26 Mart 2012 Pazartesi

İslam, İslam’ın Kapitalistleşmesine Karşı Mı?


İslam, İslam’ın Kapitalistleşmesine Karşı Mı?

"Her şey akar." Herakleitos

Herakleitos'un, o ünlü vecizesinde çok açık biçimde dile getirdiği gibi, bir ırmağa iki kez girilmez, ikinci kez girildiğinde geçen zaman nedeniyle ne giren ne de ırmak aynıdır. Zaman içinde(ki) hiçbir şey değişim dışı(nda) kalamaz. Hal böyle olunca kaynakları üç bin yıldan öncesine dayanan semavi dinlerden biri olan İslamiyet'in 1400 yıl önce doğduğu andaki gibi statik kalması, en kestirme yoldan "eşyanın tabiatına aykırıdır." Efendim, Ramazan'da yapılan "Teravih namazının İslamiyet'te yeri vardır/yoktur" 'münazaraları' da değişim ilkesi penceresinden okununca böyle bir tartışma ontolojik (varlıksal) temelini yitirmekte; bu nedenle kısır bir tartışmanın egemen olduğu 'münazara' zemininden bilgisel değeri olan bir düşünce çıkmaz, çıkmadı da. Toplumsal olan söz konusu ise, zamanı ve mekanı tartışma dışı bırakan 'bakış'lardan üretilen 'bilgi'lerin epistemolojik (bilgi kuramsal) anlamda olguyu deşici, olguya bakan özneyi aydınlatıcı bir işlevi olmaz; buna bağlı olarak değeri de. 

Şimdi, "İslamcı" kesimlerin sermaye ile olan ilişkisi arttıkça görünür yaşam(a) biçimlerinde meydana gelen değişikliklerin tartışılması anlaşılabilir bir olgudur. Kaldı ki toplumsal alandaki değişimler, tartışılmadan anlaşılamaz da. İslamiyet'in bir dünya görüşü olarak baskın biçimde yer aldığı ülkelerin içinde Batı ile göreli olarak ekonomi-politik düzlemde kurumsal benzerliği olan, bunu kurumsal - hukuksal çerçeveye AB süreci ile taşıyan Türkiye'nin, İslamiyet - Modernleşme - Demokrasi üçgenini kendi tarihsel birikimiyle özel türden bir senteze ulaştırabilmiş siyasal - kültürel bir özne olduğu iddia edilebilir.

Hoş, İslamiyet'in toplumsal hayatta başat rol oynadığı iddia edilen Türkiye, coğrafi, tarihsel ve hiç kuşkusuz vizyon anlamda Batı diye tarif edilen kümeye, kelimenin birinci ve yan anlamıyla en yakın ülkesidir. Türkiye, İslamiyet'in bir ahlak biçimi ya da dünya görüşü olarak gündelik hayatın üzerinde yükseldiği bir ülkedir de. Yetmiş milyonluk heterojen bir kitle için İslamiyet, tek öge değildir ve olamaz da; ama gündelik yaşamın içinde bir başka olgu bu denli ağır(lığı olan) biçimde yer almaz; daha da önemlisi referans olarak. 

Peki hangi İslamiyet'in? Bütün tartışmaların temelinde yer alan soru(n) budur. İslamiyet, statik bir olgu olmadığı, diğer sosyal kurumlarda olduğu gibi yere ve zamana göre yeniden üretildiği için "buradaki" diye yanıtlanabilir. Buradaki İslamiyet ise kapitalizmle girdiği diyalektik ilişki nedeniyle birbirlerini dönüştürme süreci, bir başka deyişle ekonomi-politik bir model üretme süreci yaşa(n)makta. Olguya bakınca çeşitli kavramlarla anlama çabalarından biri Türkiye'de yaşayan/yaşanan İslam'ın -özellikle kapitalizm ile ilişkisini vurgulamak için- Protestanlaşmasından söz edilmekte.

Türkiye, çağcıl ekonominin gereklerini yerine getirdikçe küreselleşmenin nimetlerinden de yararlanmaya başlamakta. Ekonomisindeki ağırlık tarımdan sanayine, sanayiden hizmete evrilmekte; bu da onu küresel aktörlerinden birine dönüştürmekte. Bu dönüşüm, kendi dinamiklerini yaratmakta ve/veya bu dönüşüm, toplumsal kurumlara -başta dinsel kavrayışlara- da dokunmakta, yeniden biçimlendirmekte. Toplumsal olan, yaşanan hayat, kaşınılmaz biçimde kurumları, kurumlaşmayı, toplumun öznelerini, bilinçlerini değiştirmekte. 

Aristoteles'in "Ne söylediğinizin önemi yoktur, ne yapıyorsanız osunuzdur" sözü, insan ve/veya toplum(un) bilincinin, içinde yer alınan başta üretim ilişkileri tarafından biçimlendirildiği şeklinde de okunabilir. Bu bakış Marks'ın bilinç kavramıyla da benzerlik gösterir. Ona göre insan, hangi üretim ilişkileri içinde yer alırsa bilinci ona göre biçimlenir. Bir işçi ile bir burjuvaya görünen dünya aynı dünya değildir; bilinçleri farklıdır, çünkü farklı bir ontolojik (varlıksal) evrende nefes alırlar. 

Yaşayan İslamiyet'in 'sistem' ile olan aşkı flörte ve nihayetinde nikahlı evliliğe dönüştüğü bugünlerde iktidardan pay almanın bir tür sarhoşluğuna tanık olunmakta. Lakin unutulmamalı ki zemin, kapitalizm hukuku ve ahlakıdır. Şimdi, yazının başlığına dönerek soruyu soralım, sürece bir de bu soru ile bakalım, olguyu bir de bu soru üzerinden okumaya çalışalım: İslamiyet midir burada dönüştürücü ilke yoksa kapitalizm midir? Hangisi kap, hangisi sıvıdır. İslamiyet, kaba sığmanın, kapta olmanın verdiği güven ile yetinecek midir yoksa tarihsel köklerindeki ideolojik referansları, onun kaptan çıkıp kendini saranı sarmaya yönelik girişimde bulunmasına neden olacak mıdır? Türkiye'de var olan toplumsal yaşamın, kavrayışların temel dinamikleri, İslamiyet'ten ya da kapitalizmden koparılabilir mi? Biçim - öz tartışması 19. y.y.da kalmamış mıydı yoksa?

V. Metin Bayrak
2011, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder