Ramazan
geliyor: Bir bakıma seküler hayatın kamusal alandan itilip her şeyin yerini pop
İslam kültürüne bıraktığı günler.
Ana yemek
“oruç” olunca başta sağlık olmak üzere pek çok içerimi her yıl sanki ilk kez
duyuyormuşçasına ilgiyle dinleyerek vaadedilen o cennete giden yolun
istikametinin pusulası görülen TV Showlarının reyting rekabetleri kızışıyor.
Her yıl tanık olduğumuz bu kareler, nedense, bir tür dokunulmazlık zırhı
kazanan İslam ve kutsalları üzerinden “pop İslam”ın fütursuz hakimiyetini
berkitmekte. Her tema, bir fetişmişçesine ele alınır ve asla eleştiri konusu
yapıl(a)maz. Bilgi temelli bakışlar ise “sokaktaki insan”a ulaşamaz; böyle
kitle kültürü “Domuz eti yersem imanım zedelenir ve cennet hakkımı yitirir
miyim?”in ötesine geçmez. Sorular, Haydar Dümen’e sorulan ve yıllardır
değişmeyen soruların farklı kelimelerle –key words- sorulmuş halleridir;
gramerleri aynıdır çünkü sorunların müelliflerinin bilinçleri özdeştir.
Kitlenin
haber ve/veya bilgi işlevi de gören yazılı ve görsel medya, süreli yayınlar ve
nihayet ulema da “6 yaşındaki kız çocuklarıyla nikah kıyılabilir.” “Annenin
etek boyuna göre oğlu, annesine ereksiyon olur.” “Babanın kızına duyduğu
şehvet…” ile ilgili ‘fetva’ vermekle meşgul olunca ortaya saçılan ve “sokaktaki
insan” tarafından ayırt edilemeyen neyin “bilgi”, neyin “inanç” olduğu,
birbirine karışıyor. Bu karış(tır)ma, meslekten olanlarca yapılıyor en başta.
Kimi zaman bir tıp doktoru, sağlığı inançla, kimi zaman da bir ilahiyatçı
inancı sağlıkla temellendirebiliyor. Meslekten uzmanların bu denli manipülatif
pazarlamacılıkları neticesinde “sokaktaki insan”ın bilinci vesayet altına
alınıyor; bir tür Mankurt’a dönüşen “sokaktaki insan”, Müslümancılarca bir
yandan tüketim nesnesine dönüştürülüp araçsallaştırılırken bir yandan da tekçi
büyük kimliğe dayanan iktidarın payandası haline ge(tiri)liyor. Lâkin zemin,
oynak olmanın ötesinde ontolojisi kaymış ve türce farklıdır artık o nedenle de
tekabüliyet sorunu hasıl olmuştur.
İşte, bu
yazılama, çeşitli tezleri temele alarak söz konusu karıştırmaları ifşa etmeye
çalışacak; bunun için D.İ.B’ce yayımlanan Aile adındaki Diyanet Aylık Dergi’nin
Haziran 2015 sayısının “Ramazan Mektebi” başlıklı özel ekinde Dr. Ayşe
Dolmacı’nın “Çocuklarımıza Kolay Oruç Tutmaları İçin Yardımcı Olalım” başlıklı yazısı
(S.12,13) eleştirel okumaya tabi tutulacak.
Dr. Ayşe
Dolmacı’nın yazısında ileri sürdüğü tezleri ve kritikleriyle düşünmemize,
yazılamamıza devam edelim:
a.
“Oruç ibadetinin kişilik gelişiminde
son derece mühim bir rolü vardır. Çocuklar, bu ibadet sayesinde doğruyu
söyleyen, dürüst fertler olarak yetişebilir.”
Dini bir
ritüel olan oruç ile kişilik gelişimi arasında kurulan korelasyon nedir?
“Mühim” rolün ne olduğu yazıda belli değildir. Sonsuz ibadet türünden biri olan
orucun kişinin karakterini oluşturan doğruluk, dürüstlük özellikleriyle nasıl
bir ilişkisi vardır? Söz konusu tez ya da iddianın olgusal düzlemde herhangi
bir karşılığı yoktur; dile getirilen bu ifadeler bilgi değil dilek ya da
temenni ifadesidir; bilgi olmadığı için de sınanmasına hacet yoktur. İnsan
zihni, her şeyi her şeyle ilişkilendirebilir; ilişki, olgudan hareketle
yapıldığı koşulda bilgisel bir değeri olabilir.
b. “Çocuklarımız ve oruç konusunu üç başlık altında işleyebiliriz:
b.1. Genel olarak ev halkına doğru
beslenme alışkanlığı kazandırmak
b.2. Çocuklarımıza küçük yaşlarda
orucu sevdirmek
b.3. Okul çağlarında çocuklarımızın
oruç tutmasına destek olmak”
Yazar,
“oruç”un ‘doğru beslenme’ alışkanlığı kazandırdığını iddia ederek yazılamanın
başında kısaca değinilen metodolojik hataya düşüyor yani inancı olguyla
temellendiriyor oysa oruç doğru beslenme olsaydı –dikkat!- olgusal bağlamda ya
da düzlemde, teolojik bağlam ya da düzlemde değil – bütün canlıların beslenme
rejimi oruç üzerine kurulurdu. Oruç, doğru beslenmeye indirgendiğinde
araçsallaştırılmakta ve imanın gereği olmaktan çıkarılmakta. Ne olgu imanla ne
de iman olguyla temellendirilebilir.
Çocuklara
küçük yaşlardan dinin şekli ritüelleri sevdirilmeye çalışılmakta oruç
üzerinden. (Sorunlu olmakla birlikte bu yazılamanın sınırlarını aşan
tartışmalar nedeniyle burada değinmekle yetinilmiştir.)
Okul
çağlarındaki çocukların oruç tutmalarından söz etmenin ne İslam şeriatında ne
de biyolojide yeri olabilir. Ramazan’ın yaza denk geldiği yıllarda okul
çocuklarının oruç tutması, mental ve fiziksel anlamda kalıcı hasarlara neden
olabilir; kaldı ki ne sağlığın ne de imanın gereğidir çocukların –dikkat! Okul
çağı çocuklarının- oruç tutmaları.
c.
“Çocuklarımızın ilk oruç tutma
deneyimlerini, en geç yedi yaş civarında gerçekleştirmelerini sağlayalım; zira
daha sonraki yaşlarda oruç tutmaya olan hevesleri yavaş yavaş kaybolacaktır.”
Çocukların
ilk oruç tutma deneyimlerinin “en geç” yedi yaş olarak ifade edilmesi “b”
maddesinde de ifade edildiği gibi kalıcı hasarlara neden olabilir. Cümlenin
ikinci kısmı, çocukların büyüdükçe heveslerinin azalacağının kaygısının
ifadesi. İman ve inanç bir hevesten ziyade aklî bir olgudur; çocuklarınsa cezai
ehliyetleri yoktur çünkü akıl baliğ değillerdir; olgunlaştıkça ‘hidayet’e
ermeleri beklenir. Yazarın örtük bir biçimde dillendirdikleri, eleştirel bir
okumayla, şunlardır: çocuklar üzerinde, özellikle bedenleri ve duyguları,
harici bir otoriteyle itaat pratiği icra edilerek bioiktidar kurmanın aracıdır
oruç.
d.
“Çocuğumuzun yaşının daha küçük
olduğunu düşünüyorsak, onlara tekne orucu tutmalarını önerebiliriz.”
Bu ifadede
iki önemli nokta göze çarpmakta: İlki, yedi yaş, sanki küçük değilmiş gibi daha
erken yaşlarda da çocuklara oruç tutturulmaktan söz ediliyor; ikincisi göreli
sürelerle açlık pratiği yaşamaları, ki zaten hayatın olağan akışı içinde
hepimiz söz konusu deneyimleri yaşıyoruz.
e.
“Çocuklarımız küçük yaşta bizim oruç
tutmamıza şahit olmaktan büyük sevinç duyarlar ve bunu kendileri de uygulamak
isterler. Fıtratlarında olan bu meyil sayesinde oruç tutma teklifini bize,
bizden önce onlar getirirler.”
“Fıtrat”,
olgusal değil teolojik bir kategoridir ve özü gereği ontolojisi aşkındır;
insansa “şimdi ve burada” olan bir varlıktır; olanın, aşkın varlıkla
temellendirilmesi, bilgisel değil inançsaldır; bu da sınanamaz. Madem ki
insanda ‘fıtratî bir meyil’ var o halde “d” maddesine neden gerek var; yazı,
kendi içinde mantıksal tutarlılığa da sahip değildir. (Ne de olsa kutsallık
halesi içindeyse, kutsal olanın dokunulmazlığından istifade ederek her şey
söylenebilir; bir tür “anything goes” durumudur icra edilen.
Burada dile
gelen düşünce, dinin, öncelikle yaşanan toplumdan ve birimlerinden
öğrenildiğini yansıtıyor; şu halde din eğitiminin ayrıca verilmesi de
manasızdır; zira insan yavrusu görerek, çevresini izleyerek, ilişkide olduğu
insanlarla etkileşerek toplumsal bir varlığa evrilir ve kültürün bir parçası
olan dini de kendi doğallığı içinde kendiliğinden öğrenir; üstelik içinde
bulunduğu, üyesi olduğu toplumdaki haliyle yani doğal durumundaki haliyle.
f.
“Çocukların tuttukları ilk oruçlar,
genelde aile büyükleri tarafından satın alınır. Bu çok güzel bir uygulamadır.
Oruç gibi bir ibadetin üstesinden gelen yavrularımızı uygun şekilde ödüller
vererek cesaretlendirmeliyiz.”
“Pop
İslam”ın Müslümancılarının maneviyatları, ilk cümlenin yükleminde –satın
alınır- kendini ifşa etmekte. Din gibi insan maneviyatını oluşturan
bileşenlerin başında gelen bir değerin temel ritüellerinden hatta koşullarından
birinin satılıp alınması başlı başına üzerine düşünmeyi gerektirmekte. Çocuk,
davranışçı kuramın kavramlarıyla düşündüğümüzde, ödüllendirilen davranışlarını
pekiştirecektir, burada ibadetini, inancını somut bir faydayla değişimi
öğrenmektedir; bununla inancını araçsallaştırmayı öğrenmektedir. “Dil, bilincin
aynasıdır.” sözünden mülhem “İbadet, satın alınabilir bir metadır çünkü değişim
değeri vardır.” Tezi ileri sürülebilir ki “pop İslam”, tam da bu maneviyat
üzerinde yükselmektedir.
Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın “Aile” adındaki dergisinin “Ramazan Mektebi” başlığıyla
yayımlanan Ramazan özel sayısında önünde “Dr.” Akademik ünvanı olan bir yazarın
yerleşik “pop İslam” ve/veya “Müslümancı” argümanları üzerinden yazılamanın
sınırları dahilinde epistemolojik analizler yapmaya çalışarak bu pek çok boyutu
olan olguyu, yerleşik zihniyetin dile geldiği bir metni baz alarak irdelemeye,
eleştirel okumaya çalıştım.
Sorun, bu
yazılamanın kuşatamayacağı kadar büyük ve çetrefilli, çeşitli katmanlara sahip.
Yukarıdaki eleştirel okumanın ardından, şimdi, kimi sorularla, ortaya kimi
sorular saçarak, yazılamamızı bitirelim.
i.
Henüz
biyolojik gelişimini tamamlamamış çocuklara oruç tutturmak, pozitif hukukun
ürettiği temel nitelikteki referans hukuk metinlerine ya da sözleşmelerine
aykırılık olarak değerlendirilebilir mi?
ii.
Dünya
Sağlık Örgütü, Türkiye Tabibler Birliği, özellikle Ramazan’da ortalığa
saçılanlarla ilgili “bilimsel”, “mesleki” muhatab olması hasebiyle bir basın
metni dolaşıma sokabilir mi? Ayrıca, orucu “bilim” ile temellendiren üyeleriyle
ilgili herhangi bir işlem yapmış mıdır, yapmıyorsa neden?
iii.
Sağlık
Bakanlığı yetkilileri, dolaşımdaki magazinel sağlık, beslenme vb. bilgileri
inancın halesi içinde diye Diyanet İşleri Başkanlığı’na mı devretmiştir
sorumluluklarını Ramazan boyunca?
iv.
İlahiyat
fakültelerinde istihdam edilen ve pek çoğunun “pop İslam”ın ikoncanına
dönüştü(r)düğü “ulema” sınıfı, İslam’ın, sıklıkla, mantık dini olduğunu ifade
ederler; mantıkta çok temel bir akıl yürütme ilkesi vardır: Yanlış
öncül(ler)den doğru sonuç çıkmaz. Bu tür ‘düşünme’lerin mantığı var mıdır,
varsa nedir?
v.
Filozoflar,
dolaşımdaki bu retoriklerin epistemolojik çözümlemelerini yapıyorlar mı? Nasıl?
Düşünme,
metodolojik bir süreçtir; düşünmenin ürünü olan bilginin niteliğini belirleyen,
neyin bilgisi olduğu kadar kullanılan yöntemdir de. Her yöntem, her düşünme
konusu için uygun değildir; o nedenle teolojik akıl yürütmeyle felsefi düşünme
benzer ama özdeş değillerdir; teolojik düşünmeyle olgusal düşünmeyse benzer
bile değildir. Yazılamaya konu olan metinle sınırlı olmayıp oldukça yaygın olan
bu metodolojik üçkağıt, ürünleriyle İslam’ın poplaşma sürecini hızlandırmakta
‘cephe arkadaşı’ kapitalizmle birlikte.
Bu (kısa)
yazılamada eleştirel okuması yapılmaya çalışılan, aynı zamanda, kaba
materyalist-pragmatist bakışla kutsal halesi taşlaştırılan pop İslam
‘kavrayış’tır.
V.Metin
Mayıs, 2016,
Ege
Çok teşekkür ederim
YanıtlaSilhttps://islamguzelahlaktir.blogspot.com/