Büyük Eğitimciler – III (Erasmus)
"Körlerin
ülkesinde tek gözlü insan kral olur." Erasmus
“Bağnazlık,
düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir piçtir.” Erasmus
Gerçek bilgelik,
delilik; kendini bilge sanmak ise gerçek deliliktir. Erasmus
Felsefe?
Felsefe, imkânın bilgisidir. Dünya, insanın ürünü olduğuna
göre, dünya, insanın verdiği biçimle kimlik kazandığına, dünyaya biçim veren
insan(ın) zihnindeki tasarımın menşei felsefe olduğuna göre, dünyayı
anlamanın temel araçlarından biridir felsefe; o nedenle söz konusu eğitim ise
felsefey(l)e daha fazla bakmak, kavramak, konumlandırmak yerindedir.
Eğitim ve Felsefe?
Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz? Biz kimiz? İnsan
yetiştirmeye bizi kim memur etti? Amacımız ne? Hangi dünya görüşüyle hareket
ediyoruz? Neredeyiz? Çağın ruhuna ya da Zeitgeist'a olan mesafe(miz) nedir? Bu
soruların yanıtı, eğitim felsefesini ya da eğitimin felsefi temellerini dile
getirir.
Büyük Eğitimciler?
Doğan Kuban'ın "Uygarlık
bilgiler bütünü değil davranışlar bütünüdür" ve Ziya Paşa'nın "Ayinesi iştir insanın lafa
bakılmaz" sözünden hareketle kuramsal bilgiler ortaya koyanların
yanında yaşamlarıyla da öğretilerini destekleyenler vardır ki bunlar tarihte
saygıyı en fazla hak edenlerdir. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri de Erasmus’tur.
Erasmus Kimdir?
Desiderius
Erasmus, Rönesans’ın getirdiği düşünce akımlarından Humanizmin yaratıcılarından
Hollandalı klasik edebiyat araştırmacısı, ilahiyatçı ve bilgindir. Rotterdam’da
dünyaya gelen Erasmus, 1465 – 1536 yılları arasında tam bir Avrupalı olarak ya
da Europolitas olarak yaşar. Öğrenimini tamamlayıp Aziz Augustinus tarikatına
girer fakat geleneksel anlamda rahiplik yapmaz. Kendini bilime adamak için
resmi makamlardan “cüppe giymeme” izni alarak Paris Üniversitesi’ne devam eder.
1499’da İngiltere’ye giderek dönemin entelektüel aydınlarından John Colet ve
Thomas More ile tanışır ve dostluk kurar. Dönemin en özgürlükçü ülkesi olan
Hollanda'da yaşayan Erasmus, dogmatik skolastik düşünce yerine özgürlükçü laik
eğitimi savunur; düşünceleri, zamanla bütün Avrupa'ya yayılarak benimsenir. “Erasmus’a göre bağnazlık, aklın ve mantığın gerçek
düşmanıdır. Kışkırtıcılar ve aşırı uçların yandaşları gerginlikleri sürekli
körüklemese, bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla sona erdirilebilir.” Erasmus’a göre nazik konular halkın önünde tartışışlmaz;
bu, tartışmanın düzeyini düşürür, kargaşa ortamı yaratır. Düşünce adamının
yapması gereken, gerçekleri saptamak ve sözcüklerin kalıbına dökmektir, yoksa
onlar uğruna –Luther gibi- savaşmak değil. Erasmus’a yöneltilen en büyük
eleştiri, savaşma yürekliliğinden yoksun olduğu şeklindedir ve buna şöyle cevap
verir: “İsviçreli paralı askerlerden biri olsaydım, bu suçlama ağır
sayılabilirdi. Ama ben bir bilginim ve huzur, çalışmam için gereklidir.
Sanatçının ve düşüncenin yeri cephelerde olamaz; ona düşen, tüm özgür
düşüncenin düşmanına, bağnazlığın her türlüsüne karşı çıkmaktır. Savaş, tüm iyi
şeylerin sonudur. Bağnazlık, düşünce ve zorbalığın bileşmesinden doğan bir
piçtir.”
Amacı Nedir?
Papalığın ya da
laik olmayan düşünce, siyasal ve eğitim ortamının insan zihni üzerinde kurduğu
hegomonik baskıya karşı çıkar. Gerçek Hıristiyanlığın klasik çağın ruhunda
aranması gerektiğini savunur. Erasmus’a göre Güzel sanatların, bilimin yayılması
ile bütün Avrupa ortak bir bilim ve sanat kavrayışı altında birleşmesi
Hümanizmin temel koşuludur. Martin Luther’in ateşlediği re-form hareketleri başladığında kilisenin yenilenmesi düşüncesine
katılmakla birlikte Hıristiyan dünyada yani Avrupa’da yaratacağı kargaşaya,
şiddete neden olacağını öngörmesi nedeniyle mesafeli durur, hatta karşı çıktığı
iddia edilir. Yaşarken
ve öldüğünde dönemin önemli kurum ve kişilerince saygı duyulan bir Europolitas
olarak tarihteki ve özellikle Avrupa tarhindeki yerini alır. Avrupa kimliği
üzerindeki etkileri nedeniyle bugün, AB tarafından üniversiteler arası öğrenci
– öğretim üyesi değişim programına adı verilmiştir.
Erasmus ya da Deliliğe Övgü
Deliliğe Övgü (Morias Enkomion Seu Laus
Stultitiae), Erasmus ’un canlılığını, geçerliliğini ve
çekiciliğini günümüze kadar değişmeden koruyabilmiş tek yapıtıdır. Bu küçük
kitabın taslağını 1509 yazında, İtalya’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuk
sırasında çıkaran Erasmus, yazma işini İngiltere’de, dostu Thomas More’un evine vardıktan kısa
bir süre sonra gerçekleştirir; kitabı da Thomas More’a adar. Yapıtını birkaç
gün gibi kısacık bir sürede tamamlayan Erasmus, bu arada hiçbir kitaptan
yararlanmaz.
Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır:
a. Bunlardan
birine göre gerçek bilgelik, deliliktir.
b. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.
İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek
bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Kitapta
delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve
yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve
bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları,
bu arada özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde
sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve
o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle
“Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin
düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur. Yapıtın yazılışını izleyen sonraki
yüzyıllarda -haklı olarak- düşünce düzeyindeki bağnazlığın her türlüsüne
yönelen bir eleştiri diye yorumlanması, belki de bugüne değin koruduğu
kalıcılığın baş nedenidir.
Yazınsal açıdan “Deliliğe Övgü”, Latin ozanı Horatius’un
“Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de en yetkin örneğidir. Biçim
açısından Erasmus, yapıtını kaleme alırken daha önce yapıtlarını çevirdiği
Lukianos ve Libanios’tan da esinlenmiştir.
Rönesans ressamlarından Hans
Holbein, Erasmus’un pek çok portresini yaptığı gibi, Deliliğe Övgü’yü de
resimlemiştir. Bu yapıtların bir kısmı Basel,
bir kısmı da Louvre
Müzesi'ndedir.
Bir Entelektüelin
Trajik Yansızlığı
Luther’in Roma ile bağları koparması sonucu Almanya’daki
reform hareketleri ile Hümanizm birbirinden kesin biçimde ayrılırken Hıristiyan
dünyası da –Katolik Kilisesi- ikiye bölünür. Reformcu Almanya, Erasmus’u aşırı
ılımlı bir Luther yanlısı olmakla suçlarken, Katolikler, onu, Luther denilen
vebanın kışkırtıcısı diye niteler. Böyle kritik bir ortamda kavganın dışında
kalınamaz ama Erasmus, direnir, huzur ve barış içinde olmak istemekte, iki
taraftan birine açık tavır koymaz; bu tavrı Luther yandaşlarınca şiddetle
eleştirilir. Protestan Luther onun adını lanetler. Katolik Kilisesi ise bütün
kitaplarını indexe alır. McConica Erasmus’a “Reform döneminin öksüz çocuğu”
der, çünkü reform döneminin görkemli tablosunda Erasmus adı görmezlikten
gelinir.
Erasmus – Martin
Luther Polemiği
Martin Luther, 1466 ile 1469 yılları arasında Erasmus’un
öğretisine cevap vermek amacıyla THE BONDAGE OF THE WILL (İradenin Tutsaklığı)
adlı kitabını yazar. Erasmus, yedi yıl boyunca Augustinusçu bir keşiş olarak yaşadıktan
sonra İngiltere’ye gider. Orada tanıştığı bir kişi Erasmus’u Grekçe üzerinde çalışmalara
başlaması için yüreklendirir. Sonunda Erasmus, Yeni Ahit’in o zamanlar için çok
önem taşıyan bir tercümesini yapar (1516). Kutsal Yazıların yorumlanmasında
kullanılan süslü yöntemleri ve kilise öğretmenlerinin batıl inançlarının
birçoğunu redder. Manastırlarda sıkça görülen tembellik ve ahlaksızlığa karşı
tepki gösterir. Ancak tüm bunlara rağmen Erasmus, müjdeci bir Hıristiyan
değildir. İnsanların, İsa Mesih’e, O’nun ölümüne ve dirilişine güvenmek yerine
kurtuluşlarını kendi çabalarıyla kazanabileceklerine inanan bir hümanisttir.
Erasmus haklı olarak, profesyönel teologların bölücü ve karmaşık
yaklaşımlarından ziyade, Hıristiyan öğretisine basit bir yaklaşımı benimser.
Fikir ayrılıklarından kaçınır. Uzun bir süre boyunca da “özgür irade” konusu hakkında açık olarak fikir belirtmez ancak
fikrini açıkladığında bu Martin Luther’in görmezlikten gelemeyeceği bir meydan
okumadır.
Stephan Zweig’a Göre
Erasmus
Erasmus, Avrupa’nın bütün kalem sahipleri ve yaratıcıları
arasında ilk bilinçli Avrupalı, barış uğruna savaşma yürekliliğini de
gösterebilen bir barış dostu, dünyaya ve düşünceye yandaş hümanist idealin en
güçlü savunucusu, çağının en bilge kişisidir.
Yaşadığı Çağın Tipik
Özellikleri Nelerdir?
Geç Ortaçağ, Rönesans, feodalizmin sonu, dinde reform
hareketleri, Hümanizm , prenslikler, T. More, Angilikan Kilisesi, VIII. Henry,
Fransiskenlik, Dominikenlik
Erasmus’un
Felsefesinde Etkili Olan Temel Kavramlar, Kişiler, Akımlar
Klasik çağ metinleri, Hıristiyanlık dogmaları, Reformasyon,
Rönesans, Hümanizm, Augustinus, Occhamlı William, Nominalizm, T. More, John Colet
Reformasyon
Rönesans, pek çok
anlamda –siyasi, ekonomik, felsefi, bilimsel, sanatsal vb.- radikal
değişimlerin, dönüşümlerin yaşandığı bir süreçtir; içinden çıkılıp gelinen
Ortaçağ ve dinsellik düşünüldüğünde dinde –Hıristiyanlıkta- Luther’in
kıvılcımıyla başlayan Reformsyon, dönemin “haleti ruhuyesi”ni anlamada göreli
olarak en önemli değişkendir. Reformasyonun başladığı 1517 tarihi,
sosyo-politik-ekonomik-felsefi-psikolojik temelin toplumsal dönüşüm için göreli
olarak olgunlaştığını da göstermektedir.
Rönesans
Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki
tarihi dönem olarak anlaşılır. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında Batı ile klasik
antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını
sağlayan, İslam filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla
alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine
yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının
arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Bu çağ uzun zamandır geriye
düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu
dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan
sanatçı Giorgio Vasari tarafından
Vite'de kullanılmış, 1550 yılında
basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından
kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob
Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş
iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat
ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entelektüel
aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu
yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir:
Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrardan keşfiyle yeniden
doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu.
Rönesans’a Kısa Bir Bakış
İtalya’da başlayan
Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayılır. Rönesans daha ziyade
Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat;
İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişir. İtalya’daki rönesans hareketinde
eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in
eserleri tekrar ortaya çıkarılır. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1531), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595)
yetişip eserler verir. Machiavel’in Hükümdar adlı
eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520)
aynı zamanda heykeltraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanjelo (1475-1564)
bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır. Fransa, edebiyat ve fikir
sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555),
mimarlıkta Louvre Sarayı'nı yapan Pierre
Loscot, Tuileries
Sarayını yapan Jean
Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler.
Fransız krallarından I.
François (1515-1547) zamanında Collège de France kurulur. Almanya’da
daha çok dini alanda değişiklikler olur. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546),
resimde Albrecht Dürer (1471-1528)
yetişir. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Shakespeare (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-16921),
ressam Velasquez (1599-1660),
Hollanda’da ressam Rembrandt (1607-1669), Polonya’da
ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernikus’a
yetişir. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve
heykeltraşların tablo ve heykelleri kentlerde, özel koleksiyonlarda ve
müzelerde bulunmaktadır.
Hümanizm ve
Hümanist Eğitim Anlayışı
Rönesans,
Hümanizmdir de. Rönesans ile Antikçağın güzel sanatları ile düşünce akımlarının
yeniden canlandırılması anlaşılırken onun bir parçasını teşikil eden Hümanizm ile
de daha çok Antikçağın edebi, kültürel yönden yeniden yaşan(ıl)ması anlaşılır.
İki anlayış, birbirinden koparılamaz. Hümanist eğitim ideali çok yönlü yaratıcı
bir düşüncedir. Hümanizm ile amaçlanan, her yönüyle gelişmiş insandır. Hümanist
anlayışta eğitimin merkezinde Tanrı ya da Kilise dogmaları yerine insan yer
alır. Böylece Rönesans’ın bireyciliği, eğitim alanınında da kendini gösterir.
Merkezin Değişmesi
ve Sonsuzluğun Girdabı
Aristoteles’in evren tasarımının yerini
Kepler & Kopernikus sisteminin alması bir tür devrim olarak
değerlendirilir. Kopernikus devrimi ile birlikte insan, evrenin merkezinden
atılır; bu, cennetten atılması gibi bir travmadır. İnsan, böylece evrenin en
kıymetli varlığı olmaktan çıkarılır; o, doğal bir varlıktır ve doğanın bir
parçası, doğanın içindedir. Evren sınırlı bir yapı iken köşeli bir zihinle varolan
her şey tanrısal ve/veya insansal zihinle kavranıp açıklanabilir; oysa yeni bir
verili durum ile karşı karşıyadır insan türü: sonsuzluk. Ölçü değişmiştir. Merkez kaymıştır. Travma, klasik
antikitenin metinlerinden yola çıkılarak yaratılan Hümanizm ile göreli olarak
aşılır.
Nominalizm
Nominalizm ile birlikte İman - Bilgi
ayrılığı derinleşir.
Aziz
Augustinus ve Mistisizmi
Augustinus'un mistisizminin Fransisken
tarikatı ile yeniden üretilmesi ve çağın ruhu (Zeitgeist) ile yoğrulması,
dünyayı kavrayışa ve de facto
yaşayışa yeni kuramsal çerçeveler sunması, Rönesans’ın belli bir anlamdaki
sadeliğine katkısı yadsınamaz.
Fransisken Tarikatı
Bir İtalyan rahibi olan ve kendini
Tanrı'nın hizmetine adayan Assisili Francesco, 1208 ya da 1209 yılında
çevresine kendisi gibi, İsa'nın isteğine göre yoksulluk hayatı sürmeye ant
içmiş müritleri toplayarak bir tarikat kurar. Papa III. İnnocentus 1210'da
Francesco'nun kurduğu tarikata ait düzeni kabul eder. 1223'te III. Honorius
tarafından da onaylanan tarikat esaslarına göre, Fransiskenler tam bir
yoksulluk içinde, dilenerek yaşarlar ve yoksul halk çevrelerinde İncil'in
hükümlerini yayarlar. Sırtlarına kahverengı (eskiden koyu kurşunî) bir cüppe,
bunun üstüne aynı renkte bir harmani giyerler, bellerine, önden düğümlenen bir
ip kuşak sararlar; çıplak ayaklarında sandallar, başlarında bir kukuleta
vardır.
Dominiken Tarikatı
Aziz Dominicus tarafından
1215’te kurulan tarikat 1216'da III. Honorius tarafından onaylanır. 1215'te
Laterano konsilinin yeni tarikat kurulmasını yasaklaması üzerine Dominicus da
"Aziz Augustinus" olarak adlandırılan kuralı benimser; fakat
ortaklaşacı dinsel toplulukları hatırlatan bazı değişiklikler ve eklemeler
yapar. Bu değişiklikle vaiz papazlar da belli bir demokratik nitelik kazanmış
olur: yasama gücü yılda bir kez genel olarak toplanan bütün tarikat üyelerine
aittir. Üst düzey yetkililerinin tümü seçimle iş başına gelir ve görev
değişikliğine tabi tutulurlar. Tarikat başlangıçta Kathar sapkınlığıyla
mücadele etmek için kurulur. Aziz Dominicus bir tarikat ya da manastıra bağlı
olan ya da olmayan papazların din sapkınlığıyla mücadele etmek için donatılmış
olmadıklarını anlayarak kendisine bağlı olan papazların Kathar tarikatının kusursuz üyeleri kadar sade ve dindarca
bir yaşam sürmelerini ve asıl işlerinin vaaz vermek olmasını ister. Tarikatın
tören ve ayinlerden bile okuma ve öğrenmeye daha üstün bir yer vermesinin
nedeni budur. Dominikenler beyaz bir yün cüppe ile siyah bir harmani giyerler,
bellerinde deri bir kemerle bu kemere tutturulmuş bir tespih vardır. Dominikenler, tarikatın kuruluşundan beri İspanya, İngiltere,
İtalya ve Fransa kilise tarihinde vaiz, misyoner ve bilgin olarak önemli bir
yere sahip olagelmişlerdir. 1300 yılında yaklaşık 600 dominiken manastırı
vardır. Tarikatın büyük bilginleri aziz Albertus Magnus ve Thomas Aquinus,
vaizleri ise aziz Vicente Ferrer, Savonarola'dır. XIII. yy.'ın ikinci
çeyreğinden sonra Kilise engizisyonu vaiz papazlara verir.
Dante (Floransa Mayıs
1265 – Ravenna 14 Eylül 1321)
Dante Alighieri İtalyan
şair ve politikacı. En bilinen eseri, Ahrete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya’dır (La Divina Commedia).
Kitap, Cehennem, Araf ve Cenet adlı üç bölümden oluşur. Dünya edebiyatının en
büyük eserlerinden kabul edilen kitap, modern İtalyancanın da temelini
oluşturur.
Occhamlı William (1300 – 1349) ve Usturası
East Horsley
yakınlarındaki Surrey'de Ockham isimli küçük bir köyde doğan İngiliz Fransisken
papazı ve skolastik filozof William, politik anlaşmazlıkların ve entelektüel
auronun merkezi olan on dördüncü yüzyılda; Thomas Aquinas, Duns Scotus ve İslam
filozoflarından İbn-i Rüşd ile birlikte, önemli figürlerden biri olarak kabul edilir.
Genel olarak ismini verdiği Occam'ın Usturası isimli metodolojik prensiple
anılmasına rağmen, mantık, fizik ve teoloji alanında önemli çalışmaları vardır.
Felsefe tarihindeki yeri, taraftarı olduğu nominalizm nediyle önemlidir.
İngiltere Kilisesi'nde 10 Nisan Ochkam'ı anma günüdür.
Occham’ın
usturası
“Her şeyin birbirine
eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır” ,lkesi
üzerine kuruludur. Bir olayı ya da fenomeni açıklamak için kullanılacak olan iki açıklamadan daha
basit olanı yani daha az varsayımda bulunanı tercih edilmelidir.
Petrarca
(1303 – 1374)
XIV. y.y. ile birlikte Antik yapıtlara ilgi
artar; İtalyan şair Petrarca bütün hümanistlerin ilk atasıdır. Kendi
ben'i, Pertarca'nın bütün düşüncelerinin ağırlık merkezidir. Benliğini yaşayıp
duymuş olan ilk modern insan Petrarca'dır, denilebilir. Rönesans insanının ilk
temsilcisidir: Grekçe öğrenir, eski yazmaları kurtarmaya ve toplamaya çalışır;
antikçağın ünlü kişileri üzerine biyografiler yazar; Latin şiirinin bütün
türlerini dener. Stoalılar gibi Petrarca için de, insan hayatının ideali olan
mutluluk (beatitudo), iç ve dış etkilerden olmakla ruhun özgürlük ve diriliğine
erişmektedir. Bu ideal de ancak insanın yalnız yaşamasıyla, bu yalnızlığı
içinde düşünme ve yazmaya vakit bulmasıyla, arada da sevdiği dostlarıyla
buluşması ile gerçekleşebilir. "De vita solitaria" (yalnız yaşayış
üzerine) adlı yapıtına göre, insanın yalnız başına kalması öteki insanlardan
tiksindiği için değildir, kendimizi geliştirmenin bizim için bir ödev olduğunu
bilmek yüzündendir. Hayatın en yüksek değeri olan ruh dinginliğine insan, dış
etkiler ile tutkularından kendini kurtarmasıyla ulaşabilir.
Giovanni Boccaccio (16 Haziran 1313 – 21
Aralık 1375)
Yazar,
şair, hümaist ve Patrarca’nın arkadaşı İtalyan entelektüel. 1349 – 1351 yılları
arasında yazdığı ve en meşhur eseri olan Decameron, Floransalı gençlerin,
şehirde kara bela denilen veba, yaşayanların büyük çoğunluğunun ölmesine neden
olurken, kadın ve erkeklerden oluşan on kişilik grubun on günde anlattığı yüz
öyküden oluşmaktadır. Öyküler, eğlenceli, müstehcen içeriklere sahiptir.
İtalyan yönetmen Passolini, 9 öyküyü Dekameron’un Aşk Öyküleri adıyla sinemaya
uyarlar 1971’de Berlin Film Festivali’nde gümüş ayı ödülü alır.
John Colet (1467 – 1519)
Eğitimde çığır
açan, dinde reformu önceden tahmin etmesine rağmen Katolik Kilisesine karşı
çıkmayan İngiliz Humanist rahip John Colet, 1505’te Azis Paul okulunun başına
getirilir ve ölümüne değin bu pozisyonda kalır. Çok zengin bir soylu tüccar
olan babasından kalan mirasının tamamını okula bağışlar ve Aziz Paul, 1509’da
yeniden kurulur.
Thomas More (7 Şubat 1478- 6 Temmuz 1535)
Döneminin
entelektüel ikliminde çok önemli bir yere sahip olan More, yazar, devlet adamı,
hukukçu, bilgin, edebiyatçı, entelektüel vb. olarak çağının öznesidir. Ütopya adlı eseri ile hem felsefe
hem de edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1516’da yazdığı Ütopya’da
ideal kurgusal bir ada ülkenin siyasi sistemini tarif eder. More’un Kral Henry
VIII’in İngiliz kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması,
kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlar: hain ilan edirek idam cezasına
çarptırılır. Ölümünden 400 yıl sonra 1935’de Papa Pius XI tarafından aziz ilan
edilir.
N.
Macchiavelli (1469 – 1527)
"İnsan doğasının ne olduğu"
sorusuna yanıt arar. Ona göre insan, bir doğa gücüdür, canlı bir enerji
kümesidir. Bu enerji ile yüklü olan yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllüğü,
gönültokluğunu en yüksek erdem diye öğütleyen morali içine elbette sığmaz.
Macchiavelli de, bütün çağdaşı olan Hümanistler gibi, Hıristiyan olmaktan çok
bir İlkçağ paganıdır, antik paganizm hayranıdır. Onca Hıristiyanlık, budünyanın
değerini küçültmüştür; oysa antik dinler, insana en büyük değer olarak
budünyadaki yaşayışı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır: Bu yüzden İlkçağ
insanı doğasını olduğu gibi duyabilmiş, bu doğanın ana-içgüdüsü olan egemen
olmayı engelsiz yaşayabilmiştir. Hıristiyanlığın ileri sürdüğü gibi, insan
aslında kötü değildir; olsa olsa onda, engellenmezse, kötüye sapma eğilimi
vardır; devleti de ortaya çıkaran bu nedendir. İnsan doğası her yerde, her
devirde birdir; dolayısıyla insanın tutku ve eğilimlerinin hesabı yapılabilir;
olguları gözleyip bunların objektif bir hesabını çıkaran zekâ, devlet
yönetiminin temelidir.
M. de
Motaigne (1533 – 1592)
"Her şeyden önce ben kendimi
araştırıyorum; benim fiziğim de metafiziğim de bu!"
Avrupa
ya da Europa
Finike Kralı Agenar
ile Telephassa’nın kızı olan Europa, Doğu Akdeniz ya da Anadolu doğumlu bir
ölümlüdür; Tanrı Zeus tarafından ayartılır ve adı, bugünkü Avrupa’ya verlilir. Europa’nın baştanrıdan, Minos, Sarpedon, Rhadamanthys
adlarını taşıyan üç oğlu olur.
Ortaçağ – Rönesans
- Teoloji - Akıl ve Deney
- Tek dil (Latince) / Tek kültür - Farklı
diller / Çok kültür
- Tanrı Devleti - Prenslikler
- Teologlar – Laikler
- Dinsel eğitim – Laik eğitim
- Realizm – Nominalizm
- Ruhban sınıfı, aristokrasi ve köylüler –
Burjuvazi
- Dünya merkezli evren tasarımı – Güneş
merkezli evren tasarımı
Erasmus’un Eğitim
Anlayışı Nedir?
Erasmus’a göre eğitim,
insanın ufuklarını sınırlandırmaktan ziyade genişleten ve artıran,
özgürleştirici evrensel bir süreçtir (liberating universal process).
Eğitimcilerin belirli mezheplere ya da dinî otoritelere ya da ulus devletlere
hizmet etmeyen uluslararası ve kozmopolit yaşam alanlarında dünya yurttaşı
olmaları gerektiğini ileri sürer; ona göre böylece, doğabilecek savaşlar da
engellenmiş olur.
Bugün Avrupa Birliği Erasmus’un görüşlerini
temel alarak eğitim programları oluşturmuş ve Erasmus’un eğitim yoluyla barışı
gerçekleştirme düşüncesini hayata geçirmiştir. Avrupayı oluşturan ülkeler
arasında işbirliği, ortak eğitim projeleri, mübadele programları ve birçok
değişik uygulama aracılığıyla Avrupa, barış kıtası hâline getirilmiştir. Bu
barışın sürdürülmesindeki en önemli etmen, hiç kuşkusuz eğitimdir.
Dünya
Yurttaşlığı ya da Europolitas
Diyojen, kim olduğunu sorduklarında kendisi
için “ben, cosmopilitasım” der. Voltaire, kendisinin sırasıyla Fransız,
Avrupalı, Hıristiyan olması, insanlığının ardından geldiğini ifade eder; o
nednele Voltaire, kendini öncelikle insan olarak görür. Diğer bütün sıfatlarının
taşıyısıcı insandır. Perspektifi dünya yurttaşlığı olmayan kişi, kültür ya da
uygarlık, kaçınılmaz biçimde faşizme evrilmek zorundadır. Erasmus, tıpkı ardılları gibi tipik bir
cosmopolitas ya da anakronik bir bakış ile Europolitas olarak görülebilir. “Yaşadığı
çağ, Erasmus’u aklın simgesi olarak görür. Erasmus ile düşünce evreni yeni bir
kavram kazanır: uluslar üstü(lük). Tüm dünyayı ortak bir vatan ilan eden
Erasmus ile birlikte ortak bir kültürün ve uygarlığın çatısı altında birleşik
Avrupa devletleri ideali ilk kez belirginleşir.”
Sonuç
Reformasyon, dönemin laisizm lehine
dönüşümü için olgunlaştığını gösterir. Süreç, dinsel iktidarın gücünün
azalmasına ve yeni iktidar odaklarının doğmasını yaratır. Evrensel
Ortaçağ Devleti'nin ayrı ayrı prensliklere bölünüp ulus-devletlerin ortaya
çıkması ile birlikte Tanrı Devleti, iktisadi olarak güç kaybeder; bu, siyasi
gücünün de azalıp temsil ettiği dünya görüşünün –Katolik Hıristiyanlık- yaşamda
kapladığı yerin azalıp yerini başka paradigmalara bırakmasına neden olur.
Kentlerin önem kazanmasıyla birlikte aristokrasi, ruhban sınıfı ve köylüler
yanında yeni bir sınıf, zümre ya da tabaka olarak burjuvazi doğar, güçlenip
siyasi iradede yer almak için taleplerde bulunur. Ortaçağda dinin hizmetinde
olan felsefe (philosophia ancilla theologia),
Rönesans ile birlikte yeniden –klasik antikitede olduğu gibi- insana ve insanın
içinde yaşadığı doğaya odaklanır. Erasmus’un içinde yer aldığı trajik bir resim
vardır; bu: “Bir hümanist olan Erasmus, insancı yanın eğitim ve kitaplar
aracılığıyla güçlendirilebileceğine, eğitimli insanın kendini körü körüne
tutkulara kaptırmayacağına inanır.
Fakat Erasmus yanılır. Simge olarak kitabı
seçen tinsel bir tarikat olan Hümanizm, dünyayı birleştirmeye yönelik
çabalarına henüz tam anlamıyla başlayamadan Luther’in yarattığı halk devrimi
ile yıkılır. Tarihte ilk kez, ulus ayrımı gözetilmeyen bir dönemde, tarihin
gördüğü en çılgın, dünsel ve ulusal kökenli, kitle patlamalarından birinin
dalgaları arasında kaynar. Tarih, bu ileri görüşlü düşünürün karşısına bir
eylem insanını, bir devrimciyi, Luther’i, çıkarır. Luther, Erasmus’un mirasçısı
ve zaferi kazanan hasmı olur.” Bu
‘zafer’, göreli bir sürenin ardından yerini barışa bırakır; AB projesi, bir
anlamda Erasmus’un düşlediği barış projesidir de.
Erasmus’un Kitapları
- Deliliğe Övgü: En ünlü ve tartışmalı
eseridir. Yayımlandığında büyük tartışmalar yaratan kitap, teologlarca
kınanmış, ölümünden sonra sakıncalı kitaplar listesine (index) alınmıştır.
Erasmus, eleştiriler karşısında kendisini, “amacım yergi değil, kılavuzluk
yapmaktı; incitmeyi değil yardım etmeyi amaçlıyor ve insanlara, önündeki
yolları kapatmadan nasıl daha iyi insanlara dönüşebileceklerini göstemek
istiyordm. Gerçeğin gülümseyerek söylenmesini yasaklayan bir şey mi var?”
diyerek savunur.
- Adagia: Yunanca ve Latince 4.151
özdeyiş içerir.
- Antibarbari: Erasmus’un manifestosu olan
Antibarbari söylev biçiminde yazılmış ve klasik pagan öğretilerini
savunduğu için Hıristiyan köktendincilerin saldırısına uğrar.
- Hıristiyan Askerin El Kitabı: Dindarlık, teolojinin doğası
ve kilisenin yapısı hakkında olan bu eserinde sırları aydınlatmaktan
ziyade, harflere yapışıp tüm dikkatleri saçma sapan ayrıntılar üzerine
yoğunlaşan teologları eleştirir.
Büyük Eğitimciler – 4
(Erasmus) Anahtar Kelimeler Nedir?
Erasmus, Reformasyon, Rönesans, Hümanizm
Kaynakça
* Cevizci, A. Felsefe
Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005
* Çotuksöken, B. - Babür, S. Ortaçağda Felsefe, Kabalcı, İstanbul,
2000
* Erasmus. Deliliğe Övgü, Çev. N. Hızır, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2010
* Gökberk, M. Felsefe Tarihi, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2008
* Höffe, O. Felsefenin Kısa Tarihi,
İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008
* McConica, J. Erasmus, Düşüncenin Ustaları, Altın Kitaplari İstanbul, Mayıs 2002
* Russel, B. Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt, Çev. E. Erençay, İlya Yayınevi,
İzmir, 2001
* Vorlander, K. Felsefe
Tarihi, Çev. M. İzzet – O. Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008
* Zweig, S. Yarının
Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1998
[i] V. Metin
Bayrak, Felsefeci