16 Mayıs 2012 Çarşamba

28 şubat ya da tarihyazıcılığının dayanılmaz hafifliği


28 şubat ya da tarihyazıcılığının dayanılmaz hafifliği

ideolinin bir yüzü de tarihyazıcılığı değil mi? 28 şubat, şimdiye değin hiç olmadığı kadar gündemi meşgul etti. yandaş ve ortadoğulu faşist 'liberaller' tarafından turnusol kağıdı işlevi yüklenerek servis edilmekte. 28 şubat, hakim iktidar ve cellatlarınca yeniden yazılmakta. yazılan bir tarihten öte bilinçler. 

olguyu hatırlamakta fayda var: 28 şubat'ta askeri vesayet rejiminin, güçsüz siyasi iktidarların, 'düşük yoğunluklu' iç savaşın, kırılgan, dışa bağımlı ekonominin, faşist kitlelerin... konjonktürel etkileri tartışılmaz. etkileri çoğaltmak olanaklı, fakat bunlara, siyasi iktidarın iktidar sarhoşluğu içinde popülist söylemlerle beslenen ergen tavırları MGK kararlarını ve ardından darbelere karşı idmanlı ve belki de dünyadaki sayılı deneyimli öznelerden biri olan demirel'in 'ustalıkla' mavevra ettiği dümen ile 'değişen' iktidar da eklenmeli. 

peki şimdi? 28 şubat ile hesaplaşan, görünürde farklı olduğunu iddia eden siyasi iktidar... aktörler değişik olsa da yöntem aynıdır. türkiye, ne yazık ki mevcut iş yapma raconunu, yolunu, yordamını, kısacası 'yöntem'ini nedense bir türlü bırak(a)mıyor... konu yöntem, biraz sert olabilir ifadesi ama üzülerek, hatta canım yanarak söylüyorum: faşizm.

28 şubat, birçok açıdan ele alınabilir ama burada tarihyazıcılığı açısından ele alınacaktır. şimdi, öncelikle osmanlı'nın yıkılış sürecine ve cumhuriyete, verili tarihsel dönemler açısından bakıldığında zulme uğramamış, horlanmamış, baskı görmemiş, katledilmemiş vb. herhangi din, mezhep, ırk, bölge, sınıf, topluluk, zümre vb. yok. dereceleri farklı da olsa birleştikleri ortak nokta: baskı, zulüm... görmeleri. darbelerle 'yüzleyeşip yargılayan' türkiye, darbe girişimlerine el attı. bir 28 şubat mitosu yaratılmakta; süreç henüz bitmiş değil. aslı dururken suret ile uğraşmak, olsa olsa ortadoğululuk bilincinin problem çözme 'becerisi' olsa gerektir. iktidara yakın kişiler, gruplar, koro halinde mitosu beslemekteler. lakin süreç, iktidar tarafından kumanda edilmekte; iktidarın ideolojik manipülasyonuyla mitosun PR'ı yapılmakta. söylem üretme sürecinin kadrolu elemanları akademisyenler, gazeteciler, kanaat önderleri vb. niceliksel anlamda ciddi denilebilecek homojen bir kitle iktidar aygıtının cellatlığına soyunmuş vaziyette. her özne, son tahlilde siyasi bir aktördür de. iktidarın cellatlığı, kanla beslenmeyi alışkanlık haline getirmekte. marx'ın çok yerinde dile getirdiği gibi, nasıl bir hayat yaşarsanız bilinciniz ona göre oluşur. bu nedenle cellatlık yapanların bilinçleri, göreli bir sürenin ardından kaçınılmaz biçimde cellatlaşacaktır.

şimdi, hal böyle iken, son dönem ana akım medyada başta olmak üzere, kenardan destek olanlar da kitle psikolojisi ile hareket edenler de üretilen söyleme angaje olunca akımın debisi de hiç şüphesiz yükselmekte; yükselen debisi ile söylem, önüne gelen her şeyi sürükleyerek kendi bulanık suyunda eritip etkisizleştirmekte. bu tehlikeli hal alan söylem, demokrasiyi çoğunlukçuluk olarak anlamakta. çoğunlukçu malum kavrayış, faşizmi beslemekte. 

istatistiklere, kurumlara, kurumsal işleyişlere bakıldığında cumhuriyetin kurucu öğesinin sünni türk islam'ı olduğu görülür. bu olgu, konjonktürel olarak farklı yüzlerle egemenliğini halen sürdürmektedir. sorun, kurucu öğenin özü gereği ötekileştirici olması; kucaklayıcı olmamasıdır. 

kanla beslenen cellâtların tarihyazıcılığı yaptığı bir yaşam alanı, çoraklaşmaya mahkûmdur.

veli metin, 16 mayıs 2012, levent, istanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder