OZANLARDAN YAZILM(CI)LARA HAFIZA
Bir Bilinç Ontolojisi
Kurma Denemesi
“Hafıza Üzerine” konu başlıklı bu yazılamada “hafıza” kavramı,
bilginin saklandığı kaynak, insan bilincindeki yeri ve etkisi, iktidar ve
kültür bağlamında tartışma konusu edilecektir.
Nörobiyoloji, nörofizyoloji alanındaki güncel bilgilerimiz,
bilginin, nöron adı verilen beyin hücrelerinden saçaklanan sinapslarda
saklandığı ve/veya sinapslar arasında kurulan bağlar olduğu yönünde. Düşünme,
hatırlama, bağlantı kurma gibi zihinsel faaliyetler, birbirine temas etmeden
bir tür elektrik akımı şeklinde sinaptik bağlantılarla gerçekleşmekte. Epistemolojik
anlamda bilgi, işi olgu, kavram, sorun ya da obje arasında kurulan bağ, daha
önce görülmemiş bir ilişkinin dillendirilmesi olduğuna göre sinaptik
bağlantının bir türüyle özdeştir.
İnsan bilinci, zihinsel yapısı, belleği, bilgi kaynağının
sentaksına göre biçimlenir. Bunun en somut ve de güzel örneği, yazıdan evvel
belleğin ya da tarihin ozanların diliyle kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır. Hatta Muhammed
Peygamber’e 40 yaşındayken inmeye başlayan Tanrı kelamı Kuran-ı Kerim, 3.
Halife Osman devrinde yazılı dile aktarılır; o zamana değin birden fazla
kişinin ezberinde tutulur. İzmirli Homeros’a vakfedilen İlyada ve Odisea
destanları da dolaşımından çok uzun yıllar sonra yazıya aktarılır. Destanların
şiirselliği, kuşaktan kuşağa aktaran ozanların dokunuşlarına da bağlıdır.
Destanların manzum yapısı, anonimliğe, yazının kültürel
hayata dâhil olmasıyla, yerini, zamanla nesre bırakır. Manzum eserler, bellek
tarafından, nesir eserlere nazaran daha kolay tutulur ve aktarılır. Nesir, okuyanı
ve/veya dinleyeni pasifleştirir; iktidara, bu anlamda, daha fazla içkindir. Bilgi,
daha çok yazıda ete kemiğe bürünüp nesneleşir; simgelerle simgelerde nesneleşen
bilgi; taşta, kilde, parşömende, kâğıtta, diskette, mikrofilmde, hard diskte ve
artık serverlarda nesnelleşir. Bilginin, yapay zekâyla yazılıma dönüşmesi,
eşzamanlı, dijitalleşmeyi doğurur. Bu yazılamada, bağlamsal anlamda, fona bilgi
– bellek – iktidar kavramları alınarak h a f ı z a bağlamında bir
tür “bilinç ontolojisi” yapılmaya
çalışılacaktır.
Dil – kültür bağlamında “İnsan bilincinin grameri, kendisini işleyen
bilginin gramerine göre şekillenir.” tezi, sıklıkla dillendirilir. Söz
konusu tez; insanlık, kültür ve uygarlık tarihi, bilgi – bellek – iktidar ve
bilinç bağlamında kronolojik olarak tartışma konusu edilerek temellendirilmeye
çalışılacaktır.
Bilincin katmanal evriminin, doğrusal işlediği iddia edilemez
daha çok sarmal hareket ettiği düşünülebilir. Yazılamanın amacı, söz konusu
sarmal hareketi, sarmalın beş temel “durak”ının soyutlaması irdelenerek aktüel
bilinci nesnelleşrerek ifşa etmektir. Sarmal yolculuğun kırılma noktaları: doğal, dillenme, dilsel, altdil/ler ve dijitalleşme. Her dönemde bilen, bellek oluşturan özne olarak anılan
insanın varlıkla ilişkisi, insan bilincinin ontolojisini sürekli
değiştirmiştir, buna bağlı olarak hayat/ı da!
Kronolojik olması doğrusal kılmaz bilincin evrimini;
hareketi, sarmal bir yapıya sahip olduğu gibi, her aşama, öncekini kapsar,
içine alır ama özüne de sirayet eder; çünkü diyalektik işler. Her yeni katmak,
mazidekini içerir lakin ondan başkadır. Özünü mavi oluşturur ama özü mazi/deki
hali değildir. Değişimi özselldir aynı zamanda.
I. Doğal Dil
Varlık – İnsan –
Özdeşlik – Doğrudandık
Doğal
Dil, insan türünün antroposentik anlamda henüz bilinçten yoksun olduğu dönem işaret
eder. Bilinçten yoksunluk, pür doğasallık, insanın evrim sürecinin henüz
başlamadığı döneme eşlik eder.
İnsan
türü dâhil her varlık, bütünlüğü olan birlik, yaşam, doğa içindedir. Ben ve öteki ayrımı, henüz, söz konusu değildir. Var olanlar, canlı –
cansız, tehlikeli – tehlikesiz, yararlı – zararlı vb. dikotomik olarak
kategorize edilir. Yaşamsal içgüdüyle ve koşullanmayla nesne ve imgesi arasında
özdeşlik söz konusudur. İnsan, henüz dilsizdir, bilinçten yoksun; varlıkla dolaysız
bir ilişki içindedir, özdeştir.
II. Dillenme
Varlık – İmgelem –Mekân
a. İlk
mırıldamaların başladığı, bir ya da iki heceli sözlerin çıkarıldığı, “el-kol
hareketleri” ile kimi kaygı, korku, mücadele yollarının aktarıldığı dönemdir.
b. Dilsel
bir varlık olarak insan ve bilincini önceleyen bir tür hazırlık dönemi olarak
da düşünülebilir. İnsanla varlık arasına kavramlar girmeye başlar. İnsan
bilincinde nesne/varlık, zihinsel imgelem yoluyla canlanmaya başlar. Bu dönemde
birkaç hecelik dil ve el-kol hareketleri bilinçte oluşan ve nesneyle eş
anlamlılık dışında oluşanı anlatma pratiğidir.
c. İnsanın ayağa
kalkamaya başladığı, doğal akışının değişmeye başladığı, ön ayaklarıyla – henüz
elleri değildir – taşları alıp birbirine vurmaya başladığı, alete, daha doğrusu
zihninde oluşturduğu biçime yöneldiği dönemdir. Nesneyle
ya da varlıkla insanın arasına simge, dil, kavram girmiştir.
Derkenar – I
İlk dönemde genetik yol dışında “bilgi” aktarılmaz. Oysa
ikinci dönemde nesne, yani av için sivriltilen taş ve mızrak, aktarılır.
Bunlar, artık, birer kültür ürünüdürler. Kaldı ki taşları sivriltmek için ayağa
kalkan insan türü, doğasallığından yavaş yavaş uzaklaşmakta ve doğasıyla
ürettiği kültürü arasında diyalektiğin sonucu çatışmalı bir varlığa
dönüşmektedir.
III. Dilsel
Varlık – Kavram – Yazı
– Tarih
a. Bu
dönemde oluşmaya başlayan dil ile ikinci dönemde realize olan simge – varlık –
birleşir. Bu dönemde hem nesne hem de o nesnenin yapay dilde ve bunun hem
nedeni hem de sonu, bir anlamda özdeş olduğu bilinç, kendini göstermeye başlar.
Bilinç, insanın, insanlaşma süreci denen evriminde kritik bir dönem, bir tür kırılmaya
karşılık gelir.[1]
b. Komünler şeklinde yaşayan avcı ve
toplayıcı toplumlarda nesne – dil eş
zamanlılığı, insanı bir kültür varlığına evriltir. Nesneler çoğaldıkça, onlara
ad verilir; bunların yapılışının, kullanılışının aktarımı, eşzamanlı, dili
yapılandırır. Karmaşıklaşan nesneler ve kültür, dili ve nesnesi ile öznesi olan
bilinci şekillendirir. Dil – varlık diyalektiği bilinci yapılandırdıkça kültür
dünyası genleşir ve doğa da kültür dünyasına dâhil edilir. Varlıkla insan
arasına “dil” girer: dil ile birlikte insanla bilgi arasında artık “zaman” zardır.
Bu, yeni bir durumdur ve günümüz insanının bilincinin kökleri burada da
aranabilir.
c. Henüz yerleşik hayata
geçilmemiştir. Çeşitli kovuklar ve mağaralar kullanılır. Mağara duvarlarına ağırlıklı
olarak habitatlarındaki mücadeleler dinsel birtakım saiklerle de soyutlanarak
resmedilir. Sanatın öyküsünün de başlatıldığı bu örnekler, insanla varlık
arasına nesneleşmiş simgenin girmesidir. İz bırakmaktır. İmgenin simgeye
dönüşmesidir. Dillenme, zihinsel tasarımın sesli, şekilsel, resimsel vb.
formlarda dillendirilmesidir. Kültür, imgelerin çeşitli dilsel formlarda
dıştalanmasıdır.
Derkenar – II
Bilginin somutlaşmasıdır bir bakıma kültür ürünü nesne –
mızrak – gibi bellek de. Yontulmuş taş, el-kol hareketi, iptidai mırıldanma ve
birkaç hecelik sesler, mağara duvarlarına çizilen resimler, klanların,
şamanların vücutlarına yaptıkları süsler vb. her biri genel anlamda kültür,
özel anlamdaysa dildir ve belleğin ete kemiğe bürünüp somutlaşmasıdır; bir
bakıma somut bellektir.
IV. Altdil/ler
Varlık/lar – Diller –
Metalanguage – Altdil/ler
a. Yerleşik hayata geçilmesiyle mimari mekanlar
üretilir. Toprak işlenir. Yaşanan çevre süslenerek habitat manalandırılır.
Tapınakta ve/veya tapınakla çeşitli sembollerde dinsel, büyüsel iletiler
yaratılır.
b. Yazının keşfiyle birlikte insan
ile varlık arasına yazı girer. İnsanın yarattığı ikinci dünyanın temelleri
atılmış ve insanın en büyük hapishanesi olan mana dünyası böylelikle inşa
edilmiş olur. İnsan, dil ile artık bilim üretmek zorundadır. Çünkü doğadan
soyutlanmış, dünya içinde dünya kurmuş, doğal dünyanın içine, onunla özdeş
olmayan bir tür replika yahut simülasyonu olan mana dolu bir dünya kurmuş ev
içine girip kendini içinde açılacak sonsuz kapılı labiranta hiç çıkmamacasına
girmiştir. Bilim, işte bu labiranttaki kapılar toplamıdır. Bilim, bilincin hem
nedeni hem de sonucu olan bu sentaksın ürünü olan semantik bellektir.
c. Modern zamanlar olarak da
nitelendirilen bu dönemde yeni olan görelidir: eskinin konumlandırılmasına
bağlı olarak tasarımlanır; yer yer deyim yerindeyse ideolojik olarak üretilir.
Literatürdeki uzlaşıyla göre Yeniçağ ile özdeşleştirilir.[2]
d. Modern devletler, eğitimi mabedler
ve sarayın dışına çıkarır. 19. yüzyılda endüstri devriminin sonucu olarak kentler,
günümüz ekonomi-politikası sonucu hacmen büyür ve kültürel bağlamda
hererojenleşir. Din, politika, ekonomi, eğitim,
sanat vb. kitleselleşir; kitleselleşmesi politize edilmesine yol açar ve bunun
zorunlu sonucu olarak da ideolojikleşir. İdeolojik boyut kazanan bilgi ve türevi
ürünlerle modern devletlerin alakası bu bağlamda anılmaya değerdir. Modern
devletlerin ve/veya ulus-devletlerin hafıza kavramıyla uğraşıları da buna örnek
gösterilebilir. En karikatürize örneği, arkeolojinin 19. yüzyılda ulus
inşasında ideolojik bir araç olarak kullanılmasıdır. Mazinin, bugünden
tasarımlanmasıyla bugünün maziye göre konumlandırılması. Bugünün, mazi
tarafından belirlendiği illüzyonuyla mazinin bugünün sığ ve ideolojik
konseptiyle inşasında hafıza oluşturmak(k)! Olgu, hiç şüphesiz tek taraflı ve
doğrusal değildir. Diyalektik her yerde ve herşeydedir. Hüçbir şey diyalektik
süreçlerin dışında kalamaz. Mesela burjuvaziyle birlikte doğan kafeler,
belleğin ve kamusal alanların sivilleşmesini de beraberinde getirmiştir.
Etkileşim, karşılıklı olarak besle(n)menin hızı ve türü artmıştır, artmaya da
devam etmektedir.
V. Dijitalleşme
Varlık – Varlık – Dolayısızlık
Bilgi toplumu, kitle iletişim
araçları, bilgisayar, yazılım, internet, online erişim, sanal gerçeklik,
insanın arayüze dönüşmesi, avatar/laşma vb. günümüz insanının bilincinin
gramerinin sentaksının ve de facto semantiğini oluşturan terimleridir.
İnsanla doğa arasında, dijital çağla, dolaysız ilişki yeniden kurulur. Simulakr/lar,
tam da bu noktada anlam kazanır. Kimi eğitimlerin – pilot, sürücü vb.
simülasyonlar da yazılımın yarattığı illüzyonlarla yapılması, insanın maziye
yani doğal duruma avdeti olarak da yorumlanabilir, lakin bu avdet, yukarıda da
anıldığı gibi, dairesel değil sarmalıdır.
İnsan türünün dil-bilinç evriminin panoramik bakışının
ardından belleğin evrimine, başkalaşımına kısaca değinerek yazılmamanın kendini
inşasına devam edelim, zamanda akmaya: panta rhei! (Herakleitos’a selam!)
Bellek
Bellek; şamanlardan, ozanlardan taşlara, mimari mekânlara
aktarılır. Onu tarif etmek, değiştirmek göreli olarak güçtür. Şüphesiz onu
üretmek de. Hangi güç, dinsel ve/veya yönetim erki olmaksızın belleği üretebilir?
“Üretmek”
fiilini özellikle kullanıyorum çünkü bellek, olgunun yaşanmasıyla oluşur ya da
olgunun yaşanmasıdır. Belleği oluşturmaksa iktidara, güce, olanaklara, inanca,
yaşama dair derde vb. içkindir. İktidar, bellek yaratabilmek, oluşturabilmektir
de. El-Kaide’nin Afganistan’da ve türevi IŞİD’in Suriye pratikleri, SSCB’nin
Çarlık Rusya’sına, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’ya, İslamiyet’in pagan Arap
inanışına ve kutsallarına, Hristiyanlığın Roma’da tanınmasının ardından
yapılanlar – mesela İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması-vb. yaklaşımlar,
uygulamalar, bellek versus karşı-bellek diyalektiğine örnek gösterilebilir.
Bellek oluşturmanın iktidar, sermaye, inanç vb. kavram ilişkisinin kimi somut örnekler üzerinden gösterilmesinin ardından “bellek” konusuna odaklanarak sürdürelim yazılamamızı; düşünmemize, raslamsal düşünme pratiklerinin desteklediği hipotetik tezlerle devam edelim açmaya çalıştığımı patikada.
Belleğin taşıyıcısı olan nesnelerin güçlülüğü, sağlamlığı, dayanıklılığı, tahribatın görece zor olması vb. açılardan bakıldığında kronolojik olarak mantıksal-olgusal bir evrimden söz edilebilir. Yazılamanın raslamsal tezi de bu “tespit”te varlık kazanır.
Nesnelleşmiş bellekler
ve/veya Bellek mecraları
Bellek nesneleri
·
Hafıza
·
Taş
·
Kil tablet
· Papirüs
·
Parşömen
·
Kâğıt
·
Mikrofilm
·
Disket
·
Harddisk
·
Server
Dijitalleşme, 1950’lerde bilgisayarın hayata dâhil olmasıyla
başlatılabilir; yapay zekâ da eşzamanlı hayatı, dünyayı şekillendirmeye.
İnsan, ozanlardan öğrenirken, mabetlerden, devletin resmi
kurumlarından, şimdi yazılımcıların ürettiği programlarla bir tür ara yüze
dönüşerek öğrenmektedir.
İnsan beyni -günümüz deneysel çalışmalar ışığında
nörobiyoloji, nörofizyoloji kavramlarıyla incelendiğinde-, öğrenme yoluna ya da
metodolojisine ve uyarıcı türü, şiddeti ve çeşitliliğine göre şekillenir.
Soru/n şudur: Dijitalleşmeyle bellek nasıl oluşturulup
muhafaza edilecek; bir tür arayüze dönüşen insanın bilinci nasıl şekillenecek?
Metodolojik olarak insan bilincinin bir tür ontolojisi yapılarak yukarıda
anılan sürecin ve sorunun izi sürülebilir.
İnsan, bilme konusu haline getirdiği varlık alanına ne tür
araçlarla ya da yollarla yaklaşır? Öznesi olduğu süreçte bilgiyi nasıl işler ve
imgelem/e dünyası nasıl şekillenir? Epistemoloji, şüphesiz Batı Metafiziği baz
alındığında Greklerle başla(tılı)r; oysa Klasik Antikite, insan türünün,
evrimleşme, insanlaşma ya da etik varlığa dönüşmesinde çok yeni bir döneme
karşılık gelir. O nedenle bu yazılama, insanın bellek oluşturma süreçlerini kavramsallaştırmada
“hazır” dönemleri kullanmaktan ve yerleşik iktidarı –paradigmayı- yeniden
üretmekten imtina ederek dönemleri/ni kavramsallaştırma ve temellendirme iddiasındadır.
Dijitalleşmeyle doğan ya da dijitalleşmenin kendisi, onunla
özdeş yapay zekâyla insan, bilme konusu yaptığı evreni, tıpkı dilsiz ‘türdeşi’
gibi dolaysız müşahede eder. İlkelleşme, doğal duruma dönme şeklinde de telakki
edilebilir. Aynılık ya da benzerlik, Hegelce söylendikte sarmaldır. Aynı ya da
benzerdir ama diyalektik nedeniyle ontolojisi farklıdır. Dolaysızı fizikselken
şimdi artık dijitaldir, dolaysızı yazılım aracılığıyla deneyimlenir.
Dijital dokunma, her ne kadar duyuları aşıp doğrudan sinaptik
bağlantı oluşturmaya, vitaminin doğal besinler yerine drajelerden alınmasına,
benzetilebilir. Nasıl ki drajelerle beslenme, fizyolojik yapıyı, metabolizmayı
büyük ölçüde atıllaştırırsa, dijital bilme de aynı şekilde bilme sürecinde
insanın duyusal, duygusal, bilgi nesnesinin sonsuz uyarıcı kimliğinden
soyulmasına, tekyüzleşmesine neden olur. Zamanla beyindeki dallanmaların,
saçaklanmaların azalacağı öngörülebilir; çünkü dallanma, saçaklanma, uyarıcı
çeşitliliğine bağlı oluşur; uyarıcılar ne denli sonsuzsa dallanıp saçaklanma da
o denli çeşitlenir, işler ve bunların sonucu güçlenir. Duyuları, duyguları katılaşan
insan neye evrilir? İnsanlığın bilinci, duyularsız nasıl bir ontoloji yaratır?
Bilincin grameri olarak kavramsallaştırdığımız “resim”
korkutucudur. Bir tür Cesur Yeni Dünya
distopyasında karikatürize edilen ‘avatarlar’ bizleri beklemekte. (A. Huxley’e
Selam!) bu noktada cyberglar ve avatarlar anılmaya değerdir. İnsanın,
üretimdeki yerini her geçen gün önce mekanik, ardından elektronik şimdi de robotlara
yani yazılımlara bırakmasıyla çalışma, üretme kavramları ve süreçlerinin dışına
itilmesiyle kölelik mutasyona uğrayarak çalışmaktan, üretmekten tüketmeye
dönüşür; eğlenme, tüketimin bir başka yüzüdür. (Adorno ile Horkheimer’e Selam!)
Ekonomi-politik, salt ihtiyaç giderme olarak tasarruf edilemez;
insana dair her etkinlik manaya, bilince içkindir. Sürecin üretim-verim-kar kavramlarına indirgenmesi, mana halesinin
dağıtılması ya da kırılması anlamına geldiği iddia edilebilir.
Yapay zekâyla yeni bir kölelik müessesi doğmakta. Arayüzler,
bir tür köledir, çünkü her ne kadar programın kullanıcıları yani ‘operatörler’
olsalar da, iradeleri yoktur çünkü ‘sistem’ yani kendisi otonom iradi bir
özneye dönüşen yazılım, buna izin vermez. İnsan, artık bir tür aksam, bir
yapının bileşenlerinden biri ya da bir tür eklentidir, merkezde değildir. Bir
bileşen olarak söz konusu resim içinde özne olduğu söylenemez; özne,
nesneleşmiştir; insan, bilinciyle birlikte artık nesnedir. Yazılımcılarsa üst
sınıf köleler; kaldı ki her yazılım, artık, devasa yapılardır ve tekil bir
öznenin – operatör ve/veya yazılımcı – bilincinin, bakışının tasarruf
edebileceği bir yapıyı bırakın kurmayı kavraması dahi olanaksızdır. (Cern’dekilere
Selam!)
İnsan, dijitalleşen bellekten önce kültürün hem nesnesi hem de öznesidir; oysa şimdi onu yeniden üreten değil tekrar edendir. mazi sarmalken şimdi fasit dairedir. Kültür, hikaye dinleyicileri ve anlatıcılarca genleşi(tirili)rken, dijitalleşmeyle kişi arayüze dönüşür. Kişi, bellek oluşturucu kimliğini kaybetmiştir. Ozan kişiyken ve üreticiyken server, yalnızca depodur. Günümüzde "bilgi"nin veri ya da enformasyon ile özdeşleşletirilmesi de bunun sonucu olsa gerek.
Yazılamayı, bilincin ontolojisinden yeniden ana aksa
akıtırsak yani “hafıza” konusuna; fonu dijital, yapay zekâ olan bu dönemde G. Orwell’in
1984’ünde Smith’in The Times’teti işini hatırlayarak kritiğimizi yapıp ardından
hipotetik tez(ler)imizi inşa etmeye çalışalım. Smith, rejimin, yaşayan dilden
çıkardığı kelimeleri, değiştirdiği kelimeleri eski sayılardan bulup ilgili
yerleri yeniden yazar. Yani şimdiye dek olanı karikatürize ederek gazete yani
güncel bellek üzerinden ele alır.
SS ya da Küresel Sermaye, tıpkı Cern’de, tıpkı yazılım örneklerinde olduğu gibi tekil değil çok bileşenlidir; yapısı ya da özelliği, onun, kendi dinamikleriyle ve networküyle otonom hareket etmesine neden olur.[3]
Otonomluğu, onun ‘bağımsız’ bir özneymişçesine hareket etmesine
olanak sağlar. Her aktör, networkündeki diğer aktörlerle – ki her birinin
ontolojisi, kendisiyle benzerlik geçirir. SS’in ittifakı yerleşik devlet ve
türevlerinden mürekkep küresel ve/veya ulusalararası örgütler (OECD, IMF, Dünya
Bankası vb.) – bilgi, hafıza, tarih vb. aynı zamanda ideolojik yanlara da sahip
aktörler -, ortak çıkarlar/ı nedeniyle serverlar’dan maziye ya da bugüne dair
olan herhangi bir “bilgi”yi silemez mi? Silinenin yerine konması olanaksızsa,
silinme ihtimali nasıl ortadan kaldırılabilir?
Evet, başlarda sorduğumuz iki sorudan ana askımızla ilgili
olanına dönük! Nasıl? SS’in elinden, kamuya devri olanaklı mıdır? Nasıl? Bu,
teorik bir soru/n olmaktan çok Aristotelesçe ve Fovcaultca soruldukta önce etik
ardından politiktir!
Sorunun politik yanı, bir başka yazılmanın konusudur. Bu, bir
dizi yazılmada sondajlanarak işlenecek, inşa edilecek, serimlenecek, yani
kavramsallaştırmalara ihtiyaç duyan bir Heideggerce bir düşünmeyi gerektirmekte
. Bellek kronolojisi, bilincin evrimi, bilinç ontolojisi, bellek ve iktidar, yerleşme,
kamusallaşma vb. altbaşlıklarından her biri bir başka yazılmada ele alınıp
olgular inşa edilip ifşa edilerek kavramsallaştırmalara gitmek bir tür
entelektüel sorumluluk olarak orada beklemektedir.
Metodolojik olarak yukarıda, öznenin, yazılımın bileşenlerin
öğelerinden birine dönüştüğünden söz edildi. (Örn. Cern) Bu çalışma da benzer
koşullarda Zeitgeistta nefes alan(lar)ca klavyeye alınmayı bekliyor. O
nedenle ozanlar dönemine atıfta bulunmak amacıyla anonimleşmek ister ve pek çok
kişinin – henüz özneliğini muhafaza edenlerce – imecesiyle, dayanışmasıyla, el ele
vermesiyle ete kemiğe bürünmeyi beklemekte ve bitmiş değildir, tıpkı ozanlar/ın
çağındaki gibi farklı isimsizlerin katkısına açıktır.[4]
1995, Ankara – 2015, Muğla
[1]
Bu, şüphesiz, ana derdi hafıza olan bir yazılmamanın tüketmek
iddiasını taşıyamayacağı denli derin ve çetrefilli bir konudur. Kronolojik
olarak dönemlerden biri olması nedeniyle değinmek ve önemine dair çeşitli
hatırlatmalara yer verip çeşitli sorular sorarak yazılmaya devam edelim!
[2] Batı Metafiziğinin merkeze alındığı
bir bakışla, modern devletlerin menşei de bu dönemde aranır ve/veya başlatılır
[3]
Burada kapitalist ekonomi-politik fon içinde kaldığımız varsayılmakta. Hoş,
fonun değişmesi, paradigmanın değişmesi demektir ki bunun için Khunca söylesek anomali gerekir ki şu an o anomali,
kentlerin sürdürülebilirlikten uzaklığı, küresel ekonomik krizler, mülteci
krizleri, occupy kültürü, İslamiyet’in ‘akıncı’ kuvvet olarak karşı çıkar
göründüğü Batı Metafiziği egemenliğinin değişmesi demektir. Bu, yazılamayı
klavyeye alan fakirin aktivist yönü, entelektüel yanıyla birleşerek bu yönde
mücadele etmektedir. Goethe’nin sözü burada da anlamlıdır. Evet, bir insan ve
henüz özne olarak rahatsızsam “noesis” kategorisindeki tezlerimi ki o nedenle
“raslamsal”, “hipoletik” nitelemelerle birlikte kullanıyorum, Don Kişotça
gelebilir. Mevcuda meydan okumanın grameri biraz da böyle değil midir?
[4]
Yazılmamanın bilinç ontolojisi kavramı, 1995’te teorize edilmiş, inşaatı
2015’in Aralık ayında, kişisel blogda yayımlanması 2016 Kasım’ında mümkün
olmuştur.