26 Mart 2012 Pazartesi

Ezber Üzerine


Ezber Üzerine

Ezber bozmak” ya da “ezberi bozmak”, artık moda bir deyim oldu. Nedir ezber? İnsan, neyi ezberler? Ezber, insanın hangi ihtiyaçlarını karşılar? Ya da hangi yarasına merhem olur? Pragmatist bir açıdan da sorulabilir ama günlük yaşamda sıklıkla kullanılan bir kavram olduğundan ötürü onu yatırıp –buradaki kavramsallaştırma ile felsefeleştirip- analiz etmek, havuza –karadeliğe değil- karınca kararınca katkıda bulunmaktır.

Ezber, Türkçe sözlüklerde şu anlama geliyor: Bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma

Güncel Türkiye türkçesindeki kullanım örnekleri:
a. Şiir, replik, şarkı ezberleme: metne bakmadan okuma
b. Konuyu ezberleme: öğrenme yerine kullanılır
c. Formülü ezberleme: şeklini hatırda tutmak içeriğini değil
d. Ezberimde yok: hatırımda yok.
e. Ezberden konuşmak: düşünmeden konuşmak

Kuşkusuz dil, yaşayan bir varlık, bir olgu; dil, yaşadığı sürece neferi olup savaşan sözcüklerine yeni payeler / içerikler veriyor ya da o sözcükler o payeleri zamanla dişleriyle tırnaklarıyla alıyorlar; bu, dilde ikinci, üçüncü, yan anlamlar şeklinde tanımlanıyor.

Bu yazının konusu, ezberin öğrenme anlamında kullanılmasıdır. Mesleğimden ötürü sıklıkla tanık olduğum bu anlamı, öğrenciler denli öğretmenler de kullanmakta. Öğrencilerin en azından belli bir yaşa değin ana beslenme kaynakları öğretmenleri olduğundan ötürü onların söz dağarcığında bu içeriğiyle yerleşmesinde biz öğretmenlerin etkileri hiç de hafifsenemez.

Öğrenmenin daha çok ezberlemeye indirgendiği eğitim anlayışını tartışma konusu yapmamaktadır bu yazı; bu, kuşkusuz bir başka felsefeleştirinin konusudur; hatta olmalıdır da! Burada öğrenme olgusu çözümlenip konu olgunun ezber olup olmadığı tartışılacaktır.
Öğrenme, farklı nitelikte ama bir etkinlikte bir araya gelen üç olguyu zorunlu olarak gerektirir; bunlar:
* Öğrenen
* Öğrenilen obje
* Öğrenme etkinliği
Ezber de bu üç olguyu zorunlu olarak gerektirir:
* Ezberleyen
* Ezberlenen obje
* Ezberleme etkinliği

Ama burada, öğrenme etkinliği ile ezberleme etkinliği arasındaki fark, etkinlikte, etkinliğin kendisinde: öğrenen, her ne kadar bir etkinlikte bulunsa da konu süreçte “record” etmektedir; bu, bilen / algılayan / özümleyen bir varlık olarak insanın o özne olarak içinde yer almadığı bir süreçtir; bu nedenle edilgendir. Belli türden bir “şey”i bir kasete almakla insan belleğine almak arasında nitelik olarak herhangi bir fark yoktur. Özne, ezberlediği “şey”i kendi öznel kavrayışından damıtarak bir başka deyişle imbiğinden geçirerek özümlemez; öğrenilen bir şey, bu süreçten geçer ve artık o şeyi öğrenen kişiye mal olur.

Ezber:
a. Öğrenme olmadığı için zamanla silinir.
b. Farklı bir ‘yüz’ ile karşılaşılınca ezberdeki ‘ bilgi’, o yüzü tanımak imkanı vermez; oysa, öğrenilen bir “şey”in asla –travma ve şok olmadıkça- bellekten silinmediğini, unutulmadığını biliyoruz.

Peki, öğrenme olgusu nasıl bir süreçte gerçekleşiyor? Daha önce süreci kabaca özetlemiştik: aslında bu üç öğeye, ezber olgusunda bulunmayan dördüncü bir öğe eklenmelidir: öğreni yığını ya da bir başka deyişle öğrenilenler, öğrenen öznenin kavram dünyası. Bunlar, öğrenilecek konunun damıtılmasında eleğin gözlerini oluşturur. Öğrenilecek konunun, öğreni yığını ile ne denli anlamlı ilişkisi var ise o denli insana / özneye mal olur.

Dil, düşüncenin somutlaşması ise ezberi kullanan öğretmen / öğrenci ikilisi, belli türden bir konu özelinde “ezber” sözcüğünü / kavramını kullanıyor ise, konu etkinliğin öğrenme olmadığının örtük de olsa farkındadır.

Sıklıkla sanıldığı gibi eğitimin / öğretimin amacı birtakım bilgiler “enjekte etmek” değildir öğrenene. Öğrenme gücü, muhakeme yeteneği kazandırmaktır. Öğretilen konu, eğitim söz konusu olduğunda tali bir öneme sahiptir. İşin şekli / özü, öğretilen konudan kuşkusuz daha önemlidir.

Eğitimin amacı, muhakeme yeteneğini geliştirmekse –ki aksini kimse iddia etmemektedir- ezber değil öğrenme amaçlanmalıdır; amaç, kuramsal olarak bu olsa da de facto durum ne yazık ki bu değil. Öğretilen konular, belli bir rota üzerinde bulunan birer istasyon olarak algılanmakta “uğrandı mı?” evet uğrandı bitti! Bir istasyona uğramam o istasyona uğramaya indirgenebilir mi? Kuşkusuz hayır. Zaten öğrenme de uğramadan sonra başlayan bir süreçte gerçekleşir.

Özne, her an değişen bir varlıktır. Her varlık ile arasında diyalektik bir ilişki vardır; bu, öğrendiği konularla ilişkisinde de geçerlidir. Öğrenilen her yeni kavram / bilgi, öznenin özüne nüfuz ederek onu dönüştürür; yalnızca özne mi dönüşür bu ilişkide? Tabii ki hayır; şöyle ki, öğrenilen “şey”, öznenin zihinsel imbiğindeki elekten geçerken öznenin formunu alır. Ontolojik olarak ne özne ne de bilgi aynıdır; varlık yapıları değişmiştir. Öğrenme, devrimci bir eylemdir / etkinliktir. Yaşamı değiştirip yeniden kuran bir etkinliktir. Ezberse statükonun devamıdır; onda dinamik bir yapı bulunmaz; değişim, dönüşüm, özü itibariyle dinamizmden, değişimden beslenir; bu ise, et-ki-le-yen süreçle olanaklıdır; öze dokunup hem kendinin hem de özün değişimine neden olan bilgiyle. Bir bilgi öznelerce öğrenildiği sürece varlığını sürdürebilir; bu anlamda dil ile bilgi aynı varlıksal yapıya sahiptir. Ölü dil ile ölü bilgi aynı kaderi yaşamaktadırlar tıpkı virüsler gibi. Burada, ne bilgi ne de özne bu olgunun temelinde tek başına bulunur. Ne bilgi ne de özne bu sürecin tek başına tamamlayıcısı, bir başka deyişle de belirleyicisi olabilir. Bu süreç özü itibariyle diyalektiktir. Buradan hareketle dünyayı, tekil yapının değil tikel yapının değiştirdiği iddia edilebilir; yani, tek başına özne bir “hiç”tir; özne, öğreni yığını ve konu olmaksızın donuk, kaskatı, görmeyen bir taştan farksız bir varlıktır ve bu anlamıyla da artık bir özne değildir.

Bu bakış, bilgiyi kişiselleştirmez; ona iradi bir nitelik yüklemez. Bu, tıpkı virüse benzer: dışarıda cansız, hücre içinde canlı. Virüs, hücrenin içine girdikten sonra artık ikisi de eski varlık değildir dönüşmüşlerdir; aynı gemidedirler birbirleriyle mücadele eden, amaçları olan özneler olarak. Oysa ezber, bakteriye benzer: konduğu yer bitinceye dek yaşar. Diyalektik yoktur burada, ilişki de! Virüsse ölmez çünkü çoğaldığı yer hayattır; hayatın olmadığı yerdeyse varlığını muhafaza edebilir tıpkı düşünceler gibi.

Amaçlanan süngerleşen beyinler olmasa gerek ama ezber bozmaya gelince, iş, süngerleşen beyinlere kalıyor ve kaskatı beyinler, öylesine kemikleşmişler ki, dönüştürmek artık neredeyse olanaksız; bakteriler ne varsa yemiş bitirmişler; yedikleri beyin hücreleri sona erince onlar da ortadan kalkarlar.

V. Metin Bayrak
14 Eylül 2007 Beşiktaş / İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder