Zehirle(n)me Üzerine
"İktidar zehirler."
En basit ifadeyle toplum, "kurumlar/ın organizasyonu" olarak tanımlanabilir; kurumlarsa aile, ekonomi, din, siyaset ve sanat. Kimi sosyologlar "sanat"ı bir kurum olarak almazlarken kimileri bunlara "eğitim"i de eklerler.
Hangi açıdan kategorize edilirse edilsinler olgu temelli düşünüldüğünde günümüz (modern) toplumları, yukarıda anılan kurumlara indirgenerek teorize edilir.
Yazılamada kurumların ikisinin ilişkisi, tarihsel örneklerin referansıyla somutlaştırılmaya çalışılacak; ayrıca yazılamaya adını veren ya da başlığına içkin yargı; "zehir", "zehirlenme" ve "deri değiştirme" metaforları aracılığıyla çeşitli tezlerle temellendirilmeye çalışılacak.
"Zehir, "zehirlenme" deyimlerine göndermede bulunarak söz konusu kurumların "ittifak"ından sızan kan/lar ifşa edilmeye çalışılacak; "deri değiştirme"yle de çeperin rötuşlandığı, merkezin özünü muhafaza ettiği. (Her kılığın öze sirayet eden bir etki de yaratarak diyalektiği işlettiği hesaba katılacak.)
Yazılama, örnekleri Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet'ten yani Akdeniz coğrafyasından aldı; bununla amacı, "Tarih, tekerrürden ibarettir." ile Heidegger'in pek çok farklı bağlamda andığım "Değişim, aynı olanda birleşmenin garantisidir." sözünde hakikatin nasıl da şaşmazlıkla dile geldiğini göstermek.
Nietzsche'nin "İktidar kirletir; mutlak iktidar, mutlak kirletir." sözü, "iktidar" söz konusu olduğunda sıklıkla anılır.
"Devlet nedir?" sorusuna "Benim!" diyen Fransa Kralı XIV. Louis yanılır; çünkü devlet, onunla birlikte ölmemiş, makam/ı hala yerindedir. Devlet, siyayet kurumunun ürettiği ya da (onun) türevi olan ya da siyaset kurumunun türevi ve alt kümesidir:
a. Perikles
Perikles, Spartalılarla savaşta "tarafsız" kalan bir "site"yi, "güce hizmet ettiği"ni ifade ederek topluca infaz edilmesini emreder; oysa Perikles, o "güç"ün kullanıcısı kendisidir.
b. Katharlar
Katolik Kilisesince 'sapkın' bulunan "kusursuzlar" üzerine Haçlı seferi gönderen Papalık, 13. yüzyılda bütün kentin katliam emrini verir; kentte "tanrının kulları" katolikler de olmasına rağmen emrini yineler: "Siz, hepsini öldürün, Tanrı, aralarından kendi kullarını seçer." Sonuç olarak yirmi bin kişi katledilir
c. Fatih Sultan Mehmet - Molla Fahrettin Acemi / Fatih Kanunnamesi
"Kardeş katli"ni de içeren meşhur Fatih Kanunnamesi, siyaseten Türk devlet geleneği yerine devletin imparatorluğa evrilmesine tahtın ve/veya krallığın gücünü sağlamlaştırmak için elzemdir. Baş müftülük makamında olan şeyhülislam, siyaset kurumunun tacını taşıyan öznenin -kral- "ideolojik aygıt"ı olarak hareket eder ve 'kan akıtılmaması koşuluyla' öldürmenin dine aykırı olmadığı söyler: artık kardeşi, devletin bekası için öldürmek dinen 'caiz'dir.
d. Y. S. Selim - Şeyh İdris-i Bitlisi
Kardeş denebilecek iki şehzadenin kral olduktan sonra kardeş iki ülkenin kralları olarak "barış" yerine "savaş"ı tercih ederler. Y. S. Selim, Safevilerle ırki ve mezhebi yakınlığı olan Anadolu Alevilerinin kırım fetvasını alır.
Kanuni'nin Ebu Suud Efendi'den soruncuzsa pek çok politik fetva alır; bunların başında geleni, yazılamanın soruşturduğu, kendine dert edindiği din ve siyaset kurumlarının ittifakına tipik bir örnektir. Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan Anadolu Türkmen Alevilerine yönelik kırım, Ebu Suud Efendi'nin fetvalarıyla artarak devam eder. Türkmen Aleviler yanında Ezidi Kürtlere yönelik de fetvalar çıkar/tılır. Türkmen Alevilerin yanında Ezidi Kürtlerin de katliamlara uğraması, Osmanlı'nın siyasetin ötesinde kaygıları olduğunu gösterir; şöyle ki Türklerin Sünni-Hanefi, Kürtlerin de Sünni-Şafi inancına bağlılıkları, siyaseten onaylanır; bunların dışındakiler 'rafızi' bulunarak kırımlarıyla ilgili fetva çıkartılır.
"Kızılbaşların canları, malları helaldir; onlarla savaşırken ölmek, şehitliğin en yücesidir." fetvesı, dönemin ruhunu yansıtması açısından tipiktir. Fetva, fetva makamının şahsi fikrine dayanmaz; literatürün, içtihatın bir tür gereğidir. Bu özelliğiyle her fetvanın, döneminin ruhunu yansıttığı ileri sürülebilir. Tıpkı bugün, ibadethane statüsü talep edilen cemevlerinin devlet / hükumet nezdinde görmezden gelinmesinde olduğu gibi.
f. Recep Tayyip Erdoğan - Hayrettin Karaman
"Yolsuzluk'un "hırsızlık" olmadığını ve 'dava' için yolsuzluğun yapılabileceğini ve bunun dinen sorun teşkil etmediği 'fetva'sını vererek Türkiye'de İslamcı hareketin neo-liberal -ama şark tipi- politikadan nemalanmasının önünü açar.
Hayrettin Karaman, tıpkı selefleri gibi biat ettiği siyaset kurumunun ve taşıyıcısı siyasi aktörün/ün ideolojik aracına dönüşerek yazılamanın tezini (de) doğrulamaktadır.
Hiçbir fikir somut değildir. Devletlerin rejimleri de. O nedenle hiçbir peygamber din getirmemiştir ya da din, onun görüşleri ve/veya yaşama şekli değil bir fikrin kurumlaşmasıdır; şüphesiz toplumun mazideki dinden, maneviyatından esinlenilerek, sentezlenerek yaşamın, zamanın diyalektiğinin işletilmesiyle zamanla oluşur.
Devlet, iktidarın siyasi yüzünün kurumsal anlamda organize olmuş, cisimleşmiş halidir. Devletle din, fikirlerin iktidarı ya da iktidarlaşması adına ittifak kurarlar; her biri oportunistçe diğerini siyasi ve/veya dinsel nedenlerle kullanır ve bunu rasyonalize eder. İkisinin de eylemleri hipotetiktir: her şeyi bir başka şey adına isterler, icra ederler.
Gerek siyaset gerek dinler tarihinde bunun pek çok örneği bulunabilir. Mesela İsa Peygamber'den yalnızca birkaç on yıl sonra tıpkı İsa Peygamber gibi yaşayan bir grup Hıristiyan, Hıristiyanlarca 'sapkın' bulunarak infaz edilirler. Yine 'mazlum' Hıristiyanlar, IV. yüzyılda Roma'da popülasyonun kahir ekseriyetini oluşturmaya başladığında Roma nezdinde ihmal edilemez bir noktaya gelirler ya da güce kavuşurlar ve iktidarlaşırlar. İlk icraatlarından biri pagan kültürün önemli belleklerinden biri olan İskenderiye Kütüphanesi'ni yakmak ve böylece pagan belleği hayattan kürtaj etmek olur. İskenderiye Kütüphanesi, başka 'mümin'lerce -Müslümanlar- VII. yüzyılda yeniden yakılır; yakanlar farklı olsa da "kaygı" ortaktır: maziyi öldürerek kendi belleğini inşa etmek.
Fikrin iktidarlaşması, kirlenmesi, dejenere olması; yerleşik iktidar yapılanması ve/veya statüko tarafından devşirilmesi, kendi rengine boya(n)masıdır. Bu, bir ruhun, yaşlanan bedenini atıp yeni bedenler içine girerek aynı ruhla hayat üzerindeki egemenliğini sürdürmesine benzetilebilir.
Yazılamanın başında anılan sözler, tam da buraya karşılık gelir. Çünkü yerleşik iktidar yapılanması kılık değiştirse bile tözsel anlamda ontolojisi muhafaza eder.
Bu durum ya da olgu, ontolojinin temel kavramlarıyla daha da somutlaştırılabilir. Kötü ruhun bedenini değiştirmesi alegorisi üzerinden gidilerek yazılamanın açmaya gayret ettiği patikadan adımlarımızı atmaya devam edelim.
Roma, kadim paganizm içinde yaşarken yaşlanan (Pagan) bedeni/ni, tıpkı yılanın, mevsimi gelince derisini sıyırıp atması gibi atar ve yeni bedene geçirir ruhunu; o yeni beden/i Hıristiyanlıktır.
Burada "töz" iktidarken Paganizm ve Hıristiyanlık ilinektir. İktidarı iktidar yapan ya da Roma'yı Roma ne Paganizm ne de Hıristiyanlıktır. Roma, şimdi AB'de, ABD'de ya da daha yerinde bir anlatımla SS'te yani "Sahipsiz Sermaye"de yaşamaktadır.
Benzer retorik Osmanlı - Cumhuriyet ikilisi, Çarlık - Bolşevikler Rusyası için de söylenebilir. Nasıl zulümlerle anılırsa Ortodoks Çarlık Rusyası 'dinsiz' sosyalist Bolşevikler de gulaklarla ya da Napolyon'un Fransa Cumhuriyeti. Kayser'in (Alman) İmparatorluğu ne ise Nazilerinki de odur. Her biri Roma düşüyle üzerine geçirdiği farklı kıyafetlerle tözünü muhafaza ederek varlığını sürdürürler; tıpkı 1990 görünümlü 1930 model Ucube Parti Devleti'nin 'İslamcılık' kıyafeti altında 2016'da Türkiye'de yaşanması gibi.
Yerleşik yapılanma yani iktidar, kendine yönelen eleştirileri, kalkanı kıldığı elbisesiyle karşılar. Tözden ziyade ilinekleri görme, kavrama gücüne sahip kitlelerse, eleştirisini töze yönelik yaptığını düşünür ama hem retoriği hem de çabası yüzeye yani ilinekleredir; yapısal ve/veya tözsel değildir; o nedenle de statüko için kolayca bertaraf edilebilir; ki edilmektedir de.
Statüko, özüne, iskeletine yönelik eleştirilere karşı çok sert reaksiyonlar gösterir ve acımasızca kullanır kurumsal gücünü; bir bakıma asimetriktir güç kullanımı; sıklıkla da eleştirilir oysa "Yılanın başı daha küçükken ezilmelidir!" Büyüyünce ezmez, alıp üzerine giyer ve kalkanına dönüştürüverir -tabii ki dejenre edip kendi rengine boyayarak-; beden yaşlanıncaya değin sürer bu ittifak. Özü gereği "kirli" olan bu işbirliği, hem bedeni/ni zehirler hem de karşısındakileri hayattan kürtaj etmek için her şeyi araçsallaştırır. İktidarla göreli yakınlığın ötesine geçip ittifaktan özdeşliğe evrilen ilişki, kaçınılmaz şekilde zehirler: İktidarın aygıtına, çarkının dişlisine dönüşür.
Devletle ve/veya İktidarla özdeşleşenlere selam!
Veli Metin
Ocak - Nisan 2016, Muğla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder