28 şubat ya da tarihyazıcılığının dayanılmaz hafifliği
ideolinin bir yüzü de tarihyazıcılığı değil mi? 28 şubat, şimdiye değin hiç olmadığı kadar gündemi meşgul etti. yandaş ve ortadoğulu faşist 'liberaller' tarafından turnusol kağıdı işlevi yüklenerek servis edilmekte. 28 şubat, hakim iktidar ve cellatlarınca yeniden yazılmakta. yazılan bir tarihten öte bilinçler.
olguyu hatırlamakta fayda var: 28
şubat'ta askeri vesayet rejiminin, güçsüz siyasi iktidarların, 'düşük
yoğunluklu' iç savaşın, kırılgan, dışa bağımlı ekonominin, faşist kitlelerin...
konjonktürel etkileri tartışılmaz. etkileri çoğaltmak olanaklı, fakat bunlara,
siyasi iktidarın iktidar sarhoşluğu içinde popülist söylemlerle beslenen ergen
tavırları MGK kararlarını ve ardından darbelere karşı idmanlı ve belki de
dünyadaki sayılı deneyimli öznelerden biri olan demirel'in 'ustalıkla' mavevra
ettiği dümen ile 'değişen' iktidar da eklenmeli.
peki şimdi? 28 şubat ile hesaplaşan,
görünürde farklı olduğunu iddia eden siyasi iktidar... aktörler değişik olsa da
yöntem aynıdır. türkiye, ne yazık ki mevcut iş yapma raconunu, yolunu,
yordamını, kısacası 'yöntem'ini nedense bir türlü bırak(a)mıyor... konu yöntem,
biraz sert olabilir ifadesi ama üzülerek, hatta canım yanarak söylüyorum:
faşizm.
28 şubat, birçok açıdan ele alınabilir
ama burada tarihyazıcılığı açısından ele alınacaktır. şimdi, öncelikle
osmanlı'nın yıkılış sürecine ve cumhuriyete, verili tarihsel dönemler açısından
bakıldığında zulme uğramamış, horlanmamış, baskı görmemiş, katledilmemiş vb.
herhangi din, mezhep, ırk, bölge, sınıf, topluluk, zümre vb. yok. dereceleri
farklı da olsa birleştikleri ortak nokta: baskı, zulüm... görmeleri. darbelerle
'yüzleyeşip yargılayan' türkiye, darbe girişimlerine el attı. bir 28 şubat
mitosu yaratılmakta; süreç henüz bitmiş değil. aslı dururken suret ile
uğraşmak, olsa olsa ortadoğululuk bilincinin problem çözme 'becerisi' olsa
gerektir. iktidara yakın kişiler, gruplar, koro halinde mitosu beslemekteler.
lakin süreç, iktidar tarafından kumanda edilmekte; iktidarın ideolojik
manipülasyonuyla mitosun PR'ı yapılmakta. söylem üretme sürecinin kadrolu
elemanları akademisyenler, gazeteciler, kanaat önderleri vb. niceliksel anlamda
ciddi denilebilecek homojen bir kitle iktidar aygıtının cellatlığına soyunmuş
vaziyette. her özne, son tahlilde siyasi bir aktördür de. iktidarın cellatlığı,
kanla beslenmeyi alışkanlık haline getirmekte. marx'ın çok yerinde dile
getirdiği gibi, nasıl bir hayat yaşarsanız bilinciniz ona göre oluşur. bu
nedenle cellatlık yapanların bilinçleri, göreli bir sürenin ardından kaçınılmaz
biçimde cellatlaşacaktır.
şimdi, hal böyle iken, son dönem ana akım
medyada başta olmak üzere, kenardan destek olanlar da kitle psikolojisi ile
hareket edenler de üretilen söyleme angaje olunca akımın debisi de hiç şüphesiz
yükselmekte; yükselen debisi ile söylem, önüne gelen her şeyi sürükleyerek
kendi bulanık suyunda eritip etkisizleştirmekte. bu tehlikeli hal alan söylem,
demokrasiyi çoğunlukçuluk olarak anlamakta. çoğunlukçu malum kavrayış, faşizmi
beslemekte.
istatistiklere, kurumlara, kurumsal
işleyişlere bakıldığında cumhuriyetin kurucu öğesinin sünni türk islam'ı
olduğu görülür. bu olgu, konjonktürel olarak farklı yüzlerle egemenliğini
halen sürdürmektedir. sorun, kurucu öğenin özü gereği ötekileştirici olması;
kucaklayıcı olmamasıdır.
kanla beslenen cellâtların
tarihyazıcılığı yaptığı bir yaşam alanı, çoraklaşmaya mahkûmdur.
veli metin, 16 mayıs 2012, levent, istanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder