Veganlık, Şiddet(sizlik) ve Vicdani Ret*
"Şiddet, öfkeyle zehirlenmiş ruhun afyonudur."
Konuşmamı, 100. yılında olduğumuz I. Dünya Savaşı ya da Büyük Paylaşım’da savaşmayı reddeden İngiliz, Alman, Osmanlı… gençlerinin aşkla yeterince beslenmeyen hatıralarına ama daha çok Roma’ya direnmiş ve savaşmayı reddetmiş Maximilian’a, I. Dünya Savaşı’nda savaşmayı reddederek idam edilen, akıl hastanelerine kapatılan ama 1916’dan itibaren “vicdani ret”in dini nedenlerle askere gitmek istemeyenler için bir hak olarak tanınmasını başta İngiltere, Anglo-Amerikan ve Kuzey Avrupa ülkelerinde sağlayan gençlere, Türkiye’nin gırtlağına kadar militarizme gömüldüğü ve iç savaş yaşadığı günlerde Sokak Dergisi’nin kampanyasıyla vicdani retlerini açıklayan Tayfun Gönül ve Vedat Zencir’e, bürokrasi içinde hakları gasp edilen, sivil ölüme terk edilen devlet denilen “işkenceci” aygıt tarafından hayatları çalınan tüm vicdani retcilere ithaf ediyorum. Onları saygıyla anıyorum.
Bugün burada “şiddet”in kaçınılmaz olmadığını, şiddetsiz de yaşanabileceğini, şiddetin diline hapsolmayan bir hayatın mümkün olduğunu göstermeye çalışacağım. Tezlerimi de çeşitli bilgilerle temellendirmeye gayret edeceğim.
Akış planı giriş, beş ayrı bölüm ve bir sonuç niyetine sonuçtan oluşmakta
Giriş / Şiddet üzerine raslamsal düşünme denemesi
Atölye
Şiddet ve ilgili kavramların etimolojik anlamları
Şiddet, ‘ailesi’ ve çeşitli sorular
Şiddete yönelik antropolojik, psikanalitik ve politik psikolojik açıklama denemesi
Şiddet üzerine raslamsal düşünce kırıntıları ve hipotetik tezler
Sonuç niyetine: Yeni bir vicdani ret tanımı denemesi ve yeni ithaf
Giriş
Şiddet üzerine raslamsal düşünme denemesi
Mimar Luis Kahn, yapıları için “Ben, biçim üretirim, simge kullanmam; hayat, onu simgeleştirir ya da simgeleştirmez.” der. Her bir yaklaşım bir modele dönüşme iddiasıyla yola çıkar ama hayat, bazılarını simgeleştirir ve simgeleşenler üzerine de hayat inşa edilir.
Neden raslamsal, çünkü hayatı donduramazsınız, o devingendir. Şimdi söylediğim her şey, canlı, tıpkı virüsler gibi, zihninizdeki sinapsları uyaracak, yeni bağlantılar kurulmasına neden olacak. Her birimizde farklı, sonsuz çeşitlilikte bağlantılar kurulacak. Simgeler, sınırlar çizmektir beyhude olduğunu bile bile tıpkı fani insanın ölümsüzlüğü arzulaması gibi.
Neden deneme, çünkü akademik anlamda Kantvari düşünmedim ama Aristotelesçe bir derleme yaptım. Derlerken Zeus’un kızı Demeter ile Hermes’in oğlu Pan benimleydi.
Bugün, bir anlamda doğasallığı felsefe ve din tarafından iğdiş edilen, üzerine akıl toprağı olarak atılan şiddetin diliyle zehirlenen insanın başka bir dilinin olduğunu ifşa etmeyi deneyeceğim.
I. Bölüm
Atölye
Şimdi her birimiz şiddet ile ilgili beş kavram, imge, nesne vb. düşünelim. 1’ içinde neler geldi aklınıza hemen size dağıtılan kağıtlara yazın lütfen.
Toplam kaç kavram dile gelmiş, bunların içinde arzu edilen, “iyi” ya da "arzu edilir" olanların oranı nedir?
Şimdi şiddet ile ilgili sorular düşünelim. Hepimiz, en az bir soru sormaya çalışalım.
Sorulardaki ortak noktalar var mı? Varsa nedir?
II. Bölüm
Şiddet ve ilgili kavramların etimolojik anlamları
"Her tanım tehlikelidir." (Omnis defmitio periculosa) Latin Atasözü
TDK SÖZLÜK - Şiddet
1 . Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik.
2 . Hız.
3 . Bir hareketten doğan güç:
"Rüzgârın şiddeti."- .
4 . Karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma.
5 . mecaz Kaba güç.
6 . mecaz Duygu veya davranışta aşırılık.
NİŞANYAN – Şiddet ~ Ar şiddat شدّة [#şdd msd.] sertlik, katılık, yoğunluk < Arşadda شدّ sert ve katı idi, sertleşti, gerdi, kastı
● İng violence karşılığı kullanımı 1980 sonrasına aittir.
EŞKÖKENLİLER:
Ar #şdd: şedde, şedit, şiddet
Canlı varlıklara karşı meşru olmayan güç kullanımı (İng. violence karşılığı)
NİŞANYAN - Dehşet
~ Ar dahşat دهشة [#dhş mr.] şaşkınlık, hayret, ani ve şiddetli korku< Ar dahişa دهش şaşkınlık ve hayrete kapıldı, korktu
EŞKÖKENLİLER:
Ar #dhş: dehşet, dehşetengiz, müthiş, tedhiş
NİŞANYAN - Korkmak
ETü korı- korumak, saklamak +Ik- → koru-
● Karş. Moğ korguda- (sığınmak, saklanmak) < korı-(kuşatmak, kapamak, hapsetmek).
NİŞANYAN - Terör
~ Fr terreur 1. büyük korku, dehşet, 2. korku ve yıldırmaya dayalı hükümet şekli ~ Lat terror titreme, korku (< Lat terrere titremek, korkmak ) << HAvr*ters-os < HAvr *tres- a.a.
● Siyasi anlamda ilk kez 1789 Fransız devriminde Montagnard'ların kurduğu korku rejimi için kullanılmıştır. ● Aynı kökten Fa tarsīdan, Kürttirsīn (korkmak).
EŞKÖKENLİLER: Lat terrere: terör / Kürt tirsin: tırs- / Fa tarsīdan: metris
ÖZÖN - Terör
1961’de “büyük korku, yılgınlık” olarak tanımlarken 1970’lerde “yıldırmayı amaçlayan şiddet eylemi” diye tanımlar.
NİŞANYAN - Zulüm
~ Ar ẓulm ظلم [#ẓlm msd.] a.a. < Ar ẓalama ظلم zorbalık etti, hak ve adalete aykırı davrandı = Ar ẓulmat ظلمة kararma, karanlık (= Akad ṣulmu siyah= Akad ṣalāmu karanlık olma )
EŞKÖKENLİLER:
Ar #ẓlm: mazlum, mezalim, zalim, zulmet, zulüm
NİŞANYAN - Zorba
~? Fa zōrbāz زورباز kuvvet gösterisi yapan, ağırlık kaldıran sporcu → zor, +baz
● /z/ sesinin kaybı açıklanmaya muhtaçtır. Ar δurbat (asi, eşkiya, demagog, Tü zürbe) ile bağlantısı açık değildir.
____________
Men xvii zorbā isyancı, eşkiya, kanun tanımayan kimse
III. Bölüm
Şiddet, ‘ailesi’ ve çeşitli sorular
Kavramlar
Fiziksel şiddet, duygusal şiddet, sosyal şiddet, entelektüel şiddet, dilsel şiddet, hareketsel şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, dinsel şiddet, aile şiddeti, şiddet kültürü, sosyolojik, doz, had, haddini bilmek, sınır, hak, haklı, hakkı olmak, meşru, vurma, dövme, yaralama, tekmeleme, dayak, dayak cennetten çıkma, terbiye, eğitim, güç, itaat, sözün dinlenmesi, toplumsal cinsiyet, erkeklik, alkolizm, uyuşturucu maddeler, ataerkil toplum, gerekçe, mazeret, hiyerarşi, toplumsal statü, toplumsal rol, eşitsizlik, ayrıcalık, üstünlük, değer, değersizleştirme, istismar, baskı, aşağılama, kovma, tehdit, kaçırma, zarar verme, küçük düş(ür)me, hakaret, kontrol, el koyma, mahrum etme, sindirme, kurban, kıskançlık, şüphecilik, sorgulama, kendini koruma, hayvanilik, iktidar, güç, uygulama, öfke, pişmanlık, hırs, tavır, terör, namus, töre, ceza...
Sokratik Sorular
Şiddet, insanın hayvansal yönü müdür?
Akıldan yoksun, hesaplamadan yapılan gayri iradi bir şiddetten söz edilebilir mi?
Kendini koruma içgüdüsü ile şiddet aynı kategoride değerlendirebilir mi?
Şiddet eylemine konu olan gerekçe şiddeti meşrulaştırabilir mi?
Şiddet, iktidara neden içkindir?
Hiyerarşik yapılanmanın olmadığı bir yerde şiddet varlık kazanabilir mi?
Kavga, şiddet olarak değerlendirebilir mi?
Şiddet ve itaat arasındaki ilişki hakkında neler söylenebilir?
Şiddet gören neden küçük düştüğünü düşünür?
Şiddet, tamamen sosyolojik bir olgu mudur?
Akıl ve alet yapımı ile şiddet ve dozu artmış mıdır?
Şiddetin yetersizlik ile arasında bir ilişki var mıdır?
Öfke, şiddet uygulayanı affettirebilir mi?
Öfkesiz şiddet olanaklı mıdır?
Öfkesiz, salt rasyonel şiddet olanaklı mıdır?
İşkencecilerin uyguladığı şiddet nasıl değerlendirilebilir?
Şiddet, insanın hedeflerine ulaşmada yalnızca bir araç olarak değerlendirebilir mi?
Şiddet, salt haz kaynağı olabilir mi?
İktidar, neden şiddetle varlık kazanır ve yaşamak için şiddete ihtiyaç duyar?
Gücün ve/veya güçsüzlüğün ifadesi olarak şiddet nedir?
IV. Bölüm
Şiddete yönelik antropolojik, psikanalitik ve politik psikolojik açıklama denemesi
Bir model ya da paradigma olarak savaş
Gündüz Vassaf’a göre kütüphanelerde savaş üzerine binlerce kitap var ama barış dönemini yazan yok oysa yazılmadı, bilinmiyor. Oysa türümüzün tarihinde barış dönemleri daha çok. Psikolojide savaş psikolojisi var. Daha iyi katıl nasıl yetiştiririz ile uğraşıyoruz. Oysa akademik enerjimizi barışa, şiddet dışındaki bir dilin oluşmasına harcamıyoruz. Barışla ilgili çalışmıyoruz...
Bize siyasiler, din adamları savaşın kaçınılmaz olduğunu söylediler. Oysa yalan!
Savaşın kaçınılmaz olduğunu göstermek için iki argüman ileri sürülür:
a. İnsan doğası
Neden olmaksızın savaşan tek tür insan, insanın kalıtımında saldırganlık var dendi. Oysa Afrika’da antropoloji çalışmaları yapıldı, şempanzeler de savaşıyor, tecavüz ediyor sırf güçlü olmak için fakat bundan on yıl önce, bize şempanzeler kadar yakın Bonomo maymunlarında hiç savaş yok. Herhangi bir gerginlik anında savaşmayıp sevişiyor bütün tür... Savaş kaçınılmaz tezi yanlış... İkisine de muktediriz...
b. Kültür
Kimi Güney Amerika yetkililerinden hiç savaş yok… Sorunlarını, çatışmasız biçimde çözme gelenekleri var ve daha da önemlisi bu gelenekleri işletecek iradeleri var.
Türümüz için 1914’e kadar asker, kahramam olmak önemliydi. Tarihçi Eric Hobsbawm, insanlığın en kanlı ve savaşlı dönemi olarak 20. yüzyılı gösterir. Oysa 20. yüzyıl, savaş, kadın, barış, BM vb. pek çok açıdan mazinin paradigmalarının sarsıldığı, yeni bir dünyanın kapısının aralandığı bir dönemdir. Ve şüphesiz bu süreç Occupy Wall Street, Tahrir, Madrid, Sao Paulo, Gezi, Kiev… ile devam etmektedir.
Antropolojik açıdan şiddet
Şiddet, saldırganlık mıdır?
Şiddet karşılığı olarak “violance”, saldırganlık karşılığı da “aggresion”ın kullanılması, bizde tartışmalarda çok ayrım yapılmasa da psikinalitik anlamda önem arz ediyor. Saldırganlık şiddeti de kapsar; çünkü ‘şiddet – violance’, daha çok insan ilişkileri ortamında ortaya çıkan saldırganlık olarak tarifleniyor. Saldırganlıkta bir amaca yönelik fiziksel veya sözel eylem var. Hayvan davranışları için şiddet terimini kullanmıyoruz. Hayvan davranışları ile uğraşanlar (etolog), bir fiziksel saldırının yanında tavır, ses gibi sinyallerin de agresyonla ilişkili olabileceğini belirtiyor. Örneğin bir kuşun kendi yaşam alanına başka bir kuş ya da canlı girdiği zaman ötüşüyle ilgili değişiklikler oluyor. Bu bir saldırganlık sinyali. Köpeğin hırlaması v.s. ya da bir insanın yüz ifadesi. Hayvan davranışları ile ilgili yapılan çalışmalar gösteriyor ki, hayvanlar, daha çok yaşam alanlarını korumak, çiftleşmek, liderlik için saldırganlık gösteriyor.
Psikanalitik açıdan şiddet
Şiddet, içgüdü müdür?
Bazı psikanalitik okullar, şiddeti, doğuştan gelen bir içgüdü olarak tanımlıyorlar. Bir grup da bir engelle karşılaştığı zaman kişinin verdiği tepki, ya da doyumu engelleyen unsurlarla baş etme davranışı olarak tanımlıyor. Şiddet davranışının ruhsal enerjisini üreten içgüdüsel, biyolojik süreçler var mutlaka (ölüm içgüdüsü gibi. S. Freud 1920) ama, hayvan saldırganlığından insanın saldırganlığına şiddeti farklılaştıran, insanların engellenmeyle ilgili algılarının son derece farklı olması. İnsan, hayvana göre çok farklı nedenlerle engellenmiş hissedebiliyor kendisini. Yani okulda kendisine düşük not veren bir öğretmeni bıçaklayan öğrenci, hangi tür bir engellenme yaşıyor. Ya da sevdiği kişi “hayır” dediğinde onu öldüren kişideki engellenmişlik duygusunun kökeninde ne var? Bu süreçler hayvanlardan çok farklı...
Politik Psikoloji açısından şiddet
Şiddet, haz üretir mi?
Antropologlar genellikle kolektif özneler tarafından uygulanan şiddet, örgütlenmiş şiddet söz konusu olduğu zaman, bireysel şiddetten farklı olarak, kolektif özneler tarafından uygulanan şiddet söz konusu olduğu zaman insan tarihinin eski zamanlarından beri iki temel form üzerinde duruyorlar. Bu şiddetin en güçlü iki kaynağı olarak birisi iktidar, diğeri cemaat ya da grup dinamiği. İktidar en basit biçimlerinden, modern devlete kadar uzanan tarihsel süreç içerisinde iktidar, bir yandan aslında insanlara onları şiddetten korumayı vaad eden bir yapı. Yani otorite öncelikle insanlara canlarının güvende olmasını garanti etmek iddiasıyla kendini kurumlaştırıyor. Onları şiddetten koruma, onları bir düzen altında barış içinde yaşatmak vaadiyle kendini kurumlaştıran bir yapı iktidar. Ama bunu da şiddeti yoğunlaştırarak yapıyor. Şiddeti giderek tarih içinde tekelleştirerek yapıyor. Tek tek şiddetin failleri karşısında üzerinde daha güçlü bir şiddet yapısı bir denetim oluşturarak yapıyor. Kendisi dolayısıyla en büyük, en örgütlü şiddet kaynağına dönüşüyor. Bu, devlete kadar serpilen biçimleri ile iktidar, otorite. Şiddet, Tanıl Bora’ya göre, güç fantezilerine karşılık veren bir eylemdir. Şiddet uygulayan insanın kendiyle bir olduğunu bütün kısıtlardan kurtulduğunu ve kendisini çok güçlü, çok muktedir hissettiğini, bunun böyle bir haz ürettiğini ileri sürüyor. Bu konuda Serol Tebe’in, Nazilerin acı veren asker eğitimlerinin, bir süre sonra haz vermeye başladığını tespit eden çalışmalarına bakılabilir.
V. Bölüm
Şiddet üzerine raslamsal düşünce kırıntıları ve hipotetik tezler
Etik, egemen ahlakının kurbanıdır.
İbranice'den gelen Tora/Tevrat, Moğolca'dan Tör/Devlet Türkçe'ye 'Töre' olarak yerleşir. Namus, nomostan gelir. Kökü Yunanca nema'dır. Erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlayan hayvanlar anlamında. Kelimelerin kökeninde kural, kanun ve sahiplenmek var.
"Töre kelimesi, Türkçe'ye iki yerden geçmiştir. Bir tanesi, eski İbranice'den. Töre, tora, yani, 'Tevrat' anlamındadır. Tevrat'ın da kelime anlamı, yazılı olmayan kanun, kural. O kadar önemli bir kural ki, yazılmasına gerek kalmayan önemli kanun, kural anlamındadır.
İkincisi, tör'dür. Tör de eski Moğolca'dan Türkçeye gelmiştir. Tör, Moğolca'da 'devlet' demek. Şu anki kullanımı ya devlet olarak, ya da devletin kanunları olarak kullanılıyor.
'Namus' ise, nomos'tan gelmiştir. Biz Arapça veya Farsça'dan aldığımızı düşünüyoruz. Araplar ve Farslar da eski Yunanlılardan almıştır.
'Nomos' kelimesi, iktidar, kanun, kural anlamındadır. İsim anlamına gelen “nomoi” de aynı kelimeden gelir.
Şiddet, çaresizliğin tezahürüdür.
Şiddet, şiddeti uygulayanın zavallı olduğunun alalanmasıdır. Bu, en çok erkeğin kıskançlık ya da bir başka nedenden ötürü kadına uyguladığı şiddette görülebilir. Şiddet, güç ile uygulanan ama güçsüzlüğü ifade eden bir olgudur.
Şiddet, iktidara içkindir.
Şiddet, iktidara içkindir. İktidar hiyerarşiye. Şiddet, dile hapsolmuş öznelerin kavrayışındadır. Şiddet, dile hapsolmuş öznenin bir olgu durumunu rasyonel biçimde analiz etmesi sonucu iradi olarak –tam bir rasyonalite içinde- uyguladığı ve taraflarca ‘meşru’ görülen bir olgudur. İktidara ve onun uzantısı olan ideolojik araçlara rıza gösteren, boyun eğen özne, kendine uygulanan şiddeti örtük biçimde onaylamaktadır. Bu olguya en çok şiddetli şiddet gören kadınlarda ve ergenlerde rastlanır. Çünkü kadın, şiddet görse de bir erkeğin koruyucusu tarafından “sahipli” biçimde yaşamaktan feragat etmemekte. Bir tür “maliyet fayda” analizi ile gördüğü şiddete izin vermekte, hatta bunu onaylamaktadır.
İnsanlar (ve tabii ki toplumlar) arası şiddet, servet, iktidar ve prestij kaynaklarının edimiyle bağlantılı gözükmektedir. Bu motif, yaramazlık eden çocuğunu terbiye etmek için ona dayak atan anneden (otoritesini kabul ettirmek) doğanın bereketini güvence altına almak için her yıl yirmi bin bebeği kurban eden Azteklere (geçim kaynaklarının süregenliğini sağlamak); toplumu içerisinde, gövdesindeki yara-bere izleri kadar prestij kazanan Yanomamo erkeğinden (prestij edimi) isyancı köleleri sıra sıra çarmıha geren Roma İmparatorluğu’na (siyasal iktidarın muhafazası); pek çok devletin bir yönetim aracı olarak sistemli işkenceye başvurmasından, 11 Eylül saldırısının ardından, sonradan ortaya çıkacağı üzere bu ülkenin “terör”ü desteklediği ya da nükleer silah imal etmeye teşebbüs ettiğine dair hiçbir somut kanıta dayanmadan Irak’ı işgal eden Bush yönetimine (stratejik enerji kaynaklarını ele geçirmek) dek şiddetin alabileceği sonsuz biçimlenişlerin ortak paydasını oluşturmaktadır.
Şiddet, ötekileştirilen simgeler üzerinden meşrulaştırılır.
Öldürmeden önce Boşnak tutsakların sırtlarına haç işaretleri kazıyan, kız çocuklarına babalarının gözü önünde topluca tecavüz eden, babalarla oğulları livata ilişkisine zorlayan Sırp soykırımcıların ve Ruanda kırsalında Tutsi avına çıkan kazmalı, kürekli, baltalı, oraklı Hutu köylülerinin davranışlarının kana susamış içgüdülerin zincirden boşanmasından çok, etnik sınırları kurbanların bedenleri üzerinde çizmeye, “biz” ile “ötekiler” arasındaki ayrım hattını vurgulamaya yönelik, kültürel olarak koşullanmış edimler olduğunu göstermeye çalışmaktadır (Fujii). Üstelik bu vurgusunda da yalnız değil. Semiyoloji (göstergebilim) odaklı çağdaş antropoloji, onun bu saptamalarına arka çıkıyor. “Bir kendilik, karşısında yıkıcı şiddetin harekete geçirileceği bir ötekini tanımlamakla, -inkâr edeceğinin inkârı aracılığıyla- savunmak için savaştığının ne olduğunu kavrar,” diyor örneğin, Bowman (2001).
Şiddet, rasyonalizasyonun açtığı oportünist yoldan gider.
Hayatında daha önce tavuk kesmemiş insanları birer ölüm makinesine dönüştürebilen soykırım, katliam ve savaş gibi olayları anlayabiliriz. Antropolojinin yerel(ci) bakışı, bu tip kırımlara katılan sıradan insanların hiç de devlet yöneticilerinin (ya da cemaat önderlerinin) kendilerine sunduğu “ulvî” amaçlar doğrultusunda harekete geçmeyebileceğini göstermede yararlı olabilir. Örneğin yerelinde Kurtuluş Savaşı, “vatanı kurtarmak” amacıyla değil, toprağını, ailesini, evini yani geçim kaynağını ve prestijini savunmak üzere harekete geçen insanların bir etkinliğidir. Kürt köylüleri Ermenileri, “Osmanlı devletini arkadan vurdukları” için değil, topraklarını ve mülklerini ele geçirmek amacıyla katletmişlerdir. İyi bakıldığında, yakın tarihimizdeki Maraş, Çorum gibi katliamların gerisinde, Alevîlerin “Rafızi-sapkın” oldukları ya da “mum söndü” ayinleri düzenlediklerine ilişkin inanışlardan ziyade, onların ticaret yaşamındaki başarıları ve aralarındaki dayanışma karşısında rekabet etmede güçlük çeken Sünni esnafın kaygıları seçilmektedir. Tıpkı 1950’lerde Nijerya’yı kasıp kavuran “cadı avları”nın gerisinde, kakao ekiminden zenginleşen kadın tacirlere “hadlerini bildirme”ye kararlı erkek tacirlerin desteğinin bulunduğu gibi (Bowen).
Hukuk, egemenin söylemsel şiddet aracıdır.
Thraymakhos, “Adalet, güçlünün işine gelendir.” sözüyle hukuk ve iktidarı, adalet bağlamında görünür kılar. Günümüz dünyasında şiddeti anlamlandıran, tanımlayan, tavsif eden tek kültürel buyrultu, kapitalizminki… Küreselleşme, tüm yeryüzünü nüfuz alanına dönüştürmek gibi bir içsel zorunluluğa sahip olduğu ölçüde, dünya farklılıklarını tesviye ederken, şiddetin olası kaynaklarını tektipleştirip yoksulluk ve yoksunlaşma koşullarıyla bağlantılandırıyor. Ve kapitalist egemenler, yani devletler ve ekonomik oligarşiler şiddeti “terör” ya da “adi suç” olarak yeniden tanımlarken (söylem), onu gidermeyi değil “cezalandırmayı” öngörüyorlar (edim); yani aynı zamanda “yalıtlayarak” sisteme ve egemenlere zarar vermesini engellemeyi…
Şiddet, şiddeti uygulayanın onurunu zedeler.
Acı vermeyen şiddet olanaklı mıdır? Şiddet ve acı (ruhsal – bedensel) ayrılabilir mi? Şiddeti, neden insanın onuruna yönelik bir eylem olarak anlamak eğilimindeyizdir? Burada onurdan anlaşılan nedir? Onuru zedelenen aslında şiddeti uygulayan değil midir? (İ. Kuçuradi) Şiddet gören, şiddet görmeyi tercih etmemiştir ama şiddeti uygulayan “cellat” statüsünde de olsa şiddet(i) uygulamayı tercih eder. Aslında asıl şiddet, şiddet uygulamayı seçenin iradesi üzerinde varlık kazanan devletin ideolojik aygıtının ‘cellat’ın bedeni ve/veya ruhunda nesnelleşmesidir.
Şiddetin kaynağı toplumsal bilinçtir.
Şiddet uygulayan otorite (anne – baba, öğretmen, komutan vb.) yasaların ve toplumun kendine verdiği “imkan”ı hayata geçirir. Aslında bir anlamda uygulayıcısıdır. Şiddeti üreten toplumsal bilinçtir. Şiddetle mücadele, kişilere değil toplumsal bilince yönelik olunca anlamlıdır. Şiddet, bireyin özneleşme ya da kişileşme sürecinde bilinç varlığına dönüşen ve iktidarca giydirilen kişinin bilincine sinmiştir. Şiddet, bu anlamda sosyolojik, kültürel bir olgudur da.
Eğitim, şiddet yollarından biridir.
Eğitimin ve toplumun diğer kurumlarının şiddeti bir araç olarak kullandığı dönemler olmuştur ve halen çeşitli yerlerde kullanılmaktadır. Günümüzde fiziksel şiddet, göreli olarak sona ermiş yani okullarda, evlerde ve kışlada) ama akademik şiddet, dozu aratarak devam etmektedir. Eğitim, iktidarın önemli bir ideolojik aracı olarak çerçevesi içine soktuğu özneleri her zaman eğip bükmüştür. Bugün, Zeitgeist’ın da etkisi ile görünen şiddet değil ama görünmez şiddet tüm alanı kaplamaktadır. Bunun en somut ve güncel örneği olarak mobbing düşünülebilir.
Şiddet, ihtiyaca dönüşür.
Şiddeti, iktidardan, iktidarı devletin ideolojik aygıtlarından ayıramayız. Eğitim şiddeti, hayatı her alanda tanımlayarak bireyi kuşatır. Şiddet, öğrenilir. Maruz kalınan şiddet, bir süre sonra ihtiyaca dönüşür. Örnek: Nazi askerlerinin acıya ihtiyaç duymaları.
Şiddet, modern insan bilincinin çimentosudur.
Günümüz modern insanı, her anlamda aşırı uyarılmalar (görsel, işitsel, beslenme, etkinlik vb.) yaşamaktadır; bu, bireyi bedensel ve ruhsal anlamda yeniden inşa edip yapılandırmaktadır. Yapılanmayı besleyen şiddet, bilincin çimentosuna dönüşür.
Şiddet, arınmadır.
Şiddet içeren filmler ve oyunların bir fantezinin ötesinde toplumda karşılık bulur. Bu olgu, şiddetin, insanın varoluşunda ya da naturasındaki şiddete olan eğilimini okşamasına bağlanabilir. İnsan, toplumca kabul edilebilir mecralara şiddete olan eğilimini akıtır. Şiddetin estetize edilmesi ve oyunlaştırılması, bir tür bireysel ve toplumsal arınma (katharsis) olarak okunabilir.
Şiddet, bir iletişim aracı ya da yoludur.
Şiddet, bir iletişim yoludur. Taraflar, iletişir. Şiddet, şiddete taraf olanların şiddet(in) diline vakıf olduğu varsayımından hareket eder. Bir iletişim dili olarak şiddeti bilmeyen ya da kültürel olarak bunu yaşamamış birine uygulanan şiddet, amacına ulaşabilir mi?
Şiddeti besleyen şiddet(in) dilidir.
Hz. İsa, stoacılıktan Hristiyanlık ahlakına evrilen ahlak anlayışını “Size tokat atana öbür yanağınızı çevirin.” diye dillendirir. Bu sözde görünürlük kazanan ahlak anlayışı, şiddetin dilini kabul etmez. Şiddete, kendi dilinde yanıt vermeyerek şiddete son verir. Şiddetin ne denli güçlü olursa olsun hiçbir şekilde şiddet ile sona erdirildiğine tanık olunmamıştır. Şiddette ısrar edilmesi, soruna gösterilen tepkilerin onur ile ilişkilendirilmesidir. Şiddet, taraflar, şiddet dilini kullandığı sürece devam edebilir. Örnek: Pirus Zaferi, Gandi’nin pasifizmi
Şiddet, toplumsallığın tezahürüdür.
Hayvanların kendilerini koruması ile şiddet farklı kategorilerde değerlendirilebilir. Şiddet, insanın içindeki toplumsallığın tezahürüdür. Ataklar şeklinde kendini gösterir. Sonuç olarak genellikle şiddet, kişinin rızasıyla olanaklıdır. Kişinin, sürece iradi olarak müdahale edemediği örnekler de vardır. Bu tür örneklerde kişi, vicdanen kendini suçlamaz, hatta maruz kaldığı şiddet, iradi bir varlık olarak güçlenmesini de sağlayabilir. Siyasi şiddetlerde ve aile içi şiddetlere yaşanan sıklıkla bu tür bir olgudur.
Şiddet, öfkeyle zehirlenmiş ruhun afyonudur.
Şiddet, kaçınılmaz mıdır? Tarafları karşı karşıya getiren sorun her ne olursa olsun insan şiddetten kaçınabilir. Şiddet, sorunları çözümlemediği gibi daha da derinleştirir; çünkü direkt onur ile ilişkilendirilir; bu, öfkeye, kine dönüşür ve ruhun kirlenmesine neden olur. Ruh, arınmak için şiddete ihtiyaç duyar. Ve öfkeyle zehirlenmiş ruhun afyonu şiddettir.
Sonuç niyetine
Yeni bir vicdani ret tanımı denemesi ve yeni ithaf
Farklı da olabilirdik... Hala da olabiliriz. Savaşın kaçınılmaz olduğunu söyleyenlere gülelim ve yalanın değil, statükonun değil, sorun yaratan ve yarattığı sorunları derinleştiren anlayışların değil, barışın, sevginin peşinden gidelim. Bunun için de vicdanen onaylamadığımız herhangi bir şeyi reddedelim. Çünkü insan olmak, insan olmanın gereğini yerine getirmek, seyirci olmamaktır. Bizi yoklayan tanıklıklar, bir tür “kriz anları”dır Heidegger’e göre. İnsan, ancak, bu kriz anlarında göstereceği tepkilerle sürüden ya da herkesten ayrılıp özgürlük alanları ya da nişleri açabilir kendine ve de facto hayata. İnsanın herkes gibi davranması, “recm” anında herkes gibi eline taş alıp iktidarca cezalandırılanı taşlamasıdır. Egemenin gönüllü kolluk kuvveti olmasıdır bir bakıma. Bence vicdani ret, kriz anlarında herkes gibi davranmamaktır.
Konuşmamı, “kriz anları”nda herkes gibi davranıp şiddetin diline, zalimin, zulmün diline teslim olmayıp “sürü”den ayrılmayı göze alanlara yani vicdanen “öyle” davranmayı reddedenlere ithaf ediyorum. Benim nezdimde insanlığı temsil edenler, bu bağlamda, vicdani retciler, hepsini saygıyla anıyorum.
V. Metin Bayrak
14 Şubat 2014’ Kağıthane, İstanbul
* Beyoğlu Muaf Cafe'de 15 Şubat 2014 C.tesi günü 17:00-19:00 arasında yapılan 28. Gezi Parkı Diren Vegan Forumunda yapılan konuşma metnidir.