24 Nisan 2014 Perşembe

ermeni meselesine farklı bir anma: ‘linç kültürü’ üzerine

iletişim fakültelerinde okutulan gazetecilik dersine girişte verilen ve artık anekdota dönüşen örneği, sanırım, bilmeyen yoktur: bir köpeğin bir insanı ısırması haber değildir ama tersi haberdir. şimdi, bu örnekten hareketle dün (23 nisan 2014)  taxim hill’de ermeni meselesiyle ilgili yapılan bir dizi toplantı kapsamında soykırımla yüzleşme forumunun “16.00-17.30 Soykırımla yüzleşme sürecinde siyasetin rolü” başlıklı oturumunda konuşmacıların (Demir Çelik (BDP Milletvekili),  Şenol Karakaş (DSİP), Murat Paker (Öğretim Üyesi, YSGP) ardından söz alan bir kişi, işçi partisi genel başkanı doğu perinçek’in aihm’deki beraatinden yola çıkarak “soykırım” ile ilgili bir soru sordu. ardından salonda kısa süren bir tartışma yaşandı ve iki kişi, salondakilerin protestosu ve sözlü saldırıları altında salondan çıkarıldılar. oturumunda vuku bulan olay, bu yazının yazılma nedenidir. ilgili oturuma şu saate kadar (24 nisan 2014, tsi 16:35) iki habere rastladım. ikisini de aşağıda paylaşıyorum:

osmanlı yurttaşı ermeniler'in tehcir nedeniyle yaşadıkları, adına her ne denirse densin bir olgudur. sayı, adı, fonu, nedenleri vb. işin "yorumu"dur. olguyu dile getiren ifade ise bilgidir yorum değil. ülkenin düşünce ikliminde "bilgi" yerine sıklıkla "yorum" odaklı tartışmalar yapıldığı kanaatindeyim. 1915’e bir yıl var… büyük kırımın, soykırımın, tehcirin… adına her dersek diyelim trajedinin 100. yılına hazırlık nedeniyle bir dizi anma, toplantı vb. etkinliklerin, 24 nisan talimatının verildiği osmanlı payitahtında olması anlaşılır. toplantının siyaset bölümünde işçi partili olduğu iddia edilen bir kişi, söz alıp “provokatif” olduğu söylenen bir sorunun ardından yaşananlar, şiddet ve linç kültürü üzerine düşünmeme neden oldu. toplantıda yaşanan olay ve ardından dışarı atılan iki kişinin ve olayla ilgili yapılan bireysel konuşmaların ardından ‘linç kültürü’ üzerine düşün düm ve bu kültüre içkin söylem(ler)i ve usulü felsefeleştirmek istiyorum.


aihm’in kararlarında dile gelen düşünce özgürlüğünün sınırı, şiddet, nefret, hakaret vb. ile çizilmiştir. konuşturmamak, toplantıdan atmak… demokrasi pratiğine aykırı olsa gerek. burada ne avrupa insan hakları sözleşmesi’nden ne de içtihatlarından söz edeceğim, hoş, konuya vakıf da değilim. yalnızca meslekten olmayan birinin, ille de bir kimlik istenirse, felsefeci bir öznenin hukuk bilinciyle bakıyorum olana.
toplantı, açık bir fotmatta kurgulanmış. daha önce benzeri “baltamalar”, “provakosyonlar” olduğunu bilenler, benzeri sorunları, toplantının formatıyla oynayarak engelleyebilirler(di); nasıl mı? soruların yazılı olarak alınacağı söylenebilir(di); moderasyondan sorumlu kişi ya da kişiler, tartışmaya müdahil olanları susturabilir(di); olmadı… yaka paça olmasa bile “burada ırkçılara yer yok!”, “ırkçıların konuşma hakkı yok!”, “ırkçılık düşünce özgürlüğü içinde değerlendirilemez!” benzeri ifadelerde salondan çıkarıldılar.

toplantıda çağrılı konuşmacının soru soran kişiye yönelik “neo-faşist” söylemi ile soru soran kişinin öcalan’ı kast ederek “terörist başı” demesi arasında söylem(in) niteliği anlamda herhangi bir fark olmadığı kanaatindeyim. özleri ya da dayandıkları fon itibariyle aynıdır.

hiçbir adil yargılama süreci işletmeden yapılan cezalandırma olarak ifade edilebilecek linç, iktidara içkindir. cemaatler, hukukla değil, kendi iktidar alanlarını koruma adına hareket ettiklerinde karşılaştıkları sorunları meşreplerince ‘çözerler.’ burada örneği yaşanan ‘çözüm’, usul anlamıyla bir tür linçtir.

bir ırkçının ya da milliyetçinin faşist ya da totaliter yanlısı olması zorunlu olmadığı gibi bir sosyalistin de demokrat olması zorunlu değildir. hoş, bir sosyalistten “demokrat” olması beklenir. oysa bir ırkçıdan, milliyetçiden, radikal dinciden demokrat olması aynı oranda beklenmez. bu, tıpkı bir felsefecinin küfelik oluncaya kadar içip meyhanede sızması ve ardından arkadaşlarınca ya da meyhane çalışanlarınca evine götürülmesinin haber değeri olmaması; oysa mahalle caminin imamının aynı sahnenin aktörü olmasının haber değerinin olması gibi…

cemaat tipi örgütlenmeler, sosyal anlamda kapalı topluluklardır; bu nedenle de cemaat üyeleri mahallelileşirler; üyelerine de “mahalle baskısı” uygularlar. hakikat, olgunun insanca kavranması, olguya dair ileri sürelen bilgidir. olgunun sonsuz boyutu olduğundan olguya dair geliştirilen ya da üretilen bilgi de sonsuz yüze sahiptir. olguyu, belli bir yüzüne ya da boyutuna indirgeyerek kavramanın neticesinde elde edilen “bilgi”den yola çıkılarak üretilen ‘hakikat”, hiç şüphe yok ki “hakikat”in bir boyutu olabilir, kendisi değil. mahalleli, ideolojik angajmanına göre olguya değil, olgunun belli bir boyutundan hareketle üretilene odaklanırsa hakikatin bir yüzü mutlaklaştırılırsa dogmaya dönüşür; dayatılırsa totalitarizm pratiği yaşanır. burada “bilgi” değil “dogma” vardır ve dogma ise inancın konusudur. inanç ise iman yani güven üzerine kuruludur. süreç, kişinin iman etmesiyle başlar, mahallesinin ‘hakikat’ine inanır, inançları doğrultusunda hareket eder ve dogmatikleşir. dogmatikleşmesi, diğer “algı”lara kapanmasına, sertleşmesine… ve bunların sonucu tolerans eşiğinin düşmesine neden olur.

yine usul açısından konuyu ele almaya devam edelim. usul anlamında sorunludur; çünkü kitle, karşısında olduğu, hatta onu sona erdirmek için mücadele ettiği bir anlayışa teslim olmuştur… demokrat olmak, özgürlükçü olmak ancak kendi mahallesinde kendi normlarını koymak ve onları uygulamak anlamındadır. ilkesel anlamda özgürlükçü olmak, insanların kendi ‘mülkleri’ne kadardır; o nedenle mevcut yerleşmiş linç ve totaliter kültür herhangi bir sorunla karşı karşıya gelindiğinde beslenen bir kültürdür. o nedenle önce bununla yüzleşmek gerektiği kanaatindeyim; ardından da bu ‘kültür’ün ürettiği felaketler, trajediler, katliamlar, soykırımlar… ile.

sonuç teziyle, ülkenin kanla beslenen şiddete içkin linç kültürüne dikkat çekmeyi amaç edinen bu yazılamayı, bitirelim: karşısında olunan “şey”e teslim olmak, ona hizmet etmektir. linci ve şiddeti besleyen kültürü büyütmektir. 23 nisan günü pratiği yaşayan olgu, linçtir. salondakiler de -ben dahil- “seyirci” ya da “izleyici” statüsünde suça ortaktır.

v. metin bayrak
23-24 nisan 2014’taksim, istanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder