9 Haziran 2013 Pazar

güçlü değil mutlu bir dünya istiyorum

sevgili başbakan(ımız),

"başbakanımız"ı doğrudan yazamadım. çünkü beni 'azınlık' diye niteleyip kendi zulmünü perdelemek adına benim siz çoğunluğa zulüm ettiğimi ifade ediyorsunuz. ardından "ben bütün türkiye'ye hizmet ediyorum, milletin (nedense halk demeye diliniz bir türlü varmıyor.) başbakanıyım." diyorsunuz. o halde ben ve size direnen insanlar, ‘sizin milletiniz’den değil; bu ülkede yaşamıyorlar.

size ve politikalarınıza direnenlerden biri olarak direnme nedenimi, indirgeyerek ifade etmeye çalışırsam: demokrasiyi ve kurumlarını işletiş biçiminiz. peki ne mi talep ediyorum? yine indirgeyerek tek kelime ile ifade etmeye çalışayım: demokrasi. öyle ama'lı falan değil. etrafından dolanılan değil, doğrudan ta kendisini. bir araç değil amacın ta kendisi olarak demokrasiyi. yönetilmeyi değil yönetişimi talep ediyorum.

tarih, iktidar tarafından zehirlenen kitleler ve ona sahip olduğunu sananlarla doludur. lise düzeyinde tarih bilinci olanların dahi rahatça "haaaaa! evet!" diyebilecekleri çeşitli örnekler vardır. bunların başında perikles, sezar, hadrianus, kanuni sultan süleyman, xiv. luis gelmektedir.

ortak özellikleri, sahip olduklarını sandıkları güç tarafından esir alınmalarıdır. iktidar, en çok onu kullananı zehirler, onu esir alırmış. şimdi de siz sevgili recep tayyip erdoğan. evet siz, sahip olduğunuzu sandığınız ama aslında size sahip olan iktidar tarafından esir alınmış durumdasınız. neden mi? önünüzdeki "başbakan" sıfatını kaybettiğiniz an, bir emekli politikacı statüsünde ve/veya dede sıfatıyla başınızdan geçenleri anlatacaksınız çevrenizdekilere. hani "para iyi bir köle kötü bir efendidir." derler ya, işte iktidar da öyle. ona patronluk yapmaya çalışanlar, ilişkinin tersinden işlemesine hizmet ederler ve daha da esiri olurlar. iktidar, ilişkilerin ya da hayatın kendiliğinden yarattığı bir olgu olarak da tanımlanır. iktidar kaçınılmazdır. sorun, onun tasarrufundadır. hayat, onun nasıl tasarruf edildiğine göre biçimlenir. illüzyon, onu kullanan ve/veya iktidar tarafından kullanılan kişinin ona sahip olduğunu düşünmesidir.

türkçe'de "taç giyen baş uslanır." derler. makamın, onu kullanan kişiyi disipline soktuğunu anlatır bize. insanın gördükleri, sıfatları, yaşadıkları da birer “makam”dır. siz, her anlamda yaşam zenginliği olan bir insansınız. hayata, yalnızca makamlarınızdan en fani olanının yani başbakanlığınızın gözünden değil diğerlerinden de bakın. mesela bir dede olarak. mesela eylemcilerle yaklaşık aynı yaşta olan çocuklarınız babası olarak. mesela orta halli bir yurttaş, istanbul’da yaşayan sıradan biri olarak. işte o vakit gezi parkı’na gelip geleceğe dair umutla bakmanızı sağlayacak yeni bir maneviyat yaratan o gencecik kitleyi göreceksiniz.

inat ve ergenlik, biz yetişkinlerin lugatında maziye dair gülerek andığımız anılarımızda kalsa gerek. kararlılık, bir değer olarak telakki edilir ama tek başına değil. önemli olan kararlılık değil, “ne”de kararlı olduğudur insanın. bardağı taşırmak, daha da germek, olsa olsa hepimizin esiri olduğu o “erkek” kimliğinin daha da güçlenmesine neden olur. inanır mısınız, olayları tırmandıran söyleminizin aynısı, eylemcilerin içinde sayısı hiç de az olmayan kitle tarafından da kullanılmakta. olayların buraya gelmesinde, son üç yılda 600’den fazla kadınımızı ‘namus’ cinayetine kurban vermemize (de) neden olan söylem etkili fail! aslında ortak hedefimiz, bize hayatı zehir eden, daraltan bu söylem olmalı. bu erkek söylem(i), bilinçleri güçle, şiddetle zehirlemekte.

"gerçekler özgürleştirir.", "içtenlik yakınlaştırır." derler. bu sözleri iki nedenden dolayı andım. gerçek, topçu kışlası'nın 31 mart ayaklanması'nda önemli bir rol oynayan ve belli bir dünya görüşünü taşıyanlar için simge değeri olan yerin ihyası; rejime dair bir rövanş ya da öç olsa gerektir. herkesçe malum olan bu hakikati dillendirseniz içten olduğunuz görülecek. içtenlikle dile getir(il)enler tehdit olarak görülmez. oysa ‘demokrasi’ adına yaptıklarınız içten bulunmadığı için bugün pek çok insan meydanlarda. size, partinize değil demokrasi ve yönetim anlayışınıza karşı çıkmaktalar. şahsınızla ilgili bir derdim(iz) yok, olamaz da. ama yaşam(ız)a, şu anda kullan(ıl)dığınız iktidar ile doğrudan müdahale etmeye teşebbüs ettiğiniz an, işte orada durun! bu, ne etikle ne de çağcıl yönetim anlayışlarla bağdaşır. bağdaşmadığı için bütün dünyada meşru görülmemekte. siz ise katı tutumunuz nedeniyle olayları daha da germekle meşgulsünüz. amacınız iş savaş çıkarmak mı? kanla mı besleniyorsunuz? babalık, sosyal bir güdü, bir anne olarak eşinize sorun lütfen; evladın bir anne için ne demek olduğunu. kitleleri madem ki yönlendirmek gücüne sahipsiniz, neden toplumsal barış için kullanmıyorsunuz. neden gezi’deki direnişe destek vermeye çağırmıyorsunuz. iktidarın güçlü olmasının hem o ülke için hem de dünya için taşıdığı tehlikeleri görebilecek siyasi ve yaşam deneyimine sahip olduğunuzu düşünüyorum. madem ki provakatörlere dediniz “çapulcu” diye; madem ki çevrecileri sizinle ittifak yapmaya çağırdınız, o halde en somut talep olan gezi parkı’nın park olarak kalması talebine neden yanıt vermiyorsunuz.

mesele, artık ne gezi ne de birkaç ağaçtır. gezi, bir semboldür. toplumsal tepkinin sembolü. gezi’yi sembole dönüştüren politikalarınıza karşı çıkanlara ülkenin her tarafından destek verenler oldu. mimar, şehir plancısı, uzman... olmaya gerek yok. çıplak gözle bakılsa bile, yapılanın kente hizmet olmadığı anlaşılır. mazideki hali, yapılmak istenen plan ve şimdiki hali sırasıyla görsellerde yer almakta. hani mimar sinan “insaf ile bakın!” der ya; evet insaf ile bakalım sayın başbakan, inadınız ne için?

dün, bir işçi ile görüştüm, oğlu üniversite 2. sınıf öğrencisi ve on günü aşkındır alanda. sizin için şunu söyledi: “gençlere kulak vermek, bu kadar zor mu, ne bu inat?” aslında bir baba olarak konuşuyordu. oğlunun hiç politik olmadığını, karıncayı dahi incitmeyen, saygılı bir çocuk olduğunu ifade ediyor. lütfen görün artık; neyi mi? politikalarınızın “baby face” çocukları bile gaza karşı direnmeye sevk ettiğini.

gelin, inatlaşmayı bırakalım. ben, güçlü türkiye istemiyorum, huzur ve refah içinde yaşayan mutlu insanların yaşadığı bir ülke istiyorum. güç, ona sahip olan için de çevre için de bir tür frankenstein olarak barışa, huzura, feraha ve bunların sonucu olan mutluluğa tehdittir. iktidar, dipsiz bir kuyudur; besledikçe daha fazla beslenmek ister. “güçlü türkiye!” talebinin sonu yoktur. gelin, damarlarımıza her gün zerk edilen güç zehrini boşaltalım. büyük bir çıbana dönüşen bu söylemin içindeki irinin antibiyotiği diyalog. bakın, toplumun ateşini yükseltiyor bu çıban. irini atınca nasıl rahatlayacağız. siz, temsil ettiğiniz -sahip olduğunuz demiyorum, çünkü iktidar, özü gereği yalnızca temsil edilebilir- güç nedeniyle irini boşaltabilirsiniz. boşaltmadığınız taktirde yüksek ateşten rasyonalitemizi yitireceğiz hep birlikte.

aşkla, sevgiyle, dostlukla dokunalım hayata...

v. metin bayrak
09 haziran 2013'istanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder