Gülmek, belki de bütün dillerdeki
ortak fiillerin başında gelir. Gülmek eylemini gerçekleştirenin gülüşü, onu,
diğer insanlardan ayıran bir tür parmak izidir.
Dostoyevski, “Bir insan gülerken onun
yüzüne, gülüşüne bakabiliyorsanız, o, sizin dostunuzdur.” sözüyle gülüşün ya da
gülmenin insanın, ruhunu, bir başkasına açma yolu olduğunu gösterir.
U. Eco’nun Gülün Adı romanı, Aristoteles’in olduğu iddia
edilen ve “gülme”yi konu alan kitabı merak eden keşişlerin gizemli şekilde
ölmelerinin de hikâyesidir.
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanında
yüzü kırış kırış olan ve henüz genç denebilecek yaştaki garson için şunlar
söylenir: “Yüzü kırış kırıştı, belli ki gülmekten değil, sırıtmaktan.” Gülmenin
içtenliğine karşı sırıtmak sığ, yapay ve zorakidir; sezilir bir gülüşün içten
olup olmadığı. İnsan, Lacanca söylersek bilinçdışıyla kavrar bir gülüşün içten
olup olmadığını. İnsanın mani olamayacağı davranışları yahut eylemleri vardır;
gülmek de bunlardan biridir tıpkı ağlamak, hüzünlenmek, sevinçli bir haberle
kendinden geçmek, hatta uyumak, titremek, terlemek gibi. Bunlardan yola çıkarak
gülmenin iradi bir eylem olmadığı söylenebilir. İnsanın, bir canlı olarak
varoluşuna -: manevi varoluşuna demek daha yerinde olabilir.- özgüdür; İnsanın
tözüdür.
İnsanın karakterini, zekâsını,
kültürünü, duygu dünyasını, başka pek çok eylemi, özelliği yanında gülüşü de
ele verir; kim olduğumuz, biraz da “nasıl” ve “neye” güldüğümüzle (de)
ilişkilidir.
Öte yandan gülmek, tanrısal bir
özellik olarak da değerlendirilebilir. İnsanın gülmesi, güldüğü ortama, kişi ya
da kişilere ve en önemlisi kendine – de facto yaşama- karşı takındığı
kalkanları indirip teslim olmasıdır. Gülmek, teslimiyettir. İnsanın, bir
anlamda doğasına yönelik teslimiyetidir; teslimiyeti hayatadır, doğayadır, kültüredir.
İnsanın, bütün kalkanlarından arınıp sıfatlarından soyunmasıdır.
Arınmayı sağlayan gülüş, hayata
koşulsuz teslimiyeti sağladığı gibi insanı garkeden sıfatlar(ın)dan soyunmasına
da imkân sunar. En çok çocuklar güler. İnsan, yaşlandıkça daha az güler; ölümün
kasvetine teslim olur ve muhafazakarlaşır. Kalkanlarının artmasına bağlı olarak
gülmesi de azalır. Gülmesi azaldıkça uzaklaşır cennetinden ya da cennetten.
Gülmenin yerini sinameki suratlar, mutsuzluk, birbirinden uzak ruhlar alır.
Kimi kültürlerde gülmenin ‘kadınsı’
bir davranış olduğu ve insanı ‘hafifleştirdiği’ iddia edilir. Hiç kuşkusuz
ataerkil, muhafazakar, hatta mutassıp bir bakıştır bu! Gülen kadının yaydığı
iktidar halesinden korkulur; çünkü o, kendini hayata bırakabilme, kalkanlarından
soyunabilme becerisine sahiptir; çıplaklığın/ın, hafifliğin/in yarattığı
müdanasızlığı, özgürlüğü deneyimlemiş bir varlıktır aynı zamanda. Gücü,
sıradanlığa yeten ve hem kendisi cehennem olan hem de cehennem/ler yaratan
“hayat”ın, özgürlüğü bulduğu yerde boğması, başka nasıl açıklanabilir ki?
‘Büyük insanlar’ ciddidir ve omuzları
kalabalık bu sıfat budalaları gülmezler, bilakis her şeye kabarabilen
öfkeleriyle genellikle nefret kusarlar. Türkçedeki “Ağır ol, molla desinler.”
sözünün “oto-cellat”ıdırlar. Hayatlarını, kendileri dışında yazılmış bir oyunun
koşulsuzca, sorgusuzca, icrasına vakfetmiş zavallılar topluluğudurlar. Gülmek,
devrimdir; gülerek reddederiz, gülerek hayata, hakikate teslim oluruz.
Gülmek, kutsaldır; gülmenin ele avuca
sığmazlığı, ona, koşulsuz bir iktidar halesi kazandırarak dokunulmazlaştırması
biraz da bu yüzdendir.
Gülmek, iyileştirir; fizyolojik olarak
çeşitli mutluluk hormonları salgılatır ve fiziksel anlamda da başta yüz ve
karın olmak üzere pek çok kası çalıştırır; gülmeye bağlı olarak bağışıklık
sistemini güçlendirir; insan ruhunu açarak hayatın kendine daha fazla
dokunmasını –ki eşzamanlı o da hayata dokunur- sağlar.
Gülmek, varlığın kapılarını açar ve
cenneti ifşa eder; cennettir, hayatı cennetleştirir: bir tür yeryüzü cenneti oluşur
halesinde.
Gülüşün önünde hiçbir güç duramaz ne şiddet ne de iktidar. Hangi
iktidar olursa olsun –ister kişi ister kurum- gülünçleştiği an, kendisine
gülündüğü vakit gücü elinden alınır; daha kısa bir anlatımla iktidarının
sonudur.
Gülmek, barıştır. En acımasız, gaddar,
sadist kişiye en öfkeli anında içten bir gülüşle gülümseyerek bakmanın
–sırıtarak değil kesinlikle- tanrısallığı karşısında hiçbir güç duramaz.
Gülmek, aşktır; kimi ömürler bir
gülüşün yolunda geçer, kimileriyse gülüşsüz bir ömrün yoksunluğunun yarattığı
yoksulluğunda.
Haz, mutluluk, sevinç, başarı, doğum,
kavuşma, mezuniyet, başarılı biten bir ameliyat, merakla beklenen bir haber vb.
yaşamda arzu edilen ne varsa hepsine eşlik eden gülme, gülüş, gülümsemedir.
İnsanların kalplerini, ruhlarını, birbirine açan, yakınlaştıran ruhsal
ortaklıkların yolunu döşeyen yine gülüşlerdir, karşılıklı gülümsemelerdir.
Aşklar da gülüşlerle başlar. Nerede gülüş varsa orada hayat vardır. Nerede
hayat varsa gülüş, hemen yanıbaşındadır, mutluluğu da beraberinde getirir.
İnsanın gözlerini aşıp ruhuna dokunuveren o kısacık an, evrenin bütün gizlerini
sonuna kadar açtığı cömertliğidir.
V.Metin
Mayıs, 2016, Dalaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder