varlığını sürdürmektedir. Eğitim, bir insan hakkı olarak ve demokrasilerin fırsat eşitliği prensibiyle kurumsal hale getirilmesine karşın eşitliğin sağlandığı iddiası gerçeklikle örtüşmemektedir. “Bir çocuk, eşit nitelikte okul eğitimi hakkına sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu nadiren elde edebilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekâlâ mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrumdurlar. Bu avantajlar evdeki sohbetlerden ve kitaplardan, çocuğun hoşlanacağı tatil gezilerine ve hem okulda hem de okul dışında yer alabileceği farklı ilgi alanlarına de uzanmaktadır.”[5]

Kapitalizmin kurumlaştırdığı liberal ekonomi ve toplum, eşitliği fırsatlar bağlamında garanti altına almıştır. Aydınlar, kapitalizmin liberalizm üzerinden meşrulaşmasının cellâtları olmuştur. Üretilen bilgiler, özellikle kuramsal düzlemde olguyu kavramak için makro bakış açıları sağlamakta. Modernizm ile yeniden kurgulanıp tanımlanan hayatın gelenekle bağları kesildiğinden modern insan aydınların belirlediği çerçeveden dünyaya ve eğitime bakmaktalar. Kuramsal bilgi, okulda yapılan eğitimi fetişleştiriyor. “Kuramsal bilgi, bize çocukların okula ihtiyaç duyduğunu, çocukların öğrenme işini okulda başarabileceklerini söylüyor. Fakat bu kuramsal bilginin kendisi, okul denen kurumun bir ürünüdür.”[6] Eğitim, liberal-kapitalist devletin ideolojik araçlarından biridir. 1980’lerle birlikte kamunun ilkesel olarak ekonomiden çekilip yerini özel girişimlere bırakarak kamu hizmetlerini delege etmesiyle eğitim, kapitalist ekonominin iştahını açan en büyük sektörlerden biri olmaya aday hale gelmiştir. Eğitim, ideolojik ve ekonomik nedenlerle masum değildir artık. İnsan, okul denen süreci tamamlamadığı koşulda bir hiçtir.

Kapitalizm, Protestan ahlakıyla gelişip kurumlaşmıştır. Ulus – devlet, Modernizmin nesnel aklıyla insanı yukarıdan aşağıya biçimlendirme politikalarını aydınlarla ve aydınların üretimi olan bilgilerle meşrulaştırır. “İnsanlar mutlu olmak ister; bu istek neredeyse evrensel olduğundan, eğitimin amaçları arasında mutluluğun da yer alması beklenirdi. Belirtilen amaçlar arasında onun genellikle yer almaması, Batı toplumunun hala bir Püritenlik batağına saplı kaldığının bir işareti sayılabilir.”[7]

Günümüzdeki akademik başarının bu denli önemsenmesi, püriten ahlak anlayışından da kaynaklanmaktadır. Marxizmin temel tezlerinden olan altyapı-üstyapı ilişkisi, kapitalist üretim ilişkilerinin Anglo-Sakson pragmatizmiyle harmanlanmasından doğan verim, akademik başarı, işlevselcilik vb. kavramlar, eğitimi belirleyen özneleri biçimlendirmektedir.

Eğitim, toplumsal ayrışmanın aracı olabileceği gibi toplumsal bütünleşmeye de hizmet edebilir. Bu yargı, bizi, şu tezi ileri sürmeye sev etmekte: Eğitim, toplumsal yapıyı oluşturma araçlarından biridir.

Pedagoji, bir bilim olarak Modernizm tarafından kutsallaştırılır. Üretilen kitabi bilgiler, geleneğin binlerce yıllık birikimle ürettiklerinin yerine geçirtilir; yer yer zorla yapılır bu. "Pedagoji, güç kullanımı için bir belge türüdür. Çocuklarına dayak atan veya ruhen eziyet eden ebeveyn bunu daima pedagojik olarak haklı çıkarabilir."[8] Devlet de eğitim politikalarını. Gramsci'ye göre "Kapitalist toplum geliştikçe, burjuvazi, görevi burjuva ideolojilerini olgunlaştırmak ve sistemleştirmek olan aydınlar bulur ya da yaratır."[9]

Ahlak, "ben"in değil "biz"in olduğu yerde vardır; ahlak, "ben"i "biz" içinde eritir; eritmesi onun varlık nedenidir. Eğitim, ister kurumsal olsun ister olmasın hedef aldığı özneyi ezerek biçimlendirme sürecidir. 18. yüzyıldan itibaren geniş kitlelere yayılan eğitim, her geçen gün kazandığı biçimsel yapısıyla bizatihi iktidarın kendisine dönüşmüş durumdadır. Eğitim, tartışma konusu değildir artık. Mutlaklaştırılmıştır. Sorgulama konusu dahi yapılmaz. Bir şeyin nasıl olduğu ne olduğunun ardından gelir. Eğitimin "nasıl"ı üzerinde tartışılmakta; yaklaşımlar farklı olsa da kabuller aynıdır. İktidarın kendisini temsil eden ya da eğitimde nesneleşen iktidar, "meşru" görülen eğitim ile kendini yaşatmakta. Eğitim ile ilgili akıl yürütmelerde şeytanın avukatlığını yapıp eğitime dair çeşitli sorular sormak, çoktan unuttuğumuzu, kurtulduğumuzu sandığımız putlarımızın hala capcanlı varlıklarını sürdürdüklerini gösterir bize.

Eğitim üzerine düşünüp akıl yürütürken özellikle makro düzeyde zamansal ve kurumsal anlamda nerede ve hangi zamansal dilim içinde yaşadığımızı göz önünde bulundurmadan kuramsal çerçeve çizip kuramsal bilgiler ileri sürmek, olgudan uzaklaştırır. Devlet, küreselleşme, kapitalist üretim ilişkileri... bu makro yapıların içinde biçimlenen ve varlık kazanan eğitim, bunlara "rağmen" olamaz; olsa olsa bunların bekası içindir. Bütün çocukların aynı kalıp içine sokulması, olgudan kopuk çok ciddi yanlışlar barındıran bir varsayım ile hareket eder. "Bir olgunun kavramsal tasarımı, bir olgunun kavranılması, asla o olgunun kendisi değildir. İşte bu nedenledir ki, aynı olgular dünyasında yaşayan insanlar birbirinden farklılık gösterir. Kişiliğin birlik ve bütünlüğü, her insanın varlığında çekirdek halinde bulunur. Birey hem kişisel bir birlik ve bütünlüğü barındırır kendisinde hem de bu birlik ve bütünlüğün bireysel damgasını taşır; dolayısıyla, hem bir tablo, hem de onu yapan sanatçıdır."[10]

Post-Kapitalist Toplum ve İnsan
Adorno, kültür endüstrisi kavramını analiz ederken boş zaman, eğlenme kavramları üzerinde durur. Ona göre insan, kültür endüstrisinin etkisini en çok boş zamanı doldururken ya da eğlenirken hisseder. Post-kapitalizm, insanın üretimdeki etkisini her geçen gün azaltırken ortaya çıkan zamanı tüketerek, eğlenerek geçirmesini dayatır.[11] İnsan, kendini, tüketerek iyi hisseder. Bunun için reklamlara, afişlere, billboardlara, ilanlara vb. bakmak yeterlidir. Kültür ve eğlence, meta tüketiminin yanında yer alır. Kültür endüstrisi tarafından maniple edilen görsel kültür, insanı uyaran bombardımanına maruz bırakır.

Beslenme şartlarında meydana gelen değişim, görsel bir dünya içinde yaşamamız, uyaran çokluğu, çocukların bedensel ve seksüel anlamda erken olgunlaşmalarına neden olmakta. Fakat zihin ve kişilik, beden ile eşzamanlı gelişmemekte. Obezite, bugün, gelişmiş kapitalist ülkelerin en önemli sorunları arasında yer almakta. Beslenme alışkanlığı, değişen damak zevki, kapitalist üretim anlayışının maksimum kar ilkesi, insanlara tüketici olarak bakmakta; ulus-devlet ve kurumları, sermayenin hizmetlisi; sermayenin talep ettiği düzenlemeleri sorgusuzca yapar hale gelen bürokratik bir mekanizmaya dönüşmüş durumda.

Düalizm Çıkmazında İnsan ve Eğitim
İnsan, parçalı biçimde görüldüğünde onu bu parçalardan birine indirgeyerek anlama ve açıklama eğilimi vardır; oysa Yunanlıların "kişiyi mükemmele yönelten eğitim metotlarının özelliği, kafa ve bedenin aynı özen ve ciddiyetle eğitilmesini öngörüyordu. ...Zihinsel eğitimin yanında atletik yarışmalara katılarak kazanılan "fiili yeterlilik", kişinin sağlıklı bir öz yapıya kavuşabilmesi ve kültürünü geliştirmesi için öngörülen bir koşuldu.”[12]

Eski Yunan'da "eğitimciler, beden ve kafa gelişimini bir bütün olarak telakki ediyorlar, felsefelerine göre, "Sağlam bir kafa ancak sağlam bir beden yapısında bulunabilir." tezini savunurlar. Bu anlamda tüm eğitim kurumlarının Taç Kapı'larında "Nous İyiis, Somati İyiyes" sloganı hak edilmiş ve bu slogan, site vatandaşlarının bilinçaltlarına yerleşecek şekilde gözler önüne serilmiştir. ...Eski Yunanlılar, bu eğitim ve kültür ideallerini "Kalos" ve "Agathos" kelimelerinin birleşmesinden oluşturdukları, "Kalokagathia" kavramı ile vücudun sağlıklı bir şekilde, ruhun, aklın eğitilerek gelişmesi ile bağlantılı olarak estetik ve mükemmelliğin ahenkli birliğini yani "İnsan-ı Kâmil"i ifade etmeye çalışmışlardır."[13] İnsan-ı kâmil ya da kâmil insan, bütün kültürlerin, dinlerin amaçladığı insandır. İnsan yetiştirmede kullanılan yöntemler, araçlar farklı olsa da amaç bellidir ve bu amaç, ortak akılla belirlenmiş olup üzerinde tarihsel konsensüs sağlanan ender değerlerden biridir.

Sorular ve anımsatmalardan sonra sırasıyla eğitim, spor ve estetik kavramlarına, ardından da aralarında ne tür ilişkiler kurulabileceğine; bunun, insanın sağlıklı ve mutlu bir kişi olarak inşasına ne tür etkileri ve/veya katkıları olabileceğine bakalım.

Eğitim – Spor – Estetik (– Etik)
Akademik gelişim, koşut biçimde spor, estetik ve etik ile desteklenmedikçe ortaya çıkan özne kadük olmaya mahkûmdur. Başlıkta bir kavram eksik, onu var(mış) gibi kabul ederek hareket edelim; fakat konuşmanın odaklanacağı iki kavram: spor ve estetik.

İnsanla ilgili bütüncül bir bakışla şu tez ileri sürülebilir: İnsan, altı ayrı kategorinin toplamı ya da bütünü olarak tanımlanabilir: Fiziksel, sosyal, duygusal, hormonal, entelektüel ve tinsel ya da manevi.

Spor, insanın fiziksel, sosyal ve entelektüel anlamda uyarılmasını sağlar; bu da insanın bu kategorilere olan ihtiyacını gösterir. Spor ile ve sportif oyunlarla toplumsal ilişkiyi, rekabeti, işbirliğini, süreci, sonucu vb. kavramları yaşantıyla deneyimleyen insan, sağlıklı bir gelişim gösterebilir. Konuyla ilgili şu tez ileri sürülebilir: Estetik, insanın duygusal, entelektüel ve hormonal anlamda uyarılmasıdır. 

Eğitim Nedir?
Eğitim, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” şeklinde tanımlanıyor.

İngilizce ve diğer Batı dillerinde education olarak adlandırılan eğitim, semantik açıdan Latince educare fiilinden gelir; inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek manasındadır.

Eğitim, insanın doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, kapsayıcı bir tanımın yapılması eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanların, toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir.

Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür. Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin (özellikle okulun) etkisi altında sosyal yeterlilik ve optimum bireysel gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir.

Eğitim, önceden saptanmış esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizesidir.

Eğitim, insanın davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir.

Genellikle resmi, yani kurumsal, eğitimle bir kullanıldığından bağlama göre öğretim, öğrenim gibi kavramlarla sıkça karıştırılmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde eğitim kavramı, iki genel çatıda tartışılabilir: toplumsal ve kurumsal eğitim.

 Spor Nedir?
Spor, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Bedeni veya zihni geliştirmek amacıyla kişisel veya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre uygulanan hareketlerin tümü” şeklinde tanımlanıyor.

Spor ya da idman önceden belirlenmiş kurallara göre, kişisel veya takım halinde yapılan rekabet amaçlı yarışma ve kişisel eğlence veya mükemmelliğe ulaşmak için yapılan fiziksel aktivitelerdir. Spordaki en önemli etmenler, kişilerin fiziksel kapasiteleri, yetenekleri, galibiyete olan inançlarıdır.

Beden Eğitimi Nedir?
Beden eğitimi, eğitimin, insanın beden sağlığını ve becerilerini geliştirmeye yönelik dalıdır; insanın zihinsel eğitim kadar bedensel eğitime gereksinmesi olduğu düşüncesine dayanır. Beden eğitiminin geçmişi, uygarlıklar tarihi kadar eskidir. Günümüzden yaklaşık 2.400 yıl önce yaşamış olan Platon’un "Gerçek müzisyen ve sanatçı, müzikle jimnastiği en doğru oranlarda birleştirebilen kişidir." sözleri, Eski Yunan’da beden eğitimine verilen önemi gösterir.

Eskiçağlarda beden eğitime verilen bu önem, sonraki yüzyıllarda unutulur. Zihinsel eğitimin beden eğitimiyle ilişkisi göz ardı edilir. Beden eğitimine yeniden dikkat çeken kişi, 18. yüzyılda Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau olur. Rousseau, Emile (1762) adlı yapıtında[14] beden eğitiminin okul dersleri arasına girmesi gerektiği görüşünü savunur. Okullarda beden eğitimi derslerini koyan ilk ülke ise 1814'te Danimarka olur. Daha sonra Danimarka’yı başka ülkeler izler. Bugün, ilköğretimin zorunlu olduğu hemen bütün ülkelerde beden eğitimi ders programında yer alır.[15]

Spor, yalnızca bedensel ve fiziksel gelişime etki etmez; aynı zamanda bir sosyalleşme aracıdır. Eğitim, bir anlamda insanın her gün yeniden yapılan(dırıl)dığı bir süreç olması bakımından kendini ifade edecek mecralara gereksinim duymaktadır. Sportif etkinliklerde bulunan insan, kendisiyle benzer yaşta, sosyo-kültürel özellikleri taşıyan insanlarla bir arada olmak imkânı bulur; bu, kendini güvende hissetmesini sağlar; bu güvenle de kendini ifade eder. Aidiyet, özellikle erinlik – ergenlik dönemini yaşayan ve özneleşme sürecinin görece en sert dönemlerindeki insan için başat bir sorunsaldır. İşte bu problematik dönemde sportif bir etkinlik, aileden kopup biyolojik doğumunun ardından sosyolojik olarak doğup bağımsız bir kişilik kazanmak isteyen özne için temel araçlardan biridir.

Bir başka önemli nokta ise grup normu ve suça eğilim. Erinlik – ergenlik dönemi gençler üzerinde yapılan araştırmalarda çarpıcı bir sonuç ortaya çıkıyor: Çocuk suçlular, işledikleri suçları grup halinde işliyorlar; yani, tek başına iken toplumsal normlara uyma davranışı gösteren genç, aidiyet problematiği nedeniyle grup normuna gözü kapalı uyabilmektedir. Bu nedenle özneleşme sürecindeki genç, sportif etkinliklerde bulunduğu vakit kriminal gruplardan ve suçlardan uzak durmuş göreli olarak arınık bir sosyal çevrede gelişimini sürdürmüş olur.

Ergenlik öncesi ve ergenlik boyunca çocukların bir araya gelerek gruplar kurmaktan hoşlandıkları tespit edilmiştir. Başlangıçta amaçsız olan bu gruplar bir arada bulunmak, yiyecekleri paylaşmak, sır ortaklığı yapmanın verdiği zevkle yetinirken daha sonraları çeşitli konuların tartışıldığı fikir çeteleri haline dönüşürler. Bu gruptaki çocukların aradığı heyecanı verici, kendilerine üstünlük kazandıran meşguliyetler bulmaktır. Bu; spor, izcilik gibi faydalı faaliyetlerle temin edilmediği takdirde çetecilikle ve yasadışı faaliyetlerle elde etme yoluna gidilir.[16]

Çeşitli bilim adamları, düşünürler, sportif etkinliğin kişilik üzerine etkilerini şöyle genelleştirmektedirler:
1. Sporun karakterin şekillenmesinde etkisi vardır.
2. Takım sporları, dayanışmayı, koordinasyonu öğretir.
3. Her türlü spor, bireysel disiplini geliştirir.
4. Spor, mücadele bilinci kazandırır.
5. Sportif etkinlikler, insana kendini ifade etme imkânı sunar.
6. Sporun sosyalleşme üzerinde olumlu etkileri vardır.
7. İdmanlarla disipline olan insan, yaşama daha cesur bakar.
8. Sporla insan, iletişim becerileri geliştirme imkânı bulur.
9. Spor, motor davranışların rafine hale gelmesine katkı sağlar.
10. Spor, saldırganlık dürtülerinin toplumca kabul edilebilir mecralara akıtılmasını sağlar.  

Spor, insanın yalnızca bedensel anlamda uyarılmasını değil, aynı zamanda soysal gruplar içinde kendini ifade imkânı bulması açısından da önem arz etmektedir. Aile, özellikle ergenlik ya da bir başka deyişle sosyolojik doğum esnasında çocuğu sokaktan korumak ister; ama “Arkadaş yokluğunun yarattığı yalnızlık ve eksiklik duygusunu aile gidermez. Arkadaşlarca aranmak, beğenilmek ve benimsenmek benlik saygısının önemli bir koşuludur. Gençler bu ilişkilere girerek zekâsıyla, sportif ve sanatsal yetenekleriyle kendini arkadaş grubu içerisinde kanıtlamaya çalışır.”[17]

Küreselleşmeyle birlikte göreli olarak hızlı değişen hayat, insanın beslenme, cinsel kimlik, gelecek tasarımı, eğitim, devlet yapısı vb. olgular, hızla yeni formlar kazanmakta. Bunlar arasında obezite giderek yaygınlaşmakta. İşte sportif etkinlikler, erinlikten ergenliğe; ergenlikten yetişkinliğe geçişte sağlıklı bir bedensel gelişim için elzemdir. Yapılan araştırmalar, spor ile uğraşanların beslenme ile ilgili farkındalık düzeylerinin akranlarına nazaran daha yüksek olduğunu göstermekte. Özellikle gelişen bilişim teknolojileri, bedensel etkinliklerin her geçen gün azalmasına neden olmakta.

Spor, sosyalleşme sürecine olumlu katkılar sağlamaktadır. Dolayısıyla, spor eğitimi alan insanların sosyalleşme sürecini daha etkin bir biçimde yaşayabilecekleri kaçınılmazdır. Ancak, söz konusu spor eğitimi insanın sadece belirli bir spor branşına dair yeteneklerini geliştirici içerikte olmamalıdır. Etkin bir sosyalleşme için spor eğitiminin ahlaki içeriğe de sahip olması gerekmektedir.[18]

Sporun önemi yasa koyucu metinlerde de dile getirilmiştir; mesela 1739 sayılı Eğitim Temel Kanununun, Türk Milli Eğitiminin genel amaçları bölümünün ikinci maddesinde ‘Bir ülkenin kalkınma ve gelişmesinde en önemli faktör olan insanı, gücü mükemmel, fizik kapasitesi yüksek, ruh sağlığı tam, çocukluk yıllarından itibaren istemli bir beden eğitimi ve sporun ömür boyu uygulanması gerektiğine inanmış, bunu alışkanlık haline getirmiş olarak yetiştirmek esastır.’ açıklaması yer almaktadır.

Spor ortamı içinde insan kendi yeteneklerini ve başkalarının yeteneklerini tanımayı, eşit koşullarda yarışmayı, yenilgiyi kabullenerek başkalarını takdir edebilmeyi, kazandığı zaman mütevazı olabilmeyi, başkalarına yardım etmeyi, doğayla ve zamanla yarışarak zamanını ve emeğini en uygun şekilde kullanmayı öğrenir. Bu anlamda spor insanı çok yönlü olarak hayata hazırlamayı amaçlayan çağdaş eğitim sisteminin önemli bir aracıdır.[19]

Estetik nedir?
"Sanat, özgürlüğün kızıdır."[20]

Estetik, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat”

Felsefedeyse “Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu, bedii” şeklinde tanımlanıyor.

A. G. Baumgarten'in 1750 basımı Aesthetica kitabında tanımladığı şekliyle estetik, duyusal bilginin bilimidir; konusu da duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği, güzel üstünde düşünme sanatıdır. Estetik kavramı güzel olanı aramak, duyumsamak şeklinde açıklanır. Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözünden gelir: duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelmektedir.

Estetiğin Nesnelleştiği Müzik ve Eğitim
“Müzik, beynin sayı saymasıdır.”

Müziği seven çocuk insanı sever, toplumu sever, yaşamı sever, eşsiz bir ruh gücü ve zenginliği kazanır. Eflatun’un da dediği gibi, estetik eğitim, ahlak eğitimini de etkiler. W. Shakespare’nin Venedik Taciri adlı oyununda “Kendinde müzik olmayan, seslerin tatlı ahenginden heyecan duymayan insan, hinlik ve hırsızlık için yaratılmıştır. Onun ruhu geceden daha karanlık, tutkuları cehennemden daha karadır. Böyle bir insana güvenmeyiniz!” diyen sözlerinden de yola çıkarak, insan ruhunun güzellikleri yüceltebileceğini vurgulamak gerekir. Müzik bir güzellik ve eğitim aracıdır; insanı yumuşatarak geliştirir.(Bold, V.M.B)[21]

Müzik ile anlama, kavrama, öğrenme gücü arasında çok ciddi korelasyonların varlığı, yapılan çeşitli araştırmalarla tespit edilmiştir. Irvine, California Üniversitesi araştırmacılarından Frances Roucher ve Gordon Shaw 1993’te okul öncesi çocuklar üzerinde yaptıkları araştırmalarda, 3–5 yaş arası çocukların 6 aylık piyano dersinden sonra, matematik ve diğer bilimler açısından çok önem taşıyan uzaysal algılama testlerinde ve bulmacalarda heyecan verici gelişmeler gösterdiklerini saptamışlardır. Araştırmacılar, müzik eğitiminin beyindeki yeni ve sürekli bağlantılar oluşumunu canlandırdığına inanmaktadırlar.[22]

Kısacası, düzenli ve sürekli bir müzik eğitiminin,
·        “dikkati / konsantrasyonu”,
·        “koordinasyonu”,
·        “ana dili”,
·        “uzaysal becerileri”,
·        “özgüveni”,
·        “karakteri”,
·        “ilgi ve yetenekleri”,
·        “beyin ile duygular arasındaki koordinasyonu”,
·        “iletişimi”
geliştirdiği savını destekleyen pek çok deneysel çalışma vardır.

Estetik ile eğitim arasındaki ilişkiden yola çıkılarak şu tez ileri sürülebilir: “Eğitim – öğrenim düzeyi yükseldikçe estetik beğeni de artmakta.”[23]

Müzik, sanatlar içinde farklı bir varoluş arz eder; onun etkisi, doğrudan beyin ve duygulara yöneliktir. Schopenhauer, "Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı tüm pisliklerden ve bayağılıklardan arındırır." sözüyle, müziğin yarattığı arınmayı (katharsis) dile getirir.
Müzik, doğrudan ruh üzerinde etkilidir. Müziğin ruh üzerindeki etkisi, durum ve zamana göre değişiklik gösterir. Bu konuda müzik tarihimizde önemli bir yeri olan Hasan Şuuri'nin Ta'dil-i Emzice adlı eserinde hangi makamın günün hangi saatinde etkili olduğunu gösteren bir tablo vardır." Mesela pazar sabahı Rehavi, salı sabahı Hicaz, cuma sabahı Hüseyni; pazar geceyarısı Hüseyni, salı geceyarısı Rehavi, cuma geceyarısı Rast makamları salık verilir.[24] 

Müzikle ilgili Latince "Inter omnia exerciata sanitatis cantane melius est."[25] sözü de müziğin yalnızca ruhsal etkiye sahip olmadığını, aynı zamanda bedensel sağlık üzerindeki olumlu etkisini dile getirir. Edirne’de II. Beyazıt Külliyesi’nde yer alan şifahanede akıl hastaları, müzik ve su sesi ile tedavi edilirmiş. Mazideki iki ayrı uygarlıktan alınan bu örnekler, müziğin etkisinin ne denli büyük olduğunu gösterir.

Eğitim Üzerine Deneysel Bir Düşünme Denemesi
Spor ve Estetiği Hemhal Kılan Bir Ritüel Olarak Dans
Spor ve estetiğin eğitime etkisi adlı çalışmayı yaparken doğrudan bu konuya odaklanmış çalışmaların olmaması, çalışmanın, çalışma sürecinde olgunlaşmasına, kendi tezlerini yaratmasına neden oldu. Estetik, sanata; sanat, müziğe; bunlar da sporla birleşince okumalar, zihnimde oluşan çağrışımlar, felsefi ve antropolojik beslenme kaynaklarım beni dansa götürdü.

Dans, ritim, müzik, ritüel, dinsellik kavramlarına ilkel toplumlarda da rastlanmakta. Dans, bireysel ya da toplumsal anlamda kendini ifade ediş biçimi olmak yanında çeşitli toplumsal ve dinsel anlamlar da taşır. İnsan, sanat adını verdiğimiz ve içinde şiir, müzik, dans olan unsurlarla kendini ifade etmekte. Burada kilit kavramsa “dil”dir; çünkü her biri bir “ileti” taşır; yüklüdür bir bakıma; bu nedenle de dil, bir değer olarak yüceltilir. “İlkel topluluklarda dilin bu yüceltilişine, çoğunlukla, bütün topluluğun katıldığı törenlerde rastlıyoruz. …Ortada kesin bir kanıt olmamasına rağmen, ritmik ya da vezinli dilin, yazının bulunuşundan önce hep kaba bir müzikle birlikte olduğu düşünülebilir. Gerçekten de müziğin kendisinin ilkel şiirle birlikte doğduğunu, hareketler ve sıçramalar, bağırmalar ve anlamsız haykırışlar, sopaların ve taşların birbirine vuruluşuyla çıkarılan birtakım yapma seslerle ifade edilen bir yerli beden ritminin, dansın, şiirin ve müziğin ortak atası olduğunu ileri sürebiliriz.”[26]

Arapçası "raks" olan  dans, dilimize Batı dillerinden geçen bir kelimedir;  tüm vücudun bir müzik ritmi eşliğinde estetikle birlikte çalıştırılabildiği bir gelenek, sanat, bir tedavi şekli veya sadece bir ifade şekli olabilir. Dans, insanın bireysel ya da bir kişi ya da grupla yapabileceği pek çok unsurun bileşkesidir. Burada şu tez ileri sürülebilir: Estetik ve fiziksel aktivitenin birleşmesidir. Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de bedene hitap eder. Bir ifade aracı ya da imkânı olarak dans, antropolojik olarak verili insan doğasında da karşılığı olan bir değerdir. Her çağın ritmi farklıdır; ritüelleri de. İnsan yaşamında  ilkel kabilelerden bugüne hem pek çok şey değişmiş hem de değişmemiş; değişmeyenlerden biri de danstır. Çağın ritmine göre insanların kendilerini ifade ediş biçimleri değişegelmiştir. Neoklasik dönemim yavaş dansları, modernizm ile değişen hayatın dansları yanında çok yavaştır; hayat da göreli olarak maziye nazaran bugün daha hızlı akmaktadır; müzikler de danslar da hızlanmıştır. Yer yer sertleşmiş, metal, rock, rap müzikleri, her ne kadar Batı kaynaklı olsalar da bugün küreselleşme olgusu nedeniyle bütün dünyayı aynı ritimlere maruz bırakmakta ve oluşan bilinçler, beslenme kaynaklarına göre biçimlenmekte. Amacımız insanı antropolojik köklerinden koparmadan kavramaksa eğitimde dansa yer açmak gerektiği kanaatindeyim. 

Eğitimde dansa yer açmak, örgün eğitimi, özellikle erinlik - ergenlik dönemi gençlerin bedensel, ruhsal, tinsel ve sosyal gelişimleri için çok işlevsel olacağı kanaatindeyim. Çünkü dansın bedensel, duygusal, sosyal ve zihinsel pek çok katkısı vardır insana; bunları kısaca özetlemek gerekirse:
* Yaratıcı hareketler ve düşünme sayesinde kısıtlamaların ötesinde çok kapsamlı zihinsel kapasite ve algı sağlaması
* İletişim ve ilişki kurma becerilerinin geliştirilmesi
* Konsantrasyon artışı, ilgi, merak ve öğrenme isteğinin geliştirilmesi
* Negatif duyguların öfke, korku, endişe vb. ifade edilip nötralize edilmesi
* Pozitif duyguların, coşku, sevgi, motivasyon vb. yoğunlaştırılması
* Ritim duygusunun geliştirilmesi ve dolayısıyla müziğe uyumlu hareket edebilme yeteneği kazandırması
* Fiziksel güç, sağlıklı (fit) bir beden, denge, esneklik ve dinamizm kazanılması[27]

Beden ile zihnin birlikte uyarılması, eşgüdüm ile birlikte belli türden bir etkinlik içinde olmaları ile beden, zihin ve ruhsal birliktelik sağlanır. “Dansın eğitimde kullanımı hayata karşı farkındalığımızı arttırır. Bunun yanında gözleri, boynu, kalçaları, ayak duruşlarını, omurgayı bilinçli kullanmak, yanında nefes çalışmaları, mudralar, zihinde canlandırma ve imgeleme çalışmaları sayesinde herkes bedenine, duygularına ve düşüncelerine seslenebilme imkânı kazanır. Bütünüyle beden, zihin ve ruhun uyumunu yaşarız. Dans, vücut, zihin ve ruhu kapsayan bir çeşit kendini geliştirme sistemidir. Sürekli ve düzenli yapılan çalışmalar vücudun diri, metabolizmanın dengeli, sinir sisteminin güçlü, kan dolaşımı ve bezelerin fonksiyonlarının düzenli olmasını sağlar. Zihne ve ruha huzur ve mutluluk getirir. Vücudun esnekliğini sağlar. Kaslara, eklem yerlerine iç organlara ve sinir sistemine güç verir; sağlamlaştırır. Solunum organlarının düzenli çalışmasını sağlar, düzenli nefes almayı öğretir, sindirim problemlerini çözer. İç salgı bezlerini çalıştırarak normal dengeyi sağlar, omurga sinir sistemine güç verilerek hastalıkları önler, zihnin durulmasını; olumlu düşüncelerin üretilmesini sağlar; bütün bedeni güçlendirip dinçleştirir, vücudu güzelleştirir, rahatlık verir, sakinleştirir ve sabırlı olmayı öğretir; insanı öz benliğine kavuşturur.”[28]

Doğunun ürettiği önemli felsefelerden biri olan Budizme göre, insanı beden ve zihin diye düal bir varlık olarak görmek illüzyondan başka bir şey değildir. Mutasavvıf Mevlana’nın kurucusu olduğu Mevlevilikte yapılan sema da bir bakıma insanın bedensel ve zihinsel birlikteliğinin ete kemiğe bürünmesi değil midir?[29] New York State Üniversitesi öğretim üyesi William Chittick, Stony Brook’ta Tasavvuf dersi vermeye başladığı ilk yıl tanıştığı bir kız öğrencisiyle diyalogunu şöyle anlatıyor: “Bir öğrenciyle tanıştım. ‘Ah, Tasavvuf’ dedi kız öğrenci, ‘dans etmek, değil mi?’ Kızın bilgisizliğine önce katıla katıla güldüm; ama biraz düşününce, neredeyse doğruya yakın bir görüşe sahip olduğu kanaatine vardım.” [30]

Dansın insanda yarattığı etkiyi Antik Yunan felsefesinin klasik dönemi ürünlerinden bir kavramla kritik etmeye çalışacağım. Arınma anlamına gelen "katharsis" ile dansa bakılabilir mi? 

Platon’un tragedyayı olumsuzlamasına karşın, Aristoteles katharsis’i tragedyanın özüne yerleştirir; katharsis’in doğrudan gerçekleşeceği yer tragedyadır.[31] Bu durumda kavramın içeriği değişir; sanat ve değer yaratımının aracı olarak katharsis’e yeni bir anlam yüklenir.[32]

Platon’dan yararlanarak ama farklılaştırarak Aristoteles, mimesis ve katharsis kavramlarını birlikte ele alır; Poetika’nın iki temel kavramı mimesis ve katharsis’tir. Bütün sanatlar taklittir, hatta insanın bilgisi taklitle başlar. Ancak mimesis, doğayı olduğu gibi taklit etme değildir. Gerek mimesis’in gerek katharsis’in amacı, yeniden yaratmadır, poiesis’tir. Poetika’da mimesis ile ilgili açıklamalar yeteri kadar var, fakat katharsis ile ilgili tek cümle buluyoruz: “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.”

“Tragedyanın, dolayısıyla katharsis’in amacı kötü karakterin iyileştirilmesidir.” Katharsis, insanın parçalanmış bütünlüğünün yeniden kurulmasıdır; arınma etik bir arınmadır; ‘rasyonel akla’ davettir; ahlaksal iyiyi doğru akılla bulmadır; kaderin rastlantısallığına ve hayatın bilinmeyenlerine karşı cesaretle savaşmadır; özgürleşmedir; yeniden değer ve kişilik yaratmadır; bu anlamıyla da zihinseldir.

Antik dönemden alınan katharsis kavramındaki derinlik, eğitime entegre edilecek bedensel aktivite (spor) ve müziğin (estetik) bir tür birlikteliği olan dans ile bir kurum olarak eğitimin gerçekleştirmek istediği ideale yaklaşılabilir ve şu tez ileri sürülebilir: sağlam kişilik, bedensel ve ruhsal bütünlüğü bir arada olan öznedir. Dans, bunu yaratmada ideal bir araç olarak görünmektedir.


Sonuç
İnsan yaşamında her şey tarihseldir; bu nedenle her olguya tarihsellik perspektifiyle bakmanın olguyu bütünlüğüne ve derinlemesine kavramaya daha yakın olacağı kanaatindeyim. Eğitim, tıpkı aile, ekonomi, siyaset, din ve sanat gibi sosyal bir kurumdur. Her toplum, bu altı kurumun toplamıdır. Kurumlar; toplumu, toplumsa kurumları yaratır; aralarında diyalektik bir ilişki vardır. Bir başka anlatımla bütün kurumlar, sürekli oluş halindedir.

Sosyoloji disiplininden alınan bu kuramsal bilgi ile eğitim olgusuna ya da kurumuna bakıldığında indirgemeci yöntemle belli bir noktaya bağlayarak değil, onu bütünlüğü içinde diğer kurumlarla ilişkileri gözetilerek kavramak gerekmektedir.

Eğitim, nasıl her toplumda kaçınılmaz bir süreç ise nasıl yapılacağı da her zaman problem teşkil etmiş ve edecektir. Gerek aileler, gerek siyasi otorite eğitimin “nasıl”ı üzerine kafa yormakta; eğitime kayıtsız kalamamaktadır. Hiçbir dönemde kalmamıştır da. Bugün, yetişen bir öznenin beslenme kaynakları o denli çeşitlenmiştir ki kurumsal çatı altında yapılan eğitimin genel eğitimdeki payı neredeyse ihmal edilebilir düzeye gelmiştir.

Burada antropolojiye atıfta bulunmak gerekir; çünkü bilmenin, anlamanın, öğrenmenin pek çok yolu vardır; kurumsal çatı altında verilen eğitimin kutsallığı, dokunulmazlığı söz konusu değildir.

Ulus-devletin kendini kurumlaştırmak, otoritesini pekiştirmek için kullandığı pek çok ideolojik araçtan birine dönüşen eğitim, iyi insanı ya da mutlu insanı yetiştirmekten uzaktır. İnsan, belli bir açıdan ya ideolojiye hizmet edecek bir özne ya da kapitalist üretim araçlarının dişlilerinden biri görülerek ona hizmet edecek bir araç olarak değerlendirilmektedir; buna göre de yetiştirilmektedir. Fakat ısrarla şu soru sorulmak için beklemekte: Ne için eğitim? İşte eğitim felsefesi de burada kendini göstermekte. Nasıl bir insan?

Eğitim, kısa tarihsel hatırlatmada da görüleceği üzere her dönemde farklı bir içerikle şekillenmiştir. Olgu değiştikçe, olguyu biçimlendirme iddiasındaki kurum ve dayanağı olan kuramsal bilgi de değişmek zorundadır. Hiçbir yöntemin ya da anlayışın mutlak olmadığını bilerek bakmak gerektiği kanaatindeyim; çünkü Efesli Herakletios’un çok yerinde dile getirdiği gibi “Aynı ırmağa iki kez girilmez.”

Sıklıkla eğitim, siyasi otorite tarafından biçimlendirilmek istenmektedir. Son 15 yıl içinde iki radikal siyasi müdahaleye tanık olmaktayız. Bu, siyasi otoritenin gayet ‘iyi niyetle’ geleneğe, çağın ruhuna, olguya rağmen yaptığı müdahalelerdir. İnsan, üzerinde hala mühendislik yapılabilecek bir varlık olarak kavranmakta; oysa ne insan ne de toplum, mühendisliğe izin verir; nedeniyse insanın ve toplumun sonsuz değişkene bağlı olarak nefes alıp sonsuz değişken ile belirlenmesidir. Bu tür dizayn etme çabalarının beyhudeliği, tarih bilinci olan öznelerce rahatlıkla görülebilir.

İnsan, fiziksel, sosyal, duygusal, hormonal, zihinsel ve tinsel bir varlıktır dedik. İnsanı bütünlüğüne kavramak, bu yanlarını temele alarak, insanı bunlardan birine indirgemeden anlamaktır. Ama Doğan Kuban’ın dile getirdiği gibi “Uygarlık, bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür.” Bu nedenle de kuramsal bilgi düzeyinde değil, uygulamada da bu bakışın geçerli olması sağlanmalıdır.

Estetik ve sporun entegre edildiği bir eğitim anlayışı, insanı zihinsel ve tinsel anlamda da zenginleştirecektir. Tinsel anlama rafine hale gelen özne, dünyayı köşeli biçimde kavramaktan uzaklaşacak; bu, onun yargılamadaki katılığını törpüleyecektir. Öznenin tinsel farkındalığı, onun kendini anlayıp hayata yerleştirmesini de etkileyecektir. Burada şu tez ileri sürülebilir: Estetik bir boyut kazandırılmış eğitim, öznenin rafine hale gelmesine katkıda bulunarak yaşam kalitesini de yükseltir.

Bilimlerin her biri, bütün eleştiriciliğe karşın, verdiği kesin yargılar ile insan zihnine çeşitli duvarlar örer. Felsefe, sorduğu alışılmışın dışındaki sorularla bu duvarların mutlak olmadığını göstermeye çalışır. Oysa sanat, insan zihninin duvarlarını yıkar. Sınırsızlıktır bir bakıma. İnsan, sanat ile özgürleşir. Estetik ile bakışını törpüler. Estetikten yoksun bir hayat, bir bakıma faşist, totaliter, baskıcı, dayatmacı… olmaya mahkûmdur.

Sanat, insan ruhunu anlamayı sağlar; insan ruhunu göreli olarak anlayan kişi, kendini (de) tanımış olur. Kendini tanıyan, yaşamı (da) tanır; tanıması, anlamasıdır bir bakıma; yargılamasını önler. Önyargılarla yargılarız sıklıkla. Yargılama; anlamayı, sevmeyi, kabul etmeyi engeller. Anlamak, sevmek ve kabul etmek, güven yaratır. Güven ise huzuru. Huzurla kendine ve çevresine bakan insan, hayatla barışık olur. Mutluluk, bir anlamda hayatla barışık olmaktır. Eğitim, son tahlilde, insanın mutluluğuna hizmet eden, insanın mutlu bir özne olarak inşa sürecine katkıda bulunan bir “araç” olarak kurgulanmalı. Bunu yaparken de insanı bütünlüğünde kavramalı.

İnsan, estetiğin ete kemiğe büründüğü sanatla insan ruhunun derinliklerine nüfuz eder. İnsanı tanır bir bakıma. Lacan’a göre sanat, insanın özneleşme, ahlaksallaşma sürecinde yitirdiği ve bilinçdışına ittiği naturasını ya da benliğini aramak, görmek, ona tanık olmaktır. Sanat, insan ruhunu soyar, çırılçıplak hale getirir. Estetik, ruhun aldığı hazdır; bu salt duyusal değil zihinseldir. Euripides, “Bilincin olmadığı yerde haz da acı da fizikseldir.” der; estetik haz, öznenin rafine bir ruha sahip olduğunun kanıtıdır. Euripides’i destekleyecek bir olguya günümüz Amerikan toplumu gençlerinde rastlanmakta. Görsel uyaran kültürü nedeniyle şiddet, ‘olağan’ karşılanır hale gelmiştir. Bu nedenle de gençler arasında şiddet, her geçen gün artmaktadır. "Televizyon, rap müzik ve bilgisayar oyunları ergenlerin saldırganlık ve şiddet davranışları üzerinde olumsuz etkileri açısından eleştirilmektedir. Amerika'da ergenler arasında şiddet, önemli bir sosyal sorun olarak görülmektedir. Binlerce ergen ya şiddet uygulamakta ya da şiddetin kurbanı olmaktadır. Şiddet, bu bölgede yaşayan ergenler arasında temel ölüm nedenlerinden biri durumundadır. Şiddetin bir salgın haline geldiği, öldürülme nedeniyle ölümlerin %29'unun ergenler arasında olduğu bildirilmektedir."[33] Bu istatistik ile bakınca insanın bedensel ve ruhsal gelişimin birbirini destekleyerek sağlanmasının önemi daha fazla anlaşılmakta.

Post-kapitalizm ya da post-modernizm ya da küreselleşme ya da bilgi çağı ya da adına her ne denirse densin maziden farklı bir olgusal gerçeklik içinde nefes aldığımız aşikâr. Konumuz eğitim olduğuna göre kapitalist devlet modelinin, kamusal hizmet alanındaki ağırlığını her geçen özel girişimlere terk etmekte olduğu hatırlanmalı. Kamu hizmetinin iktisadi bir karşılığı yaratılmakta. Bu değişim de bilinçleri yeniden biçimlendirmekte. Eğitim, ekonomi-politiğin ya da ideolojinin dışında değildir; bizzat onun hedef aldığı ana olgu ya da kurumdur. Üzerinde bu denli manipülasyonun yapılması da bu nedenle anlaşılabilir olsa gerektir. Kapitalizm, insan bedenini özellikle de kadın bedenini bir metaya dönüştürerek asimetrik bir sömürü yaratmakta. "Ergen kızlar ve genç kadınlar zayıf görünme konusunda güçlü sosyo-kültürel baskı hissetmekteler ve bu durum, bedeninden memnun olmama gibi sorunlar yaratmaktadır. İdeal beden imgesi ile ilgili bu kültürel değerlerin çocuklar ve ergenler arasında da yaygın olduğunu gösteren araştırma sonuçları bulunmaktadır. Gençlerin büyük bölümü fiziksel görünümleri ile ilgili doyumsuzluk belirtmektedirler. Özellikle kızlar, kendilerini fazla kilolu olarak tanımlamakta ve sürekli zayıflamayı düşünmektedirler. Zayıflama ile ilgili bu düşünceler, yeme bozukluğu gibi sağlık sorunları ile sonuçlanabilmektedir."[34] Yeme bozukluğu genç öznenin halet-i ruhiyesini de etkilemekte. Yeme bozukluğu yanında gençler arasında kırmızı et yememe de yaygınlaşmakta. Nöronların ihtiyacı olan ve yalnızca kırmızı etten alınabilen bir protein eksikliğinin depresyonu tetiklediği artık bilinmekte. Sosyal uyaranların çokluğu, görsel kültürün iktidarı, bilişim teknolojileri, sinema vb. ağır uyaran yükü, genç öznenin ezilmesine neden olmakta; çıkış olarak şiddet, uyuşturucu ve madde bağımlılığı gibi ‘çare’ler çözüm olarak görülmekte. Hiç kuşku yok ki ne spor ne de sanat, başına bunca problemle baş etmenin tek aracı ya da yoludur.

Spor, bir oyun olarak kelimenin birinci ve yan anlamıyla eğlenmedir; belli kurallara gönüllü uymaktır; neden diye sormayız oyun oynarken, kuralların mutlaklığı kabul edilmiştir. Oysa sanatta kural yoktur; o kural-dışıdır; onun kimliğini ya da özünü de bu oluşturur. Sanatla özgürleşmenin nedeni de budur; sanatla özgürleşiriz çünkü zihinsel anlamda duvarların tamamen yok olduğu, yıkıldığı bir süreçtir sanat; ister alımlayıcısı ister üreticisi olun. Sanat, özgürlüktür. Sanatsal etkinlik duyuşsal ve zihinsel anlamda haz verir. Sanat ve sporla beslenen bir ruh arınır; tam bir katharsistir öznenin yaşadığı. Sonuç niyetine “Dans, taşıdığı tarihsel yük ile eğitimde yer alarak öznenin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü sağlayan özel türden bir araçtır.” tezi ileri sürülebilir.

Anahtar Kelimeler
Sporun, Estetiğin, Sanatın, Dansın Eğitime Etkisi, Eğitim, Katharsis, Mutluluk ve Eğitim, Post-Kapitalizm ve Eğitim

KAYNAKÇA
ADLER, A. Çocuk Eğitimi, Çev. K. Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 1996
ADORNO, T.W. Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev. E. Gen – M. Tüzel – N. Ülner, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
ALTHUSSER, L. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. A. Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2006
ARİSTOTELES, Poetika, Çev. F. Akderin, Say Yayınları, İstanbul, 2011
CASİMİRE, C. Müziğin İnsan ve Hayvanlara Etkisi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006
CAUDWELL, C. Yanılsama ve Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan, Payel Yayınevi, İstanbul, 1974
CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları, İstanbul, 2003
ERGUN, D. Sosyoloji ve Eğitim, İlke Yayınları, Ankara, 1995
GÖKAY, M. – DEMİR, A. Farklı Eğitim Seviyelerinde Estetik Beğeni, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20G%C3%96KAY%20-%20Ahmet%20DEM%C4%B0R/G%C3%96KAY,%20Melek%20vd..pdf Erişim: 07 Mart 2012
ILLICH, I. Okuluz Toplum, Çev. M. Özay, Şule Yayınları, İstanbul, 2005
KANT, I. Eğitim Üzerine, Çev. A. Aydoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006
KÜÇÜK, V. – ACET, M. Bir Kişilik Özelliği Olarak Suçluluk ve Sporlarla İlişkisi
MORHAİM, R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı
NODDINGS, N. Eğitim ve Mutluluk, Çev. Z. Bilgin, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2006
OELKERS, J. - LEHMANN, T. Eğitime Hayır, Çev. Z. Uludağ, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003
OĞUZ, E. - YAKAR, A. (Yay. Haz.) Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. - ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen Gelişimine Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007
ROUSSEAU, J. Emile, Çev. Y. Avunç, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011
SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler, Tarih - Kültür - Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001
SCHILLER, F. İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi Mektup, Çev. G. Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001
SERTER, N. 21.Yüzyıla Doğru İnsan Merkezli Eğitim, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997
ŞENTÜRK, Ü. Modern Kontrol: Tüketim, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, Cilt: 32, No: 2
TEL, M. Çocuklarda Sosyalleşme Araçlarının Spora Yönlendirme Durumları,
TOZLU, N. Eğitim Felsefesi, MEB Yayınları, İstanbul, 1997


[1] SERTER, N. 21.Yüzyıla Doğru İnsan Merkezli Eğitim, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997, s.9
[2] ALTHUSSER, L. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. A. Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2006
[3] KANT, I. Eğitim Üzerine, Çev. A. Aydoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 37-38
[4] APAYDIN, G.E. Popüler Kültür ve İktidar Sorunu, Erişim: 07 Mart 2012
http://akademik.mu.edu.tr/data/06020000/resim/file/04-4%20g%C3%83%C2%B6k%C3%83%C2%A7en%20ertu%C3%84_rul%20apayd%C3%84%C2%B1n.pdf
[5] ILLICH, I. Okuluz Toplum, Çev. M. Özay, Şule Yayınları, İstanbul, 2005, s. 19
[6] ILLICH, I. Okuluz Toplum, Çev. M. Özay, Şule Yayınları, İstanbul, 2005, s. 44
[7] NODDINGS, N. Eğitim ve Mutluluk, Çev. Z. Bilgin, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 91
[8] OELKERS, J. - LEHMANN, T. Eğitime Hayır, Çev. Z. Uludağ, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 6.
[9] ERGUN, D. Sosyoloji ve Eğitim, İlke Yayınları, Ankara, 1995, s.31
[10] ADLER, A. Çocuk Eğitimi, Çev. K. Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 9
[11] ADORNO, T.W. Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev. E. Gen – M. Tüzel – N. Ülner, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
[12] SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler, Tarih - Kültür - Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s. 22
[13] SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler, Tarih - Kültür - Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.23
[14] ROUSSEAU, J. Emile, Çev. Y. Avunç, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011
[16] KÜÇÜK, V. – ACET, M. Bir Kişilik Özelliği Olarak Suçluluk ve Sporlarla İlişkisi
Erişim: 07 Mart 2012 http://sbe.dumlupinar.edu.tr/7/369.pdf
[17] TEL, M. Çocuklarda Sosyalleşme Araçlarının Spora Yönlendirme Durumları,
Erişim: 07 Mart 2012 http://www.eab.org.tr/eab/oc/egtconf/pdfkitap/pdf/479.pdf
[20] SCHILLER, F. İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi Mektup, Çev. G. Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001
[23] GÖKAY, M. – DEMİR, A. Farklı Eğitim Seviyelerinde Estetik Beğeni, Erişim: 07 Mart 2012 http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20G%C3%96KAY%20-%20Ahmet%20DEM%C4%B0R/G%C3%96KAY,%20Melek%20vd..pdf
[24] CASİMİRE, C. Müziğin İnsan ve Hayvanlara Etkisi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006, s.16–17
[25] Şarkı söylemek, sağlığı koruyan en iyi egzersizdir.
[26] CAUDWELL, C. Yanılsama ve Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan, Payel Yayınevi, İstanbul, 1974, s. 23
[29] MORHAİM, R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı
[30] CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları, İstanbul, 2003, s.144
[31] ARİSTOTELES, Poetika, Çev. F. Akderin, Say Yayınları, İstanbul, 2011
[33] Yay. Haz. OĞUZ, E. - YAKAR, A. Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. - ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen Gelişimine Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007, s. 233
[34] OĞUZ, E. - YAKAR, A. (Yay. Haz.) Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. - ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen Gelişimine Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007, s. 231

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder