2 Temmuz 2013 Salı

"can"a düşen ateş: madımak

"can"a düşen ateş: madımak

giriş
madımak, 2 temmuz 1993’ten bu yana yalnızca “ilkbaharda kırlarda yetişen, ufak yeşil yapraklı, ıspanak gibi pişirilip yenilebilen bir kır bitkisi.” değil.


“sizin hiç babanız yandı mı?” diye sormuştu metin altıok’un kızı. sahi, sizin hiç canınız, dinmeyen bir ateşte yanıyor mu? ama kelimenin birinci anlamıyla.


bu yazıda ne hazır ideolojik argümanlar tekrarlanacaktır ne yüreklerde, zihinlerde, bilinçlerde henüz soğumamış korların alevlenmesi amaçlanmıştır. burada 20. yılını dolduran olayın mevcut iktidar tarafından ideolojik tarihyazımı metodolojisiyle ergenekon’a yıkmaya çalışması da irdelenmeyecektir.


peki bu yazının amacı nedir? kısaca ifade etmek gerekirse: olayı, aktörlerini anımsatmak; canı ateşe atılan canlardan biri olan yasemin sivri'nin çalınan hayatına işaret etmek; “galeyena gelmek” deyimi üzerinden bir “kitle halet-i ruhiyesi”nin sosyo-politik-psikolojik okumasına dair hipotetik tez(ler) ileri sürmek.


i. bölüm
önce konu olayı ve ‘aktör’lerini kısaca hatırlayalım.
a. salman rüşdi
hint asıllı ingiliz yazar salman rüşdi tarafından kaleme alınan ve ilk baskısı 26 eylül 1988’de ingiltere’de yapılan şeytan ayetleri ya da the satanic verses, adlı roman başta iran olmak üzere bütün dünyada infial yaratır. yazarı hakkında humeyni tarafından hakkında ölüm fetvası verilir. pek çok islam ülkesinde de yasaklanır.


türü roman olan kitap, hindistan'dan ingiltere'ye giderken korsanlarca kaçırılan yolcu uçağındaki iki aktörün, uçağın havada infilak etmesinin ardından mucizevi bir şekilde kurtulmalarını; büyülü bir değişimin sonucu farishta adlı aktörün, cebrâîl isimli meleğe; chamcha’nın ise şeytana dönüşmesini anlatır.


dönemin ingiltere başbakanı olan m. thatcher’in koruması altında olan rüşdi, kitaptan ötürü hiçbir şekilde fiziksel bir saldırıya uğramaz. ama dünyanın diğer yerleri için aynı şey söylenemez:
- japonca çevirmeni hitoshi igarashi 11 temmuz 1991 tarihinde bıçaklanarak öldürülür.
- italyanca çevirmeni ettore capriolo, temmuz 1991’de bıçaklanır ve ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır.
- norveççe çevirmeni william nygaard, ekim 1993’te üç el ateşe maruz kalır ama saldırıdan yara almadan kurtulur.


b. aziz nesin
asıl adı mehmet nusret nesin olan ama aziz nesin olarak bilinen yazar, 1915'te heybeliada'da dünyaya gelir; 6 temmuz 1995'te izmir alaçatı'da dünyaya gözlerini kapar. yazının hemen hemen her alanında eser veren yazar, özellikle mizah ve kısa öyküleriyle anılır. aziz nesin, unesco'nun yayımladığı index translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasında türkçe yazan orhan pamuk, yaşar kemal ve nazım hikmet'in ardından dünya dillerine en çok çevirilen dördüncü yazardır.


aziz nesin, yazdığı yazılarla göreli olarak uzun süre gündemde kalır; "halkın %60'ı aptaldır." sözüyle de türkiye gündemini uzun süre meşgul eder. olay kısaca şudur: ilhan selçuk ile birlikte izmir torbalı'da bir söyleşiye katılır; dinleyicilerden biri "nasrettin hoca'nın torunları olarak zeki insanlarız değil mi?" diye sorması üzerine "%60'ı aptaldır." der; daha sonra kendisine sorulduğunda 1982 anayasasına %92'lik "evetçiler"i kast ettiğini ama %92 demeye dili elvermediği için %60'ı dediğini ifade eder.


salman rüşdi'nin şeytan aletleri adlı kitabını çeviren aziz nesin, islami çevrelerce hedef gösterilir; 37 kişinin hayatını kaybettiği 2 temmuz madımak olayında da “halkı galeyana getirdi!” denilerek ‘suçlu’ ilan edilir. kitaptan pasajların yayımlandığı aydınlık gazetesi toplatılır.


c. sivas
tarihi bir şehir olan sivas, farklı uygarlıklara ev sahipliği yapar. adı, uygarlıklarla, medreselerle anıldığı kadar 1980 öncesi yaşanan olaylar ve özellikle 2 temmuz 1993’te yaşanan madımak yangını ile de anılır. alevi ve sünni ya da solcu ve milliyetçiler arasında 1990’lardan sonra da ‘laikçi’ ve ‘dinci’ kesim arasında yaratılan ayrılıkçılık, ötekileştirmeci söylemler üreten politikalar nedeniyle birlikte yaşam(a) kültürü zedelenir. bu, hoş olmayan "anı" unutulmak/yaşatılmak istenir; ama travmalar unutulmaz. o, "kimlik"in bir parçasıdır artık.


d. refah partisi
milli görüş, nakşibendi tarikatına yakınlığı ile bilinen makine mühendisi romantik siyasetçi necmettin erdoğan öncülüğünde milli nizam ile başlayıp kapatıldıkça kendini bir başka isim altında yeniden yaratan ve zamanla selamet, refah, fazilet ve en son saadet ismi altında varlığı sürdüren siyasi bir hareket olarak türk siyasi tarihindeki yerini alır. her ne kadar son durağı saadet olsa da ‘yenilikçiler’ diye adlandırılan ve başını erdoğan ve gül’ün çektiği “28 şubat süreci”nin otokiritiğini yaptığı iddia edilen ve çekirdeği milli görüşçü olan siyasi hareket, dp, ap, anap, dyp geleneğinden gelen merkez sağ kadroyla ittifak yaparak akp’yi yaratır. aslında akp, 1980’lerden sonra evren’in cumhurbaşkanlığında, özal’ın başkanlığında, mesut yılmaz’ın kültür bakanlığında türkiye’nin bir toplum mühendisliği harikası olan “türk - islam” gömleğine sokulmasının 2000’lerdeki ete kemiğe bürünmüş, yerleşik devlet geleneğini kırmayı, içinde (ılımlı) islam olan bir yönetim inşa etmeyi kendine misyon edinen bir siyasi hareket olarak okunabilir. her ne kadar akp ekabirleri, hocaları erbakan tarafından “milli görüş gömleğini çıkardılar.” diye itham edilseler de bu hem doğru hem de yanlıştır. doğrudur; çünkü millilikleri söylemde kalmış, neo-liberal politikaları koşulsuzca icraatlarının temeline yerleştirmişlerdir; yanlıştır; çünkü islami refleksleri sürekli kaşıyan, canlı tutan, neredeyse merkezlerine imam hatipli, eski milli görüşçü olmayanların alınmadığı dar bir klik şeklinde partiyi kontrol etmeye çalışan çekirdek kadro partiye egemendir.
d.1. şevket kazan
1993’te refah partisi milletvekili olan kazan, refah-yol hükumeti’nde adalet bakanlığı yapar. aynı zamanda madımak davasında savunmanın avukatları arasındadır. bir adalet bakanının bu denli sorunlu bir davada “taraf” olması, başlı başına bir problamatiktir.
d.2. temel karamollaoğlu
2 temmuz olayları sırasında sivas belediye başkanıdır. daha sonra refah partisi’nden milletvekili seçilir. temel karamollaoğlu'nun kitleyi yatıştırması beklenirken "bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. sonra da şunların ruhuna el fatiha diyelim." şeklinde konuşma yapar. konuşma, kitlede "mücahit temel" sloganlarıyla karşılanır. belediyenin, olaylardaki rolü hala tartışmalıdır.


e. doğru yol partisi - tansu çiller
olayın ardından “çok şükür otelin dışındaki kalabalık zarar görmemiştir.” diyen dönemin başbakanıdır çiller.  


f. sosyal demokrat halkçı parti - erdal inönü
demirel’in özal’ın ardından çankaya’ya çıkmasının ardından çiller’in başbakan yardımcısı olan erdal inönü, otelden kendisini arayanlara sakin olun mesajı vermesine rağmen olayı yalnızca seyretmekle kalan koalisyon ortağı partinin genel başkanıdır.


g. pir sultan abdal kültür derneği
1976’da banaz’da kurulan ve şenlikler yapan dernek, 1980 cunta yönetimince kapatılır. 1988 yılında ankara’da yeniden kurulur ve şenlikleri devam ettirir. pir sultan abdal kültür derneği, her ne kadar mezhep temelli bir oluşum olsa da alevi - bektaşi kültürün, kitlenin kendini ifade etme ve bunun sonucu olarak gerçekleştirme anlamında önemli bir araç işlevi görmüş, görmektedir. pir sultan etkinlikleri, örgütlenme ve kimliğin kamuoyu nezdinde de tanınıp tartışılarak meşrulaşma sürecinde önemli bir işlev üstlenir.


ii. bölüm
j. stalin’e atfedilen “bir insanın ölümü trajikken, milyonlarcasınınki istatistik kalıyor.” sözü, kitlesel ölümlerin olduğu her olayda kendini gösteriyor; tıpkı “sivas’ta 37 (33 misafir, 2 otel görevlisi, oteli yakan kitleden 2 kişi) insan hayatını kaybetti.” ifadesinde olduğu gibi.


yazının ikinci bölümü, sivas’ta henüz 19 yaşında olan yasemin sivri adındaki üniversite öğrencisinin yakılan, çalınan hayatının bir tür referansı olan sınıf arkadaşlarının yaşamsal karelerinden kesitler sunularak yeşerip genişleyecek bir hayatın katledilerek çalınmasını, somut örnekler üzerinden dile getirmeyi amaçlamakta.


çevresince, kitapkurdu olması nedeniyle profesör olarak da anılan yasemin, hacettepe üniversitesi felsefe bölümü 2. sınıfı bitirdiği yaz sivas’taki pir sultan kutlamalarına katılmak amacıyla etkin biçimde rol aldığı pir sultan derneği çatısı altında sivas’a gider. etkinlikler esnasında aziz nesin ile bir söyleşi de yapar. sonra? zaman, yasemin için orada, yirmi yıl önce durur. oysa dışarıdakiler, nefes alanlar, yanmayanlar... için devam eder zaman.


şimdi, yasemin’in sınıfından birkaç arkadaşının hayatından kesitler paylaşacağım; isimlerini, kim olduklarını anmadan, isimler yerine yüklemler mantığına atfen ad sembolleri olan a, b, c gibi harfler kullanarak:
a. 12 yaşında bir kız annesi. izmir’de yaşıyor. öğretmen. eleştirel düşünme kültürü olarak gördüğü felsefeyi öğretiyor; kendisi de hala öğrenmeye devam ederek.
b. istanbul’da yaşıyor. yalnız. hayatına insanlar girse de bir kadın olarak özgür olmayı tercih ediyor. profesyonel hayatına bir derginin editörlüğünü yaparak devam ediyor. edebiyat alanında üretiyor.
c. bir taşra üniversitesinde akademisyen. amerika’dan on yıl önce döndü. şimdi doçent. öğrencileri tarafından çok seviliyor. bu yıl bir bebeği olacak. “kariyer de yaparım, çocuk da!” ilkesinin canlı örneği.
d. bir sahil kasabasında seyyar satıcı. ama felsefece yapıyor işini. sosyalist, anarşist kültürü seyyar satıcılıkla felsefe harcıyla harmanlamış. hala baba olabilecek yaşta. mutlu!
e. hassas sinirleri, yüreği, ahlaki omurgası olmayan bu topluma daha fazla dayanamadığı için evine kapandı. dışarından yaptığı işlerle kıt kanaat geçinebilmekte. zihni berrak. olup biteni pek çok akademisyenden daha yerinde analiz ediyor.
f. kaybedenler kulübü üyesi, sivas'ın, kürdistan'ın, faili meçhullerin, liyakat yerine sadakatin geçerli olduğu bir ülkede hayata olan güvenini her geçen gün yitirdi; kendini hayattan soyutlayarak kurduğu küçük dünyasında yalnız yaşıyor.
g. okulu bitirir bitirmez almanya’ya gitti. şimdi iki kızı var. orada, bir kürt için sürgün de olsa, bir hayat kurdu.
h. mersin’de yaşıyor iki kızıyla birlikte. hemşireydi okurken. her hemşire gibi çalışkandı. erken olgunlaşmıştı. tırnaklarıyla tutunmasını bildi. şimdi de kızlarına öğretiyor hayata nasıl tutunulacağını.
g. bir taşra üniversitesinde doçent. eşi de akademisyen. bir oğlu var ilkokula giden. hayata umutla bakıyor. bunda yerleşik iktidar yapılanmasıyla barışıklığının da etkisi yok değil.


sonuç
a. galeyan, arapça, kaynama, coşma, coşku anlamına geliyor... demek ki kalabalık, coşuyor; coşku ile kendinden geçiyor ve toplu bir kurban ayinine dönüşüyor tapınış... ayin, kurban... kitlesel histeri anlamında da okunabilecek "galeyana gelme"nin tarihte pek çok örneği gösterilebilir. bu bakıştan hareketle şu tez ileri sürülebilir: “galeyan kültürü, özne olamamış, belli bir şeyi bireysel olarak yapmak gücünden yoksun birinin kin ve nefretini kitlesel anlamda boşaltabileceği ‘meşru’ bir fondur.”

b. mikro anlamda salman rüşdi özelinde şeytan ayetleri kitabı için estirilen terörün son örneğine diyarbakır'da rastlandı: "peygamberler ve sahabeler şehrinde" 7 nisan 2013'te dünya medeniyetler güzellik kraliçesi yarışması, "müslüman diyarbakır halkı" tarafından engellenir. bu olaydan da hareketle "dinsel referans(lar)la hareket eden totalitarizmin her geçen gün büyüyerek bütün dünyayı sarıp küreselleşmesi, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki sansürü ve otosansürü derinleştirip hukuku metamorfoza uğratarak kurumlaşmasını sürdürmektedir."


c. türk(iye) sağının islamcısından ülkücüsüne, kemalistinden milliyetçisine hatta yer yer sosyalistine varıncaya değin kullanılan “dış mihrak” deyimi, ayrılıkçılık, zaman zaman ideolojik bir programın parçası olarak kitlesel katliamlar yaratır. bu konuda türk(iye) sağının siciline kısaca bakıldığında trakya olayları, 6-7 eylül 1955, maraş, çorum, sivas, malatya... anımsanmakta. politika, ayrılıkçıklık ya da kamplaş(tır)ma üzerine kurulur. sağın çok işlevsel bulduğu ve sıklıkla kullandığı -en son gezi sürecinde akp ve erdoğan tarafından da kullanılan “camide içki içtiler...”- "camiye bomba koydular", "müslümanlara saldırdılar" vb. söylemler, kitlesel histerilere neden olabilmektedir. buradan hareketle bu yazının üçüncü ve son tezi ileri sürülebilir: türk(iye) sağı tarafından dolaşıma sokulan "patolojik söylem"ler, halkı galeyana getirdiği gibi suç işleyen kitle için bir tür "hafifletici sebep" olarak kullanılır; böylece "provoke ettiği" ileri sürülen(ler) "suçlu" ilan edilip kitle aklanır." madımak ya da 2 temmuz 1993, ileri sürülen tezin yaşandığı bir örnektir. 

yirmi yıl önce “can”a düşen ateş hala yanmakta... ve “can”ı yakan ölümün kendisi değil, “nasıl” gerçekleştiği...

"utanç müzesi" tartışmasına mütevazı bir katkı
alevi - bektaşi bileşenleri, madımak oteli'nin "utanç müzesi" olmasını talep ediyorlar. bu talebin, hayata yeterince dokunmadığını düşünüyorum; bunun yerine hayata dokunmayı, onu dönüştürmeyi vizyonunda barındıran, bunları misyon edinebilecek yaşayan çağcıl bir müze yapmayı öneriyorum: katliam müzesi. içeriği mi? türkiye ve dünyadan iki kategoride katliamlarla ilgili bilgi ve belgeler sergilenir. belgeseller gösterilir. her yıl 2 temmuz'a isabet edecek şekilde katliamları konu alan paneller, konferanslar, atölye çalışmalarının yapıldığı uluslararası etkinlikler düzenlenir. bütün bunlar, pir sultan abdal şenliklerinin bir parçası olarak kurgulanabilir. 


v. metin bayrak
02 temmuz 2013’sivas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder