İslam, İslam’ın Kapitalistleşmesine Karşı Mı?
"Her şey akar." Herakleitos
Herakleitos'un, o ünlü vecizesinde çok
açık biçimde dile getirdiği gibi, bir ırmağa iki kez girilmez, ikinci kez
girildiğinde geçen zaman nedeniyle ne giren ne de ırmak aynıdır. Zaman
içinde(ki) hiçbir şey değişim dışı(nda) kalamaz. Hal böyle olunca kaynakları üç
bin yıldan öncesine dayanan semavi dinlerden biri olan İslamiyet'in 1400 yıl
önce doğduğu andaki gibi statik kalması, en kestirme yoldan "eşyanın
tabiatına aykırıdır." Efendim, Ramazan'da yapılan "Teravih
namazının İslamiyet'te yeri vardır/yoktur" 'münazaraları'
da değişim ilkesi penceresinden okununca böyle bir tartışma ontolojik
(varlıksal) temelini yitirmekte; bu nedenle kısır bir tartışmanın egemen olduğu
'münazara' zemininden bilgisel değeri olan bir düşünce çıkmaz, çıkmadı da.
Toplumsal olan söz konusu ise, zamanı ve mekanı tartışma dışı bırakan
'bakış'lardan üretilen 'bilgi'lerin epistemolojik (bilgi kuramsal) anlamda
olguyu deşici, olguya bakan özneyi aydınlatıcı bir işlevi olmaz; buna bağlı
olarak değeri de.
Şimdi, "İslamcı" kesimlerin
sermaye ile olan ilişkisi arttıkça görünür yaşam(a) biçimlerinde meydana gelen
değişikliklerin tartışılması anlaşılabilir bir olgudur. Kaldı ki toplumsal
alandaki değişimler, tartışılmadan anlaşılamaz da. İslamiyet'in bir dünya
görüşü olarak baskın biçimde yer aldığı ülkelerin içinde Batı ile göreli olarak
ekonomi-politik düzlemde kurumsal benzerliği olan, bunu kurumsal - hukuksal
çerçeveye AB süreci ile taşıyan Türkiye'nin, İslamiyet - Modernleşme -
Demokrasi üçgenini kendi tarihsel birikimiyle özel türden bir senteze
ulaştırabilmiş siyasal - kültürel bir özne olduğu iddia edilebilir.
Hoş, İslamiyet'in toplumsal
hayatta başat rol oynadığı iddia edilen Türkiye, coğrafi, tarihsel ve hiç
kuşkusuz vizyon anlamda Batı diye tarif edilen kümeye, kelimenin birinci ve yan
anlamıyla en yakın ülkesidir. Türkiye, İslamiyet'in bir ahlak biçimi ya da
dünya görüşü olarak gündelik hayatın üzerinde yükseldiği bir ülkedir de. Yetmiş
milyonluk heterojen bir kitle için İslamiyet, tek öge değildir ve olamaz da;
ama gündelik yaşamın içinde bir başka olgu bu denli ağır(lığı olan) biçimde yer
almaz; daha da önemlisi referans olarak.
Peki hangi İslamiyet'in? Bütün
tartışmaların temelinde yer alan soru(n) budur. İslamiyet, statik bir olgu
olmadığı, diğer sosyal kurumlarda olduğu gibi yere ve zamana göre yeniden
üretildiği için "buradaki" diye yanıtlanabilir. Buradaki
İslamiyet ise kapitalizmle girdiği diyalektik ilişki nedeniyle birbirlerini
dönüştürme süreci, bir başka deyişle ekonomi-politik bir model üretme süreci
yaşa(n)makta. Olguya bakınca çeşitli kavramlarla anlama çabalarından biri
Türkiye'de yaşayan/yaşanan İslam'ın -özellikle kapitalizm ile ilişkisini
vurgulamak için- Protestanlaşmasından söz edilmekte.
Türkiye, çağcıl ekonominin gereklerini
yerine getirdikçe küreselleşmenin nimetlerinden de yararlanmaya başlamakta.
Ekonomisindeki ağırlık tarımdan sanayine, sanayiden hizmete evrilmekte; bu da
onu küresel aktörlerinden birine dönüştürmekte. Bu dönüşüm, kendi dinamiklerini
yaratmakta ve/veya bu dönüşüm, toplumsal kurumlara -başta dinsel kavrayışlara-
da dokunmakta, yeniden biçimlendirmekte. Toplumsal olan, yaşanan hayat,
kaşınılmaz biçimde kurumları, kurumlaşmayı, toplumun öznelerini, bilinçlerini değiştirmekte.
Aristoteles'in "Ne
söylediğinizin önemi yoktur, ne yapıyorsanız osunuzdur" sözü, insan ve/veya toplum(un)
bilincinin, içinde yer alınan başta üretim ilişkileri tarafından
biçimlendirildiği şeklinde de okunabilir. Bu bakış Marks'ın bilinç kavramıyla
da benzerlik gösterir. Ona göre insan, hangi üretim ilişkileri içinde yer
alırsa bilinci ona göre biçimlenir. Bir işçi ile bir burjuvaya görünen dünya
aynı dünya değildir; bilinçleri farklıdır, çünkü farklı bir ontolojik
(varlıksal) evrende nefes alırlar.
Yaşayan İslamiyet'in 'sistem' ile olan
aşkı flörte ve nihayetinde nikahlı evliliğe dönüştüğü bugünlerde iktidardan pay
almanın bir tür sarhoşluğuna tanık olunmakta. Lakin unutulmamalı ki zemin,
kapitalizm hukuku ve ahlakıdır. Şimdi, yazının başlığına dönerek soruyu soralım, sürece bir de bu soru ile bakalım, olguyu bir de bu soru üzerinden okumaya çalışalım: İslamiyet
midir burada dönüştürücü ilke yoksa kapitalizm midir? Hangisi kap, hangisi
sıvıdır. İslamiyet, kaba sığmanın, kapta olmanın verdiği güven ile yetinecek
midir yoksa tarihsel köklerindeki ideolojik referansları, onun kaptan çıkıp
kendini saranı sarmaya yönelik girişimde bulunmasına neden olacak mıdır?
Türkiye'de var olan toplumsal yaşamın, kavrayışların temel dinamikleri,
İslamiyet'ten ya da kapitalizmden koparılabilir mi? Biçim - öz tartışması 19.
y.y.da kalmamış mıydı yoksa?
V. Metin Bayrak
2011, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder