"Faşizm, iktidara içkindir."
“Asıl faşizm iki insan arasındaki
ilişkide başlar.” Ingeborg
Bachmann
İktidar, şiddetle beslenir. Şiddet,
iktidara içkin olan faşizmin kendini ifade aracıdır. İnsanın, ahlaksal varlığına
dönüşme süreci toplumsal bilinç
tarafından üretilen dil ile olanaklıdır. İnsanın dili öğrenme süreciyle
ahlaksal varlığa evrilmesi eşzamanlı gerçekleşen olgulardır. İnsan, özneleşerek
kişileşir. Kişileşen insan, artık dile hapsolmuş bir öznedir. İktidar, toplumca
üretilmiş her türden varlığa sinmiştir. İktidar, onu elinde bulunduranı
kaçınılmaz biçimde yozlaştıran ve insanı nesneleştiren üretilmiş harici güçtür.
İktidara
Dair Raslamsal Sözler
- İktidarı
ittifakların böldüğünü düşünürüm.
- İktidarı, kırbaç ve
polis telsizi ile simgeleştiririm.
- İktidarın korkuyu
yüceltip fetişleştirdiğini düşünürüm.
- İktidarı,
şeffaflığın zayıflatacağını düşünürüm.
- İlişkilerimde
iktidar(ı) kullandığımın, onu içselleştirdiğimin genellikle farkında değilim.
- İktidarın varlığı
kaçınılmaz; ama kullanımı değildir.
- İktidarın olmadığı
bir dünya düşünebiliyorum.
- İktidarın beden
üzerindeki tasarrufu kabul edilemez.
- En büyük faşizm,
iktidarın beden üzerindeki tahakkümüdür.
- İktidar, gündelik
hayatın metaforlarına sinmiştir.
- İktidar, ona sahip
olanı köleleştirir.
- İktidar,
muktedirini köleleştiren yanılsamadır.
- İktidar, tanrının
da esiri olduğu yüceler yücesidir.
- Tanrının bile
zincirlendiği ve özgürlüğünün elinden alındığı tek yer devlettir.
- Yalnızca gücü
olduğundan gücünü kullanan acz içindedir. İktidar, en çok onların efendisidir.
- Refah, iktidarın
toplumu köleleştirmek için verdiği havuçtur.
Kavramlar
İktidar, biyoiktidar, egemen, güç, güç kullanımı,
hukuk, devletin ideolojik aygıtları, ayrımcılık, pozitif ayrımcılık, negatif
ayrımcılık, öteki, ötekileştirme, ben ve öteki, biz ve onlar, önyargı, meşrulaştırma,
faşizm, eşitlik, özgürlük, adalet, azınlık, hak etme, mağdur, normal,
teorisyenler, kalemli tetikçiler, silahlı tetikçiler, oral tetikçiler, aktif
uygulayıcılar, güvenlik, risk, kültürel, toplumsal, devletsel risk, grup, üye,
kişi, içselleştirme, benimseme, hak görme, hak görüldüğünü kabul etme, normal,
tektipleştirme, çerçeveye sığdırma, asimilasyon, tarihsel kimlik, ataerkillik,
heteroseksüellik, ahlak – hukuk solidarizmi, tehdit, çoğunluk, azınlık,
tektipleştirme, korku, mahrumiyet, üretilmiş dogmalar, fetişleştirilen
kurumlar, fetişleştirilen kavramlar, fetişleştirilen isimler, bireysel ve
toplumsal inkişaf, ailenin ve devletin inkişafı, tehdit, söylemsel tehdit
algıları, korku, suç, sosyal, öteki(ler) ile kültürel, fiziksel mesafe, itirafa
zorlama, işbirliğine zorlama, işbirliği için tehdit, realiteyi, egemen söylem
için tahrif edici söylemler, görünürlük, resmi ideoloji, tehcir, göçe zorlama,
köy boşaltma, gerekçesiz alma, faili ‘meçhul’ infazlar, kontrol, olağandan ya
da normalden sapmaya karşı önlemler, uygun görmek, doğru bulmak, normal – içi,
normal – dışı, deşifre etme, hedef gösterme, kamu yararı, özel alan, kamusal
alan, linç, ideolojik bir araç olarak dil ve söylem, yaygın yargılar,
sterotipler, değersizleştirme, toplumsal bilinaçtı, dilsel eğretilemeler,
travmatik tarihsel olaylar, ideolojik özdeşleştirmeler (Hıristiyanların
misyonerlikle, Çingenelerin hızsızlıkla vb.), gözlenmek, toplumsal gözaltı,
tanımlı toplumsal roller, kimlik kontrolü, yasal takip, yasalarda belirsizlik
yaratmak, keyfi uygulamalar, dışlanma, dışlanmış kapalı cemaatler, fiziksel
şiddet, duygusal şiddet, sosyal şiddet, entelektüel şiddet, dilsel şiddet,
hareketsel şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, dinsel şiddet, aile şiddeti,
şiddet kültürü, sosyolojik, doz, had, haddini bilmek, sınır, hak, haklı, hakkı
olmak, meşru, vurma, dövme, yaralama, tekmeleme, dayak, ‘dayak cennetten
çıkma’, terbiye, eğitim, güç, itaat, sözün dinlenmesi, toplumsal cinsiyet,
erkeklik, alkolizm, uyuşturucu maddeler, ataerkil toplum, gerekçe, mazeret,
hiyerarşi, toplumsal statü, toplumsal rol, eşitsizlik, ayrıcalık, üstünlük,
değer, değersizleştirme, istismar, baskı, aşağılama, kovma, tehdit, kaçırma,
zarar verme, küçük düş(ür)me, hakaret, kontrol, el koyma, mahrum etme,
sindirme, kurban, kıskançlık, şüphecilik, sorgulama, kendini koruma,
hayvanilik, iktidar, güç, uygulama, öfke, pişmanlık, hırs, tavır, terör, namus,
töre…
Faşizm
Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş
hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı
olan Latince fasces sözcüğünden ileri gelir. Aynı
simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasında Aydınlanma anlamında,
halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Söz konusu
sembol birtakım değişikliklerle 1926 yılından itibaren İtalya’nın resmi devlet
sembolü olmuştur. Sembolün üçlü anlamı, yani devlet gücü, halk mülkiyeti ve
birliktelik Mussolini’nin propagandasında kullanılmıştır.[1]
İktidar İle
İlgili Sözler
- “Dünyadaki en büyük
yalan devlettir ve bunu da “ben halkın ta kendisiyim” diyerek yapar.” F.
Nietzsche
- “İktidar daima
kendisini meşrulaştıran ve kendi hakikatini kuran bir söylemle birlikte
vardır.” M. Foucault
- “Güç, insanlar ve
toplumlar üzeri bir kavramdır; onu elinde bulunduran da onun kölesidir.” Perikles
- "...iktidar; ne bunu yapacak hakka, ne bilgeliğe, ne de erdeme
sahip yaratıklar tarafından gözaltında tutulmak, casus gibi izlenmek,
idare edilmek, yasalara bağımlı kılınmak, sayılmak, kaydedilmek, fikir
aşılanmak, vaaz verilmek, denetlenmek, hesaplanmak, değer biçilmek, sansür
edilmek ve emredilmektir. İktidar her turlu işlemle, her turlu hareketle
not edilmek, kayda geçirilmek, sıraya alınmak, değeri belirlenmek, lisans
verilmek, yetki verilmek, nasihat edilmek, yasak koyulmak, reformdan
geçirilmek, düzeltilmek ve cezalandırılmaktır. İktidar kamu yararı
gerekçesiyle ve genel çıkarlar adına yükümlülüğe bağlanmak, yetiştirilmek,
soyulmak, sömürülmek, tekellere bağımlı kalmak, zorbalığa maruz kalmak,
köşeye sıkıştırılmak, gizemlerle büyülenmek ve yağmalanmaktır; en ufak bir
direnişte, ya da yakınma sözcüğü karşısında baskıya uğramak, ceza görmek,
azarlanmak, taciz edilmek, takip edilmek, istismara uğramak, sopayla
dövülmek, silahsız bırakılmak, hapse atılmak, yargılanmak, mahkûm edilmek,
kursuna dizilmek, sürgüne gönderilmek, feda edilmek, satılmak, ihanete
uğramaktır; alay edilmek, gülünç duruma düşürülmek, öfkelendirilmek,
onursuz bırakılmaktır. İktidar budur, onun adaleti budur, onun ahlaki
budur... " Proudhon
- “İktidar (power),
uyum içinde eylem kabiliyetine tekabül eder. İktidar tek bir kişiye değil
gruba aittir ve grup birarada olduğu sürece var olabilir. bir kişi için
"iktidarda" derken aslında onun ait olduğu grup-topluluk adına
eyleme kudretine sahip olduğundan bahsederiz. Grup ortadan kalktığında kişinin
iktidarı da sona erer. Hannah Arendt, Şiddet Üzerine
- "Kimsenin bir
diğerini baskı altına almasının imkânsız hale gelmesini mi
hedefliyorsun? Öyleyse, kimsenin iktidara sahip olmamasını sağlaman
gerekir." Bakunin
- "İktidar,
yozlaşmaya meyillidir, mutlak iktidar mutlaka yozlaşır." Lord
Acton
- “Adalet, güçlünün
işine gelendir.” Thasymakhos
- “Yasanın olduğu
yerde adaletsizlik vardır.”
- “Nomos (yasa), her
şeyin kralıdır.” Heredot
- “Yasa, bir insanın
bir eylemde bulunması veya eylemin sınırlandırılmasının ölçüsü ve kuralıdır;
“lex “(yasa), “ligara” (bağlı kılmak) kelimelerinden türetilmiştir ve bir
kimsenin eylemlerinden bağlı tutulmasını ifade eder.” Thomas Aquinas
- “Hukukun bittiği
yerde tiranlık başlar.” John Locke
- “Demokrasi, temsili
ve çoğulcu karakteri ile seçmene hesap verilmesini, kamu makamlarının
hukuka uymak yükümlülüğünü ve adaletin yansız bir şekilde dağıtılmasını da
zorunlu kılar. Kimse hukukun üstünde olamaz.” Paris Şartı
- “Her toplumda
yönetim kimde ise, güçlü odur. Her yönetim, yasaları işine geldiği gibi koyar.
Yasaları koyanlar, işlerine gelen şeylerin yönetilenler için de doğru
olduğunu söylerler, bundan ayrılanları da yasalara ve doğruluğa aykırı
davrandıkları için cezalandırırlar. Doğruluk, güçlünün işine gelendir.” Platon
- “İnsanlar, adaletin
işlemesi ve şiddetin onun kölesi olması için yasaları (nomoi) oluşturdu.” Euripides
- “Daha fazla yasa,
daha az adalet demektir.” Cicero
- “İktidar, sizi
nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur.” Milan Kundera
- “İktidar ilişkisi,
onay ve rıza ile olanaklıdır.” Lipson
- “İktidar, bilgi ve
söylem üretir.” Foucault
- “Her toplumda ya da
toplulukta iktidar vardır. İktidar, bu anlamıyla siyasidir de ama
iktidarın varlığı devleti zorunlu kılmaz.”
İktidar
nedir?
İktidar, hiyerarşidir. Hiyerarşi, “kutsal erk”tir. En
kutsal olan hem kral hem de tanrıdır. Tanrılarsa fanilerden nitelik anlamında
da farklıdır. Ruhları yücedir. Ötekileştirme, değer atfetme – değersizleştirme
kavramları üzerinden yapılır. İktidar, kurumlaşmak adına toplumsallığın
ürettiği iktidar odaklarıyla bir dizi ittifaklar kurar. Kurulan ittifaklarla
iktidar, daha da güçlenerek kalıcı hale gelir. İktidar, üretilip nesnelleşme
sürecinde kurumsal bir yapı da inşa eder. Bu yapı, kendi içinde bir bürokrasi
doğurur. Bürokrasi, bizzat, iktidarın kendisine dönüşür. İktidar, artık emin
elerdedir. İktidarın kaynağı ve sahibi değişse bile kendisi asla değişmez.
Bürokrasi, iktidarı kullananların kurumsal yapı içinde ihtiyaç duyduğu
hizmetleri üreten dokunulmazlığı olan ve her gelenin şiddetle ihtiyaç duyduğu
profesyonel memurlar ya da Osmanlı’daki adıyla “kapıkulu”dur. İktidar ya da
güç, bizzat hiyerarşinin kendisindedir. İlkel toplumlardaki kırılma,
hiyerarşinin oluşmasıyla başlamıştır denebilir.
“İktidardan, belli bir devlet içinde yurttaşların
uyrukluğunu güvence altına alan aygıtlar ve kurumlar bütünü olarak “iktidar”ı
kastetmiyorum. İktidardan, şiddete karşılık olmak üzere kural biçimi alan bir
boyun eğdirme tarzını da kastetmiyorum. Son olarak da, bir unsur ya da bir küme
tarafından bir başkası üzerinde uygulanan ve etkileri art arda yayılarak tüm
sosyal bütüne dağılan genel bir hâkimiyet sistemini kastetmiyorum. İktidar
çerçevesinde bir inceleme, başlangıç verileri olarak Devlet egemenliğini, yasa
biçimini ya da bir hakimiyetin, global birliğini öne sürmemelidir; bunlar
iktidarın daha çok nihai biçimleridir. İktidar deyince anlaşılması gereken, her
şeyden önce, üstünde devindikleri alana içkin ve böylece ortaya çıkan
düzenlemenin kurucuları olan güç ilişkilerinin çeşitliliği; bitmek tükenmek
bilmeyen kavga ve çatışmalarla bu güç ilişkilerini dönüştüren, güçlendiren,
tersine çeviren oyun; söz konusu güç ilişkilerinin bir sistem ya da zincir
oluşturacak biçimde birbirlerinden aldıkları destekler ya da tam tersine,
onları birbirinden tecrit eden sapmalar, çelişkileri nihai olarak da bu güç
ilişkilerinin içlerinde uygulandıkları stratejiler, ki kurumsal billurlaşma ya
da genel tasarımları, devlet aygıtlarında, yasanın dile getirilmesinde, sosyal
hegemonyalarda biçimlenir. Kuskusuz nominalist (adcı) olmak gerekir: iktidar bir
kurum değildir, iktidar bir yapı değildir, iktidar bazılarının sahip olduğu bir
güç değildir: iktidar belli bir toplum içinde, karmaşık bir stratejik konuma
verilen addır…” (Foucault)
Bilgi ve
İktidar
Bilgi ile iktidar(ve güç) arasında uzamsal bir
yakınlaşma söz konusudur. Bunun nedenleri, bilginin gücü elde etmeye ve onu
sürdürmeye yardım etmesi, bilginin gücü desteklemesi, ifşa edilen bilginin gücü
meşrulaştırması, siyasal iktidara dayanak sağlamasıdır. Tersinden okunduğunda
güç kavramı da bilgiye ihtiyaç duyar. Güç, bilginin birikimini ve dağıtımını
kontrol etmeye çalışır. (Meusburber)
Bilginin doğruluğu gerçeklikten çok verili bilimsel disiplin içinde sağladığı tutarlılıkla ölçülmektedir. Galileo, dünyanın kendi ekseni çevresinde döndüğünü söylediğinde, bugün basit bir gerçek olarak kabul edilen bu önerme, o dönemde hem kilise yanlısı bilim adamları tarafından çürütülmeye çalışılmış hem de Galileo yargılanmıştı. Çünkü Galileo ile sarsılan eski bir teori değil, dünyanın düz bir tepsi gibi olduğu öncülüne dayanarak feodal dönemin eşitsiz yapısını haklılaştıran varlık zinciri öğretisinin ve bu öğreti üzerine kurulu kilisenin sarsılması idi. Buradan çıkan sonuç, bilginin fizik alanından çıkıp toplumsal bir yaygınlık kazanmasının, iktidar kurucu ve çözücü olması toplumda karşılığı olmasına bağlıdır (Popper, 2000).
Bilginin yayılımı, iktidarın paylaşılması sonucunu doğurur. Ortaçağda kilise güçlüdür çünkü bilgi manastırlardadır; halk, göreli olarak bilgiden uzaktır ama matbaa ile birlikte bilgiye geniş kitleler de ulaşabilir; bu, kilisenin ya da papazların toplum üzerindeki iktidarının da azalmasına neden olur.
Bilmek, konuya müdahil olmaktır. Bir şeyin bilinmesi, kontrolün birden çok kişinin tasarrufuna geçmesi demektir.
“Her malumat (veri), aynı zamanda bir talimattır.” (Cangızbay)
Sanayileşmeyle birlikte bilginin gerçekleştirilebilirliğinin –teknik- artması, onun iktidar aracı olma özelliğini güçlendirir.
Bilgi, dünyayı yeniden kurmanın bir aracıdır. Bilgi iktidara içkindir. Foucault’un dediği gibi “iktidar bilgi ve söylem üretir.” Bilgi, iktidarın hizmetindedir. Kapitalizm ile birlikte bunun araçları, kurumları vb. kurumlaşır.
Akıl ve
İktidar
Akıl, toplumsal çevreyle sürekli etkileşim içerisinde
gelişir ve insanın yaşadığı doğal ve sosyal çevreye uyumunu sağlar. Akıl bu
kurumlar üzerinde işleyen ve onu değiştiren bir şey olduğu kadar, varlığı
onların içinde gelişen ve kendisinin yaratmadığı bir sosyal çevrenin ürünüdür
de (Hayek). Kısaca, aklın, toplumun dışında duran kurucu bir öğe olarak kabul
edilmesi, toplumun insan tarafından değiştirilebileceğini varsaydığından
bireyleri, ideal bir toplum için araçsallaştırmaya yol açarak özgürlüklerini
sınırlar.
Descartes ile birlikte akıl, toplumsal yaşamı düzenlemede, yönetmede referans alınan aşkın bir kaynağa dönüşmüştür.
Modernizm, özgürlük ile disiplini (tek akılı) birlikte üretir. Özgürlüğü kaşıkla verirken kepçeyle geri alır. En tipik örneği örgün eğitim, hastane, hapishane vb. kurumlardır. Bu kurumlardaki “panopticon”nun varlığıdır.
Modernizm, tek akıl ile özdeşleştirilir. Modernleşme batı aklının kurumlaşmasıdır. Oysa 20. y.y.daki deneyimler, tek akılın özellikle fizikte atom altı evrende yapılan çalışmalar nedeniyle sarsılmış ve günümüzde post-modern söylemler varlık kazanmıştır. Öznenin özne olarak kuruluşu, homojen bir ontolojinin inşası, bilincin bütünsellik gösterdiği varsayımı üzerine kuruludur. Oysa Freud ve Lacan, yaptıkları çalışmalar ile bilincin tek boyutlu olmadığını vurgulayarak bilincin katmanlarını göstermişlerdir. Post-modernizm, bilincin yarılmasında da kendini gösteren bir kavrayış ya da yeni türden bir gerçeklik algısıdır.
İktidar ve
Kolektif Bilinç
Kolektif öznenin yadsınması, Freud’dan Lacan’a önce
öznenin, bilinç –dışı etkenlerin etkisinde olduğunun, bilincin kendi içinde
homojen olmadığının sonra öznenin kendi bilinci üzerinde tam hakimiyet
kuramayacağının vurgulanması, modernizmin kendi iradesine sahip birey ile
bireyin aklını her şeyin ölçüsü yapan anlayışı sarsılmıştır. Sausser’ün “dilsel
gösterge, gösterilen açısından gerekçelendirilmiş değildir, yani işaret
ettiği kavramın ne olduğu esas alınarak düzenlenmemiştir; gösterge, gösterilen
karşısında keyfi (arbitraire)dir”
İktidar ve
Dil
İktidar, özneyi dile ve toplumsallığa hapseder.
Örnek: fahişe. Bir fahişeyi nasıl anlatabilirsin? Fahişe sözcüğünde değer
hiyerarşisi söz konusudur. Özne, bu çerçeveye sıkıştırılır. Öznenin dili, onun
bilinciyse, bilinci dilden koparılamazsa özne dile hapsolmuş hapsolmuş, dil ya
da toplumsallık tarafından özneliği alınmış bir tutsaktır. Dil, toplumsallığın
ürettiği iktidarın bir tür cellâttır. İktidar, insanı bir toplumsallık içinde
kabul eder. Dili öğrenme süreci, bilinç varlığı olarak özneleşme sürecidir de.
İnsanın toplumsal bilinç tarafından bir özne olarak inşasında ideolojik bir
araçtır dil.
Dile hapsolmadan belli bir olgu ya da probleme yaklaşmak olanaklı mıdır? Fahişeyi, bu kavramsal çerçeve ile anlatabilir misiniz? Nasıl?
İktidarın dil, din, ilişki,
zaman (üretilmiş bir olgu olarak zaman) ile ilişkisi nedir?
İktidar, toplumsallık
tarafından üretilen dillerde nesnelleşir. Dil, ilişkilerin de ahlaksallığın da
düşünme biçiminin de düşüncenin özünün de belirleyicisidir. Dil, ancak zaman ve
mekan içinde varlık kazanabilir.
İktidar ve
Dile Hapsolmuş Özne
Fahişeyi, iktidar
ilişkilerine hapsolmadan nasıl anlatabiliriz? Mesela “seks işçisi” deyimi ya da
kavramı ötekileştirmenin ürettiği aşağılamayı tolere edebilir mi? Dil ile
oynandığında düşünceler ve gerçeklik değişebilir mi? Değişirse nasıl ve ne
ölçüde gerçekleşir? Bu noktada M. Heidegger’in “Dil, varlığın evidir” sözünün
anlamı ne olabilir? Wittgeinstein’ın “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”
sözü hangi bağlamda değerlendirilebilir? “Her dil dünyayı ayrı böler” sözü ile
“dünyanın egemen söylem tarafından üretilen bir varlık alanı olduğu” bilgisi
birlikte düşünüldüğünde iktidara dair ne tür yargılara ulaşılabilir? İktidardan
söz ederken aslında Foucaultvari biçimde söylemden mi söz edilmektedir?
İktidarın eleştirisi, söylemin ve de facto dilin eleştirisi değil midir? Ve
elbette o dili “tercih” edenlerin eleştirisi de değil midir?
Dil ile düşünce, düşünce ile gerçeklik ve sonuç olarak dil ile gerçeklik (Bir dil öldüğü vakit o dilin gösterdiği varlıklar da yok olmaktadır; çünkü diğer dillere mensup olanlar o dilin yarattığı gerçeklik alanını göremezler.) birbirinden ayrılamıyorsa, insan, içine doğduğu toplumsallık tarafından özneleştirilme sürecinde bir iktidarın ve/veya ideolojinin ideolojik bir aygıtına mı dönüşmektedir? Eğitim olgusu ve eğitim fakültelerinde eğitim kavramının tanımı “bireyde istendik davranışlar geliştirme süreci” ile anarşizmin, insanın özgürlük alanını daraltan ve kendine özgü bir gerçekliği egemen söylemin katalizörü ile kurmasının eleştirisinden nerelere gidilebilir? İktidarın kavramsal, söylemsel analizi ve ardından yapılan kritiği, bizi, kaçınılmazcasına neden anarşizme götürür?
Siz - sen ilişkisinde nesnelleşen iktidar, özneleri çizdiği normlara sıkıştırıp öznelerin özneliklerini tahrif eder ya da bir anlamda özneleri tekbiçimleştirir. Bu ilişki kalıbını çoğaltmak olanaklıdır. Aktörleri ya da özneleri ya da tarafları değişse de olgu ya da resim aynı kalmaktadır: ilişki ve taraflar. İlişki, her ne ilişkisi olursa olsun toplumsallık tarafından üretilen iktidarın söylemince belirlenmekte. İnsanın, özneleşme sürecinde bir bilinç varlığı olarak inşası egemen söylemin marifeti ise, insan, bir özne olarak var olduğu ilişkide iktidarın söyleminin icracısı (İcra, burada hem yerine getiren, uygulayan hem de hukuktaki o uygulamayı yapan kişi ya da kurum olarak düşünülmelidir.) değil midir?
Öznenin, tanımlı ilişkide bir bilinç varlığı olarak belli türden bir sıfatı ve o sıfata yüklenen –upload- dilselliği kullanması, önceden kurulmuş bir iktidar ilişkisi içinde olduğunu göstermez mi? Kaldı ki özne, tıpkı bir virüs gibi, içine girdiği ilişki ve yüklenicilerinde hayat bulur. Bir başka deyişle kuvveden fiile geçer. İktidar, oradadır. O, bitlenip kanlanmasını önce toplumsallığa, ardından dile ve dilin ürettiği söyleme ve en sonunda da bunları içinde barındıran doğanın alternatifi olan hayata borçludur. İktidara dokunamayız, onu göremeyiz ama söylemi, bir bilinç olarak taşırız. O, bizimle var olur ve bilinç de ancak onunla.
İktidar, dilde nesnelleşir. Kendini gösterdiği yer, dildir. Dilse, iletişimin olanağıdır.
İleti-ş-mek,
iktidar ilişkisi içinde olmaktır da. Dile sinip olguyu belirleyen hiyerarşideki
iktidarın, insanların onay ve rızasına (aslında bir anlamda zaafları,
zayıflıkları, ihtiyaçları) ihtiyaç duyması, onunla varolabilmesi, varlık koşulunun
bir anlamda güçsüzlük olduğunun kanıtıdır.
İktidar, eşitsizlikten doğar ve taraflardan birinin güçsüzlüğü üzerine basarak yol alır. İktidar, geometrik biçimde güçlenir: bir ağacın dalları gibi uzadıkça araçları artar ve güçlenir; aynı zamanda uygulama alanlarının genişliği, onun hayata kök salması ile doğru orantılıdır. Bilgi, iktidara içkindir. Hayat, doğanın yerine bilgiyi üretmiştir. Bilgiyi kim üretiyorsa gerçekliği de o belirler; egemen olan da odur. Bilgi, insan doğasını bilinçdışına atar, boşluğu, ancak üretilmiş bir gerçeklikle doldurabilir, bu da teoridir.
Hayat, özü gereği şizoiddir ve asla tekil bir yapıya sahip değildir; çünkü doğa ile teoriler ve kavramlar çatışırlar, arada ezilen özne, eline tutuşturulan akıl –ki o da engeldir- ile avunur. İnsan, doğanın egemenliği altından çıkıp farklı egemenliklerin altına girer. İnsanın iktidar ile olan ilişkisi, boyun eğmesi, hayatta kalmak ihtiyacındandır da. İktidar, Perikles örneğinde olduğu gibi nesnelleşmiş bir kimliğe sahiptir. İktidardaki rıza ve onay, Hobbesvavi bir egoizme de dayanır. O, öylesine hayata ve bilincin katmanlarına nüfuz eder ki hayat ya a bilinç, artık nesnelleşmiş iktidara dönüşürler.
İktidar ve
Yeni Tanrımız Piyasa
Piyasa herkesin eşit olarak katıldığı, beceri ve şans
içeren belli kurallara göre oynanan ama sonucu önceden ön görülemeyen bir oyun
olarak kabul edilmektedir. Yarışmaya katılan ve birbirlerini tanımayan
oyuncular, ancak kendi amaçları doğrultusunda kısmi bilgiye sahiptirler.
Milyonlarca oyuncu arasında dağılmış kısmi bilgiler tek bir kişi veya bir gurup
tarafından toplanamaz. Ancak bilgi akışını sağlayan fiyat mekanizması
sayesinde, oyuncular, başkalarının görünmeyen gereksinmelerini karşılamak üzere
sahip oldukları bilgiyi kullanırlar(Hayek) Rekabet, bilgilerin en üst düzeyde
kullanılmasını sağlayarak verimliliğin yükselmesini sağlar. Dışarıdan oyuna
yapılan her türlü müdahale, ortak iyi adına bir amaçlar hiyerarşisi kuran bir
devlet ortaya çıkarır ve bireyi bu hiyerarşi doğrultusunda belirler. Bireylerin
ekonomik tercihlerinin(iş ya da ürün) sınırlanması durumunda bu sınırlama
yaşamın diğer alanlarını da belirler. Devletin, toplumda tüm kaynaklara sahip
olması dağılımı da merkezi idarenin inisiyatifine bırakır. Zamanla toplum
“kölelik yolu”nda gitmeye başlar(Hayek). Piyasa, kendiliğinden doğan bir düzen
olduğu için bilinçli bir tasarımın sonucu değildir. Bu yüzden, herkesin şansını
artırdığından dolayı oynanan bu oyunun sonucunda ortaya çıkan fakirlik,
zenginlik gibi özgül dağılımların da ahlaki bir değerlendirilmesi yapılamaz.
Çünkü sonuçlar herkes için geçerli kurallar altında oynanan, herkese eşit
davranılan bir oyunda elde edilmiştir. Böylece toplumda var olan eşitsizlikler,
bireyin oyunu iyi oynayamamasına bağlanarak oyunun kuralları eleştiri dışında
bırakılmıştır.
Eşitlikten kasıt, oyuna (piyasaya) herkesin katılabilmesi, özgürlükten kastı da bu oyunun (piyasanın) kurallarının oyuna katılan herkese uygulanması yoluyla bireyin, bu kuralların izin verdiği ölçüde davranabilmesidir (Hayek). Teknolojik araçlar aracılığıyla egemen aktörler, oyuna herkesin eşit biçimde başlamadığı gerçeğinden insanları uzak tutmakta, var olan yoksulluk, şiddet, yoksunluk, çevre felaketlerinden kapitalizmi soyutlar.
İktidar ve
Toplumların ‘Evrimi’
1- Farklılaşmamış ya da asgari düzeyde farklılaşmış
siyasi iktidarlı toplumlar. Yaygın iktidar, toplumsal denetim aracısız
sağlanır.
2- Farklılaşmış ve kutsallaşmış siyasi iktidarlı
toplumlar. Toplumun önderi vardır ve önder, yasayı söyleme hakkına sahiptir.
3- Farklılaşmış ve kişiselleşmiş (kral-devlet) ya da
kurumsallaşmış (ulus-devlet) siyasi iktidarlı toplumlardır.
İktidar ve
Bilgi – Tapınma
“Denetleyemediği doğal ve toplumsal güçler bir
yöneticiye benzetildikten sonra karsısında boyun eğmekten, yalvarmaktan,
yakarmaktan elinden başka bir şey gelmeyen kişi yasamı, yazgısı ile ilgili
doğal ve toplumsal güçleri temsil eden tanrılara, ya da egemen toplumun
tanrılaştırılmış totemlerine de yalvarıp, yakarıp tapınacaktır. Tapınma
kavramının da tamamlanmasıyla, doğanın ve insanların yazgısını elinde tutan,
yaratıcı, yok edici tanrı ya da tanrılar düşüncesi klasik biçimine
ulaştırılacaktır.”[2]
İktidar ve
Din
Ana Tanrıça gücünü doğadan alır, fakat insan doğaya
karsı daha fazla etki sahibi olmaya başladıkça, Ana Tanrıça’da kutsallaşan
kadının doğal hayat verme gücü, yerini akıl gücüyle üretme gücüne bırakır ve bu
güçte erkekler tarafından sahiplenilir.[3]
Katolik papazlar için evlilik yasak ortodokslar içinde serbestler. Katolik kilisesi, papazlara evlilik izni verirse doğan çocuklar, mülkiyet yani toprak üzerinde hak iddia ederler; bu, kilisenin gücünün azalması sonucunu doğudur bu da iktidarının sonudur. Buna izin verilmez. İktidar, birtakım araçlar kullanarak bekasını sağlamak eğilimindedir.
İktidar ve
Popüler Kültür
Özellikle 1980’lerle
birlikte politika(ya), gündelik yaşam alanı bıraktırılır ya da politika yeni
dinamiklerin de etkisiyle gündelik hayatın dışına itilir. Doğan boşluk, 1950’li
yıllardan beri etkisi artarak güçlenen pop kültür tarafından doldurulur.
Apolitik ve özellikle entelektüel çevrelerce değersiz bulunan pop kültür,
‘apolitik’ olup iktidarı yok sayarak ve aslında kendi iktidarını yaratıp alt
kültür olarak kitle kültürünü belirlemektedir; hatta kitle kültürünün yerine
geçtiği dahi söylenebilir. Nazan Öncel’in “Sokarım politikana” adlı şarkısını
bu bağlamda da düşünülebilir.
İktidar ve
Otorite
“En genel biçimiyle ifade etmek gerekirse otoritenin,
iktidar koşullarını yorumlama, bir güç imgesi tanımlamak suretiyle denetim ve
nüfuz koşullarına bir anlam verme çabası olduğu söylenebilir.” (Sennett)
Toplum, düşüncesinde var olan kemikleşmiş otorite imgelerinin iktidarını çok daha kolay kabul eder. Ve bu otorite imgeleri de içinde bulundukları toplumun yapısından etkilenirler. (Millet)
İktidar ve
Toplumsal Cinsiyet
“İktidar erkektir.” savının temelinde yatan düşünce,
erkeklerin doğaları gereği dinsel ve siyasal alanda hâkim olmaya yani iktidar
sahibi olmaya kadınlara oranla daha yatkın oldukları değil, bu alanlarda hâkim
olan erkeğin iktidarı erkeksi bir alan olarak kurgulandırmış olmasıdır. İste bu
yüzden siyasi iktidarı belirleyen bir cinsellik değil, cinselliği belirleyen
bir siyasi iktidar ilişkisi vardır.[4]
İktidar ve
Özne
Görünürdeki iktidar öznesi, asıl iktidar mıdır?
Mesela okulda öğretmen, hastanede doktor, mağazada müşteri temsilcisi vb.
Öğretmen, sınıfta uygulayıcı güçtür. Kimi, nasıl ne için temsil etmektedir?
İktidar, uygulayıcı öznenin dışında bir kimlik taşır mı? Taşırsa, nesnel bir
varlığa mı sahiptir?
Doktor – hasta / ebeveyn – çocuk / arkadaş – arkadaş vb.
İlişkinin tarafları toplumsal – dilsel anlamda
tanımlanmıştır. “hasta”, “hastalık”, “doktor”, “hastane ya da muayene” vb.
kavramları, ideolojik güç, kategorilere bölerek sınırları belirler.
İktidar ve
Hukuk
İktidarın görünürlük kazandığı ilişki ortadan
kalkarsa iktidar da ortadan kalkar ya da sona erer. Yeni bir olgunun zuhur
etmesi durumunda hukukun –iktidarın- bunu yapılandırmak istemesi, kendini
ilişkiler üzerinden realize edebilmesidir.
İktidar ve
İlişki
İlişki, antropolojik değil ama sosyolojik anlamda
hiyerarşi doğurur; bu öğrenilmişlikle –iktidarın hukuksal anlamda çizdiği
sınırlarla belirlediği ilişki ortamı- itaat eden ve edilen ilişkisi kurumlaşır.
İnsan, içinde bulunduğu ilişki ortamlarına göre cıva gibi akışkan olan ve
soygaz olmayan bir gazdır. İktidarsız ilişki soygazdır; diğerleri, saf
olmadıkları için karışırlar ve dejenere olurlar.
İktidar ve
Makro – Mikro İktidar(lar) Diyalektiği
İktidar, aile, okul, din vb. ilişki ortamlarını makro
anlamda birbiriyle ilişkilendirir. Bu, onun varlık nedenidir. Makro yapıyı, mikro
iktidarlar; mikro iktidarları da makro iktidar belirler, dönüştürür. İktidarın
mikro tarafları arasında diyalektik bir ilişki vardır.
İktidar ve
Biyoiktidar
İnsanın biyolojik saatinden çıkıp antropolojik ve
ardından sosyolojik saatin altına girmesi, onu de facto iktidar ilişkilerinin
içine itmiştir. Biyolojik saatin yitirilmesi, bireyin, bir tür biyoiktidar
altına ya da biyoiktidarın güdümüne girmesidir. İktidar ilişkileri içinde
olmak, insan için zorunlu bir ihtiyaca mı dönüşmüştür?
İktidar ve
Kişiler Arası İlişkilerde İktidar
İki kişi arasındaki iktidar, bir kişinin iradesinin
diğer kişininkine üstün olmasına dayanır. (Sennett)
Bir tarafın öteki taraftan daha fazla avantaj
sağlayacağı, ama avantajsız durumda olanın da değiş-tokuştan yüzde yüz zararlı
çıkmayacağı eşitsiz bir güç ilişkisi. (Akal)
Lipson’e göre iktidar ilişkisinde, onayın, rızanın
önemi vurgulanır. Güç tek taraflı olarak var olabilir ancak iktidar için karsı
tarafın onayı, rızası gereklidir. Güce rızanın eklenmesi, gücün modern anlamda meşruiyet
kazanması olarak görülmektedir.
Bir grup başka bir grubu yönetiyorsa aradaki ilişki
politiktir. Bu tarz düzenlemeler belli bir süre devam ettirilirse bir ideoloji
geliştirirler (feodalizm, ırkçılık vb.). Bütün tarihi uygarlıklar
patriarkilerdir ve ideolojileri erkek üstünlüğüdür.(Millet)
Yerleşik hayata geçişle belirginleşen işbölümü, kadın
– erkek arasındaki hiyerarşinin nedeni olamaz. Zaman zaman kadının yaptığı
işler, göreli olarak daha anlamlı, önemli bulunmuştur. İşlere yüklediğimiz
anlamlar tarihsel, sosyolojiktir. Tarihte, sıklıkla rastladığımız kadının
toplumsal anlamda düşük statüsü, doğal işbölümünün bir ürünü değildir.
İktidar ve
Kavramsal – Kuramsal İktidar
Her kavram ve kuram, bir iktidar ağına bağlıdır.
Yaşamı ve evreni anlamak adına çerçeveler sunar. Bu anlamda kendi ontolojisi
yaratır. Düşünen her özne –belli birtakım kavramlara ve kuramsal çerçeveye göre
düşüneceği için- kuram(lar)a yani iktidar(lar)a hizmet eder. İktidar, öznenin
diline, bilincine sinmiş, ona içkindir. İnsanın özneliğinden arındırılması,
iktidarın tahakkümünden de arındırılmasıdır. İnsan, bir özne olarak inşa
edilmiş yapay bir ontolojiye sahiptir. Özne, bilgi ve söylem üreten iktidarın
ürünü müdür? Eğitim ve diğer toplumsal kurumlar, insanı bir özne olarak üretmede
ideolojik araçlar mıdır?
İktidar ve
Kavramsal – Kuramsal Özne
Her ilişkinin dayanağı olan kavramsal – kuramsal bir
çerçeve vardır. İster zihni ister fiili olsun o kuramla düşünen özneler, onun
evrende ya da hayatta hareket etmesi için dişlilerine ya da çarkına bir diş
ekler. İlişki ağına giren insan artık bir öznedir ve artık her özne bir diştir.
Her öznenin katılmasıyla çarkın çapı da artar; yayılır, düşünme ortamını
doldurur. Her biri, özü gereği bir iddia, doğa karşısında bir alternatif
ontoloji ya da gerçeklik üretme iddiasında olduğu için her kavram, birbirinin
doğaya karşı savaşında muhaliftir. Aslında üçlü bir ilişki vardır: bir yerde
doğa diğer tarafta kavramlar – kuramlar. Kuramlar, hem doğa hem de
birbirleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Çapı genişleyen çark, öznelerin
çarktan atılmalarına, dişlilerin kırılmasına aldırmaz; ezer onu. Çark
büyüdükçe, dişli sayısı artar ve diş eti incelir. Bu, o özneye olan
bağımlılığının göreli olarak azalmasıdır. Böylece çarkın kırılganlığı da artar.
Kırılan dişlinin yeri, sürekli insandan üretilen özneler ve/veya özneden özneye
dönüştürülenlerce doldurulur. Bu, çarkın işlemesinin, paradoksal bir yapıda
olduğunu gösterir. Çark, bir olgu olarak varlığını muhafaza eder. Onun
işlemesi, öznelerce üretilecek yeni bir çark ile olanaklıdır. Buna bir anlamda
paradigma da denebilir. Mevcudun öznelerini dönüştürerek kendi gerçekliğine
entegre eder, kitlesellik kazanır ve güçlenir. Çapını büyütür dişlilerin
sayısına bağlı olarak. Bir çark, dişlileri olduğu sürece hayatın içinde diğer
çarklarla ilişkisini sürdürebilir ve sürekli yapılandırılan hayatın seyrinde
etkili olabilir. Çark yok çarklar vardır. Çarkların ortadan kalması ise
olanaksızdır en azından bir çark tarafından ortadan kaldırılması olanaksızdır.
Ancak, insan ya da henüz özneye dönüştürülmemiş insanın üreteceği bir modelle
olanaklıdır. Bu bakış, ona bir tür mutlaklık ve fetişlik de atfetmekte. Nedeni,
onun nesnelleşmesidir.
İktidar ve
Son / Başlangıç
Çerçeve, iktidar yani makro kuram içinde kalındıkça
bellidir. İktidar, öznenin her nefesiyle büyür. Onu ortadan kaldırmaya yönelik
her girişimle daha da büyür. O, ancak kendi kendini ya da ebedi muhalifi olan
doğa tarafından alt edilip ortadan kaldırılabilir.
Şiddet
Sorunsalı
İktidara
İçkin Olarak Şiddet
Şiddet, iktidara içkindir. İktidar hiyerarşiye.
Şiddet, dile hapsolmuş öznelerin kavrayışındadır. Şiddet, dile hapsolmuş
öznenin bir olgu durumunu rasyonel biçimde analiz etmesi sonucu iradi olarak
–tam bir rasyonalite içinde- uyguladığı ve taraflarca ‘meşru’ görülen bir
olgudur. İktidara ve onun uzantısı olan ideolojik araçlara rıza gösteren, boyun
eğen özne, kendine uygulanan şiddeti örtük biçimde onaylamaktadır. Bu olguya en
çok şiddetli şiddet gören kadınlarda ve ergenlerde rastlanır. Çünkü kadın,
şiddet görse de bir erkeğin koruyucusu tarafından “sahipli” biçimde yaşamaktan
feragat etmemekte. Bir tür “maliyet fayda” analizi ile gördüğü şiddete izin
vermekte, hatta bunu onaylamaktadır.
Şiddet ve
Zavallılık
Şiddet, şiddeti uygulayanın zavallı olduğunun
alalanmasıdır. Bu, en çok erkeğin kıskançlık ya da bir başka nedenden ötürü
kadına uyguladığı şiddette görülebilir. Şiddet, güç ile uygulanan ama
güçsüzlüğü ifade eden bir olgudur.
Şiddette
Onur Sorunsalı
Acı vermeyen şiddet olanaklı mıdır? Şiddet ve acı
(ruhsal – bedensel) ayrılabilir mi? Şiddeti, neden insanın onuruna yönelik bir
eylem olarak anlamak eğilimindeyizdir? Burada onurdan anlaşılan nedir? Onuru
zedelenen aslında şiddeti uygulayan değil midir? (İ. Kuçuradi) Şiddet gören,
şiddet görmeyi tercih etmemiştir ama şiddeti uygulayan “cellat” statüsünde de
olsa şiddet(i) uygulamayı tercih eder. Aslında asıl şiddet, şiddet uygulamayı
seçenin iradesi üzerinde varlık kazanan devletin ideolojik bir aygıtın
uygulayıcıyı nesneleştirip şiddet olgusunun şiddeti uyguladığı kişinin bedeni
ve/veya ruhunda nesnelleşmesidir.
Şiddetin
Kaynağı Olarak Toplumsal Bilinç
Şiddet uygulayan otorite (anne – baba, öğretmen,
komutan vb.) yasaların ve toplumun kendine verdiği “imkan”ı hayata geçirir.
Aslında bir anlamda uygulayıcısıdır. Şiddeti üreten toplumsal bilinçtir.
Şiddetle mücadele, kişilere değil toplumsal bilince yönelik olunca anlamlıdır.
Şiddet, bireyin özneleşme ya da kişileşme sürecinde bilinç varlığına dönüşen ve
iktidarca giydirilen kişinin bilincine sinmiştir. Şiddet, bu anlamda
sosyolojik, kültürel bir olgudur da.
Şiddetin
‘Meşruiyet’ Kaynağı
Şiddet, düzenin bekaası için meşru görülür. Şiddet
gören, olguyu içselleştirmiştir; bir anlamda rıza gösterir.
Bir Şiddet
Aracı Olarak Eğitim
Eğitimin ve toplumun diğer kurumlarının şiddeti bir
araç olarak kullandığı dönemler olmuştur ve halen çeşitli yerlerde
kullanılmaktadır. Günümüzde fiziksel şiddet, göreli olarak sona ermiş yani
okullarda, evlerde ve kışlada) ama akademik şiddet, dozu aratarak devam
etmektedir. Eğitim, iktidarın önemli bir ideolojik aracı olarak çerçevesi içine
soktuğu özneleri her zaman eğip bükmüştür. Bugün, zeitgeist’ın da etkisi ile
görünen şiddet değil ama görünmez şiddet tüm alanı kaplamaktadır.
Şiddet
İhtiyaca Dönüşbilir Mi?
Şiddeti, iktidardan, iktidarı devletin ideolojik
aygıtlarından ayıramayız. Eğitim şiddeti, hayatı her alanda tanımlayarak bireyi
kuşatır. Şiddet, öğrenilir. Maruz kalınan şiddet, bir süre sonra ihtiyaca
dönüşür. Örnek: Stres bağımlılığı ve Serol Teber’in Politik Psikoloji Notları
adlı kitabında işlediği Nazilerin askeri kışlalarında uyguladıkları eğitimler
ile ilgili analizeri.
Uyarılma
Sorunu Olarak Şiddet
Günümüz modern insanı, her anlamda aşırı uyarılmalar
(görsel, işitsel, beslenme, etkinlik vb.) yaşamaktadır; bu, bireyi bedensel ve
ruhsal anlamda yeniden inşa edip yapılandırmaktadır.
Uyarılma – Aşırı uyarılma = Şiddet!
İktidar Geliştirme Aracı Olarak Şiddet
Şiddet, bireye, belli nesne
ya da canlı üzerinde iktidar geliştirmesi ve uygulamasının temel araçlarından
biridir.
Şiddet, Ruhu Arındırabilir Mi?
Şiddet içeren filmler ve
oyunların bir fantezinin ötesinde toplumda karşılık bulur. Bu olgu, şiddetin,
insanın varoluşunda ya da naturasındaki şiddete olan eğilimini okşamasına
bağlanabilir. İnsan, toplumca kabul edilebilir mecralara şiddete olan eğilimini
akıtır. Bir tür bireysel ve toplumsal arınmadır (katharsis).
Söylemde ve Eylemde Şiddet
Şiddeti rasyonel biçimde
kritik ederiz. Üretiğimiz söylem, sıklıkla şiddetin “kötü” bir şey olduğudur.
Oysa eylemde ya da davranışta belli türden somut bir durum ile
karşılaşıldığında bir model ya da çözüm olarak şiddete sarılıldığına tanık
oluruz.
Bir İletişim Yolu Olarak Şiddet
Şiddet, bir iletişim
yoludur. Taraflar, iletişir. Şiddet, şiddete taraf olanların şiddet(in) diline
vakıf olduğu varsayımından hareket eder. Bir iletişim dili olarak şiddeti
bilmeyen ya da kültürel olarak bunu yaşamamış birine uygulanan şiddet, amacına
ulaşabilir mi?
Şiddet Diline Karşı Özel Bir Tavır
Hz. İsa, stoacılıktan
Hıristiyanlık ahlakına evrilen ahlak anlayışını “size tokat atana öbür
yanağınızı çevirin” diye dillendirir. Bu sözde görünürlük kazanan ahlak
anlayışı, şiddetin dilini kabul etmez. Şiddete, kendi dilinde yanıt vermeyerek
şiddete son verir. Şiddetin ne denli güçlü olursa olsun hiçbir şekilde şiddet ile
sona erdirildiğine tanık olunmamıştır. Şiddette ısrar edilmesi, soruna
gösterilen tepkilerin onur ile ilişkilendirilmesidir. Şiddet, taraflar, şiddet
dilini kullandığı sürece devam edebilir.
Benlik Bütünlüğü Bağlamında Oto-şiddet
Oto-şiddet olarak adlandırılabilecek
ve kişinin kendi kendine uyguladığı şiddetten de söz edilebilir. Kişinin kendi
kendiyle olan ilişkisinde kendine dair algıları etkilidir. Kişi, kendine
merhamet göstermeyerek şiddeti(ni) körükler. Bu, şizofrenik bir hal de olsa
kişinin benlik bütünlüğünü zedelemez, bilakis güçlendirir. Bu, kişinin kendi
benliğindeki güçler arasındaki hiyerarşik yapılanmanın bir tiran tarafından
düzene sokulması olarak da anlaşılabilir.
Şiddet, Doğasallığın Tezahürü Müdür?
Hayvanların kendilerini
koruması ile şiddet farklı kategorilerde değerlendirilebilir. Şiddet, insanın
içindeki doğasallığın tezahürüdür. Ataklar şeklinde kendini gösterir. Sonuç
olarak genellikle şiddet, kişinin rızasıyla olanaklıdır. Kişinin, sürece iradi
olarak müdahale edemediği örnekler de vardır. Bu tür örneklerde kişi, vicdanen
kendini suçlamaz, hatta maruz kaldığı şiddet, iradi bir varlık olarak
güçlenmesini de sağlayabilir. Siyasi şiddetlerde ve aile içi şiddetlere yaşanan
sıklıkla bu tür bir olgudur.
Şiddet, Öfkeyle Zehirlenmiş Ruhun Afyonu Mudur?
Şiddet, kaçınılmaz mıdır?
Tarafları karşı karşıya getiren sorun her ne olursa olsun insan şiddetten
kaçınabilir. Şiddet, sorunları çözümlemediği gibi daha da derinleştirir; çünkü
direkt onur ile ilişkilendirilir; bu, öfkeye, kine dönüşür ve ruhun
kirlenmesine neden olur. Ruh, arınmak için şiddete ihtiyaç duyar. Öfkeyle
zehirlenmiş ruhun afyonu şiddettir.
veli metin, mart, 2011, bahçeşehir, istanbul
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Faşizm,
Erişim: 20 Şubat 2011
[2] A. Senel, Siyasal Düsünceler
Tarihi, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
1982, s. 73.
[3] İktidar ve Kadın, Yüksek
Lisans Tezi, Büke Koyuncu Güçbilmez, s. 32
[4] İktidar ve Kadın, Yüksek
Lisans Tezi, Büke Koyuncu Güçbilmez, s. 37
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder