12 eylül 2011 referandumu esnasında ve sonrasında çok tartışılan “yetmez ama evet” kampanyası, kampanyaya destek verenlerin tartışılmasıyla beklenenin çok ötesinde süreci ve türkiye politikasını etkiledi. bugün sol portal’da yer alan haberde ağaoğlu, “son enayiliğimdi.” diyor. insan yaşadıkça hiç bir şey son değildir. bir şeye ilk demek değil ama son demek, hayata yabancı olmak, onu yadsımaktır.
bu yazılamada, “yetmez ama evet” kampanyası, ona destek verenlerin "toplumsal algı şiddeti" nedeniyle arafta bırakılması, türkiye’nin sayılı entelektüellerinden olan adalet ağaoğlu’nun maziyle ilgilii bir karar(ın)a dair geliştirdiği tutum üzerinden bir tür "kavrama faşizmi" okuması yapılmaya çalışılacaktır.
son yıllarda çok sık anmaya başladığım eski yunanlıların “duruşmalar karanlıkta yapılırdı ki konuşana değil de konuşulana bakılsın." sözünü hatırladım yine. referandum, ne erdoğan hükumeti yaptığı ne de muhalefet karşı çıktığı için "iyi" ya da "kötü"dür. ilkesel anlamda getirilmek istenenler, desteklenir ya da desteklenmez; bunu kimin yaptığı, tali bir konudur. hayat, bir anlamda farklı türden ilişkiler bütünüdür. her ilişkinin dayanağı olan birtakım ilkeler söz konudur. hiç şüphesiz mutlak değildir hiç bir bir ilke. ilkesizliğin ilke olduğu bir zihin habitatı, kaosun, zihnen anlaşılabilirliğinin ötesindedir ve zihni dondurur, kavranamaz. aklın yitmesi, olgunun kaybıdır bir bakıma: yitiş, hiçleşme... birbirinden bağımsız olmayan ya da ancak birlikte varolabilen varlık ile öznenin eş zamanlı gerçekleşen hiçleşmesi, önce ilişkileri, ilişkiler üzerine kurulu olan iletişimi kürtaj eder, ardından da hayatı. türkiye'nin hiç bir kavrama, kurama, zihne sığmayan "olgusallığı"nın altında böylesi bir hiçleşme de yatsa gerek.
türkiye ve o bitmeyen patolojileri, sıklıkla yakılınan kamplaşma kültürü nedeniyle sürekli kendi küllerinden doğan anka kuşudur. amaç, onu doğmamak üzere tarihin çöplüğüne göndermek olmalıyken kültüre sıkışıp orada maziyi sürekli yeniden üretmeye gark edilmektedir bütün entelektüel enerji. oysa yaşam birlikte nefes aldığımız bir dünyadır bize benzeyenlerle benzemeyenlerin eşanlı var olduğu. yaşam, bir iktidar alanıdır ve örtük ittifaklarla sarılıdır. bunları yok saymak ya da ihmal ederek düşünmek, yaşamı yadsımak, ona rağmen nefes almaya çalışmaktır. o ne olduğu belirsiz problematik “insan doğası” kavramından ziyade sorunlu olan ama sorunsal (problematik) olmayan bir "toplumsal yaşam(ın) doğası" kavramından söz edilebilir; bu da ittifaklar ağıdır. ittifak kurup birlikte nefes alabilen toplumlar, doğalarına uygun hareket edebildikleri için hayat üretebilirler; göreli anlamda refah ve ondan bağımsız olmayan mutluluğu üretebilirler.
adalet ağaoğlu’nda dile gelen "türkiye hakikati” çok sorunludur. sorunludur, çünkü gri alanın zayıf ve bir türlü yeşeremeyen filizinin -sert bir ifadeyle- kürtaj edilmesidir. hayat üretilsin istiyorum. farklı olanların özel türden bir konuda birlikte yan yana durabildikleri bir toplum hayal ediyorum oysa her cemaat, yalnızca kendi mahallesindekilere değil bütün mahallelere, “mahalle baskısı” uygulamakta; bu nedenle de mahallelerin baskı diyalektiği içinde ölüm ve sıtma arasında tercihe mecbur bırakılmakta insanlar. hayat, siyah ve beyaz -siz, ölüm ve sıtma diye de okuyabilirsiniz- kör kategorilere her geçen gün daha fazla sıkıştırılmakta. tehlikeli olan bu! tehlikeli, çünkü, buradan hayat doğmaz. doğmuyor da. doğmadı da. korkarım doğmayacak da. siyah ve beyaz kör kategoriler, birer karadelik gibi kendi rengini azıcık açmaya ya da koyulaştırmaya çalışanları hemencik linç etmekte. linç, kurumlaşmış bir kültüre dönüşmekte. hayata düşmanlık azıtmakta.
adalet ağaoğlu’nda dile gelen bir başka "hakikat" ise kişinin, bu, kendi kararları dahi olsa maziyi değerlendirirken anakronik bakmasıdır. referandum, olgusal bir örnektir. kişi, oradaki tutumundan sorumludur. ardından yapılan tasarruflardan değil. nitekim 17 aralık sonrası ak parti hükumeti, 12 eylül referandumunda yargıyla ilgili yapılan referandumun yanlış olduğunu söyleyerek anayasaya ve hukuka aykırı pek çok düzenlemeye gitti telaşla.
oy kullanmayı reddeden biri olarak ne referandumu ne muhalefet edenleri ne de boykot edenlerin arasında yer aldım. ille de bir tarafta olmam gerekirse ilkesel anlamda “yetmez ama evet!” içinde olmayı anlamlı buldum. kimin yaptığıyla ilgilenmiyorum. yapılanın ne olduğuyla ilgileniyorum. hiç şüphesiz yapılanın nasıl yapıldığı da önemlidir. kaldı ki çok temel hukuk ilkelerinden biri olan “usul, esası bozar.” tam da bunu ifade eder. ide, mutlaktır bir bakıma, her ne kadar olgusal dünyada temsil edenleri olsa da olguda olmayandır o. ona yakınlık ya da benzerlik arar zihin.
gittikçe cematleşen, kendi kapalı toplumu ve kodları içinde anlayan, o kodlara hapsolduğu için de yargılamanın anlamaya mani olduğunun farkında olmadan mevcut kancıl, kandar, kindar, ötekileştirici, hayata düşman… ‘kültür’ün kurumlaşıp çöreklenmesine hizmet edenler kümesini tekrar etmekte türkiye toplumu.
ne gri ne de siyah alanda nefes alınır. katapıldığımız kör kategorilerin duvarlarını yıkalım. nefes almak için rengimizden soyunalım. çıplaklaşalım. çağrım, gittikçe yaşam alanı daralan kör kategoriler içinde nefes alamayıp hayata, hayatın sonsuz renklerine kör olanlaradır.
v. metin bayrak
14 nisan 2014’ kağıthane, istanbul
yaşadığımız akıl tutulması içinde doğruyu vurgulamaya devam ediyorsunuz üstat.. iyi ki varsınız!
YanıtlaSilmahalle baskısı, parrhesia'yı yani hakikati söylemeyi engelleyen olguların başında geliyor... sorun, mahalle baskısı değil, mahallenin kime ait olduğuyla ilgili... kısacası, "benim faşizmim iyidir!"
YanıtlaSil