Ezber
Üzerine
“Ezber
bozmak” ya da “ezberi bozmak”, artık moda bir deyim oldu.
Nedir ezber? İnsan, neyi ezberler? Ezber, insanın hangi
ihtiyaçlarını karşılar? Ya da hangi yarasına merhem olur?
Pragmatist bir açıdan da sorulabilir ama günlük yaşamda sıklıkla
kullanılan bir kavram olduğundan ötürü onu yatırıp –buradaki
kavramsallaştırma ile felsefeleştirip- analiz etmek, havuza
–karadeliğe değil- karınca kararınca katkıda bulunmaktır.
Ezber,
Türkçe sözlüklerde şu anlama geliyor: Bir metni veya bir sözü
eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma
Güncel
Türkiye türkçesindeki kullanım örnekleri:
a.
Şiir, replik, şarkı ezberleme: metne bakmadan okuma
b.
Konuyu ezberleme: öğrenme yerine kullanılır
c.
Formülü ezberleme: şeklini hatırda tutmak içeriğini değil
d.
Ezberimde yok: hatırımda yok.
e.
Ezberden konuşmak: düşünmeden konuşmak
Kuşkusuz
dil, yaşayan bir varlık, bir olgu; dil, yaşadığı sürece neferi
olup savaşan sözcüklerine yeni payeler / içerikler veriyor ya da
o sözcükler o payeleri zamanla dişleriyle tırnaklarıyla
alıyorlar; bu, dilde ikinci, üçüncü, yan anlamlar şeklinde
tanımlanıyor.
Bu
yazının konusu, ezberin öğrenme anlamında kullanılmasıdır.
Mesleğimden ötürü sıklıkla tanık olduğum bu anlamı,
öğrenciler denli öğretmenler de kullanmakta. Öğrencilerin en
azından belli bir yaşa değin ana beslenme kaynakları öğretmenleri
olduğundan ötürü onların söz dağarcığında bu içeriğiyle
yerleşmesinde biz öğretmenlerin etkileri hiç de hafifsenemez.
Öğrenmenin
daha çok ezberlemeye indirgendiği eğitim anlayışını tartışma
konusu yapmamaktadır bu yazı; bu, kuşkusuz bir başka
felsefeleştirinin konusudur; hatta olmalıdır da! Burada öğrenme olgusu
çözümlenip konu olgunun ezber olup olmadığı tartışılacaktır.
Öğrenme,
farklı nitelikte ama bir etkinlikte bir araya gelen üç olguyu
zorunlu olarak gerektirir; bunlar:
*
Öğrenen
*
Öğrenilen obje
*
Öğrenme etkinliği
Ezber
de bu üç olguyu zorunlu olarak gerektirir:
*
Ezberleyen
*
Ezberlenen obje
*
Ezberleme etkinliği
Ama
burada, öğrenme etkinliği ile ezberleme etkinliği arasındaki
fark, etkinlikte, etkinliğin kendisinde: öğrenen, her ne kadar bir
etkinlikte bulunsa da konu süreçte “record” etmektedir; bu,
bilen / algılayan / özümleyen bir varlık olarak insanın o özne
olarak içinde yer almadığı bir süreçtir; bu nedenle edilgendir.
Belli türden bir “şey”i bir kasete almakla insan belleğine
almak arasında nitelik olarak herhangi bir fark yoktur. Özne,
ezberlediği “şey”i kendi öznel kavrayışından damıtarak bir
başka deyişle imbiğinden geçirerek özümlemez; öğrenilen bir
şey, bu süreçten geçer ve artık o şeyi öğrenen kişiye mal
olur.
Ezber:
a.
Öğrenme olmadığı için zamanla silinir.
b.
Farklı bir ‘yüz’ ile karşılaşılınca ezberdeki ‘ bilgi’,
o yüzü tanımak imkanı vermez; oysa, öğrenilen bir “şey”in
asla –travma ve şok olmadıkça- bellekten silinmediğini,
unutulmadığını biliyoruz.
Peki,
öğrenme olgusu nasıl bir süreçte gerçekleşiyor? Daha önce
süreci kabaca özetlemiştik: aslında bu üç öğeye, ezber
olgusunda bulunmayan dördüncü bir öğe eklenmelidir: öğreni
yığını ya da bir başka deyişle öğrenilenler, öğrenen
öznenin kavram dünyası. Bunlar, öğrenilecek konunun
damıtılmasında eleğin gözlerini oluşturur. Öğrenilecek
konunun, öğreni yığını ile ne denli anlamlı ilişkisi var ise
o denli insana / özneye mal olur.
Dil,
düşüncenin somutlaşması ise ezberi kullanan öğretmen / öğrenci
ikilisi, belli türden bir konu özelinde “ezber” sözcüğünü
/ kavramını kullanıyor ise, konu etkinliğin öğrenme olmadığının
örtük de olsa farkındadır.
Sıklıkla
sanıldığı gibi eğitimin / öğretimin amacı birtakım bilgiler
“enjekte etmek” değildir öğrenene. Öğrenme gücü, muhakeme
yeteneği kazandırmaktır. Öğretilen konu, eğitim söz konusu
olduğunda tali bir öneme sahiptir. İşin şekli / özü, öğretilen
konudan kuşkusuz daha önemlidir.
Eğitimin
amacı, muhakeme yeteneğini geliştirmekse –ki aksini kimse iddia etmemektedir- ezber değil öğrenme amaçlanmalıdır; amaç,
kuramsal olarak bu olsa da de facto durum ne yazık ki
bu değil. Öğretilen konular, belli bir rota üzerinde bulunan
birer istasyon olarak algılanmakta “uğrandı mı?” evet uğrandı
bitti! Bir istasyona uğramam o istasyona uğramaya indirgenebilir
mi? Kuşkusuz hayır. Zaten öğrenme de uğramadan sonra başlayan
bir süreçte gerçekleşir.
Özne,
her an değişen bir varlıktır. Her varlık ile arasında
diyalektik bir ilişki vardır; bu, öğrendiği konularla
ilişkisinde de geçerlidir. Öğrenilen her yeni kavram / bilgi,
öznenin özüne nüfuz ederek onu dönüştürür; yalnızca özne
mi dönüşür bu ilişkide? Tabii ki hayır; şöyle ki, öğrenilen
“şey”, öznenin zihinsel imbiğindeki elekten geçerken öznenin
formunu alır. Ontolojik olarak ne özne ne de bilgi aynıdır;
varlık yapıları değişmiştir. Öğrenme, devrimci bir eylemdir /
etkinliktir. Yaşamı değiştirip yeniden kuran bir
etkinliktir. Ezberse statükonun devamıdır; onda dinamik bir yapı
bulunmaz; değişim, dönüşüm, özü itibariyle dinamizmden,
değişimden beslenir; bu ise, et-ki-le-yen süreçle olanaklıdır;
öze dokunup hem kendinin hem de özün değişimine neden olan
bilgiyle. Bir bilgi öznelerce öğrenildiği sürece varlığını
sürdürebilir; bu anlamda dil ile bilgi aynı varlıksal yapıya
sahiptir. Ölü dil ile ölü bilgi aynı kaderi yaşamaktadırlar
tıpkı virüsler gibi. Burada, ne bilgi ne de özne bu olgunun
temelinde tek başına bulunur. Ne bilgi ne de özne bu sürecin tek
başına tamamlayıcısı, bir başka deyişle de belirleyicisi
olabilir. Bu süreç özü itibariyle diyalektiktir. Buradan
hareketle dünyayı, tekil yapının değil tikel yapının
değiştirdiği iddia edilebilir; yani, tek başına özne bir
“hiç”tir; özne, öğreni yığını ve konu olmaksızın donuk,
kaskatı, görmeyen bir taştan farksız bir varlıktır ve bu
anlamıyla da artık bir özne değildir.
Bu
bakış, bilgiyi kişiselleştirmez; ona iradi bir nitelik yüklemez.
Bu, tıpkı virüse benzer: dışarıda cansız, hücre içinde canlı.
Virüs, hücrenin içine girdikten sonra artık ikisi de eski varlık
değildir dönüşmüşlerdir; aynı gemidedirler birbirleriyle
mücadele eden, amaçları olan özneler olarak. Oysa ezber, bakteriye
benzer: konduğu yer bitinceye dek yaşar. Diyalektik yoktur burada, ilişki de! Virüsse ölmez çünkü çoğaldığı yer hayattır;
hayatın olmadığı yerdeyse varlığını muhafaza edebilir tıpkı
düşünceler gibi.
Amaçlanan
süngerleşen beyinler olmasa gerek ama ezber bozmaya gelince, iş,
süngerleşen beyinlere kalıyor ve kaskatı beyinler, öylesine
kemikleşmişler ki, dönüştürmek artık neredeyse olanaksız;
bakteriler ne varsa yemiş bitirmişler; yedikleri beyin hücreleri
sona erince onlar da ortadan kalkarlar.
V.
Metin Bayrak
14
Eylül 2007 Beşiktaş / İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder