Gerçekliğin
Ontolojik Açıdan Yeniden Üretimi Olarak "Oruç" ve "Çanakkale
Savaşı"
İstanbul'da son yıllarda beldeler, belediyeler ve
tabii ki ağabeyleri büyükşehir belediyesi, İstanbulluları, savaş hakkında
rehberlik hizmeti de vererek ücretsiz Çanakkale'ye götürmekteler. Rehberler, “konu
savaşın Kurtuluş Savaşı'nın bir parçası olduğunu ve emperyalist düşman batının
bize saldırdığını düşmanın kuvvetçe çok güçlü olmasına karşın bizim yanımızda
olan evliyalarla saldırıları püskürtüp savaşı kazandığımızı ve böylece yedi
düvele Müslüman Türklerin gücünü gösterdiğimizi” anlatmaktalar.
Geziye katılanlara sorduğunuzda Çanakkale Savaşı'nı,
burada dinlediklerine kendi kavramsal dünyalarındaki çerçevelere göre bu
iletileri yeniden biçimlendirerek kuşkusuz kendi meşreplerince size
anlatırlar. Rehberin anlattıklarının üçüncü kişiye nasıl aktarıldığıysa tam bir
‘muamma’.
Aynı olguya, son zamanlarda “oruç”un
nesneleştirilmesinde de rastlanmakta. Nedense son yıllarda "oruç",
dinin yanında tıbbi nedenlerle de temellendirilmeye başlandı. Oruç, belli
türden bir dinin gereği olarak yerine getirilen dinsel bir vecibe ve dinde
temelini bulan bir olgu. Oruç, sağlıkla temellendirildiğinde, artık
temellendirilen “oruç” değil, “diyet”tir. Oruç, dinin konusudur; orucu, sözde
ilahiyatçıtıpçı takımı sağlıkla ambalajlayıp din pazarında satmaya kalktıklarında
ontolojik zemin “de facto” kaymakta. Gerçek, ontolojik düzlemler birbirinin
yerine konarak yeniden yazılmakta; bu ideolojik tavra, tarihin çeşitli
dönemlerinde zaman zaman rastlanır. Kimileri, tamamen iradi olarak bu tavrın
inşasında gönüllü çalışırken kimileriyse yeterli donanım yoksunluğundan ötürü
yaşanılanlara –ne yazık ki- alet olmakta.
Şimdi gerçeklik nedir? Tarihte ve gerçeklikte olan
nedir? Gerçeklik olsun tarih olsun, her gün yeni öznelerce yeniden üretilebilen
bir şey midir? Bu, kuşkusuz felsefenin problematiği. Çanakkale Savaşı'na
yapılan son birkaç yıldır hep bir ağızdan -koro olarak- "oruç" için
de yapılmakta. Hangi TV kanalını açarsanız açın hangi gazete ya da dergiye
bakarsanız bakın hemen hemen her yerde oruç tutmanın sağlıkla ilişkilerine
değinilmekte. Hatta sosyetenin çok meşhur bir sağlık profesörü ramazan boyunca
köşesinde orucun sağlıkla ilişkilerine dair yazılar yazmakta.
Burada örneği, iki ayrı “olgu” ile verilen bakış
açısı, o denli temelsizdir ki daha lise düzeyinde kavram bilgileri olanların
dahi karıştırmaması gereken iki ayrı olguyu burada "senkretizm"e
düşerek çorbalaştırmakta; bunun sonucu olarak gerçek yeniden üretilmekte. Hiç
kuşkusuz bu bir tür algıdır ve hiç bir algı mutlak değildir; her bir özne,
varlığa dair farklı bir göz ile bize bir şey söyler; kendimizi hiç bir öznenin
bakışına kapatmamamız gerekir; oysa burada bakılan varlık ile varlığa bakış
açıları karıştırılmakta; bakış açısından ziyade burada olan ideolojik bir kaydırmadır;
bu konunun filozoflarca ve TTB tarafından –benim bildiğim kadarıyla- tartışma
konusu yapılmıyor olması manidardır; birilerinin çıkıp
-ilahiyatçı-tıpçı-filozof- konuyu masaya yatırıp orucun ne ile ilgili olduğunu,
felsefe dili ile söylediğimizde ontolojisini yapması gerekmekte; ardından da
epistemolojisini. "Oruç", hangi açıdan ele alınırsa varlıksal anlamda
yapısı odur ve o yapının epistemesi ona göre anlam kazanır. Burada, özetle
dikkat çekilmek istenilen konu yalnızca budur: ne ile ilgili konuştuğumuz.
V. Metin Bayrak
Eylül 2008, Bahçeşehir / İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder