olgunluk versus olmamışlık
olgun olmak, olgunlaşmak, ermek, bilmek,
bilgelik, arzularını kontrol etmek, kamil insan olmak, hamlık, toyluk,
acemilik, torlaklık, çocukluk...
ol-mak fiilinin kökünden türemiş bir kavram
olarak olgun ve olgunluk kavramlarına türkçe'nin yüklediği anlamlara bakıldığında
gençlik ve ilgili kavramların göreli kavramı olduğu anlaşılmakta; olgu statikleştirilip yetişkin ve yetişkin olmama, kör kategoriler olarak düşünülmekte.
olgun olmak, heyecandan uzaklaşmak anlamına
heyecan-lı olmamak anlamında düşünülmekte.
dil, düşüncenin aynası ve dünyayı -
kendimizi kavrama aracıysa; insan, kendini bu dilde yer alan kavram ile tanımlarsa;
tanımlanırken "olgun insan" denen insan, artık varsa bile heyecanından
kendini yalıtır, onu atar, çünkü artık o olgundur. bu olgu, dil faşizmi ya da
dilin kuşatması olarak kavramsallaştırılabilir.
gençliği dışlayan bir olgunluk, heyecanı,
coşkuyu ve gençliğe dair ne varsa her birini de dışlamış olur; gençliği dışlayan
bir olgunluğun gençlere kendi kültürel birikimini nasıl aktarabileceğini düşünebiliriz
ki? kültür, hiç kuşkusuz, kuşakların ürettiği ve yine kuşakların birbirlerine
aktardığı bir olgudur; kuşakları, birbirinden ayıransa olmuşluk ve olmamışlık;
'olmuşlar', 'olmamışlara' aktarırlar; oysa dijital çağda öğreten - öğrenen ilişkisi
bilişim teknolojileri ve onun üzerine inşa edilen yeni bilinçler bağlamında
tersine dönüşmekte. peki ‘iletişim’ nasıl kurulmaktaydı ve şimdi tersine dönen
ilişkide aldığı biçim nedir?
olmuş olan kendini olgun görür ve o, olmuş
olarak gençliği(ni) dışlar. olgunluğun içine kendini hapsedense biraz daha
kültürün içine sıkıştırıp antropolojik köklerinden yalıtıp salt kültür ürününe
dönüş(tür)ür ve hayatla olan bağın(ın) kopmasına neden olur.
dil, düşünceyi; düşünce, algıyı; algı,
davranışlarımızı; davranışlarımız, kim olduğumuzu tesis eder. o halde geriye,
toplumsallığın, ahlaksallığın temeline yani dile indiğimizde onun ne
denli baskıcı bir olgu olduğunu görürüz; baskıcıdır ama sınırları mutlak değildir;
sürekli gelişerek hayatta kalması, insanı daha fazla kuşatabilmesinin nedeni,
bu esneklikte saklı olsa gerek.
dil, olmuşların, olgunların taşıdığı, sınırları
onlarca çizilen bir olgu. dil, insanın özneleş(tiril)me sürecinde ideolojik bir
aygıt olarak kullanılmakta; insanı doğasından arındıran ana olgu olarak da
okunabilir. çocukluğun naiflikle, masumlukla, akıldan yoksunlukla... ilişkilendirilmesi
de bundan. yetişkinler, yetişkin olma durumunu fetişleştirir; özneliklerini
-statü, ırk, din, dil, toplumsal cinsiyet vb. gibi-, çeşitli ‘değer’lere tahvil
ederek bir anlamda yaşamı totaliterleştirerek insanı doğadan uzaklaştırırlar;
oysa duruluk, eşitlik, dolaysızlık, sınırlandırılmamışlık, kutsalsızlıktır bir
bakıma olmamışlık olarak görülen özne(cik)lik hali.
iktidarı temsil eden olmuşluk, ‘olgun’larda cisimleşmekteyse şu tez kaçınılmazcasına ileri sürülmeyi bekler: olmuşların
faşizme duyduğu ihtiyaç, gençlerle olan iletişim(in)e içkindir.
günümüz gençleri -ya da olmamışları-, otoritenin hiç bir türünü tanımayarak otoritenin cisimleşmiş hali olan yetişkinlere ve yetişkinlerin temsil ettiği kurumların etkisizleşmesine neden olmakta. yetişkinlerle gençler arasındaki diyalektik, çağımızın yeni çelişkisi olarak da okunabilir. aralarındaki ilişki "çatışma" olarak da okunabilir ve çatışma yeni başladı... çağımız, bu çatışmanın çağıdır da!
V. Metin Bayrak
Levent, İstanbul, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder