Ayna Üzerine
“Yüzünün tecelli yeri sadece gözüm değildir
Aynı zamanda ay ve güneş de ona aynadır.”
Hafız, 193-3
İnsan(lığ)ın keşfi, aynayla başlar: İnsanın, kendine bakanın gözünde oluşan algıdan kendine bakmasıyla; böylece insan, bakanın dönüştürdüğü, yeniden kurduğu bir varlığa evrilir. Bakılan, bakanın bakışında, bakışıyla kurulur. Bakış, taraflara egemen olur; onları, yeni bir ontolojik düzleme evriltir. Hakikat, bakışta, bakışlarda dile gelir.
Bakılanın bakana, bakanın baktığına teslim olduğu örnekler vardır. Bakışta ruhu bulan hakikat, bir haleymişçesine tarafları içine alır ve eritir. Aşkın, dostluğun ve düşmanlığın başla(tıl)dığı “an”dır bakış.
Her şey bir bakışla başlar. İnsan, bilinçdışıyla o bakışta ya da bakışla kavrar. Sezgisel bir kavrayıştır bu ve insanın, kültürel özelliği olan aklından daha temellidir; onu aşar, köklüdür, doğasaldır.
Ayna, bu bakışın, insanın kendine yönelik olmasını olanaklı kılan, hiç kuşkusuz, büyülü bir aracıdır. İnsanın kendini görmesiyle başkalaşma süreci -de facto kendileşme- de başlamış olur. Ayna, insanı, kendine ötekileştiren nesnedir aynı zamanda. İnsanın kendini, ötekinin keşfiyle keşfetmesi, kendileşmesiyle kendine ötekileşmesinin eş zamanlı gerçekleşen olgular olduğunu düşündürür; paradoksal görünmesi, insanın olgusallık ile kültür varlığı ontolojileri arasındaki diyalektiğe bağlanabilir.
Aynayla insan, kendini temaşa eder; kendi, kendisi için br arzu nesnesine dönüşür; insanın kendini arzulamasıyla “egoseksüel” de denebilecek bir olgu deneyimlenir.
İnsanın, aynayla birlikte kendini keşfi, hiç kuşkusuz, bir süreçtir. Bu tanrısal karşılaşmayla insan bilinci, yeniden kurulur. Ötekilerin gözünde varolabilen özne, onlardan ayrışarak “öteki için nesne”den “kendi için özne”ye dönüşür. İnsanın özneleşmesi aynayla, aynada somutlaşır.
Ayna, insanın kendi gözünde, kendine karşı oluşan bakışta -ya da kendileriyle- karşılaşmasıdır; bu karşılaşmadan insanın kendiyle dostluğu, aşkı çıktığı kadar düşmanlığı da çıkar.
Ayna, insanın kendi bakışında eriyerek özgürleştiği bir mecradır. Aynayla birlikte bulunduğu yerden uzaklaşır; içinde bulunduğu ortamın, dünyanın dışına çıkar; bu, çıkışın büyülülüğünün nedenidir.
Aynadaki çıplaklık, sevişme anında (da) vuku bulanla özdeştir. Sevişilen, tenden öte ruhsa, söz konusu olabilir bu özdeşleşme; çünkü sevişen çift, artık tek bedende, tek ruhtadır; gözleri birbirine baktığında, karşısındakinin gözlerinde gördüğü, bütün çıplaklığıyla -teni aşan çıplaklığıyla- kendisidir.
Doğanın, toplumun ve şüphesiz zamanın dışına çıkıştır. Büyülülüğünün bir nedeni de budur. Faniliğin, bitimliliğin prangasından kurtuluştur. İnsanı, halesi içine alan mana, aynayla, aynada oluşur. Tanrısallığın tezahürünün aynayla ilişkisi araştırılmaya değerdir. Bakışta kaybolmak anlatır en çok sözü edilen doğanın, zamanın dışına çıkışı.
Aynaya bakan özne, Narcissus’un nergiz çiçeğine dönüşme mitosunda dünya kültürüne malolan manada ete kemiğe bürünerek vuku bulur. İnsanın, bir bakışta, bir bakışla kendinden geçmesini ama kendiyle göz göze gelmesini anlatır.
O an, zaman durur. Zamanın Hayyamca yorumudur yaşanan. “Zamanın biri uzunluğu, ki onu güneşin seyri belirler; diğeri kalınlığı, ki onu da belirleyen tutkulardır.” İşte o tutku dolu anda özne, zamanı, mekanı ve kendini aşar, aşkınlaşır. Bakışma, bu anlamıyla aşkın bir deneyimdir. Türkçedeki deyimle özne kilitlenir, kendinden geçer, kim olduğunu, nerede olduğunu… unutur: Aklın ve kültürün hatta zamanın (da) bir tür dışına çıkıştır: mutlak özgürlüktür.
İnsanın insanlaşma süreci, eşzamanlı prangalar üretme süreci olarak da okunabilir. Ayağa kalkan insan türü, tarihini prangalarla, kalebentlerle inşa eder. Homo sapiens, prangalar zengini, prangalar toplamıdır. Bilimler, felsefeler, dinler ve sanatlar dört pranga türü olarak kategorize edilebilir; bunlar, hayatın sınırlarını belirlemek, ona çerçeve çizmek iddiasındadırlar aynı zamanda. Bunlardan dördüncüsü olan sanat/lar, çerçevesini, mevcut çerçeveleri, sınırlılıkları ortadan kaldırarak çizmeye çalışır. Tevrat, “Önce kelam vardı.” der; hayat, mana üzerine kuruludur ve her mana, insanı, beşeri anlamda inşa eden, onun, kurucu ontolojisinin koşulu olan bir prangadır. Her pranga, diğeriyle hem ittifak hem de çatışma içindedir. Hayat, prangalar diyalektiğidir ya da prangalar arası diyalektiktir; çatışmaların tozuysa zaman.
Birbiriyle “çatışma” içindeki bu dört kategori, mana şemsiyesi altında birleşirler ve örtük ittifaklarıyla hayata egemen olmak iddiasındadırlar. İktidar, bir anlamda bu dört kategoriden mürekkeptir.
İnsan giyinir. Adem Peygamber’in yasak meyveyi yemesiyle “bilinç” sahibi olup utanması, insanın özgürlüğünün elinden alınmasıdır, üstelik kendi bilinciyle. Çıplaklık ile ötekinin bakışından azadelik özdeştir. Bilinç (İng. consciousness), Latince “con-sciere”den, “başka biriyle birlikte bilgi sahibi olmak”tan gelir; bilinç, birlikte yaşam/a -ötekiyle birlikte- yaşama/ya ait bir olgudur.
İnsan, aynaya baktığında kıyafetinin öneminin önemi yoktur; insanın gördüğü, gözündeki manadır. İnsan, oradadır ve yalnızdır. Kıyafet, sıfatlar, başkalarıyla birlikteyken görünür/dür. Aynada çıplaktır insan çünkü baktığı, kendi gözlerindeki ifadedir: merak ettiği manasıdır. İnsan, kendi ruhunun peşindedir ve maneviyata olan ilgi ve ihtiyacın gerekçesi işte bu manadır.
Yüzleşmek, “aynadaki benlik”le yüz yüze gelmek ve/veya göz teması kururcasına farklı iki insanın bir sorun özelinde bir araya gelmeleridir; amaç: hakikati ifşa etmektir çünkü gözler yalan söylemez; anlam yahut mana, bakışa siner, bakışın kaynağıysa gözler; gözlerse yüzdedir, yüz ise aynada yahut ötekinin -karşıdaki kişinin, ki kişinin kendi de olabilir- gözlerinde.
Eski Mısır’da, Antik Yunan’da ayna yapımında pirinç, tunç, gümüş, altın gibi metaller kullanılır. Antik Yunan’da içinde su olan kaptan geleceği gören kahinliğe rastlanır (katoptromania).
Anadolu’da yüz görmek uğursuzluk getirir; gelinin yüzü, zifaf gecesi görülür ve “yüz görümlüğü” verir damat zevcesine. Gözler tehlikelidir. Yüz görmeyi uğursuzluk sayan Anadolu kültürü, aynanın çerçevesi yerine arkasını süsler. Aynaların, hemen hemen her kategoride bir kopuş ve/veya yeni bir başlangıç olan Barok dönemle birlikte çevrilir ve arkası, artık, duvardadır; çerçeveleri Barok üslupla süslenerek artık hayat alanı olan salonların yani selamlıkların duvarlarını, konsüllerini süslemeye başlar. Kamusala hayata kadınla eşzamanlı dahili hiç de şaşırtıcı değildir. Oryantalist bir okumayla “Aynanın yönünün değişmesi, küştürel paradigmanın kırılması olarak (da) yorumlanabilir.” yargısı dillendrilebilir.
Kırılan aynanın yedi yıl uğursuzluk getireceği inancı, Anadolu’da olduğu gibi dünyada da yaygın bir inançtır. Aynanın kırılmasıyla olanaklı dünyanın geri dönüşsüzcesine parçalanmasına tanık olan insan türü, korkuya gark olur; iradesinin zayıflığıyla, sınırlılığıyla yüzleşir.
Uzun yıllar cezaevinde kalan kimi mahkumlarda görülen “ayna sendromu”, ayna - insan - yaşam ilişkisinde anılmaya değerdir. Göreli süre kapatılma pratiği yaşayanlar sık sık ve uzun süreliğine kendilerini seyrederler. Bunda, içeride göz teması kurmaktan kaçınmanın yaygınlığının da etkisi vardır şüphesiz ve bu alışkanlık, narsizm olarak yorumlanamaz. İnsan, daha doğar doğmaz göz teması kurarak çırılçıplak fırlatılıp terk edildiği dünyanın ortasında dağıtmak ister yalnızlığını oysa göz teması kuramaz; o da gider kendiyle kurar, kendi gözlerinin içine bakar aynada. Bebekler de göz teması kurmak ister tıpkı hayvanlar gibi çünkü gözlerle gözlerden anlayabiliriz; ancak göz teması sonrasında, sizin güvenilir mi tehlikeli mi olduğunuzu anlayabilirler.
“Sihirli ayna”, “Ayna ayna, söyle bana!” vb. aynadaki büyüleyici görüntü, önce fotoğraf, sonra sinema ve nihayet televizyonla doruğa ulaşır. Kameranın, bunca yaygınlığına karşın büyüsünü hala koruması manidardır.
Selfie ya da özçekim, mobil telefonların artmasıyla bütün dünyayı eşzamanlı sardı. Uğruna ölenler de oldu. Sık sık falezlerden selfie çekerken ayağı kayıp ölenlerin haberlerini okuyoruz.
İnsanın görünmesi, üstelik kendini ekranda ya bir kare ya da hareket olarak görme, olanaklı dünyanın, prangalarla çevrelenmişliğin bir anlığına da olsa dışına çıkıştır; şüphesiz bir efekttir bu! Hatta yanılsama.
Dünya, algılayan kişinin, doğayla eşzamanlı oluşan, gözlerinden gördükleridir. Oysa gözler, kendini görmeye başladığında, kendisi, kendisi dışında bir başka özneye dönüşüverir; bir anlamda klonlanır; artık tek değildir; kendi, ötekidir; yani bir başkasıdır da. Bu, karşılıklı konan aynalar arasında kalanın sonsuzca yeniden üretimine de kaynaklık eder. Tanrısallığı da yarattığı iddia edilen sozsuzluk, aynadaki benlik ya da bakıştaki manadadır hatta manadır.
V. Metin
Nisan - Mayıs 2016, Muğla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder