bugünün anlam ve önemine dair geleninde medyada özelinde sosyal medyada yazılan, çizilen, paylaşılanları iktidar, statüko, devrim, simge, maneviyat, savaş, kan, ölüm, barış, vicdani ret kavramları açısından ertesi günün -dünya barış günü olmasını göz önünde bulundurarak- perspektifiyle kritik etmeye çalışacağım.
bugün zafer kutlamaları yapıp savaşa, savaştaki kahramanlıklara övgüde bulunup öbür gün barış mesajları vermek, en makul tabirle benim için tuhaf, bu tuhaflığın üzerine düşünmek istedim ve bu yazıyı klavyeye almak ihtiyacı duydum. çünkü biliyorum ki bugün zafer bayramını kutlayıp örtük biçimde savaşı, kanı, ölümü kutsayanlar, yarın barış mesajı verecekler.
ucu nereye dokunursa dokunsun her 'zafer'in "pirus zaferi" olduğu konusunda anlaşalım; çünkü zafer, savaşa içkindir. zaferi yad etmek, de facto savaşı yad etmektir.
iktidar tarafından üretilip parlatılan takvim günleri ideolojik bir enstrümana dönüştürülerek statüko oluşumuna tuğla taşınır; diğer yandan kale ne denli yükseltilirse o denli dışarıdan gelebilecek tehditlere ve içeride yaşatılanlara eş zamanlı göz dağı verilmiş olur. statüko, pekiş(tiril)ir, düzenin fıtratına dönüşüverir. her iktidar, öncelikle simgelere dokunur; mazininkileri yıkar, yenilerini inşa eder. iktidar, kendi maneviyatını simgeler üzerinden görünür kılar. belli bir düzeni ya da mevcut statükoyu yıkmak demek bir anlamda yerleşik simgeleri parçalamak demektir. iktidarların devrimciliklerini sınayan ölçü biraz da simgeleri yıkma biçimi ve hızı olduğu kadar yenilerini nasıl ve ne kadar zamanda inşa ettiğiyle de ilişkilidir.
düşünce, özü gereği, sınırı olmayan bir insan başarısıdır. iktidar, arkasına belli bir düşünceyi alır, mevcudu onunda dönüştürür, alternatif üretir, muhalefette olan düşünce iktidara dönüşürken statükolaşır ve eş zamanlı yozlaşır. tarih, bu tezi doğrulayacak 'devrim'lerle doludur.
30 ağustos'u sahiplenip neredeyse dünya görüşüne siper edenlerin, hemen bir gün sonra dünya barış gününde sosyal medyadaki hesaplarının rengini "barış" yapmaları, şizofreni değilse nedir? peki buradaki saik nedir? barış istiyorsak ve bunun kalıcı olmasıysa dileğimiz, iktidar -kimin iktidarı olursa olsun- tarafından üretilen retorikleri, simgeleri ifşa edip kamusal hayattan ve hafızadan temizlemek yönünde eylemlilikler geliştirmeli insan.
dilerim bir gün 30 ağustos'ta yunanistan ve türkiye insanları afyon'da; tarihte savaşan 'halklar' ya da taraflar da, savaş meydanlarında bir araya gelirler ve birlikte şölen yaparlar, sarılıp dans ederler, yanlarında getirdikleri içkileri birbirlerine ikram ederler ve oracıkta sarhoş olurlar. yine dilerim ki, birinin kaybına sevinmenin, daha fazla ve 'başarılı' şekilde öldürdüğümüz için gururlanmanın ruhumuzu zehirlediğini fark eder; statükoya dönüşen iktidar retoriklerinin kirlettiği dilimizden, maneviyatımızdan azadeleşiriz.
zafer, kanın, ölümün taçlandırılmasıdır bir bakıma. barış taleplerinin naif bulunması, savaşa içkin olan zaferin ve statükonun onaylanmasıdır. statükoyu bir daha palazlanmayacak şekilde hayatın dışına itmek, onun, üzerinde varlık kazandığı simgeleri(ni) anmamaktır. o nedenle ben de "zafer bayramı"nı anmayı, vicdanen reddediyorum. bununla zaferi, kanı, savaşı, ölümü... kutlamayı da vicdanen reddediyorum...
dileğime, hayalime ortak olmayadır çağrım yani barışa, hayata, gülmeye, aşka...
V. Metin Bayrak
30 Ağustos 2014, Kağıthane, İstanbul