Sınıfta Günceli Konuşmak Üzerine*
Gazetelere 14 Mayıs
2011’de düşen bir haberi hatırladım nedense “Sınıfta
Günceli Konuşmak” konulu yazıya başladığımda. Aşağıda
kısaca ayrıntılarını paylaştığım haberin, konumuzu
irdelemekte yol gösterici olacağı kanaatindeyim. Haber kısaca
şöyle: DENİZLİ - Üçler Motorlu Taşıtlar Kooperatifi üyeleri,
yargının lehlerine karar vermesine rağmen valilik ve belediyenin
kendilerine güzergah izni vermemesini protesto etmek için bir
minibüs daha yaktı. Böylece yakılan araç sayısı 3’e
yükseldi. Aynı gerekçeyle, 29 Nisan ve 8 Mayıs’ta minibüsü
yakan kooperatif üyelerinden Ali Ünlü de bugün Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın Denizli’de halka sesleneceği 29 Ekim
Bulvarı’ndaki miting alanına 300 metre uzaktaki boş bir arsada
20 V 9837 plakalı minibüsünü ateşe verdi. İçine benzin dökülüp
yakılan minibüs kısa sürede alevler içinde kaldı. Minibüs
yanmaya başladıktan 5 dakika sonra olay yerine gelen itfaiye
kullanılamaz hale gelen minibüsten yükselen alevleri söndürdü.
Yanan minibüsün önünde basın açıklaması yapan Üçler Motorlu
Taşıtlar Kooperatifi’nin avukatı Erol Karayazıcı, "Bu
bir siyasi eylem değil, hak arama eylemidir (Vurgu, V.M.B).
Kooperatif üyelerinin tek amacı, mahkemelerce tespit edilip
onanmış, kazanılmış haklarının kendilerine teslim edilmesidir"
dedi. Ali Ünlü ile basın açıklamasını okuyan avukat Erol
Karayazıcı polis tarafından ifadelerini almak üzere Emniyet
Müdürlüğü’ne götürüldü.1
Şimdi, haberde dile
gelen kavrayışı, daha sonra anmak koşuluyla bir yana bırakalım
ve konu başlığına felsefece yaklaşalım: Konu başlığı, okul,
sınıf, öğretmen, öğrenci, müfredat, devlet, ideoloji,
hiyerarşi, gün, güncel, gündem, genç(ler), çocuk(lar),
öğretmek, konuşmak, konuşmak fiilinin işteşliğinin ürettiği
diyalektik vb. pek çok kavram içeriyor.
Kavramlara dair sorularla
konuyu sorunlaştırmaya çalışalım: Hangi sınıfta? Kiminle?
Neyi? Kim? Nerede? Nasıl? Hangi bağlamda? Nerede durarak? Kimin
gündemini? Ülkenin hangi coğrafyasında? Hangi okulda? İlk
bakışta pek çok soru dökülüverdi bilincimden. Sınırlarımız
1980 ile öyle bir çizildi ki bütün enerji, neredeyse futbola
akıtılmaya başlandı. Futbol, izin verilen bir konu(ydu); bunun
dışında hele politik herhangi bir konu ya da sorunsa hemen
marjinalize edilird/siniz. Salazar’ın 3F formulü (Fado, Fiesta,
Futbol), Türkiye’de arabesk-fantezi-pop müzik, futbol ve din
şeklinde tezahür eder. Devlet, topluma bizzat kimlik biçer; bu
kimlik: Türk - Sünni İslam sentezidir. Siyasetin alanı iktidarca
tanımlanıp sınırlandırılır. Gündem, iktidarca çizilen
sınırların içindeki konulardır. Siyaset, hayatın dışına
itilir. Devlet, "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle,
komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz
yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki
vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek.
İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." dediği
iddia edilen2
tek parti döneminin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’da dile gelen
‘hakikat’ ile hareket eder. Siyasi partiler, sendikalar,
dernekler, kulüpler ya da kısa bir anlatımla toplumsal, siyasal
alan oluşturabilecek her türlü “alan” kapatılır. Toplumsal -
siyasal alanın “gaz sıkışması” üretilen müzik, futbol ve
cemaatleşme, klikleşme ile alınmaya çalışılır. Kamplaşma
alanları bellidir. Kamp(ınız), duruşunuzu, terminolojinizi,
bilincinizi, davranışlarınızı köklü biçimde belirler. Fakat
bunun geriden gelen ama mutlaka gelen kaçınılamaz bir maliyeti
vardır: özgürlük. Özgür olunmayan bir alanda kendini ifade
edemez özne. Özgür olunmayan bir yerde sorumluluk da yoktur,
yapılanlarda vicdan da gözetilmez. Hayatın tanımlılıklar içine
sıkıştırıldığı, politikadan yalıtlandığı, kişilerin
kendini ifade araçlarından yoksunlaştırıldığı bir ‘habitat’
içinde nefes alan öznelerin yaşadığı durum engellenmedir.
İnsan, kişilik kazanıp bireyleşemez tanımlanan alanlarda. Bunun
kaçınılmaz sonucu, saldırganlıktır. Toplumun patlamaya hazır
bir bomba olduğunun farklı kesimlerce senelerdir dillendirilmesinin
bir nedeni de bu olsa gerek.
Ana caddeye dönerek
konuyu somutlaştıralım: Sınıfta günceli konuşacaksınız ama
hangi bağlamda ve kim, nereden bakarak? İnsan, hiç şüphe yok ki
dillendirmese de bir dünya görüşüne sahiptir; bir anlamda
ideolojik öznedir de. O nedenle “Benim politik görüşüm yok.”
diyen birinin sözüne itibar edilmez. Toplum içinde yaşayan her
öznenin hayata belli noktalardan baktığı, bakmakla kalmayıp
yaşadığı vakıadır.
Girişte anılan haberde
eylem yapan minübüsçü esnafta dile gelen “bakış”, meselenin
nasıl kavrandığını gösteren bir veri. Siyasetin pür halini
icra eden politik özne, iki şeyin ayırdında değil; birincisi,
kendisinin politik bir özne olduğunun; ikincisiyse yaptığının.
Bu farkındalıksızlığın egemen olduğu bir habitatta politik
alana dair nasıl bir tutum geliştirilebilir? Politik saha,
daraltılıp futbola ve cemaat - tarikat eksenine sıkıştırılmış
durumdadır. Politika, hayattır aynı zamanda. Toplum, toplumsal
özneler arasındaki diyalektik ile nefes alır. Diyalektiği
besleyen toplumlar, haklar ve özgürlükler alanını
genişletebilirler.
Sınıfta güncel
meseleleri her zaman kendi disipliniyle ilişkilendirerek
dillendirmeye gayret eden bir öğretmen olarak bir gözlemimi,
ardından da yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum. 2013
yılının 30 Mayıs’ı yani Gezi kalkışmasının başladığı
tarih, öğrenci kitlesini politik alana dahil etti. Gezi, pek çok
anlamda kırılmadır. Konumuz bağlamında bakılırsa sınıfın
politik alana evrilmesinde, öğrencilerin de politik özneliklerinin
farkına varmalarında kilometre taşıdır. “Gezi” ile başlayıp
“dershaneler”le devam eden ama artık gündelik dile espri olarak
yerleşen meşhur “ayakkabı kutu”suyal tavana vuran güncel, eni
konu konuşulur oldu sınıflarda da. Daha önceleri hemen sıkılan
öğrenciler, konuyu anlamak istercesine merakla dinliyorlar, sorular
soruyorlar.
Ders verdiğim alanın
‘marjinal’ görülmesi nedeniyle genellikle sabıkalı bulunuruz
daha tanınmadan. Güncele dair bir şey söylemeden önce anekdot
tadında bir fıkra: Papa New York’a gider, JFK Havalimanı’nda
gazeteciler karşılar, içlerinden biri papaya “New York’taki
genelevler hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorar; ömür
boyu cinsel perhiz yemini etmiş olan Katolik Hristiyanların ruhani
lideri, “Bu sonu bana sorulur mu, benimle ne ilgisi var?”
anlamında “New York’ta genelev mi var?” diye sorar; ertesi gün
gazetede, sürmanşetten şu ‘haber’ verilir: “Papa, New York’a
iner inmez New York’ta genelev olup olmadığını sordu!” Bu
anekdotu, öğrencilere, söylenenleri bağlamı içinde anlamaları
için anlatırım. Çünkü hem alanıyla hem de güncel meselelerle
ilgili çok sıkıntı yaşamış ama bir türlü ıslah olmamış
biri olarak yaşayacağım olası sorunları daha baştan
olabildiğince öngörerek mani olmaya gayret ederim.
İletişimin ya da belli
türden bir konuyu konuşmanın temel koşulu dilsel becerilerdir.
PISA sonuçları ele alındığında temel eğitimi bitiren
öğrencilerin Türkçe okuryazarlığı konusunda “sınıfta
kaldıkları” hepimizce malum. Dilsel becerilerinin yeterince
gelişmemiş olması, söylenenleri ilişkilendirme becerilerinden
yoksun olduğunu gösterir. Bu koşulda bırakın günceli gündelik
konuların istişaresi dahi neredeyse olanaksız hale gelir. Hızlı
okuma kursuna gittikten sonra Savaş ve Barış’ı okuyan birine
“Kitap ne anlatıyor?” diye sorduklarında verdiği cevap gibi:
“Olay Rusya’da geçiyor.” Karamsar değilim ama söylenenler
ya da konuşulanların nereye gideceğinin önceden kestirilemediği
bir iletişim ortamında konuşmak fiili gerçekleşemez. Yapılan,
neredeyse yirmi yılını dolduran tartışma programlarında olduğu
gibi çömkürerek böğürmekten öte değil. Hoş, olamaz da! Bu
durumda ne yapacağız, ya da ne yapıyoruz?
Güncel meselelerden
sınıfın gündemine düşen bir konu olması lazım. Öğretmen,
öğrenci, sınıfın dengesi, farklı dünya görüşüne sahip
öğrencilerin çatışması vb. pek çok sorun yaşanmasına neden
olabilir; neticede kolay bir şey değil. İşin bir de idare boyutu
var. Öğretmen örgütlenmesi üçü tanımlı ve biri değil dört
kategoriye ayrılmış durumda. Eğitim-Sen, Türk Eğitim-Sen ve
Eğitim Bir-Sen, üç ayrı dünya görüşünü temsil ederken bir
de örgütsüz öğretmenler var. Sınıfta herhangi bir konunun
konuşulması, diğer öğretmenlerce konuşanın sendikasına göre
onaylanır ya da onaylanmaz. Yani söylenene değil söyleyene
bakılır. Türkiye habitatındaki bu durum, Eski Yunanların
“Mahkemeler karanlıkta yapılırdı ki söyleyene değil söylenene
bakılsın diye!” sözünü hatırlattı. Bu kültür, konuşana
güven verir. Kamplaşmanın derinleştirildiği siyasal-toplumsal
habitatta konuşmak, öyle kolay bir mesele değil. O halde
konuşmayacak mıyız? Tabii ki konuşacağız, konuşmanın
sorumluluğumuz olduğunun bilinciyle üstelik.
Bu sıkıntılı ve de
sorunlu konuyu, sınıfta konuştuğumuz bir konuyla somutlaştırıp
konuya dair raslamsal düşüncelerle yazıyı bitirelim. Yakın
zamanda 30 Kasım 2013’te gazetelere yansıyan bir haberde “AKP
Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Prof.Dr. Yasin Aktay’ın
Bayburt’ta katıldığı panelde, “Türk dediğin bir sentezdir
zaten. Türk diye bir ırk yok." sözleri tepkilere neden oldu,
bazı öğrenciler salonu terk etti.”3
ifadeleri, belli ki televizyonlara ve sosyal medyaya da konu olmuş
ve bazı öğrencilerim felsefe dersinde bana sordular. Ben de “Türk,
Arap, Yunan, Ermeni, Kürt vb. sosyo-kültürel, hukuksal, siyasal
kategorilerdir, olgusal kategoriler değildir. Çünkü antropolojik
anlamda yapılan araştırmalar, Akdeniz coğrafyasında belli bir
ırktan değil Akdeniz ırkından söz edilebileceğini söyler;
kaldı ki daha düne kadar İzlandalıların saf ırk olduğu iddia
edilirdi ama İzlandalıların DNA’ları üzerinde yapılan
araştırmalar, onların da en az Akdenizliler kadar karmaşık
olduklarını gösteriyor. Yani Türk, olgusal bir kategori olarak
yoktur ama hukuksal, siyasal, kültürel anlamda vardır.” mealinde
bir açıklama yaptım. Neredeyse infial yaratmış sözlerim.
Kurumun müdürü, öğrencilerin ve bazı velilerin “Çocuklarımızı
Türklüğe hakaret için mi kursa gönderiyoruz?” dediklerini
benimle paylaştı ve konuyu sordu.
Şimdi buradaki sorun,
konuşulan kitlenin kavrayışıyla, üslupla çok yakından ilgili.
Kitle, akademik anlamda yapılan sınıflandırmayı kavramaktan
uzaksa, lince varan bir tepkiyle de karşılaşabilir insan. İkinci
kez yeniden soralım sorumuzu: O halde konuşmayacak mıyız? El
cevap: Tabii ki konuşacağız, konuşmanın etik sorumluluğumuz
olduğunun bilinciyle. Etik sorumluluğun “parrhesia”4
temelli konuşmak olduğunun bilinciyle ama.
Sınıfta günceli
konuşmaya dair raslamsal düşünce kırıntıları
- Gençlerin sert bakışları, güncele dair konuların konuşulmasında mevcut kamplaşmayı derinleştirir.
- Modernizmle birlikte sosyal hayattan uzaklaştırılan okul ve sınıf, güncelin çırılçıplak konuşulması ve steril halin kırılmasıyla hayata yakınlaşabilir.
- Parrhesia5, etik bir sorumluluktur. O nedenle öğretmen gibi öğrenciler de güncele dair düşüncelerini belli bir disiplinle ifade etmeye cesaretlendirilmelidir.
- Günceli konuşmak, bireyi, içinde yaşadığı toplumun içinde kişileştirir. Öğrenci, konuşarak kişileşir.
- Sınıfın çok farklı bir gündemi olabilir oysa bu durum, öğretmence küçümsenme konusu değil zenginlik olarak görülebilir.
- Gündemdeki konuların kuramsal bir çerçeveye oturtulması, öğrencilerin parça parça bilgi yığınları arasında çeşitli bağlantılar kurmalarını sağlar.
- Konuşmak, öğrenci grubunun birbirlerini tanıma ve anlamalarına olanak sağlar.
- Konuşmak, konuşanlara, belli bir dünya görüşü kazandırır ya da dünya görüşlerinin farkına varmalarını.
- Konuya dair konuşan özne, kullandığı terminolojiyle kendine dünyada bir “habitat “edinir.
- Konuşmak, insanı özneleştirip “yurt” sahibi kılar.
- Özne, konuşarak iletişim habitatıyla yüzleşir. Yüzleşmek, insanda, kendini ve çevresini tanımlamak ihtiyacı yaratır.
- İletişim habitatı, ancak, öznelerin konuşmasıyla olanaklı zemin kazanabilir.
- Yüksek kültür ve hoşgörüye olanaklı birlikte yaşamın koşulu konuşmaktır.
V. Metin Bayrak
31 Ocak 2014, Budapeşte
* Öncü Eğitimciler Derneği tarafından çıkarılan Öğretmenler Odası Dergisi'nin "Sınıfta Günceli Konuşmak" dosya konusunu ele alan 10. sayısında "Sınıfta Günceli Konuşmanın Dayanılmaz Ağırlığı" başlığıyla yayımlanmıştır. Derginin, ilgili sayısına http://ogretmenlerodasi.org.tr/ogretmenlerodasi10/ adresinden ulaşılabilir.
1
Erişim: 24 Ocak 2014:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/erdoganin_mitingi_oncesi_alev_alev_protesto-1049256
2
Erişim 25 Ocak 2014:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nevzat_Tando%C4%9Fan
3
Erişim 24 Ocak 2014:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/14539/AKP_li_Aktay__Turk_diye_bir_irk_yok.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder