5 Ağustos 2016 Cuma

Bencillik Üzerine

Bencillik Üzerine

"Bencillik, kölelik; kölelik, enenmiş bilinçtir."

Bu yazılamada "özgürlük" problematiği, "hakim - cellat" diyalektiği ekseninde ele alınacak; "bencillik" bağlamında tartışılmaya ve ileri sürülecek tezler, "çiçek soğanı" alegorisiyle temellendirilmeye çalışılacaktır.

"İnsanın en büyük hapishanesi kendisiymiş". derler. Kavavis, insanın, kendini her yere götüreceğini, kendinden kaçamayacağını işler, o meşhur Şehir şiirinde. İnsanın, toplumsal yaşamın öznesine dönüş(türül)mesi, günümüzün 'moda' kavramıyla bir tür "rıza imalatı" örneğidir. 

Toplumsal bir özneye dönüş(türül)en insan yavrusu, "sosyolojik" anlam kategorilerinden herhangi birine sıkıştığı ölçüde şizofrenik olmayan bir 'dünya' içinde yaşayabilir; bunun yolu da "ahlakçılık"tan geçer; sonu "kölelik"te biter.

Bencillik, sözlük diliyle ifade edilmeye çalışılırsa "tercihlerinde, tasarruflarında, tutumlarında vb. kendini merkeze koyma, kendinden başkasına aldırmama" olarak tanımlanabilir. Bencil bireyin kişiliği, hangi toplumda olursa olsun yadırganır. İnsandan beklenen "paylaşımcı", "yardımsever" olup gerektiği vakit fedakarlıkta bulunmasıdır; yani "erdemli" olmasıdır. Bencil, kendini dünyanın merkezinde olduğunu düşünerek çevresini hesaba katmadan, yer yer görmezlikten (de) gelerek gündelik hayatına devam edebilirken erdemli insan, toplumsal bir varlık olarak çevresiyle birlikte vardır; yeri geldiğinde çevresine yani 'büyük' ya da 'küçük' kimlik gruplarına rağmen hareket ede(bile)ndir.

İnsanın, kendini belli türden 'küçük' ya da 'büyük' bir kimlik grubunun öznesine dönüştürmesi, iradesini delege etmesi olarak (da) yorumlanabilir. Delege süreciyle birlikte "karar verici statü"sünü yitiren insan, öznesi olduğu yaşamın/ın nesnesi haline gelir ve köleleşir; köleliği, bir tür cellatlıktır. İlkesel olarak belli bir "tanım"a sıkışan insan, "olgu"ya kendini ya da kuramını dayatan romantik biliminsanına benzer bir tutuma hapsolmuş, kaynağı olmadığı paradigmanın neferine dönüşmüştür.

Kendi homojen dünyasının kalebentinde hayatın/ın olağan akışı içinde doğabilecek her türden sorun, katı ilkesel tutum nedeniyle "aynı" şekilde 'çözülür.' Olguyu kurama uydurmak, burada, "bencillik" olarak tarif edilmektedir. Bu tutum, hayatın sonsuzluğunu, sığ bireysel çerçeveye sıkıştırmaya çalışmaktır. Daha dolaysız şu şekilde (de) ifade edilebilir: İnsanın, kendini ve yaşamı/nı değişim olgusunun dışında tutma gayretidir lakin kifayetsizdir.

Bencilce ya da katı homojen bakışa hapsolmuşlar, merkeze aldıkları kavramların ve/veya ilkelerin esiridirler. Nasıl ki bencil, çevresinde olup bitenlere "kör"dür; toplumu ve yaşamı belli bir ilke ya da kavramla açıklama - yaşama iddiasındakiler de körleşmişlerdir. Körleşme, hakim - cellat diyalektiğini özgürlük bağlamında tersine işletir; göreli sürenin ardından insan, zaman dışına itilerek taşlaş(tırıl)ır; bu nedenle (de) bencillik, taşlaşmış köleliktir. Buradaki kölelik, "kader" yani "zorunluluk" değil "tercih"tir; o nedenle de "gönüllü kölelik" -ki bir tür paradokstur- olarak da değerlendirilebilir.

İnsan, kalebentinin taşlarını oluşturup homojen bir 'bakış' üreten kavramları/nı berkittiği ölçüde tutsaklaşır; oysa özgürlük, kalebentte gedikler açıp kuşatılmışlığı mutlak anlamda ortadan kaldırmaktır. Bu ise, genel kavrayışa aykırı hareket etmekle olanaklıdır. İnsanın, esiri olduğu bencillik paradigmasının "gereği" gibi davranmadığı her örnek, paradigmanın iktidarını sarsar, çeşitli gedikler açılmasına neden olur. Bui bir tür özgürleşme pratiğidir de; ki, birkaç örnekle nihayete ermez. Nasıl ki bahar, açan iki çiçek değilse ve iki taşın üst üste konması mimarlık, vicdanen mevcudu reddettiğimiz birkaç örnek de zamanın katılaştırdığı o homojen monolitik yapıyı yıkmaya yetmez. 

"Bencillik, köleliktir." Kendi kendine, kendini, kendine hapsetmiş, çevresel etmenlere, farklı bakışlara -en önemlisi de etik bakışa, kavrayışa, yaşayışa- kapatmış kişi, zihinsel bariyerler çekmiş, zırhlar takınarak "gönüllü kölelik" paradoksunun işletir. Bireysel anlamda inisiyatif almaz, ilkesel olarak konumlandığı makamda ne yapacağı kestirilebilirdir; o, artık düşünmez, makamın/ın celladına dönüşmüştür; cellatlarsa mutlak itaatkarlık gösteren kölelerdir.

Bencik kişi, çevresine karşı nasıl körse, etkileşimden olabildiğince azadeyse, belli bir kimlik grubuyla ve/veya türevi dünya görüşüyle hayatı kavrayıp yargılama pratiğini icra eder. Bencil insan, ne karşı karşıya olduğu durum üzerine düşünmektedir ne de ne yaşadığının farkındadır. Kendini, yüksek duvarları olan bir kalebende kapatmış, kendinin olduğu yanılsamasıyla -Hoş, insanın, kaldığı hapishanenin sahibi olmasının ne olabilir ki!- sürdürür esaretini: bencillik, kölelik; kölelik, enenmiş bilinçtir.

Bencil kişi, dost ol(a)maz; ruhunu aç(a)maz ne kendine ne de bir başkasına; o, henüz doğmamıştır. Sosyal bir organizma olan insan, ancak paylaşımlar(ıy)la, paylaşımlarda doğup serpilip büyüyebilir; o nedenle bencil ruh, çürümüş çiçek soğanıdır. Çürük, ekşi ve kesif bir koku yayar; insanlarsa kokudan ve çevresinden uzaklaşırlar. Benciller, bu çiçek soğanı alegorisindeki 'koku' nedeniyle yalnızdırlar. Sorun, kendilerinde değildir; çünkü kişi, kendine kokmaz; kokusu kendi(si)dir.

Bencil ruh, doğmamış iradedir. Paylaşımla açılan ruhun yüze yansıyan gülümsemesiyle hemhal olmak imkanı bulamamış, çöle dönüşen habitatının toprağında çürümekte olan bir soğandır. İnsan, bu soğanı her an canlandırabilir: dostça gülümsemek ve feragat, içini açan insanın, o sosyal organizmanın, ciğerlerine hayat zerk eder, çiçek yeşeriverir: hayat doğar.

Bencil sırıtır; insan güler, gülmek özgürlüktür.

Bencil; gülmeye, gülenlere hasetçe düşman; hayattan paylarına sırıtmak düş(ür)en zavallı köledir.

V. Metin
Nisan 2016, Muğla

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder