26 Mart 2012 Pazartesi

Gerçekliğin Ontolojik Açıdan Yeniden Üretimi Olarak "Oruç" ve "Çanakkale Savaşı"


Gerçekliğin Ontolojik Açıdan Yeniden Üretimi Olarak "Oruç" ve "Çanakkale Savaşı"

İstanbul'da son yıllarda beldeler, belediyeler ve tabii ki ağabeyleri büyükşehir belediyesi, İstanbulluları, savaş hakkında rehberlik hizmeti de vererek ücretsiz Çanakkale'ye götürmekteler. Rehberler, “konu savaşın Kurtuluş Savaşı'nın bir parçası olduğunu ve emperyalist düşman batının bize saldırdığını düşmanın kuvvetçe çok güçlü olmasına karşın bizim yanımızda olan evliyalarla saldırıları püskürtüp savaşı kazandığımızı ve böylece yedi düvele Müslüman Türklerin gücünü gösterdiğimizi” anlatmaktalar.

Geziye katılanlara sorduğunuzda Çanakkale Savaşı'nı, burada dinlediklerine kendi kavramsal dünyalarındaki çerçevelere göre bu iletileri yeniden biçimlendirerek kuşkusuz kendi meşreplerince size anlatırlar. Rehberin anlattıklarının üçüncü kişiye nasıl aktarıldığıysa tam bir ‘muamma’.

Aynı olguya, son zamanlarda “oruç”un nesneleştirilmesinde de rastlanmakta. Nedense son yıllarda "oruç", dinin yanında tıbbi nedenlerle de temellendirilmeye başlandı. Oruç, belli türden bir dinin gereği olarak yerine getirilen dinsel bir vecibe ve dinde temelini bulan bir olgu. Oruç, sağlıkla temellendirildiğinde, artık temellendirilen “oruç” değil, “diyet”tir. Oruç, dinin konusudur; orucu, sözde ilahiyatçıtıpçı takımı sağlıkla ambalajlayıp din pazarında satmaya kalktıklarında ontolojik zemin “de facto” kaymakta. Gerçek, ontolojik düzlemler birbirinin yerine konarak yeniden yazılmakta; bu ideolojik tavra, tarihin çeşitli dönemlerinde zaman zaman rastlanır. Kimileri, tamamen iradi olarak bu tavrın inşasında gönüllü çalışırken kimileriyse yeterli donanım yoksunluğundan ötürü yaşanılanlara –ne yazık ki- alet olmakta.

Şimdi gerçeklik nedir? Tarihte ve gerçeklikte olan nedir? Gerçeklik olsun tarih olsun, her gün yeni öznelerce yeniden üretilebilen bir şey midir? Bu, kuşkusuz felsefenin problematiği. Çanakkale Savaşı'na yapılan son birkaç yıldır hep bir ağızdan -koro olarak- "oruç" için de yapılmakta. Hangi TV kanalını açarsanız açın hangi gazete ya da dergiye bakarsanız bakın hemen hemen her yerde oruç tutmanın sağlıkla ilişkilerine değinilmekte. Hatta sosyetenin çok meşhur bir sağlık profesörü ramazan boyunca köşesinde orucun sağlıkla ilişkilerine dair yazılar yazmakta.

Burada örneği, iki ayrı “olgu” ile verilen bakış açısı, o denli temelsizdir ki daha lise düzeyinde kavram bilgileri olanların dahi karıştırmaması gereken iki ayrı olguyu burada "senkretizm"e düşerek çorbalaştırmakta; bunun sonucu olarak gerçek yeniden üretilmekte. Hiç kuşkusuz bu bir tür algıdır ve hiç bir algı mutlak değildir; her bir özne, varlığa dair farklı bir göz ile bize bir şey söyler; kendimizi hiç bir öznenin bakışına kapatmamamız gerekir; oysa burada bakılan varlık ile varlığa bakış açıları karıştırılmakta; bakış açısından ziyade burada olan ideolojik bir kaydırmadır; bu konunun filozoflarca ve TTB tarafından –benim bildiğim kadarıyla- tartışma konusu yapılmıyor olması manidardır; birilerinin çıkıp -ilahiyatçı-tıpçı-filozof- konuyu masaya yatırıp orucun ne ile ilgili olduğunu, felsefe dili ile söylediğimizde ontolojisini yapması gerekmekte; ardından da epistemolojisini. "Oruç", hangi açıdan ele alınırsa varlıksal anlamda yapısı odur ve o yapının epistemesi ona göre anlam kazanır. Burada, özetle dikkat çekilmek istenilen konu yalnızca budur: ne ile ilgili konuştuğumuz.

V. Metin Bayrak
Eylül 2008, Bahçeşehir / İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder