14 Haziran 2016 Salı

Gülüş Üzerine

Gülmek, belki de bütün dillerdeki ortak fiillerin başında gelir. Gülmek eylemini gerçekleştirenin gülüşü, onu, diğer insanlardan ayıran bir tür parmak izidir.

Dostoyevski, “Bir insan gülerken onun yüzüne, gülüşüne bakabiliyorsanız, o, sizin dostunuzdur.” sözüyle gülüşün ya da gülmenin insanın, ruhunu, bir başkasına açma yolu olduğunu gösterir.

U. Eco’nun  Gülün Adı romanı, Aristoteles’in olduğu iddia edilen ve “gülme”yi konu alan kitabı merak eden keşişlerin gizemli şekilde ölmelerinin de hikâyesidir.

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanında yüzü kırış kırış olan ve henüz genç denebilecek yaştaki garson için şunlar söylenir: “Yüzü kırış kırıştı, belli ki gülmekten değil, sırıtmaktan.” Gülmenin içtenliğine karşı sırıtmak sığ, yapay ve zorakidir; sezilir bir gülüşün içten olup olmadığı. İnsan, Lacanca söylersek bilinçdışıyla kavrar bir gülüşün içten olup olmadığını. İnsanın mani olamayacağı davranışları yahut eylemleri vardır; gülmek de bunlardan biridir tıpkı ağlamak, hüzünlenmek, sevinçli bir haberle kendinden geçmek, hatta uyumak, titremek, terlemek gibi. Bunlardan yola çıkarak gülmenin iradi bir eylem olmadığı söylenebilir. İnsanın, bir canlı olarak varoluşuna -: manevi varoluşuna demek daha yerinde olabilir.- özgüdür; İnsanın tözüdür.

İnsanın karakterini, zekâsını, kültürünü, duygu dünyasını, başka pek çok eylemi, özelliği yanında gülüşü de ele verir; kim olduğumuz, biraz da “nasıl” ve “neye” güldüğümüzle (de) ilişkilidir.

Öte yandan gülmek, tanrısal bir özellik olarak da değerlendirilebilir. İnsanın gülmesi, güldüğü ortama, kişi ya da kişilere ve en önemlisi kendine – de facto yaşama- karşı takındığı kalkanları indirip teslim olmasıdır. Gülmek, teslimiyettir. İnsanın, bir anlamda doğasına yönelik teslimiyetidir; teslimiyeti hayatadır, doğayadır, kültüredir. İnsanın, bütün kalkanlarından arınıp sıfatlarından soyunmasıdır.

Arınmayı sağlayan gülüş, hayata koşulsuz teslimiyeti sağladığı gibi insanı garkeden sıfatlar(ın)dan soyunmasına da imkân sunar. En çok çocuklar güler. İnsan, yaşlandıkça daha az güler; ölümün kasvetine teslim olur ve muhafazakarlaşır. Kalkanlarının artmasına bağlı olarak gülmesi de azalır. Gülmesi azaldıkça uzaklaşır cennetinden ya da cennetten. Gülmenin yerini sinameki suratlar, mutsuzluk, birbirinden uzak ruhlar alır.

Kimi kültürlerde gülmenin ‘kadınsı’ bir davranış olduğu ve insanı ‘hafifleştirdiği’ iddia edilir. Hiç kuşkusuz ataerkil, muhafazakar, hatta mutassıp bir bakıştır bu! Gülen kadının yaydığı iktidar halesinden korkulur; çünkü o, kendini hayata bırakabilme, kalkanlarından soyunabilme becerisine sahiptir; çıplaklığın/ın, hafifliğin/in yarattığı müdanasızlığı, özgürlüğü deneyimlemiş bir varlıktır aynı zamanda. Gücü, sıradanlığa yeten ve hem kendisi cehennem olan hem de cehennem/ler yaratan “hayat”ın, özgürlüğü bulduğu yerde boğması, başka nasıl açıklanabilir ki?

‘Büyük insanlar’ ciddidir ve omuzları kalabalık bu sıfat budalaları gülmezler, bilakis her şeye kabarabilen öfkeleriyle genellikle nefret kusarlar. Türkçedeki “Ağır ol, molla desinler.” sözünün “oto-cellat”ıdırlar. Hayatlarını, kendileri dışında yazılmış bir oyunun koşulsuzca, sorgusuzca, icrasına vakfetmiş zavallılar topluluğudurlar. Gülmek, devrimdir; gülerek reddederiz, gülerek hayata, hakikate teslim oluruz.

Gülmek, kutsaldır; gülmenin ele avuca sığmazlığı, ona, koşulsuz bir iktidar halesi kazandırarak dokunulmazlaştırması biraz da bu yüzdendir.

Gülmek, iyileştirir; fizyolojik olarak çeşitli mutluluk hormonları salgılatır ve fiziksel anlamda da başta yüz ve karın olmak üzere pek çok kası çalıştırır; gülmeye bağlı olarak bağışıklık sistemini güçlendirir; insan ruhunu açarak hayatın kendine daha fazla dokunmasını –ki eşzamanlı o da hayata dokunur- sağlar.

Gülmek, varlığın kapılarını açar ve cenneti ifşa eder; cennettir, hayatı cennetleştirir: bir tür yeryüzü cenneti oluşur halesinde. 

Gülüşün önünde hiçbir güç duramaz ne şiddet ne de iktidar. Hangi iktidar olursa olsun –ister kişi ister kurum- gülünçleştiği an, kendisine gülündüğü vakit gücü elinden alınır; daha kısa bir anlatımla iktidarının sonudur.

Gülmek, barıştır. En acımasız, gaddar, sadist kişiye en öfkeli anında içten bir gülüşle gülümseyerek bakmanın –sırıtarak değil kesinlikle- tanrısallığı karşısında hiçbir güç duramaz.

Gülmek, aşktır; kimi ömürler bir gülüşün yolunda geçer, kimileriyse gülüşsüz bir ömrün yoksunluğunun yarattığı yoksulluğunda.

Haz, mutluluk, sevinç, başarı, doğum, kavuşma, mezuniyet, başarılı biten bir ameliyat, merakla beklenen bir haber vb. yaşamda arzu edilen ne varsa hepsine eşlik eden gülme, gülüş, gülümsemedir. İnsanların kalplerini, ruhlarını, birbirine açan, yakınlaştıran ruhsal ortaklıkların yolunu döşeyen yine gülüşlerdir, karşılıklı gülümsemelerdir. Aşklar da gülüşlerle başlar. Nerede gülüş varsa orada hayat vardır. Nerede hayat varsa gülüş, hemen yanıbaşındadır, mutluluğu da beraberinde getirir. İnsanın gözlerini aşıp ruhuna dokunuveren o kısacık an, evrenin bütün gizlerini sonuna kadar açtığı cömertliğidir.

V.Metin


Mayıs, 2016, Dalaman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder