7 Aralık 2015 Pazartesi

Kütüphanesiz Okul Üzerine



   Bu yazılamada örgün ve yaygın eğitim kapsamındaki özel, vakıf ve kamu okulları -özel statüdeki birkaç istisna hariç-, uyguladıkları müfredatlar ne olursa olsun, bünyelerinde kütüphane olup olmamasına bakılmaksızın kütüphanesiz 'okul' olarak nitelendirilmiştir.
 
   Örgün eğitim kapsamında ister tekli, ister ikili öğretim yapılsın kütüphane, öğrencinin hayatında yer almaz. Eğitim yönetiminde, müfredatta bir değişken olarak kütüphane artık yoktur; değerlendirmeye alınmadığından olguda da rastlanmaz. Eğitim ağı içinde yer alan öznelere kütüphane sorulduğunda "Artık internet var, kitaba ihtiyaç duyulmuyor." yanıtı alıyorsunuz; dikkat ederseniz cümlenin yüklemi edilgen, yani kendisini, umumun içine yedirerek durumu açıklıyor.
 
   Kütüphane, eğitim ortamında her geçen gün görünürlüğünü yitirmekte, bununla ilgilenenler de azalmakta; iddialı bir ifadeyle "Artık kimsenin aklına gelmemekte." Mesela 20 ila 40 bin TL yıllık okul ücreti ödeyen bir veli, 09:00 - 16:00 arası toplam 8 saat ders programı ve 08:45'te okula varış, 16:15'te okuldan ayrılış şeklinde servis saatlerini öğrenir. Okulla ilgili bilgi alırken kütüphane sorulmaz; sorulsa dahi zaten yoktur; öğrencilerin bilgi kaynakları bağlamında ders kitabı ve öğretmeni -ki çoğu zaman öğretmen de o kitabı aş(a)maz- dışında o alanla ilgili bir destekten, beslenme kaynağından yoksundur. Bir tür sıralama sınavı olan test bazlı ölçmeler ise sınav baskısı nedeniyle bütün eğitim yönetimine ve pedagojik yaklaşımlara egemen olmuştur.
 
   "Adamın biri doktora gider: 'Her çay içtiğimde gözümü çıkarıyorum, ne yapmam gerekiyor?' diye sorar; doktor: 'Kaşığı çıkar da öyle iç!' diye yanıtlar." fıkrasındaki sorunu yaşadığı söylenebilir ülkenin eğitim yönetiminin. Kaşık çıkarılıp problem çözül(e)mediği için kör döğüşü devam etmekte, üstelik eğitim yönetiminin problemlerini daha da kronikleştirerek.
 
   Bu 'yaklaşım', pedagojiyi esir almakla kalmaz, beşeri, duygusal, zihinsel ve manevi dünyayı kaba materyalizme, vulgar pragmatizme ve ilkesiz rekabetçiliğe tahvil eder.
 
   Yazılamanın 'ana yemeği' olan kütüphaneye Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileriyle kuşbakışı bakalım: TÜİK'e göre örgün ve yaygın eğitim yapan kurumların kütüphaneleri azalıyor. 2014 verilerine göre 2014'te ülke genelinde 1 Milli, 11.221 Halk, 559 Üniversite, 27 bin 948 örgün ve Yaygın Eğitim Kurumu Kütüphanesi olmak üzere  29 bin 629 kütüphane var.
 
   Resmi okul, özel okul, özel kurs kütüphanelerini kapsayan istatistikler incelendiğinde 2014'te, 2013'e göre kütüphane sayısının %9.4 azaldığı görülmekte. Ülkede yaklaşık 5 milyon kayıtlı kütüphane üyesi var, bunlardan 3 milyon 870 bini üniversite kütüphanelerine kayıtlı. (Kaynak: A.Ü İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi, Yıl: 34, Sayı: 114, Eylül 2015, gorunumgazetesi.net)
 
   İstatistiklere göre nüfusu 80 milyona dayanan 'büyük' ülkenin kütüphane üyesi %1.5'i. Bunların büyük çoğunluğu da ya ilköğretim, ortaöğretim öğrencisi ya da üniversite sınavına hazırlananlar; ki bu kitlenin kütüphaneleri test çözmek için kullandığı da ortada.
 
   İstatistiklerdeki 27 bin olan kütüphane sayısı şaşırtmasın; bunlar, "Adı var, kendi yok!" statüsünde, çoğu zaman mimari planda ve resmi kayıtlarda olsa bile fiiliyatta olmayan, olsa bile birkaç ansiklopedi ile bağış kitapları geçmeyen ve yüzlerle ifade edilebilen birkaç raftan ibaret göstermelik yerlerdir.
 
   Öğrenen (talebe-öğrenci), öğrenmesi beklenen alanla ilgili ne denli çeşitli ve zengin bilgi kaynağı ile donatılırsa -bunları nasıl kullanıp değerlendireceğine de yer verilerek yani genel tasarımda bunlara da yer açılarak-, o kadar zengin yetişmelerine imkân sağlanmış olacaktır; ki bu, şüphesiz "gerekli koşul"dur, "yeterli koşul" değil.
 
   İstatistiki olarak her ne kadar her okulda kütüphane olsa da, mimarlar, projeler/in/de zorunlu olarak bunlara yer verseler de olguda bunlara rastlanmaz; bu da ülkenin genel eğitim resmi için yeterince seçik bir görüntü oluşturmaktadır.
 
   Eğitimde reform gibi artık kabak tadı veren retorikleri savunanlara, felsefenin kadim kavramlarından biri hatırlatılarak cevap verilebilir: biçim-içerik diyalektiği. Biçim, yani kütüphanesiz 'okul', değişmedikçe, içine koyacağınız "şey" ya da "içerik" ne olursa olsun olgu değişmeyecek ve artık kronikleşmiş sorunlar, daha da derinleşerek varlığını devam ettireceklerdir. Hoş, değişimin, içten dışa olanının, tabandan ya da içten gelen dinamiklerle biçimin zorunlu olarak değiştiği örnekler, hiç şüphesiz hepimizce malumdur; buradaki -kütüphanesiz 'okul'- örnekte kütüphane, tereyağının yağı işlevi gördüğünden bu denli sert bir ifade kullanılmıştır. Kütüphanesiz 'okul', bir tür oksimorondur; tıpkı "yağsız tereyağı" gibi.
 
   Enerji, biçim yerine ve/veya biçiminden ziyade içeriğe harcanır; iki değişkenin senteziyle oluştuğu göz ardı edilir her olgunun olduğu gibi eğitimin de. Buysa, olguya yani eğitime dair körleşmeyi doğurur. Körleşmenin yaşandığı ortamda ne hedef belirlenebilir ne de belirlenmiş hedef/ler/e yönelik eylemler yapılabilir.
 
   Eğitim, hiç kuşkusuz, sonsuz değişkenin etkili olduğu bir alan. İndirgemeci mantıkla her sorunun kaynağının ne biçimde ne de içerikte olduğu söylenebilir tamamen. Burada olgunun bileşenlerinden biri olması beklenen ve teoride bilgi kaynakları, materyaller; pratikte kütüphaneden söz edilmekte. İnsan türünün problem çözme becerisi, uygarlığın menşei olarak düşünülebilir; bir başka deyişle problem çözmeyle uygarlığın doğuşuna eşzamanlı rastlandığı söylenebilir; çünkü doğa karşısında yeterince güçlü olmayan insan insan türü, o küçük elleriyle taşları alıp birbirine vurmaya başladığında kendi anatomik yapısıyla -yani doğasıyla- birlikte doğayı da dönüştürmeye başlar. Taşın sivriltilip mızrağın ucuna bağlanıp bir tür yapay, diğer deyişle kültür ürünü bir alet yapıldığında içgüdülerin/in yerini almaya başlar. Beyniyle ve ürünü kültür(üy)le güçlendiği iddia edilen insan türü, doğa/l açı(sın)dan zayıflar ve bilgiye ve/veya kültüre tâbi hâle gelir. Eğitim, insanın doğaya ve sosyal yaşama karışıp nefes alabilmesinin temel dinamiğine ya da değişkenine dönüşür.
 
   Toplumsal bir kurum olarak eğitim, içeriği ve/veya yapılma şekli değişse de özünde tıpkı futbolun, kaleye atılacak golden ibaret olması gibi yaşamın ürettiği bilgilerin yani kültürün insan yavrusuna aktarılmasıdır. Bunun nasıl yapılacağı, kültür tarihinden "Zeitgeist" gözetilerek alınacak referanslardır; bu da insanın, kültür belleği olan kitaplar yani kütüphaneler ile müzelerdir (Bu hiç kuşkusuz ayrı bir yazılamanın konusudur.); bunlarsız eğitim ise, biçimi ve/veya içeriği ne olursa olsun oksimoron kalmaya mahkûmdur. (Bkz. 2012, 2009, 2006, 2003 PISA Sonuçları!)

V.Metin Bayrak

Ekim, 2015, Ege

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder