BM
Mülteciler Yüksek Kurulu gibi oldukça 'seksi' gelen bir ad ve kurum, konuyla
ilgili ulusal ve uluslararası pek çok kurum gibi 2013-2015 sürecinde her geçen
gün, trajik boyutu derinleşen mülteci sorununu, ki artık krize dönüşmüştür,
"kapıları açıp açmamak"a indirgeyip boyutlarını budayarak
işle(til)meyen uluslararası hukuka sıkıştırarak anlayan 'yönetici', 'sorumlu sorumsuz
kitle' ve iktidar(lar)ının fahişesi olan hukuk/ları, bırakın "kriz"i
çözmeyi, sorunu, her geçen gün daha da derinleştirmekte.
Binlercesi Ege Denizi'nde, onbinlercesi
Akdeniz'de Avrupa'ya geçmeye çalışırken boğulan, insan tacirlerince herkesin gözü
önünde savaştan, gasptan alınıp ölüm(ün)e satılan insanların hayatları
çalınırken üç maymunu oynayan dünya ve halkları, belleklerini kaybetmekle
kalmamışlar, vicdanlarını da kredi kartı plastiği kokan konforlarına kurban
etmişler, hayat(ların)ı, bugün(lerin)den ibaret gören aymazlık içindeler.
İnsan, görüp tanık olduklarından çok, tanık olduklarına verdiği
tepki(sizlik)lerin toplamıdır.
Mültecilik, doğal ve/veya toplumsal,
siyasal, ekonomik, doğal vb. nedenlerin bir sonucu; bunu doğuran kimi 'büyük güçler'in
güç denemelerini icra ettikleri, makro politikalarını hayata geçirmeye
çalıştıkları mecralardan biri olan Suriye ve artık gündemde eskisi denli
kendine yer bulamayan Irak, yalnızca bir vesile; kurban ya da kökleri
derinlerde olan çatışmaların zahiri yüzlerinden biri.
Ulusal ve uluslararası kurumlar, yapısal ya
da makro bir çözüm üretmek yerine trajediyi, seyirlik bir objeymişçesine,
artistik bir performansmışçasına yalnızca izlemekte, kapılarına gelebilenlerden
kimilerini lütfedip içeriye alıp almamakla meşguller.
Sorun, hiç şüphesiz, Ortadoğu ülkelerinin
artık 'fıtrat'ına dönüşmüş, hamasete boğulmuş politik retoriklerinde olduğu
gibi yalnızca 'dış güçler'e, 'dış mihraklar'a ve bunların içerideki
'uzantı'larına yani 'hainler'e, 'iç mihraklar'a, 'işbirlikçiler'e de
indirgenemez.
Dünyanın vicdanı, eğer varsa, şu soruyu
sormakla mükelleftir: Eğlenceye verilen vize, canını kurtarmak derdindeki
yurtsuz insanlardan neden esirgeniyor? Tıpkı "sorun, aç insanların
bazılarının hırsızlık yapması değil, neden çoğunun yapmamasıdır."
sözündeki gibi, şaşırdığımız "şey" hakikat değil; hakikati
gör(e)mediğimizden sorun karşısındaki tutumumuz, popüler kültürün ya da daha
teknik bir ifadeyle kültür endüstrisinin bir ürünü olan magazin formatından öte
geçemiyor.
Düne karşı çıkıp uygulamaları/nı, bugünün
değer yargılarıyla değerlendirmek ve 'entelektüel' pozisyon almak, olsa olsa
tatlısu eleştiriciliği ya da aktivizmi olabilir. Bugün, iktidarın -aslında
"küresel iktidar"ın demek daha yerinde- dolaşıma soktuğu sözde hukuki
dili, vicdanen reddetme, egemenlerin dilini kullanmama, organik aydın
retoriklerine teslim olmadan sorabilme güdüsüdür:
*Kant’ın “Ebedi Barış Üzerine Bir Deneme”
adlı makalesinde rüyasını gördüğü, ebedi barış için bir tür çözüm olarak önermesinden
yaklaşık yüz elli yıl sonra kurulan BM’nin cürmü bu kadar mı?
*Yerlerinden zorla kürtaj edilenlerin
statüsü olan ‘mültecilik’, steril kentlilerce ‘görüntü kirliliği’ne
indirgendiğinde sözümüz ne oldu?
*Günümüz modern hukukunca inşa edilen
ulus-devletlerin eğlenceye gidenlere verdiği vizenin “can”dan esirgendiği
örnekler karşısında ne dedik?
*Yıllardır devam eden trajedi karşısında
iç ve/veya dış kamuoyu oluşturmak amacıyla ne tür girişimlerimiz oldu; sorunun
çözümü için bir “şey” yaptık mı? Neden?
*Küresel hale gelen mülteci sorununun ne
olduğunu, egemen retoriklere teslim olmadan de facto ne olduğumuzu kafamıza
çekiçle, balyozla vururcasına gör(ebil)mek için daha ne kadar sürecek üç
maymunluğumuz?
*Haberler, ‘yasadışı yollarla’, ‘insan
tacirleri’, ‘kaçak’, vb. ifadelerle meşru olmayan hukuk ve/veya statüko diliyle
mevcut hukuksal, politik uygulamaların, insanların zihnini nasıl iğdiş ettiğini
ısrarla soralım. En sade ifadeyle sorunun, bir ‘kent estetiği’ne indirgenerek
de medyaca servis edilmesiyle neye benzediğini ya da bu “servis” ile görünüp
görünmediğini (de) soralım.
*Trajedi pornografisi gibi her gün medyada
izlediğimiz görüntüler ile satılması için ek trajedilerle soslanarak
ürünleştirilen ‘haberler’e/hayatlara bakıp gözyaşı dökerek haline şükreden
trajedi tüketicisi, tükettiği ölçüde ‘para puan’ biriktirerek küresel
adaletsizliği güçlendiren plastik vicdanlı küresel özneler olarak bizler,
kişiliğimizde açılan yaranın, kişilik bütünlüğümüzde küresel iktidarca yaratılan
çatlakların ne kadar farkındayız?
‘Eli kanlı
Batı’ ve zengin, refah ülkeler/i, vize uygulamalarıyla, kendini koruyucu
politikalarıyla yaklaşan “nükleer bomba”ya karşı, bir tür Ortaçağ kent surları
inşa ederek hendek kazmaya devam ederken ‘hukuk’larının miğferleriymişçesine
çağlarına, dukalıklarına, sultanlıklarına, kağıttan kalelerine hizmet
ettiklerini sansınlar; varsın öyle olsun! Anakronik önlemlerin bir tür
oksimoron yarattığının ve işlevsizliğinin cehaletiyle, mürteciliğiyle çağımızı
kucaklayabileceklerini/kucakladıklarını sansınlar! Ama her uykunun, elbet bir
uyanışı vardır; uyur numarası yapanlarsa, zaten uyumamaktadırlar, yalnızca bir
tür çakallıkla, köşelerinde sessizce öylece bulaşmadan durmaktalar.
Bugün,
küresel çapta o vizeleri, pasaportları, nüfus cüzdanlarını söküp atmak,
yırtmak, tanımamak zamanıdır ülkeleri, ulusal ve uluslararası kurumları ve
‘hukuk’larını!
V.Metin
Bayrak
Eylül-Ekim
2015, Ege
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder