30 Nisan 2014 Çarşamba

1 mayıs ya da alternatif eylem üzerine

bu 1 mayıs, alanlara inmeyi reddediyorum… inmek isteyenlere çağrım, evlerinde oturmaları ve en yakın meyhaneye gidip çakır oluncaya kadar içmeleri ve meyhanedeki garsonlara, komilere yardım etmeleri ve/veya rolleri değişmeleri…


ben, şahsım adına bunu yapacağım… içmeyenler mi? meşreplerince şurup, şerbet, çay, kahve… artık her ne ise bunun önemi yok…


bu öneriyi, erdoğan hükumeti’nin yasakçı zihniyetinden korktuğum, gaz yemekten çekindiğim… için değil… bilakis, onunla mücadelenin netice alıcı yolunun alanlara inmekten değil onu ciddiye almamak, onu umursamamak olduğunu düşündüğümden…


haaaaaaaaaaaaaaa! senelerdir katıldığım sokak bar partisine katılacağım, akşama doğru normale dönmesini beklediğim hayatın ardından mis sokak’taki…


evet… o kadim soru ısrarla sorulmayı bekliyor: neden?
kısaca, pek beceremem ama, anlatmaya çalışayım: erdoğan’ın şahsiyetinde cisimleşen hükumetin -iktidar ve artık devletin-, türkiye’nin, entelijensiyanın... zihin dünyasını bir değirmene benzetirsek, suyunu erdoğan taşıyor; bir başka deyişle erdoğan’ın belirlediği bir dil içinde(n) nefes alıyoruz… dolaşıma soktuğu kavram ve sorunları çıkarın son 12 yıldır en azından gündem anlamında neredeyse hiç bir şey yok…


son örneğine 2014 yerel seçimler sürecinde tanık olduk. bursa mitinginde “facebook, twitter… hepsinin kökünü kazıyacağız…” dedi ve “durumdan vazife çıkaranlar” hemen ön aldılar ve hem içerde hem de dünya kamuoyunda yolsuzluk tartışmaları bir anda sosyal medyayı yasaklayan erdoğan’a odaklandı yeniden… bu kez faklı bağlamda… nitekim algı yönetimini o denli mükemmel icra etti ki ‘muhalefet’ dahil herkes erdoğan’a çalıştı...


2013’ün  mayıs’ını hatırladım: yandaş ve/veya anaakım medya televizyonlarından canlı yayın ile bağlanan ‘muhabirler’ olay yerinden ‘bir grup marjinal’ diye bildirdiklerinde acıya çalan bir gülümsemenin belirdiği yüzlerimizde gördüğümüzdü sürgün… orada olanların yani ‘marjinal’lerin “tehcir” kararıydı bir bakıma bu… belki de bilmemkaçıncısıydı ama ‘biz marjinaller’ anlamamıştık…

“neden?” diye sormuştuk değil mi? erdoğan tarafından erdoğanca yazılan, sahnelenen, aktarılan bir “oyun”un parçası olmak istemiyorum… şiddet kültürüne “değirmene su taşımak” gibi destek olmak, araçsallaşmak istemiyorum… erdoğan’ın dilinin kurumlaşmasını, yerleşmesini, dolaşımda kalmasını istemiyorum… sözüm ona “gezi ruhu”nu temsil eden taksim dayanışmasının 19. y.y. kokan şiddete içkin romantik savaş ve kan seviciliğine methiye düzen çağrısının parçası olmak istemiyorum… bayram, “neşe, huzur, mutluluk, sessizlik” anlamına geldiği için ve yarın, tarafların hiç birinin bunları yani “bayram”ı vaat etmediği için istemiyorum… gittikçe kandarlaşarak kancıllaşan kültürün parçası olmak istemiyorum… 19. y.y. kraliçe victoria çağının protestanlığını besleyip büyüten sünni müslüman kültürün kiçliğini görmeye gücüm yetmediği için istemiyorum… her türden büyük ya da küçük kimlik gruplarının insan iradesini hiçleştirip yok eden anlayışların karesinde olmak istemiyorum….


peki ne mi istiyorum? daha çok gülen, ötekileştirmeyen, barışçıl, yakınlaştırıcı, birleştirici dil üreten, doğuran, sevişen, arınan…  kısacası hayata dokunan insanlardan olmak istediğim için...


v. metin bayrak

30 nisan 2014’galata, istanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder