Eğitime Destek Atölyesi 2011 – 2012
Sporun ve Estetiğin Eğitime Etkisi*
V. Metin
Bayrak
Öndeyiş
Bulunduğumuz kurum, ilan edilen konuşma
başlığı, seminerin gerçekleştirildiği fiziki mekân, aramızdaki mimari hiyerarşi
vb. buyurgan bir söylemi “a priori” barındırmakta; işin trajik yanı, sıklıkla
bunun farkında olmamamız. Bilgi, özellikle bilginin üretimi, paylaşımı ve
uygula(n)ma sürecinde ideoloji ile kurumsal bir işbirliği içinde hareket
etmekte ya da daha güçlü bir anlatımla bilginin ancak, ideoloji ya da iktidar
olan kurumlarla ilişki içinde üretimi, paylaşımı ama özellikle de uygula(n)ması
mümkün olmakta. Bunu şunun için dile getirmek ihtiyacı duydum: Foucoultca bir
ifade ile “İktidar, söylem üretir.” Biz de burada üretilmiş söylemleri temele
alarak bir söylem üretme denemesinde bulunacağız; iktidarın dışında olmaya
çabalamanın beyhudeliğiyle.
Bu çalışmayı yaparken gerek
kütüphanelerden gerekse internetten makale ve kitaplara ulaşmaya çalıştım ama
ne yazık ki doğrudan aradaki ilişkiyi didikleyen ya da kendine bu ilişkiyi “sorun” edinmiş çalışmalara pek rastlamadım. Buna tanık olmam, konuşma içeriğinin
biçimlenmesine ve ileri süreceğim tezlere de kaynaklık etti.
Çalışmanın yönetimine dair şunu
söylemeliyim: biz felsefecilere bir soru sorduğunuzda “temellendirme” ihtiyacı
nedeniyle size dünyanın kaos olduğu dönemden başlarız anlatmaya. Konuşmamdaki
başlıklar: Öndeyiş, Sorular, Giriş, Eğitimin Amaçladığı İnsan, Kuşbakışı Eğitim Tarihi,
Modernizmin Nesnel Aklı Kıskacında Eğitim, Aydınlanma’nın / Kant’ın Eğitimi ve
İnsan, Post-Kapitalist Toplum ve İnsan, Düalizm Çıkmazında İnsan ve Eğitim,
Eğitim Nedir?, Spor - Beden Eğitimi Nedir?, Sporun Kişilik Üzerine Etkileri,
Estetik Nedir?, Estetiğin Nesnelleştiği Müzik ve Eğitim, Spor ve Estetiği
Hemhal Kılan Bir Ritüel Olarak Dans, Sonuç ve Tezler.
____________________________
* 24 Mart
2012’de Fatih Üniversitesi’nde Eğitime Destek Atölyesi kapsamında yapılan
konuşma metni
Sorular
Konuya başlamadan önce birtakım sorular
ile konuya zihinsel bir hazırlık yapalım istiyorum. Çünkü soru, en parlak yanıttan
daha evladır. Yanıtlar; insanı, verileni kayıt etmeye, sorular ise bunları
aşarak konuyu didiklemeye sevk eder.
Eğitim nedir?
Kimin eğitimi?
Ne ile eğitim?
Eğitimin amaçları
nedir?
Eğitim anlayışının
dayandığı bir felsefe ya da felsefeler var mıdır? Varsa nedir?
Eğitim veren
otorite kimdir? Hangi geleneklerden beslenmektedir? Bu gelenek nedir?
Eğitim, egemen
ideolojiden arındırılabilir mi?
Özne, dünyaya hâkim
olan Zeitgeist’a rağmen yetiştirilebilir mi?
İndirgemeci ya da
bütüncü kavrayıştan hangisi olguyu açıklamaya daha uygundur?
İnsan, belli bir
özelliğine, mesela zihinselliğe, indirgenerek açıklanabilir mi?
İnsanın bedensel
yapısı öğrenmesi üzerinde etkili midir?
Öznenin artistik
eğilimleri ile mizacı arasında ne tür bir korelasyon vardır?
Bedensel ve ruhsal
yapı, birbirinden koparılabilir mi?
Estetik bilinç
yalnızca sanat eğitimiyle mi edinilir?
Beden yapısı ile
kendilik algısı arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Şiddet ile
sanatsal etkinliklere angaje olmak arasında ne tür bir korelasyon vardır?
Giriş
Eğitim,
eğitim felsefesine göre dizayn edilir. Eğitim felsefesi, mevcut insan imgesini
temele alarak insandan ne anlaşıldığını serimler; kuramsal bilgiyi mevcut
olguya göre oluşturur. Eğitim, insanın harici, sistemli ya da değil toplumsal
özne ya da öznelerce biçimlendirilme çabalarının toplamı olarak da okunabilir.
Mevcut insan kimdir? Eğitim, toplumun insan imgesine rağmen yapılabilir mi?
Eğitim
nedir? Eğitim, nasıl bir felsefeye göre tasarlanmalıdır? sorularıyla ilgili
eskilerin tabiriyle “efkâr-ı umumiye”de yani kamuoyunda hala bir konsensüs
olmaması, üretilen politikaları da tartışılır kılmakta. Bu olguyla ilgili son
örnek 4+4+4 konusunda yaşanmakta. Eğitimi, hangi “insan”ı temele alarak ya da
referans değer olarak belirleyip “dizayn edeceğiz”? Eğitimin amaçları,
yetiştirilmek istenen insana göre belirlenmekte; bu insan ise yaşayan tarihsel
bir özne olarak sürekli evirilerek değişmekte. İnsan, bir bütün olarak
değerlendirilebileceği gibi indirgemeci bir mantıkla belli türden bir özelliği
temele alınarak da kategorize edilebilir. Eğitimin genel amaçlarına
bakıldığında ideolojinden arındırılmış şekilde -olguda bu ne kadar olanaklı hiç
kuşkusuz tartışılır-, temel ilkeler, amaçlar bağlamında geniş bir konsensüs
olduğu görülebilir. Nedir bunlar?
* Özgür
* Kendi olanaklarının farkına varabilen
* Kendini ifade edebilen
* Yeteneklerini geliştirme imkânı bulabilen
* Ailesine, toplumuna faydalı
* Sosyal
* Doğaya karşı duyarlı
* Üretken
* Kendiyle barışık
* Mutlu
Günümüz toplumları,
acımasız bir rekabete adeta yarışçılar yetiştirmek amacıyla bakmaktalar
eğitime; bakış bu olunca da yetiştirilmek istenen insan da şu şekilde
belirleniyor: "Yeni yüzyılın insanı, geniş düşünce ufkuna sahip, bireysel
yeteneklerini geliştirebilen, inisiyatif kullanabilen, çok yönlü, değişime ve
hıza uyum sağlayabilen insan olacaktır. Bu değişime paralel olarak eğitim, en
hızlı yeniden yapılandırma (bold, V.M.B.) ihtiyacı olan hizmet konumuna
gelmektedir."[1]
Eğitim,
kuramsal olarak belirlenen amaçlara göre gerçekleştirilebilir mi? Bunlar, hiç
kuşkusuz idealler olarak hedef anlamında koyulmakta. Hayat, sonsuz değişkenin
kesiştiği noktada yükselmekte. İnsan, yalnızca kuramsal olarak çerçevesi
çizilmiş kurumsal yapılar içinde öğrenmez; o, herhangi bir kalıbın içine
sokulamayacak denli karmaşık bir yapıya sahiptir.
İnsan,
yalnızca örgün ya da yaygın eğitim içinde öğrenmez; kültürel yani antropolojik
olarak da öğrenir; bu, hayattır. Eğitimin, sıklıkla bir tür ütopya olduğu,
hayattan kopuk olduğu, salt kuramsal bilgilerden kurgulanmış bir tür yapay
ortam olması nedeniyle amaçlananları gerçekleştirmekten uzak olduğu vb. eleştiriler
işitiriz. Sıklıkla hak verir; zımnen de katılırız. Bu, olguda, yani hâlihazırda
yapılan eğitimde, işlerin beklenen noktanın uzağında olduğunun bir tür
ikrarıdır.
Eğitimin Hedefi Olan Özne Kimdir?
Hayat, doğru
- güzel - iyi kavramları üzerinde yükselir. İnsan, doğal bir canlıyken eğitim
kurumu ile özneleştirilir; ahlaksal, toplumsal bir varlığa dönüştürülür.
Özneleşen insanın kimliği, kişiliğinde nesnelleşir. İşte bu özne, eğitim
kurumunun hedef kitlesinin bir üyesidir. Amaç, olguya rağmen değil, olguyla
örtüşecek nitelikte yapı belirlemektir.
Eğitim, bir
olgu olarak kurumsal bir çerçeveye, insanın yerleşik hayata geçtiği neolitik
dönemde kavuşur; ama daha önce avcı ya da toplayıcı toplumlarda da farklı bir
form ve içerikte eğitime rastlanır. Çok somut bir örnek olması açısından
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Sümerlerdeki okulun animasyonunu görmek, eğitimin
bir kurum olarak beş bin yıldır çok da değişmediğine tanık olmak, eğitimdeki
“reform”lara kuşkuyla bakmaya sevk ediyor insanı.
Kuşbakışı Eğitim
Tarihi
Avrupa
merkezci bir bakışla eğitim tarihine kronolojik bir göz atmak, verili tarihteki
kimi kilometre taşlarını anımsamak, çizeceğimiz kuramsal çerçevenin daha net
anlaşılmasını sağlayacaktır.
Antik Yunan
Uygarlığı'nda yalnızca özgür yurttaşlar yani genç erkekler eğitim alır; belli
bir süre askerliğin ardından vatandaşlık yemini ederek parlamentoya girmeye hak
kazanırlar.
Sofistler,
site devletlerinin bu muhafazakâr anlayışlarına karşı çıkarak eğitimi geniş
kitlelere ulaştırmak amacıyla site site dolaşıp çeşitli eğitim verirler.
Sokrates,
hiçbir insanın doğuştan kötü olmadığı, kötülüğün temelinde bilgisizlik yattığı
varsayımından hareketle eğitimin asıl amacının insanın doğuştan getirdiği temel
erdemlerin ortaya çıkarılması olduğunu ileri sürer.
Platon,
insanın çok yönlü (bedensel, estetik, karakter, mesleki ve felsefi eğitim)
yetiştirilmesi ile devlete ve topluma daha iyi hizmet edeceğini savunur.
Aristoteles'e
göre insan, "zoon politikon"dur, yani politik bir hayvandır. Eğitimin
ana amacı, insanı, toplumun erdemli ve bilgili bir öznesi kılmaktır.
Helenistik
devirde eğitim, yerel kimliğini yitirmeye başlar; Akdeniz periferisi ve Hint
Uygarlığı ile temas nedeniyle küresel bir boyut kazanmaya başlar. Bu sıralarda
ortaya çıkan iki ayrı eğitim anlayışı toplumda derin izler bırakarak pek çok
insanın angaje olmasına neden olur; bunlar:
a.
Stoacılık: Mutluluğa ancak bilgelik ile ulaşılabilir. Amaç, ne asker ne de
vatandaş yetiştirmektir. İnsan, bir dünya vatandaşı yani kosmopolitas olarak
yetiştirilmelidir. Toplumdaki hiyerarşik yapılanmaya da karşı çıkarlar.
b.
Epikürosçuluk: Eğitim, bireysel açıdan ele alınır. İnsanın devletin ya da dinin
perspektifi açısından yetiştirilmesine karşı çıkarlar.
Roma'da
eğitimin ana amacı, iyi vatandaş yetiştirmektir. Roma'nın insan yetiştirme
anlayışına göre eğitim, teorik amaçlardan çok pratik amaçlara hizmet etmelidir.
Seneca, "İnsan, okul için değil, hayat için öğrenmelidir." diyerek
Roma döneminin eğitime bakışını dillendirir.
Roma'nın güç
kaybetmesiyle Hıristiyanlığın imparatorluk topraklarında gelişmesi eşzamanlı
gerçekleşir. Hıristiyanlık döneminde eğitimin amacı, insanın tanrıyı
anlamasıdır. Eğitimin odağında insan değil tanrı yer alır. İnsan, eğitimin
sağladığı araçlarla tanrıyı anlamalıdır.
Rönesans ile
ortaçağın skolâstik eğitimi, yerini seküler, laik eğitime bırakmaya başlar.
Hıristiyanlığın dogmaları nedeniyle araştırma alanı dışında bırakılan insan ve
doğa, yeniden araştırma konusu yapılır. İnsanın araştırma konusu yapılması,
Hümanizmi doğurur. Artık cin şişeden çıkmıştır. Reform hareketleriyle birlikte
Hıristiyan Roma Din Devleti'nin gücü kırılmaya başlar ve 19. yüzyılın
imparatorlukları ve 20. yüzyılın ulus-devletlerinin temeli olan prenslikler güç
kazanmaya başlar. Kilisenin monolitik yapısı otuz yıl savaşları, İngiliz Kralı
8. Henry’nin Vatikan’ın onaylamadığı evlilik nedeniyle Angilikan Kilisesi’ni kurması,
kilisenin başına geçmesiyle otorite
enikonu sarsılır. Bu ve benzeri gelişmeler kilisenin gücünü kaybetmesiyle sonuçlanır.
Aristokrasi
yanında yeni yeni gelişen burjuvazi, yönetime katılıp pay almak için hareket
eder ve Fransız İhtilali gerçekleşir; lakin bundan yaklaşık 100 yıl önce
İngiltere’de kansız biçimde gerçekleşen devrim ile Fransız İhtilali’nin
getirdiği kavramlar ve yönetim anlayışı İngiltere’de kurumlaşmıştır. Ama kansız
tarih yazılmaz. Bu da diğer ulusların İngiltere’ye değil de Fransa’ya
bakmalarına neden olur. Sonuç olarak değişim, kanla gerçekleşir.
Gerek 18.
yüzyıl İngiliz, Fransız ve Alman aydınlanması gerek Fransız İhtilali’nin
getirdiği özgürlük – eşitli – kardeşlik kavramları ve yarattığı heyecan, yeni
bir Hümanizm akımının doğmasına neden olur. Bu anlayış, şu anda AB ve periferisinin
eğitim anlayışının temelini oluşturan klasik eğitim anlayışıdır.
20. yüzyıl,
pek çok açıdan 19. yüzyıla değin süren eğitim mücadelesinde ya da kültüründe
bir tür geri gidiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ya da büyük paylaşım
savaşları, anti-demokratik, totaliter, faşist örgütlenmeleri yaratmıştır.
İnsan, devlet ya da yüksek idealler için feda edilebilir bir varlık olarak
telakki edilir. Bütünün ya da toplumun ihyası için insan ya da birey feda
edilebilir, ihmal edilebilir olarak görülür. Aslolan devletin bekasıdır. Hal
böyle olunca da ideolojinin temel araçlarından birine dönüşür; hatta
Althusser’in deyimiyle devletin ideolojik aygıtlarından birine.[2]
1960’ların
özgürlükçü akımları, bireyin yeniden eğitimin merkezi haline gelmesine neden
olur. Her geçen gün artan bireysel talepler, uluslararası anlaşmaların
etkisiyle ya da uluslar arası hukukun da sağladığı güvencelerle kurumlaşmaya
başlar.
Marx’ın çok
yerinde dile getirdiği gibi her öznenin bilinci, yaşadığı hayata göre
biçimlenir; günümüz eğitim anlayışı, bireysel olarak inisiyatif alabilen
özneler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Modernizmin Nesnel Aklı Kıskacında Eğitim
Bugünün dünyası, kurumları
tanımlarken önüne “modern” nitelemesini koyar;
eğitim, hayat, mimari vb. moderndir; o halde nedir bu modernlik ya da
Modernizm? Modernizm, rasyonalist filozof Descartes ile başlatılır.
Düalist ya da Kartezyen felsefe anlayışıyla insan aklı, Aydınlanmanın habercisi
olabilecek olgunluğa ulaşır.
Aydınlanma’nın Kant’ta dile gelen
eğitim anlayışı, eğitim sayesinde insanın nasıl biçimlenmesi gerektiğini üç
madde şeklinde şöyle formüle etmektedir:
a. Önce disipline boyun
eğdirilmelidir.
b. İkinci olarak eğitim, insanı aynı zamanda kültürle donatmalıdır.
Kant’ın
nesnel aklı yüceleştirerek belirlediği eğitim anlayışı jakobenizmi, modernist
dayatmacılığın meşru temeli olarak kullanır; ama “cehenneme giden yol, iyi
niyet taşlarıyla döşelidir.”
Devlet,
siyaset kurumunun ana aktörü olarak eğitimi dizayn eden başat aktördür. Eğitim,
kurumsal bir çerçeveye ulus-devlet ile kavuşturulup geniş kitlelerin erişimine
açılır. “Gramsci’ye
göre kültür, toplumsal ve siyasal iktidarın gereksinimlerine göre yeni insan
tipinin yaratılmasında ve dolayısı ile kitlelerin aktif/etkin rızalarının
sağlanmasında merkezi bir yere sahiptir. Dolayısıyla devlet, sadece
zorlayıcı/baskıcı bir kurum değil aynı zamanda da kitleleri eğiten ve
hükmettiği kitlelerin etkin rızasını oluşturmaya çalışan ahlaki bir kurumdur.”[4]
İnsan, kurulmuş bir
varlıktır. Kuramsal bilgilerle sınırları çizilen insan olgusu, belirlenmiş
sınırlara sokulmaya çalışılan bir varlıktır. Varlık, imge, simge, ad. Bunların her biri farklı kategorilerdir. İnsan, reel bir
varlık olarak insan tarafından bilme konusu yapılır ve hakkında kuramsal
bilgiler üretilir; insan, kendine, üretilen bu kuramsal
bilgilerle bakar. İnsan
nedir?
Tarihsel süreçte pek çok yanıt verilmiştir; bunlardan
bazıları:
*
Homo habilis
*
Homo sapiens
*
Homo ludens
*
Homo economicus
*
Homo consumes
*
Homo mechanicus
* Zoon politikon
* Homo, homini
lupus
İnsanı tanımlama şeklimize göre
kurumları tesis etmekteyiz. Eğer, onu bir kul olarak tanımlarsak daha çok tanrıyı
anlamak, öbür dünyayı kavramak ve tanrısal buyruklara koşulsuzca itaat etmesi
için yetiştiririz. Eğer, onu bir yurttaş olarak tanımlarsak, devletin asli
çıkarları ya da kısa bir anlatımla devletin bekası için yetiştiririz. ‘Meşru’
olan, kuramsal bilgiye uygunluktur. O halde, eğitimden söz etmeden önce
insandan ne anladığımızı, bir insan doğasının varlığı tartışma konusu
yapılmalıdır.
Modernizmin sonucu olan
ulus-devletlerle eğitim, geniş bir toplumsal zemine yayılmış, böylece ayrıcalıklı
sınıflara özgülüğü sona ermiştir. Fakat toplumsal ayrışma ya da tabakalar
varlığını sürdürmektedir. Eğitim, bir insan hakkı olarak ve demokrasilerin
fırsat eşitliği prensibiyle kurumsal hale getirilmesine karşın eşitliğin
sağlandığı iddiası gerçeklikle örtüşmemektedir. “Bir çocuk, eşit nitelikte okul
eğitimi hakkına sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu nadiren elde
edebilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf
çocuklar için pekâlâ mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrumdurlar. Bu
avantajlar evdeki sohbetlerden ve kitaplardan, çocuğun hoşlanacağı tatil
gezilerine ve hem okulda hem de okul dışında yer alabileceği farklı ilgi
alanlarına de uzanmaktadır.”[5]
Kapitalizmin kurumlaştırdığı liberal
ekonomi ve toplum, eşitliği fırsatlar bağlamında garanti altına almıştır.
Aydınlar, kapitalizmin liberalizm üzerinden meşrulaşmasının cellâtları
olmuştur. Üretilen bilgiler, özellikle kuramsal düzlemde olguyu kavramak için
makro bakış açıları sağlamakta. Modernizm ile yeniden kurgulanıp tanımlanan
hayatın gelenekle bağları kesildiğinden modern insan aydınların belirlediği
çerçeveden dünyaya ve eğitime bakmaktalar. Kuramsal bilgi, okulda yapılan
eğitimi fetişleştiriyor. “Kuramsal bilgi, bize çocukların okula ihtiyaç
duyduğunu, çocukların öğrenme işini okulda başarabileceklerini söylüyor. Fakat
bu kuramsal bilginin kendisi, okul denen kurumun bir ürünüdür.”[6] Eğitim, liberal-kapitalist devletin
ideolojik araçlarından biridir. 1980’lerle birlikte kamunun ilkesel olarak
ekonomiden çekilip yerini özel girişimlere bırakarak kamu hizmetlerini delege
etmesiyle eğitim, kapitalist ekonominin iştahını açan en büyük sektörlerden
biri olmaya aday hale gelmiştir. Eğitim, ideolojik ve ekonomik nedenlerle masum
değildir artık. İnsan, okul denen süreci tamamlamadığı koşulda bir hiçtir.
Kapitalizm,
Protestan ahlakıyla gelişip kurumlaşmıştır. Ulus – devlet, Modernizmin nesnel
aklıyla insanı yukarıdan aşağıya biçimlendirme politikalarını aydınlarla ve
aydınların üretimi olan bilgilerle meşrulaştırır. “İnsanlar mutlu olmak ister;
bu istek neredeyse evrensel olduğundan, eğitimin amaçları arasında mutluluğun
da yer alması beklenirdi. Belirtilen amaçlar arasında onun genellikle yer
almaması, Batı toplumunun hala bir Püritenlik batağına saplı kaldığının bir işareti
sayılabilir.”[7]
Günümüzdeki akademik başarının bu denli
önemsenmesi, püriten ahlak anlayışından da kaynaklanmaktadır. Marxizmin temel
tezlerinden olan altyapı-üstyapı ilişkisi, kapitalist üretim ilişkilerinin
Anglo-Sakson pragmatizmiyle harmanlanmasından doğan verim, akademik başarı,
işlevselcilik vb. kavramlar, eğitimi belirleyen özneleri biçimlendirmektedir.
Eğitim,
toplumsal ayrışmanın aracı olabileceği gibi toplumsal bütünleşmeye de hizmet
edebilir. Bu yargı, bizi, şu tezi ileri sürmeye sev etmekte: Eğitim, toplumsal yapıyı oluşturma
araçlarından biridir.
Pedagoji,
bir bilim olarak Modernizm tarafından kutsallaştırılır. Üretilen kitabi
bilgiler, geleneğin binlerce yıllık birikimle ürettiklerinin yerine geçirtilir;
yer yer zorla yapılır bu. "Pedagoji, güç kullanımı için bir belge türüdür.
Çocuklarına dayak atan veya ruhen eziyet eden ebeveyn bunu daima pedagojik
olarak haklı çıkarabilir."[8] Devlet de
eğitim politikalarını. Gramsci'ye göre "Kapitalist toplum geliştikçe,
burjuvazi, görevi burjuva ideolojilerini olgunlaştırmak ve sistemleştirmek olan
aydınlar bulur ya da yaratır."[9]
Ahlak,
"ben"in değil "biz"in olduğu yerde vardır; ahlak,
"ben"i "biz" içinde eritir; eritmesi onun varlık nedenidir.
Eğitim, ister kurumsal olsun ister olmasın hedef aldığı özneyi ezerek
biçimlendirme sürecidir. 18. yüzyıldan itibaren geniş kitlelere yayılan eğitim,
her geçen gün kazandığı biçimsel yapısıyla bizatihi iktidarın kendisine
dönüşmüş durumdadır. Eğitim, tartışma konusu değildir artık.
Mutlaklaştırılmıştır. Sorgulama konusu dahi yapılmaz. Bir şeyin nasıl olduğu ne
olduğunun ardından gelir. Eğitimin "nasıl"ı üzerinde tartışılmakta; yaklaşımlar
farklı olsa da kabuller aynıdır. İktidarın
kendisini temsil eden ya da eğitimde nesneleşen iktidar, "meşru"
görülen eğitim ile kendini yaşatmakta. Eğitim ile ilgili akıl yürütmelerde
şeytanın avukatlığını yapıp eğitime dair çeşitli sorular sormak, çoktan
unuttuğumuzu, kurtulduğumuzu sandığımız putlarımızın hala capcanlı varlıklarını
sürdürdüklerini gösterir bize.
Eğitim üzerine
düşünüp akıl yürütürken özellikle makro düzeyde zamansal ve kurumsal anlamda
nerede ve hangi zamansal dilim içinde yaşadığımızı göz önünde bulundurmadan
kuramsal çerçeve çizip kuramsal bilgiler ileri sürmek, olgudan uzaklaştırır.
Devlet, küreselleşme, kapitalist üretim ilişkileri... bu makro yapıların içinde
biçimlenen ve varlık kazanan eğitim, bunlara "rağmen" olamaz; olsa
olsa bunların bekası içindir. Bütün çocukların aynı kalıp içine sokulması,
olgudan kopuk çok ciddi yanlışlar barındıran bir varsayım ile hareket eder.
"Bir olgunun kavramsal tasarımı, bir olgunun kavranılması, asla o olgunun
kendisi değildir. İşte bu nedenledir ki, aynı olgular dünyasında yaşayan
insanlar birbirinden farklılık gösterir. Kişiliğin birlik ve bütünlüğü, her
insanın varlığında çekirdek halinde bulunur. Birey hem kişisel bir birlik ve bütünlüğü
barındırır kendisinde hem de bu birlik ve bütünlüğün bireysel damgasını taşır;
dolayısıyla, hem bir tablo, hem de onu yapan sanatçıdır."[10]
Post-Kapitalist Toplum ve İnsan
Adorno,
kültür endüstrisi kavramını analiz ederken boş zaman, eğlenme kavramları
üzerinde durur. Ona göre insan, kültür endüstrisinin etkisini en çok boş zamanı
doldururken ya da eğlenirken hisseder. Post-kapitalizm, insanın üretimdeki etkisini
her geçen gün azaltırken ortaya çıkan zamanı tüketerek, eğlenerek geçirmesini
dayatır.[11] İnsan,
kendini, tüketerek iyi hisseder. Bunun için reklamlara, afişlere, billboardlara,
ilanlara vb. bakmak yeterlidir. Kültür ve eğlence, meta tüketiminin yanında yer
alır. Kültür endüstrisi tarafından maniple edilen görsel kültür, insanı uyaran
bombardımanına maruz bırakır.
Beslenme
şartlarında meydana gelen değişim, görsel bir dünya içinde yaşamamız, uyaran
çokluğu, çocukların bedensel ve seksüel anlamda erken olgunlaşmalarına neden
olmakta. Fakat zihin ve kişilik, beden ile eşzamanlı gelişmemekte. Obezite,
bugün, gelişmiş kapitalist ülkelerin en önemli sorunları arasında yer almakta.
Beslenme alışkanlığı, değişen damak zevki, kapitalist üretim anlayışının maksimum
kar ilkesi, insanlara tüketici olarak bakmakta; ulus-devlet ve kurumları,
sermayenin hizmetlisi; sermayenin talep ettiği düzenlemeleri sorgusuzca yapar
hale gelen bürokratik bir mekanizmaya dönüşmüş durumda.
Düalizm Çıkmazında İnsan ve Eğitim
İnsan,
parçalı biçimde görüldüğünde onu bu parçalardan birine indirgeyerek anlama ve
açıklama eğilimi vardır; oysa Yunanlıların "kişiyi mükemmele yönelten
eğitim metotlarının özelliği, kafa ve bedenin aynı özen ve ciddiyetle
eğitilmesini öngörüyordu. ...Zihinsel eğitimin yanında atletik yarışmalara
katılarak kazanılan "fiili yeterlilik", kişinin sağlıklı bir öz
yapıya kavuşabilmesi ve kültürünü geliştirmesi için öngörülen bir koşuldu.”[12]
Eski
Yunan'da "eğitimciler, beden ve kafa gelişimini bir bütün olarak telakki
ediyorlar, felsefelerine göre, "Sağlam bir kafa ancak sağlam bir beden
yapısında bulunabilir." tezini savunurlar. Bu
anlamda tüm eğitim kurumlarının Taç Kapı'larında "Nous İyiis, Somati
İyiyes" sloganı hak edilmiş ve bu slogan, site vatandaşlarının
bilinçaltlarına yerleşecek şekilde gözler önüne serilmiştir. ...Eski
Yunanlılar, bu eğitim ve kültür ideallerini "Kalos" ve
"Agathos" kelimelerinin birleşmesinden oluşturdukları,
"Kalokagathia" kavramı ile vücudun sağlıklı bir şekilde, ruhun, aklın
eğitilerek gelişmesi ile bağlantılı olarak estetik ve mükemmelliğin ahenkli
birliğini yani "İnsan-ı Kâmil"i ifade etmeye çalışmışlardır."[13] İnsan-ı
kâmil ya da kâmil insan, bütün kültürlerin, dinlerin amaçladığı insandır. İnsan
yetiştirmede kullanılan yöntemler, araçlar farklı olsa da amaç bellidir ve bu
amaç, ortak akılla belirlenmiş olup üzerinde tarihsel konsensüs sağlanan ender
değerlerden biridir.
Sorular ve
anımsatmalardan sonra sırasıyla eğitim, spor ve estetik kavramlarına, ardından
da aralarında ne tür ilişkiler kurulabileceğine; bunun, insanın sağlıklı ve
mutlu bir kişi olarak inşasına ne tür etkileri ve/veya katkıları olabileceğine
bakalım.
Eğitim – Spor – Estetik (– Etik)
Akademik
gelişim, koşut biçimde spor, estetik ve etik ile desteklenmedikçe ortaya çıkan
özne kadük olmaya mahkûmdur. Başlıkta bir kavram eksik, onu var(mış) gibi kabul
ederek hareket edelim; fakat konuşmanın odaklanacağı iki kavram: spor ve
estetik.
İnsanla
ilgili bütüncül bir bakışla şu tez ileri sürülebilir: İnsan, altı ayrı kategorinin toplamı ya da bütünü olarak
tanımlanabilir: Fiziksel, sosyal, duygusal, hormonal, entelektüel ve tinsel ya
da manevi.
Spor,
insanın fiziksel, sosyal ve entelektüel anlamda uyarılmasını sağlar; bu da
insanın bu kategorilere olan ihtiyacını gösterir. Spor ile ve sportif oyunlarla
toplumsal ilişkiyi, rekabeti, işbirliğini, süreci, sonucu vb. kavramları
yaşantıyla deneyimleyen insan, sağlıklı bir gelişim gösterebilir. Konuyla
ilgili şu tez ileri sürülebilir: Estetik,
insanın duygusal, entelektüel ve hormonal anlamda uyarılmasıdır.
Eğitim Nedir?
Eğitim, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Çocukların ve gençlerin
toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları
elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında,
doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” şeklinde
tanımlanıyor.
İngilizce ve
diğer Batı dillerinde education olarak
adlandırılan eğitim, semantik açıdan Latince educare fiilinden gelir; inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek
manasındadır.
Eğitim, insanın
doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan politik, sosyal, kültürel ve
bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, kapsayıcı bir tanımın
yapılması eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanların, toplumun standartlarını, inançlarını
ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir.
Kişinin
yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış
biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür. Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin
(özellikle okulun) etkisi altında sosyal yeterlilik ve optimum bireysel
gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir.
Eğitim,
önceden saptanmış esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler
sağlamaya yarayan planlı etkiler dizesidir.
Eğitim, insanın
davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istendik değişme meydana
getirme sürecidir.
Genellikle
resmi, yani kurumsal, eğitimle bir kullanıldığından bağlama göre öğretim,
öğrenim gibi kavramlarla sıkça karıştırılmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde
eğitim kavramı, iki genel çatıda tartışılabilir: toplumsal ve kurumsal eğitim.
Spor, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Bedeni veya zihni geliştirmek
amacıyla kişisel veya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre
uygulanan hareketlerin tümü” şeklinde tanımlanıyor.
Spor ya
da idman önceden belirlenmiş kurallara göre, kişisel veya takım
halinde yapılan rekabet amaçlı yarışma ve kişisel eğlence veya mükemmelliğe
ulaşmak için yapılan fiziksel aktivitelerdir. Spordaki en önemli etmenler,
kişilerin fiziksel kapasiteleri, yetenekleri, galibiyete olan inançlarıdır.
Beden Eğitimi Nedir?
Beden
eğitimi, eğitimin, insanın beden sağlığını ve becerilerini geliştirmeye yönelik
dalıdır; insanın zihinsel eğitim kadar bedensel eğitime gereksinmesi olduğu
düşüncesine dayanır. Beden eğitiminin geçmişi, uygarlıklar tarihi kadar
eskidir. Günümüzden yaklaşık 2.400 yıl önce yaşamış olan Platon’un "Gerçek müzisyen ve sanatçı, müzikle jimnastiği
en doğru oranlarda birleştirebilen kişidir." sözleri, Eski
Yunan’da beden eğitimine verilen önemi gösterir.
Eskiçağlarda
beden eğitime verilen bu önem, sonraki yüzyıllarda unutulur. Zihinsel eğitimin
beden eğitimiyle ilişkisi göz ardı edilir. Beden eğitimine yeniden dikkat çeken
kişi, 18. yüzyılda Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau olur.
Rousseau, Emile (1762) adlı yapıtında[14] beden
eğitiminin okul dersleri arasına girmesi gerektiği görüşünü savunur. Okullarda
beden eğitimi derslerini koyan ilk ülke ise 1814'te Danimarka olur. Daha
sonra Danimarka’yı başka ülkeler izler. Bugün, ilköğretimin zorunlu
olduğu hemen bütün ülkelerde beden eğitimi ders programında yer alır.[15]
Spor,
yalnızca bedensel ve fiziksel gelişime etki etmez; aynı zamanda bir sosyalleşme
aracıdır. Eğitim, bir anlamda insanın her gün yeniden yapılan(dırıl)dığı bir
süreç olması bakımından kendini ifade edecek mecralara gereksinim duymaktadır.
Sportif etkinliklerde bulunan insan, kendisiyle benzer yaşta, sosyo-kültürel
özellikleri taşıyan insanlarla bir arada olmak imkânı bulur; bu, kendini
güvende hissetmesini sağlar; bu güvenle de kendini ifade eder. Aidiyet,
özellikle erinlik – ergenlik dönemini yaşayan ve özneleşme sürecinin görece en
sert dönemlerindeki insan için başat bir sorunsaldır. İşte bu problematik
dönemde sportif bir etkinlik, aileden kopup biyolojik doğumunun ardından
sosyolojik olarak doğup bağımsız bir kişilik kazanmak isteyen özne için temel
araçlardan biridir.
Bir başka
önemli nokta ise grup normu ve suça eğilim. Erinlik – ergenlik dönemi gençler
üzerinde yapılan araştırmalarda çarpıcı bir sonuç ortaya çıkıyor: Çocuk
suçlular, işledikleri suçları grup halinde işliyorlar; yani, tek başına iken
toplumsal normlara uyma davranışı gösteren genç, aidiyet problematiği nedeniyle
grup normuna gözü kapalı uyabilmektedir. Bu nedenle özneleşme sürecindeki genç,
sportif etkinliklerde bulunduğu vakit kriminal gruplardan ve suçlardan uzak
durmuş göreli olarak arınık bir sosyal çevrede gelişimini sürdürmüş olur.
Ergenlik
öncesi ve ergenlik boyunca çocukların bir araya gelerek gruplar kurmaktan hoşlandıkları tespit edilmiştir. Başlangıçta amaçsız
olan bu gruplar bir arada bulunmak, yiyecekleri paylaşmak, sır ortaklığı yapmanın verdiği zevkle yetinirken daha sonraları çeşitli
konuların tartışıldığı fikir çeteleri haline dönüşürler. Bu gruptaki
çocukların aradığı heyecanı
verici, kendilerine üstünlük kazandıran meşguliyetler bulmaktır. Bu; spor,
izcilik gibi faydalı faaliyetlerle temin edilmediği takdirde çetecilikle ve yasadışı faaliyetlerle elde etme yoluna gidilir.[16]
Çeşitli
bilim adamları, düşünürler, sportif etkinliğin kişilik üzerine etkilerini şöyle
genelleştirmektedirler:
1. Sporun karakterin şekillenmesinde etkisi vardır.
2. Takım sporları, dayanışmayı, koordinasyonu
öğretir.
3. Her türlü spor, bireysel disiplini geliştirir.
4. Spor, mücadele bilinci kazandırır.
5. Sportif etkinlikler, insana kendini ifade etme
imkânı sunar.
6. Sporun sosyalleşme üzerinde olumlu etkileri
vardır.
7. İdmanlarla disipline olan insan, yaşama daha
cesur bakar.
8. Sporla insan, iletişim becerileri geliştirme
imkânı bulur.
9. Spor, motor davranışların rafine hale gelmesine
katkı sağlar.
10. Spor, saldırganlık dürtülerinin toplumca kabul
edilebilir mecralara akıtılmasını sağlar.
Spor, insanın yalnızca bedensel anlamda
uyarılmasını değil, aynı zamanda soysal gruplar içinde kendini ifade imkânı
bulması açısından da önem arz etmektedir. Aile, özellikle ergenlik ya da bir
başka deyişle sosyolojik doğum esnasında çocuğu sokaktan korumak ister; ama “Arkadaş
yokluğunun yarattığı yalnızlık ve eksiklik duygusunu aile gidermez.
Arkadaşlarca aranmak, beğenilmek ve benimsenmek benlik saygısının önemli bir
koşuludur. Gençler bu ilişkilere girerek zekâsıyla, sportif ve sanatsal
yetenekleriyle kendini arkadaş grubu içerisinde kanıtlamaya çalışır.”[17]
Küreselleşmeyle birlikte göreli olarak hızlı
değişen hayat, insanın beslenme, cinsel kimlik, gelecek tasarımı, eğitim,
devlet yapısı vb. olgular, hızla yeni formlar kazanmakta. Bunlar arasında
obezite giderek yaygınlaşmakta. İşte sportif etkinlikler, erinlikten ergenliğe;
ergenlikten yetişkinliğe geçişte sağlıklı bir bedensel gelişim için elzemdir.
Yapılan araştırmalar, spor ile uğraşanların beslenme ile ilgili farkındalık
düzeylerinin akranlarına nazaran daha yüksek olduğunu göstermekte. Özellikle
gelişen bilişim teknolojileri, bedensel etkinliklerin her geçen gün azalmasına
neden olmakta.
Spor, sosyalleşme sürecine olumlu katkılar
sağlamaktadır. Dolayısıyla, spor eğitimi alan insanların sosyalleşme sürecini
daha etkin bir biçimde yaşayabilecekleri kaçınılmazdır. Ancak, söz konusu spor
eğitimi insanın sadece belirli bir spor branşına dair yeteneklerini geliştirici
içerikte olmamalıdır. Etkin bir sosyalleşme için spor eğitiminin ahlaki içeriğe
de sahip olması gerekmektedir.[18]
Sporun önemi yasa koyucu metinlerde de dile
getirilmiştir; mesela 1739 sayılı Eğitim Temel Kanununun, Türk Milli Eğitiminin
genel amaçları bölümünün ikinci maddesinde ‘Bir
ülkenin kalkınma ve gelişmesinde en önemli faktör olan insanı, gücü mükemmel,
fizik kapasitesi yüksek, ruh sağlığı tam, çocukluk yıllarından itibaren istemli
bir beden eğitimi ve sporun ömür boyu uygulanması gerektiğine inanmış, bunu
alışkanlık haline getirmiş olarak yetiştirmek esastır.’ açıklaması yer
almaktadır.
Spor ortamı içinde insan kendi yeteneklerini ve
başkalarının yeteneklerini tanımayı, eşit koşullarda yarışmayı, yenilgiyi
kabullenerek başkalarını takdir edebilmeyi, kazandığı zaman mütevazı olabilmeyi,
başkalarına yardım etmeyi, doğayla ve zamanla yarışarak zamanını ve emeğini en
uygun şekilde kullanmayı öğrenir. Bu anlamda spor insanı çok yönlü olarak
hayata hazırlamayı amaçlayan çağdaş eğitim sisteminin önemli bir aracıdır.[19]
Estetik nedir?
Estetik, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “Sanatsal yaratının genel
yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii,
bediiyat”
Felsefedeyse “Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki
etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu, bedii” şeklinde
tanımlanıyor.
A. G.
Baumgarten'in 1750 basımı Aesthetica kitabında tanımladığı şekliyle estetik,
duyusal bilginin bilimidir; konusu da duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek
istediği, güzel üstünde düşünme sanatıdır. Estetik kavramı güzel olanı
aramak, duyumsamak şeklinde açıklanır. Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da
aisthanesthai sözünden gelir: duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına
gelmektedir.
Estetiğin Nesnelleştiği Müzik ve Eğitim
“Müzik, beynin sayı saymasıdır.”
Müziği seven
çocuk insanı sever, toplumu sever, yaşamı sever, eşsiz bir ruh gücü ve
zenginliği kazanır. Eflatun’un da dediği gibi, estetik eğitim, ahlak eğitimini
de etkiler. W. Shakespare’nin Venedik Taciri adlı oyununda “Kendinde müzik
olmayan, seslerin tatlı ahenginden heyecan duymayan insan, hinlik ve hırsızlık
için yaratılmıştır. Onun ruhu geceden daha karanlık, tutkuları cehennemden daha
karadır. Böyle bir insana güvenmeyiniz!” diyen sözlerinden de yola çıkarak,
insan ruhunun güzellikleri yüceltebileceğini vurgulamak gerekir. Müzik bir güzellik ve eğitim aracıdır;
insanı yumuşatarak geliştirir.(Bold, V.M.B)[21]
Müzik ile
anlama, kavrama, öğrenme gücü arasında çok ciddi korelasyonların varlığı,
yapılan çeşitli araştırmalarla tespit edilmiştir. Irvine, California
Üniversitesi araştırmacılarından Frances Roucher ve Gordon Shaw 1993’te okul
öncesi çocuklar üzerinde yaptıkları araştırmalarda, 3–5 yaş arası çocukların 6
aylık piyano dersinden sonra, matematik ve diğer bilimler açısından çok önem
taşıyan uzaysal algılama testlerinde ve bulmacalarda heyecan verici gelişmeler
gösterdiklerini saptamışlardır. Araştırmacılar, müzik eğitiminin beyindeki yeni
ve sürekli bağlantılar oluşumunu canlandırdığına inanmaktadırlar.[22]
Kısacası,
düzenli ve sürekli bir müzik eğitiminin,
·
“dikkati / konsantrasyonu”,
·
“koordinasyonu”,
·
“ana dili”,
·
“uzaysal becerileri”,
·
“özgüveni”,
·
“karakteri”,
·
“ilgi ve yetenekleri”,
·
“beyin ile duygular arasındaki koordinasyonu”,
·
“iletişimi”
geliştirdiği
savını destekleyen pek çok deneysel çalışma vardır.
Estetik ile
eğitim arasındaki ilişkiden yola çıkılarak şu tez ileri sürülebilir: “Eğitim – öğrenim düzeyi yükseldikçe
estetik beğeni de artmakta.”[23]
Müzik,
sanatlar içinde farklı bir varoluş arz eder; onun etkisi, doğrudan beyin ve
duygulara yöneliktir. Schopenhauer, "Güzel
ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı tüm pisliklerden ve
bayağılıklardan arındırır." sözüyle, müziğin yarattığı arınmayı (katharsis)
dile getirir.
Müzik,
doğrudan ruh üzerinde etkilidir. Müziğin ruh üzerindeki etkisi, durum ve zamana
göre değişiklik gösterir. Bu konuda müzik tarihimizde önemli bir yeri olan
Hasan Şuuri'nin Ta'dil-i Emzice adlı eserinde hangi makamın günün hangi
saatinde etkili olduğunu gösteren bir tablo vardır." Mesela pazar sabahı
Rehavi, salı sabahı Hicaz, cuma sabahı Hüseyni; pazar geceyarısı Hüseyni,
salı geceyarısı Rehavi, cuma geceyarısı Rast makamları salık verilir.[24]
Müzikle
ilgili Latince "Inter omnia exerciata sanitatis cantane melius est."[25] sözü de
müziğin yalnızca ruhsal etkiye sahip olmadığını, aynı zamanda bedensel sağlık
üzerindeki olumlu etkisini dile getirir. Edirne’de II. Beyazıt Külliyesi’nde
yer alan şifahanede akıl hastaları, müzik ve su sesi ile tedavi edilirmiş.
Mazideki iki ayrı uygarlıktan alınan bu örnekler, müziğin etkisinin ne denli büyük
olduğunu gösterir.
Eğitim Üzerine Deneysel Bir Düşünme Denemesi
Spor ve Estetiği Hemhal Kılan Bir Ritüel Olarak
Dans
Spor ve estetiğin eğitime etkisi adlı çalışmayı yaparken
doğrudan bu konuya odaklanmış çalışmaların olmaması, çalışmanın, çalışma
sürecinde olgunlaşmasına, kendi tezlerini yaratmasına neden oldu. Estetik,
sanata; sanat, müziğe; bunlar da sporla birleşince okumalar, zihnimde oluşan çağrışımlar,
felsefi ve antropolojik beslenme kaynaklarım beni dansa götürdü.
Dans,
ritim, müzik, ritüel, dinsellik kavramlarına ilkel toplumlarda da rastlanmakta.
Dans, bireysel ya da toplumsal anlamda kendini ifade ediş biçimi olmak yanında
çeşitli toplumsal ve dinsel anlamlar da taşır. İnsan, sanat adını verdiğimiz ve
içinde şiir, müzik, dans olan unsurlarla kendini ifade etmekte. Burada kilit
kavramsa “dil”dir; çünkü her biri bir “ileti” taşır; yüklüdür bir bakıma; bu
nedenle de dil, bir değer olarak yüceltilir. “İlkel topluluklarda dilin bu
yüceltilişine, çoğunlukla, bütün topluluğun katıldığı törenlerde rastlıyoruz.
…Ortada kesin bir kanıt olmamasına rağmen, ritmik ya da vezinli dilin, yazının
bulunuşundan önce hep kaba bir müzikle birlikte olduğu düşünülebilir. Gerçekten
de müziğin kendisinin ilkel şiirle birlikte doğduğunu, hareketler ve
sıçramalar, bağırmalar ve anlamsız haykırışlar, sopaların ve taşların birbirine
vuruluşuyla çıkarılan birtakım yapma seslerle ifade edilen bir yerli beden
ritminin, dansın, şiirin ve müziğin ortak atası olduğunu ileri sürebiliriz.”[26]
Arapçası "raks" olan dans, dilimize Batı dillerinden geçen bir kelimedir; tüm vücudun bir müzik ritmi eşliğinde estetikle
birlikte çalıştırılabildiği bir gelenek, sanat, bir tedavi şekli veya
sadece bir ifade şekli olabilir. Dans, insanın bireysel ya da bir kişi ya da
grupla yapabileceği pek çok unsurun bileşkesidir. Burada şu tez ileri
sürülebilir: Estetik ve fiziksel
aktivitenin birleşmesidir. Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de bedene hitap
eder. Bir ifade aracı ya da imkânı olarak dans, antropolojik olarak verili
insan doğasında da karşılığı olan bir değerdir. Her çağın ritmi farklıdır;
ritüelleri de. İnsan yaşamında ilkel kabilelerden bugüne hem pek çok şey
değişmiş hem de değişmemiş; değişmeyenlerden biri de danstır. Çağın ritmine
göre insanların kendilerini ifade ediş biçimleri değişegelmiştir. Neoklasik
dönemim yavaş dansları, modernizm ile değişen hayatın dansları yanında çok
yavaştır; hayat da göreli olarak maziye nazaran bugün daha hızlı akmaktadır;
müzikler de danslar da hızlanmıştır. Yer yer sertleşmiş, metal, rock, rap
müzikleri, her ne kadar Batı kaynaklı olsalar da bugün küreselleşme olgusu
nedeniyle bütün dünyayı aynı ritimlere maruz bırakmakta ve oluşan bilinçler,
beslenme kaynaklarına göre biçimlenmekte. Amacımız insanı antropolojik
köklerinden koparmadan kavramaksa eğitimde dansa yer açmak gerektiği
kanaatindeyim.
Eğitimde dansa yer açmak, örgün eğitimi, özellikle erinlik -
ergenlik dönemi gençlerin bedensel, ruhsal, tinsel ve sosyal gelişimleri için
çok işlevsel olacağı kanaatindeyim. Çünkü dansın bedensel, duygusal,
sosyal ve zihinsel pek çok katkısı vardır insana; bunları kısaca özetlemek
gerekirse:
*
Yaratıcı hareketler ve düşünme sayesinde kısıtlamaların ötesinde çok kapsamlı
zihinsel kapasite ve algı sağlaması
*
İletişim ve ilişki kurma becerilerinin geliştirilmesi
*
Konsantrasyon artışı, ilgi, merak ve öğrenme isteğinin geliştirilmesi
*
Negatif duyguların öfke, korku, endişe vb. ifade edilip nötralize edilmesi
*
Pozitif duyguların, coşku, sevgi, motivasyon vb. yoğunlaştırılması
*
Ritim duygusunun geliştirilmesi ve dolayısıyla müziğe uyumlu hareket edebilme
yeteneği kazandırması
Beden ile zihnin birlikte uyarılması, eşgüdüm
ile birlikte belli türden bir etkinlik içinde olmaları ile beden, zihin ve
ruhsal birliktelik sağlanır. “Dansın eğitimde kullanımı hayata karşı
farkındalığımızı arttırır. Bunun yanında gözleri, boynu, kalçaları, ayak
duruşlarını, omurgayı bilinçli kullanmak, yanında nefes çalışmaları, mudralar,
zihinde canlandırma ve imgeleme çalışmaları sayesinde herkes bedenine,
duygularına ve düşüncelerine seslenebilme imkânı kazanır. Bütünüyle beden,
zihin ve ruhun uyumunu yaşarız. Dans, vücut, zihin ve ruhu kapsayan bir çeşit
kendini geliştirme sistemidir. Sürekli ve düzenli yapılan çalışmalar vücudun
diri, metabolizmanın dengeli, sinir sisteminin güçlü, kan dolaşımı ve bezelerin
fonksiyonlarının düzenli olmasını sağlar. Zihne ve ruha huzur ve mutluluk
getirir. Vücudun esnekliğini sağlar. Kaslara, eklem yerlerine iç organlara ve
sinir sistemine güç verir; sağlamlaştırır. Solunum organlarının düzenli
çalışmasını sağlar, düzenli nefes almayı öğretir, sindirim problemlerini çözer.
İç salgı bezlerini çalıştırarak normal dengeyi sağlar, omurga sinir sistemine
güç verilerek hastalıkları önler, zihnin durulmasını; olumlu düşüncelerin
üretilmesini sağlar; bütün bedeni güçlendirip dinçleştirir, vücudu
güzelleştirir, rahatlık verir, sakinleştirir ve sabırlı olmayı öğretir; insanı
öz benliğine kavuşturur.”[28]
Doğunun ürettiği önemli felsefelerden
biri olan Budizme göre, insanı beden ve zihin diye düal bir varlık olarak
görmek illüzyondan başka bir şey değildir. Mutasavvıf Mevlana’nın kurucusu olduğu
Mevlevilikte yapılan sema da bir bakıma insanın bedensel ve zihinsel
birlikteliğinin ete kemiğe bürünmesi değil midir?[29] New York State Üniversitesi öğretim
üyesi William Chittick, Stony Brook’ta Tasavvuf dersi vermeye başladığı ilk yıl
tanıştığı bir kız öğrencisiyle diyalogunu şöyle anlatıyor: “Bir öğrenciyle
tanıştım. ‘Ah, Tasavvuf’ dedi kız öğrenci, ‘dans etmek, değil mi?’ Kızın
bilgisizliğine önce katıla katıla güldüm; ama biraz düşününce, neredeyse
doğruya yakın bir görüşe sahip olduğu kanaatine vardım.” [30]
Dansın insanda
yarattığı etkiyi Antik Yunan felsefesinin klasik dönemi ürünlerinden bir
kavramla kritik etmeye çalışacağım. Arınma anlamına gelen "katharsis" ile dansa bakılabilir
mi?
Platon’un
tragedyayı olumsuzlamasına karşın, Aristoteles katharsis’i tragedyanın özüne yerleştirir; katharsis’in doğrudan gerçekleşeceği yer tragedyadır.[31] Bu durumda
kavramın içeriği değişir; sanat ve değer yaratımının aracı olarak katharsis’e
yeni bir anlam yüklenir.[32]
Platon’dan
yararlanarak ama farklılaştırarak Aristoteles, mimesis ve katharsis
kavramlarını birlikte ele alır; Poetika’nın iki temel kavramı mimesis ve
katharsis’tir. Bütün sanatlar taklittir, hatta insanın bilgisi taklitle başlar.
Ancak mimesis, doğayı olduğu gibi taklit etme değildir. Gerek mimesis’in gerek
katharsis’in amacı, yeniden yaratmadır, poiesis’tir. Poetika’da mimesis ile
ilgili açıklamalar yeteri kadar var, fakat katharsis ile ilgili tek cümle
buluyoruz: “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu
tutkulardan temizlemektir.”
“Tragedyanın,
dolayısıyla katharsis’in amacı kötü karakterin iyileştirilmesidir.” Katharsis,
insanın parçalanmış bütünlüğünün yeniden kurulmasıdır; arınma etik bir
arınmadır; ‘rasyonel akla’ davettir; ahlaksal iyiyi doğru akılla bulmadır; kaderin
rastlantısallığına ve hayatın bilinmeyenlerine karşı cesaretle savaşmadır;
özgürleşmedir; yeniden değer ve kişilik yaratmadır; bu anlamıyla da zihinseldir.
Antik dönemden alınan katharsis
kavramındaki derinlik, eğitime entegre edilecek bedensel aktivite (spor) ve
müziğin (estetik) bir tür birlikteliği olan dans ile bir kurum olarak eğitimin
gerçekleştirmek istediği ideale yaklaşılabilir ve şu tez ileri sürülebilir: sağlam kişilik, bedensel ve ruhsal
bütünlüğü bir arada olan öznedir. Dans, bunu yaratmada ideal bir araç
olarak görünmektedir.
Sonuç
İnsan
yaşamında her şey tarihseldir; bu nedenle her olguya tarihsellik perspektifiyle
bakmanın olguyu bütünlüğüne ve derinlemesine kavramaya daha yakın olacağı
kanaatindeyim. Eğitim, tıpkı aile, ekonomi, siyaset, din ve sanat gibi sosyal
bir kurumdur. Her toplum, bu altı kurumun toplamıdır. Kurumlar; toplumu,
toplumsa kurumları yaratır; aralarında diyalektik bir ilişki vardır. Bir başka
anlatımla bütün kurumlar, sürekli oluş halindedir.
Sosyoloji
disiplininden alınan bu kuramsal bilgi ile eğitim olgusuna ya da kurumuna
bakıldığında indirgemeci yöntemle belli bir noktaya bağlayarak değil, onu
bütünlüğü içinde diğer kurumlarla ilişkileri gözetilerek kavramak
gerekmektedir.
Eğitim,
nasıl her toplumda kaçınılmaz bir süreç ise nasıl yapılacağı da her zaman
problem teşkil etmiş ve edecektir. Gerek aileler, gerek siyasi otorite eğitimin
“nasıl”ı üzerine kafa yormakta; eğitime kayıtsız kalamamaktadır. Hiçbir dönemde
kalmamıştır da. Bugün, yetişen bir öznenin beslenme kaynakları o denli
çeşitlenmiştir ki kurumsal çatı altında yapılan eğitimin genel eğitimdeki payı
neredeyse ihmal edilebilir düzeye gelmiştir.
Burada
antropolojiye atıfta bulunmak gerekir; çünkü bilmenin, anlamanın, öğrenmenin
pek çok yolu vardır; kurumsal çatı altında verilen eğitimin kutsallığı,
dokunulmazlığı söz konusu değildir.
Ulus-devletin
kendini kurumlaştırmak, otoritesini pekiştirmek için kullandığı pek çok
ideolojik araçtan birine dönüşen eğitim, iyi insanı ya da mutlu insanı
yetiştirmekten uzaktır. İnsan, belli bir açıdan ya ideolojiye hizmet edecek bir
özne ya da kapitalist üretim araçlarının dişlilerinden biri görülerek ona
hizmet edecek bir araç olarak değerlendirilmektedir; buna göre de
yetiştirilmektedir. Fakat ısrarla şu soru sorulmak için beklemekte: Ne için eğitim? İşte eğitim felsefesi
de burada kendini göstermekte. Nasıl bir
insan?
Eğitim, kısa
tarihsel hatırlatmada da görüleceği üzere her dönemde farklı bir içerikle
şekillenmiştir. Olgu değiştikçe, olguyu biçimlendirme iddiasındaki kurum ve
dayanağı olan kuramsal bilgi de değişmek zorundadır. Hiçbir yöntemin ya da
anlayışın mutlak olmadığını bilerek bakmak gerektiği kanaatindeyim; çünkü
Efesli Herakletios’un çok yerinde dile getirdiği gibi “Aynı ırmağa iki kez
girilmez.”
Sıklıkla
eğitim, siyasi otorite tarafından biçimlendirilmek istenmektedir. Son 15 yıl
içinde iki radikal siyasi müdahaleye tanık olmaktayız. Bu, siyasi otoritenin
gayet ‘iyi niyetle’ geleneğe, çağın ruhuna, olguya rağmen yaptığı müdahalelerdir.
İnsan, üzerinde hala mühendislik yapılabilecek bir varlık olarak kavranmakta;
oysa ne insan ne de toplum, mühendisliğe izin verir; nedeniyse insanın ve
toplumun sonsuz değişkene bağlı olarak nefes alıp sonsuz değişken ile belirlenmesidir.
Bu tür dizayn etme çabalarının beyhudeliği, tarih bilinci olan öznelerce
rahatlıkla görülebilir.
İnsan,
fiziksel, sosyal, duygusal, hormonal, zihinsel ve tinsel bir varlıktır dedik.
İnsanı bütünlüğüne kavramak, bu yanlarını temele alarak, insanı bunlardan
birine indirgemeden anlamaktır. Ama Doğan Kuban’ın dile getirdiği gibi
“Uygarlık, bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür.” Bu nedenle de kuramsal
bilgi düzeyinde değil, uygulamada da bu bakışın geçerli olması sağlanmalıdır.
Estetik ve
sporun entegre edildiği bir eğitim anlayışı, insanı zihinsel ve tinsel anlamda
da zenginleştirecektir. Tinsel anlama rafine hale gelen özne, dünyayı köşeli
biçimde kavramaktan uzaklaşacak; bu, onun yargılamadaki katılığını
törpüleyecektir. Öznenin tinsel farkındalığı, onun kendini anlayıp hayata yerleştirmesini
de etkileyecektir. Burada şu tez ileri sürülebilir: Estetik bir boyut kazandırılmış eğitim, öznenin rafine hale gelmesine
katkıda bulunarak yaşam kalitesini de yükseltir.
Bilimlerin
her biri, bütün eleştiriciliğe karşın, verdiği kesin yargılar ile insan zihnine
çeşitli duvarlar örer. Felsefe, sorduğu alışılmışın dışındaki sorularla bu
duvarların mutlak olmadığını göstermeye çalışır. Oysa sanat, insan zihninin
duvarlarını yıkar. Sınırsızlıktır bir bakıma. İnsan, sanat ile özgürleşir.
Estetik ile bakışını törpüler. Estetikten yoksun bir hayat, bir bakıma faşist,
totaliter, baskıcı, dayatmacı… olmaya mahkûmdur.
Sanat, insan ruhunu anlamayı sağlar;
insan ruhunu göreli olarak anlayan kişi, kendini (de) tanımış olur. Kendini
tanıyan, yaşamı (da) tanır; tanıması, anlamasıdır bir bakıma; yargılamasını
önler. Önyargılarla yargılarız sıklıkla. Yargılama; anlamayı, sevmeyi, kabul
etmeyi engeller. Anlamak, sevmek ve kabul etmek, güven yaratır. Güven ise
huzuru. Huzurla kendine ve çevresine bakan insan, hayatla barışık olur.
Mutluluk, bir anlamda hayatla barışık olmaktır. Eğitim, son tahlilde, insanın
mutluluğuna hizmet eden, insanın mutlu bir özne olarak inşa sürecine katkıda
bulunan bir “araç” olarak kurgulanmalı. Bunu yaparken de insanı bütünlüğünde
kavramalı.
İnsan,
estetiğin ete kemiğe büründüğü sanatla insan ruhunun derinliklerine nüfuz eder.
İnsanı tanır bir bakıma. Lacan’a göre sanat, insanın özneleşme, ahlaksallaşma
sürecinde yitirdiği ve bilinçdışına ittiği naturasını ya da benliğini aramak, görmek,
ona tanık olmaktır. Sanat, insan ruhunu soyar, çırılçıplak hale getirir.
Estetik, ruhun aldığı hazdır; bu salt duyusal değil zihinseldir. Euripides,
“Bilincin olmadığı yerde haz da acı da fizikseldir.” der; estetik haz, öznenin
rafine bir ruha sahip olduğunun kanıtıdır. Euripides’i destekleyecek bir olguya
günümüz Amerikan toplumu gençlerinde rastlanmakta. Görsel uyaran kültürü
nedeniyle şiddet, ‘olağan’ karşılanır hale gelmiştir. Bu nedenle de gençler
arasında şiddet, her geçen gün artmaktadır. "Televizyon, rap müzik ve
bilgisayar oyunları ergenlerin saldırganlık ve şiddet davranışları üzerinde
olumsuz etkileri açısından eleştirilmektedir. Amerika'da ergenler arasında
şiddet, önemli bir sosyal sorun olarak görülmektedir. Binlerce ergen ya şiddet
uygulamakta ya da şiddetin kurbanı olmaktadır. Şiddet, bu bölgede yaşayan
ergenler arasında temel ölüm nedenlerinden biri durumundadır. Şiddetin bir
salgın haline geldiği, öldürülme nedeniyle ölümlerin %29'unun ergenler arasında
olduğu bildirilmektedir."[33] Bu istatistik
ile bakınca insanın bedensel ve ruhsal gelişimin birbirini destekleyerek
sağlanmasının önemi daha fazla anlaşılmakta.
Post-kapitalizm
ya da post-modernizm ya da küreselleşme ya da bilgi çağı ya da adına her ne
denirse densin maziden farklı bir olgusal gerçeklik içinde nefes aldığımız
aşikâr. Konumuz eğitim olduğuna göre kapitalist devlet modelinin, kamusal
hizmet alanındaki ağırlığını her geçen özel girişimlere terk etmekte olduğu hatırlanmalı.
Kamu hizmetinin iktisadi bir karşılığı yaratılmakta. Bu değişim de bilinçleri
yeniden biçimlendirmekte. Eğitim, ekonomi-politiğin ya da ideolojinin dışında
değildir; bizzat onun hedef aldığı ana olgu ya da kurumdur. Üzerinde bu denli
manipülasyonun yapılması da bu nedenle anlaşılabilir olsa gerektir. Kapitalizm,
insan bedenini özellikle de kadın bedenini bir metaya dönüştürerek
asimetrik bir sömürü yaratmakta. "Ergen kızlar ve genç kadınlar zayıf
görünme konusunda güçlü sosyo-kültürel baskı hissetmekteler ve bu durum,
bedeninden memnun olmama gibi sorunlar yaratmaktadır. İdeal beden imgesi ile
ilgili bu kültürel değerlerin çocuklar ve ergenler arasında da yaygın olduğunu
gösteren araştırma sonuçları bulunmaktadır. Gençlerin büyük bölümü fiziksel
görünümleri ile ilgili doyumsuzluk belirtmektedirler. Özellikle kızlar,
kendilerini fazla kilolu olarak tanımlamakta ve sürekli zayıflamayı
düşünmektedirler. Zayıflama ile ilgili bu düşünceler, yeme bozukluğu gibi
sağlık sorunları ile sonuçlanabilmektedir."[34] Yeme
bozukluğu genç öznenin halet-i ruhiyesini de etkilemekte. Yeme bozukluğu
yanında gençler arasında kırmızı et yememe de yaygınlaşmakta. Nöronların
ihtiyacı olan ve yalnızca kırmızı etten alınabilen bir protein eksikliğinin
depresyonu tetiklediği artık bilinmekte. Sosyal uyaranların çokluğu, görsel
kültürün iktidarı, bilişim teknolojileri, sinema vb. ağır uyaran yükü, genç
öznenin ezilmesine neden olmakta; çıkış olarak şiddet, uyuşturucu ve madde
bağımlılığı gibi ‘çare’ler çözüm olarak görülmekte. Hiç kuşku yok ki ne spor ne
de sanat, başına bunca problemle baş etmenin tek aracı ya da yoludur.
Spor, bir
oyun olarak kelimenin birinci ve yan anlamıyla eğlenmedir; belli kurallara
gönüllü uymaktır; neden diye sormayız oyun oynarken, kuralların mutlaklığı
kabul edilmiştir. Oysa sanatta kural yoktur; o kural-dışıdır; onun kimliğini ya
da özünü de bu oluşturur. Sanatla özgürleşmenin nedeni de budur; sanatla
özgürleşiriz çünkü zihinsel anlamda duvarların tamamen yok olduğu, yıkıldığı
bir süreçtir sanat; ister alımlayıcısı ister üreticisi olun. Sanat,
özgürlüktür. Sanatsal etkinlik duyuşsal ve zihinsel anlamda haz verir.
Sanat ve sporla beslenen bir ruh arınır; tam bir katharsistir öznenin
yaşadığı. Sonuç niyetine “Dans,
taşıdığı tarihsel yük ile eğitimde yer alarak öznenin bedensel ve ruhsal
bütünlüğünü sağlayan özel türden bir araçtır.” tezi ileri sürülebilir.
Anahtar Kelimeler
Sporun,
Estetiğin, Sanatın, Dansın Eğitime Etkisi, Eğitim, Katharsis, Mutluluk ve
Eğitim, Post-Kapitalizm ve Eğitim
KAYNAKÇA
ADLER, A. Çocuk Eğitimi, Çev. K. Şipal, Cem
Yayınevi, İstanbul, 1996
ADORNO,
T.W. Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi,
Çev. E. Gen – M. Tüzel – N. Ülner, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
ALTHUSSER,
L. İdeoloji ve Devletin İdeolojik
Aygıtları, Çev. A. Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2006
APAYDIN, G.E. Popüler Kültür ve İktidar Sorunu, http://akademik.mu.edu.tr/data/06020000/resim/file/04-4%20g%C3%83%C2%B6k%C3%83%C2%A7en%20ertu%C3%84_rul%20apayd%C3%84%C2%B1n.pdf Erişim:
07 Mart 2012
ARİSTOTELES, Poetika, Çev. F. Akderin, Say
Yayınları, İstanbul, 2011
CASİMİRE, C. Müziğin İnsan ve Hayvanlara Etkisi,
Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006
CAUDWELL, C. Yanılsama ve Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan,
Payel Yayınevi, İstanbul, 1974
CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları, İstanbul, 2003
ERGUN, D. Sosyoloji
ve Eğitim, İlke Yayınları, Ankara, 1995
GÖKAY, M. – DEMİR, A. Farklı Eğitim Seviyelerinde Estetik Beğeni, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20G%C3%96KAY%20-%20Ahmet%20DEM%C4%B0R/G%C3%96KAY,%20Melek%20vd..pdf Erişim:
07 Mart 2012
ILLICH, I. Okuluz Toplum, Çev. M. Özay, Şule Yayınları, İstanbul, 2005
KANT, I. Eğitim
Üzerine, Çev. A. Aydoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006
KÜÇÜK,
V. – ACET, M. Bir Kişilik Özelliği
Olarak Suçluluk ve Sporlarla İlişkisi
http://sbe.dumlupinar.edu.tr/7/369.pdf
Erişim: 07 Mart 2012
MORHAİM, R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı
NODDINGS, N. Eğitim ve Mutluluk, Çev. Z. Bilgin, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2006
OELKERS, J. - LEHMANN, T. Eğitime Hayır, Çev. Z. Uludağ, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003
OĞUZ, E. - YAKAR, A. (Yay. Haz.) Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. -
ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen Gelişimine
Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007
ROUSSEAU,
J. Emile, Çev. Y. Avunç, İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2011
SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler, Tarih - Kültür -
Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001
SCHILLER, F. İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi
Mektup, Çev. G. Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001
SERTER, N. 21.Yüzyıla Doğru İnsan Merkezli Eğitim, Sarmal Yayınevi, İstanbul,
1997
ŞENTÜRK, Ü. Modern Kontrol:
Tüketim, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, Cilt: 32, No: 2
TEL, M. Çocuklarda Sosyalleşme Araçlarının Spora Yönlendirme Durumları,
http://www.eab.org.tr/eab/oc/egtconf/pdfkitap/pdf/479.pdf
Erişim: 07 Mart 2012
TOZLU, N. Eğitim
Felsefesi, MEB Yayınları, İstanbul, 1997
YÖNETKEN, 1993, http://duygumuzikanaokulu.com/docs/Muzigin_cocuk_gelisimine_etkileri.pdf
Erişim: 08 Mart 2012
http://tr.wikipedia.org/wiki/Beden_e%C4%9Fitimi
Erişim: 14 Mart 2012
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/17/879/11116.pdf
Erişim: 10 Mart 2012
http://haydardogan.com/spor-ve-eitim.html
Erişim: 10 Mart 2012
http://www.flsfdergisi.com/sayi2/63-70.pdf
Erişim: 16 Mart 2012
[2] ALTHUSSER, L. İdeoloji ve
Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. A. Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul,
2006
[4] APAYDIN, G.E. Popüler
Kültür ve İktidar Sorunu, Erişim: 07 Mart 2012
http://akademik.mu.edu.tr/data/06020000/resim/file/04-4%20g%C3%83%C2%B6k%C3%83%C2%A7en%20ertu%C3%84_rul%20apayd%C3%84%C2%B1n.pdf
[6] ILLICH, I. Okuluz Toplum, Çev. M.
Özay, Şule Yayınları, İstanbul, 2005, s. 44
[8] OELKERS, J. - LEHMANN, T.
Eğitime Hayır, Çev. Z. Uludağ, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 6.
[9] ERGUN, D. Sosyoloji ve
Eğitim, İlke Yayınları, Ankara, 1995, s.31
[10] ADLER, A. Çocuk Eğitimi,
Çev. K. Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 9
[11] ADORNO, T.W. Kültür
Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev. E. Gen – M. Tüzel – N. Ülner, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2007
[12] SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler, Tarih - Kültür -
Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s. 22
[13] SARIALP, R. Düşünceler ve Denemeler,
Tarih - Kültür - Spor, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.23
[14] ROUSSEAU, J. Emile, Çev.
Y. Avunç, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011
[15] Erişim: 14 Mart 2012 http://tr.wikipedia.org/wiki/Beden_e%C4%9Fitimi
[16] KÜÇÜK, V. – ACET, M. Bir
Kişilik Özelliği Olarak Suçluluk ve Sporlarla İlişkisi
Erişim: 07 Mart 2012 http://sbe.dumlupinar.edu.tr/7/369.pdf
[17] TEL, M. Çocuklarda Sosyalleşme
Araçlarının Spora Yönlendirme Durumları,
Erişim: 07 Mart 2012 http://www.eab.org.tr/eab/oc/egtconf/pdfkitap/pdf/479.pdf
[20] SCHILLER, F. İnsanın
Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi Mektup, Çev. G. Aytaç, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 2001
[23] GÖKAY, M. – DEMİR, A. Farklı Eğitim Seviyelerinde
Estetik Beğeni, Erişim: 07 Mart 2012 http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20G%C3%96KAY%20-%20Ahmet%20DEM%C4%B0R/G%C3%96KAY,%20Melek%20vd..pdf
[24] CASİMİRE, C. Müziğin
İnsan ve Hayvanlara Etkisi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006, s.16–17
[26] CAUDWELL, C. Yanılsama ve
Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan, Payel Yayınevi, İstanbul, 1974, s. 23
[29] MORHAİM,
R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı
[30] CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları,
İstanbul, 2003, s.144
[31] ARİSTOTELES, Poetika,
Çev. F. Akderin, Say Yayınları, İstanbul, 2011
[33] Yay. Haz. OĞUZ, E. -
YAKAR, A. Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. - ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen
Gelişimine Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007, s. 233
[34] OĞUZ, E. - YAKAR, A. (Yay.
Haz.) Küreselleşme ve Eğitim, ÖZDEMİR, Y. - ÇOK, F. Küreselleşmenin Ergen
Gelişimine Yansımaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007, s. 231
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder